KOMİSYON KONUŞMASI

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Teşekkür ederim Başkan.

Ben de herkese kolaylıklar diliyorum.

Aslında cevap vermeyecektim ama neredeyse her konuşmasında Ağrı Vekili Ekrem Çelebi ısrarla Kürtlere yönelik geçmişe dair baskılardan söz ediyor; bir önceki konuşmasında Toros'lar vardı onu söyledi. Eskiden hani beyaz Toroslar vardı, zulüm vardı, işkence vardı; biz AKP olarak geldik, bunları bitirdik ifadelerini kullandı. Sıklıkla bunu söylüyor. Açıkçası kendisinden şunu da bekliyoruz: Peki, bu beyaz Torosları kim kullanıyordu? Bu beyaz Torosların Kürtlere karşı faili meçhul cinayetlerde kullanılmasına dün, o dönem kim karar veriyordu, bu politikalar nereden örgütleniyordu, nereden yapılıyordu? Bu zulmü yapan kimlerdi, neydi? Bunun adını koymasını istiyoruz çünkü her seferinde bunu böyle tarifleyip sonra bu meselenin, Kürt meselesinin, Kürt sorununun asıl nereden kaynaklandığını ifade etmiyor.

Yine, ısrarla her konuşmasında kayyumlardan söz ediyor. Açıkçası Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels derdi ki: "Büyük bir yalan atın ortaya, mutlaka inananı olur." Gerçekten tam da kayyumlar meselesinde bu büyük yalanı ortaya atıp sonra bu büyük yalana kendileri inanmadığı hâlde toplumu inandırmaya çalışıyorlar. Şimdi, kayyumlarda işte eleman alındı, para gönderildi gibi çokça... Hani sadece Ağrı Vekili ifade etmiyor, Cumhurbaşkanı da ifade etti, ilgili bakanlar da ifade etti ama bunun büyük bir yalan olduğu, iftira olduğu mahkeme kayıtlarında var. Tek bir tane dava yok bu konuda, tek bir soruşturma yok bu konuda, tek bir kişiye, bir belediye eş başkanımıza yönelik böyle bir soru da yok. Şimdi, mesela iradeyi gasbetmek istiyor; bu gasbedilen iradeyi meşrulaştırmak için, buna dayanak oluşturmak için böyle büyük yalanlar ortaya atıyorlar. Ama şunu söyleyeyim: Bakın, kayyumlarda böyle bir şey olmadı, o açık ve net. Ama Sayıştay raporlarına dönün bakın. Kayyumların el koyduğu, gasbettiği belediyelerde nelerin döndüğünü, hangi yolsuzlukların, hangi hırsızlıkların, hangi gaspların, hangi kayırmacılıkların, hangi hediyelerin döndüğünü biz çok iyi biliyoruz, kamuoyuna yansıdı. Gidip Sayıştay raporlarını okuyunca göreceksiniz. O açıdan da yani ısrarla bu yalanları, bu iftiraları tekrar etmenin bir mantığı yok. Biz defalarca buna karşı sözlerimizi kullandık, cevaplarımızı verdik ama bu konudaki bu ısrarın gerçekten artık bunu manipüle etmeye yönelik olduğunu ifade etmek istiyorum.

Biz Genel Kurulda da Mecliste de verdiğimiz soru önergelerinde de, araştırma önergelerinde de madem böyle bir iddianız var gelin bu meseleyi tartışalım, araştıralım dedik ama yok, araştırmayalım, tartışmayalım, konuşmayalım. Ama biz bir yalan atalım ortaya herkes inansın yaklaşımı söz konusu. Yani bir kez daha şunu ifade edeyim: Kürtlere kimse hiçbir şey bahşetmedi. Kürtler eğer bugün adını kullanabiliyorsa bunun bedelini katbekat ödedi, Diyarbakır zindanlarında ödedi, faili meçhul cinayetlerde ödedi, siyasi soykırım operasyonlarında ödedi, hâlâ da ödemeye devam ediyor. O açıdan öyle, orada siyaset yapmak için sırtını iktidara dayayıp böyle konuşmalar yapmanın gerçekten -kendisinin de inanmadığını düşünüyorum bu yaptığı konuşmaya- hani hem Kürt meselesinin çözümüne hem Türkiye'nin barışına ve demokrasisine bir katkısı yok; onu ifade edeyim.

Aslında ben Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerine konuşacaktım ama bugün 25 Kasım ve Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bugün kadınlar sokaklardalar, devlet, erkek şiddetine karşı; yoksulluğa karşı, savaşa karşı, sömürüye karşı ama kadınların bu itirazı, kadınların bu savaş karşıtı, şiddet karşıtı, yoksulluk karşıtı mücadeleleri ve yapmak istedikleri basın açıklamaları ve yürüyüşler birçok ilde yasaklandı, kadınlar yine engellendi. Hatta, bugün yani Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nde Ağrı'da, Şırnak'ta, Van'da kadınlar sokakta şiddete maruz kaldı, yaka paça kadınlar gözaltına alındı. Şimdi, bugün kadınlar açısından sembolik ve tarihî bir gündür çünkü bundan ta altmış yıl önce Mirabal kız kardeşler Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı meydan okudular, seslerini yükselttiler. Evet, Mirabal kız kardeşler diktatörlük tarafından katledildi, öldürüldü ama Mirabal kız kardeşlerin direnişi ve mücadelesi de diktatörlüğün sonunu getirdi. Bugün diktatörlerin adını bilen yok ama Mirabal kız kardeşlerin direnişi ve mücadelesi halklara, kadınlara ilham veriyor. Dominik'te Mirabal kız kardeşler, Suriye'de Hevrin Halef, İran'da Zhina Mahsa, Paris'te Sakine Cansız ve adını bugün şu an anamayacağım binlerce kadının direnişi, mücadelesi, özgürlük, eşitlik talebi bizlere yol gösteriyor.

Kadın düşmanlığı, evet, rejimlerin ortak noktasıdır. Nedir? Kadınların sesinden, sözünden korkarlar, korktukları için de kadınları hedef alırlar. İşte, cezaevlerine atıyorlar, tutukluyorlar, şiddet uyguluyorlar, kazanımlarına el koyuyorlar, kendi politik görüşlerini, hegemonyalarını bugün İran'da olduğu gibi kadınlara dayatıyorlar ve kadınların nasıl yaşayacaklarına, nasıl giyineceklerine, kaç çocuk doğuracaklarına kendileri karar vermek istiyorlar ve dayatmada bulunuyorlar. Tam da daha önceki diktatör rejimlerinin, faşist rejimlerin kadınlara uyguladığı şiddet biçiminin aynısını, daha fazlasını bugün AKP iktidarı kadınlara uyguluyor. Son yirmi yılda 7.186 kadın, 2022 yılının ilk on ayında ise 200 kadın, 33 çocuk erkekler tarafından katledildi. Bu rakamlar bir savaşta bile yaşanmayacak rakamlardır. Bir kadın kırımı var, kadına yönelik şiddetin artık kırım noktasına vardığını söylerken aslında tam da bunu anlatmaya çalışıyoruz.

Siz, kadınları korumuyorsunuz, korumadığınızı biliyoruz. Korumadığınız gibi de kadınları koruyan, kadınları şiddete karşı korumaya çalışan uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'ni bir gecede tek bir adamın kararıyla ortadan kaldırdınız. Yine, yerel yönetimlerimizde kadınlara yönelik şiddetle mücadele eden, kadınları güçlendiren kadın dayanışma merkezleri kapatıldı. Kadınlar aslında şiddetle baş başa bırakıldı. Bizim açımızdan İstanbul Sözleşmesi'ni ortadan kaldırmanın bir mesajı var, o mesaj erkeklere "Siz kadınları öldürebilirsiniz, siz kadınlara şiddet uygulayabilirsiniz. Bilin ki biz sizin bu şiddetinizi durdurmayacağız, biz sizin bu şiddetiniz karşısında devlet olarak, iktidar olarak, Hükûmet olarak sorumluluk almayacağız." demek anlamına geliyor. İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik saldırının tam da anlamı budur.

Sadece şiddetle sınırlı değil bu politikalar yani yoksulluk meselesinde de öyle, yine, kadının iş yaşamına katılım meselesinde de öyle. Bakın, her 100 kadından sadece 18'i kayıtlı ve tam zamanlı çalışıyor. Kadınların yüzde 48'i işsiz yani kadın nüfusunun neredeyse yarısı işsiz ama bu bütçede gelin görün ki kadınların bu sorunlarına yönelik tek bir çözüm yok, tek bir iddia yok; kadının ismi bile geçmiyor bütçede. Yani "kadına duyarlı bütçe" "toplumsal cinsiyet eşitliği" gibi kavramlardan bile bu bütçenin içerisinde tek bir kelime dahi söz edilmiyor, böyle bir perspektif de yok.

Zamanım bitmek üzere, aslında, ben bir iki şeyi daha Sayın Bakanımdan da öğrenmek istiyorum. Yani siz sunumunuzda MİT'in yaptığı operasyonlardan da söz ettiniz, işte, federe Kürdistan bölgesine yönelik operasyonlar ifade edildi. Şimdi, uzun bir dönemdir Süleymaniye'de yaşayan Mehmet Zeki Çelebi iş yerinin önünde katledildi, öldürüldü. Daha sonra, kendini MİT elemanı olarak tanıtan birinin Mehmet Zeki Çelebi'yle bir telefon görüşmesi yaptığı, işte, ona kimi konularda ajanlık dayattığı gibi iddialar gündeme geldi, ses kayıtları yansıdı. Daha sonra, aslında, benzer bir şeyi biz Silopi'de, Paris'te de görmüştük; işte, 3 Kürt siyasetçi kadın Ömer Güney tarafından katledildi ama Ömer Güney'in o dönem yine istihbaratla olan ilişkileri, ses kayıtları, görüşmeleri kamuoyuna yansıdı. O dönemde biz defalarca bunun araştırılması için önergeler verdik, taleplerde bulunduk, yine hepsi reddedildi. Yine, en son ise Süleymaniye'de Gazeteci Nagihan Akarsel evinin önünde bir suikast girişimi sonucu yaşamını yitirdi. Bu cinayetin ardından Bağdat Büyükelçisine bir soru soruluyor Süleymaniye'de, kendisi diyor ki: "PKK'yle iltisaklı olanlar hedeftedir." Şimdi, demokratik bir hukuk devletinde yargısız infaz olmaz. Yani böyle "İltisaklıdır, ben öyle gördüm." "İşte, teröristtir, ben gider vururum." şeklinde söylemlerin demokratik bir devlette, bir hukuk devletinde yeri olmadığını, bunların yargısız infaz olduğunu ifade etmek istiyorum.

Bakın, 90'larda, dönemin Başbakanı Tansul Çiller, o dönem eline listeler alıyordu, televizyona çıkıp "Benim elimde PKK'ye yardım eden Kürt iş insanlarının isimleri var." dedi.

OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL - Tamamlayalım Sayın Vekilim.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ardından, Kürt iş insanları katledildi faili meçhul cinayetler sonucunda, hâlâ da soruşturmalarının bir şekilde üstü örtüldü, kapatıldı; aydınlatılmadı. Yani Kürt meselesini çözmeyen, Kürt meselesinde 90'ların aklıyla hareket etmenin yine yol ve yöntemlerinin izlendiğine maalesef tanıklık ediyoruz.

OTURUM BAŞKANI ŞİRİN ÜNAL -Teşekkür ederim Sayın Vekilim.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - O açıdan, bütün bu 90'ların aklı, 90'ların yöntemleri dışında, demokratik bir hukuk devletine yaraşır müzakere ve diyalog zeminlerini yaratan bir siyasetin izlenmesi gerektiğini savunuyoruz.

Teşekkürler.