KOMİSYON KONUŞMASI

AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Teşekkür ediyorum sunumlarınız için, emeklerinize sağlık. Ben, bir bölge milletvekili olarak, özellikle, maden mühendislerine tarafsız ve ısrarlı çalışmalarından dolayı, patlamanın öncesi ve patlama anına ilişkin bilimsel gerçeklerin aslında nasıl okunması gerektiğine ait verileri korkusuzca paylaştıkları için de ayrıca bölgem adına teşekkür ederim.

Bir yorumla başlayalım: Hâlâ, soruşturmanın yürütülmesi 6 savcıyla devam ediyor ama soruşturmanın aşaması Amasra Müessesesiyle sınırlı kaldı yani soruşturma Ankara'ya uzanamadı bir türlü. Bildiğim kadarıyla, Türkiye Taşkömürü Kurumundan ya da ilgili bakanlıklardan kimsenin ifadesi alınmadığı gibi bilgisine de başvurulmadı. Bir kere, bunun asla doğru olmadığını bir kez daha hatırlatma ihtiyacı hissediyorum; bu bir.

İkincisi, burada birazdan görüşeceğiz ama özel şirketler dinlenecek bugün ve bu facianın olduğu maden, bildiğimiz üzere, bir devlet madeni yani devlet işletmesi ama burada Oda dışında iki tane özel şirket var ve Odaya da fikrini soralım yani işletim tarzıyla, gelenekleriyle, bağlı oldukları mevzuat ve üretim amaçlarıyla aslında birbiriyle aynı değil bu madenler. Yani 42 canımızı kaybettiğimiz maden ocağında biz taşkömürü çıkarıldığını biliyoruz ama bildiğim ve araştırdığım kadarıyla, davet edilen diğer iki özel şirket linyit kömürü çıkarılmasına dair uzmanlar. Maden mühendisi olmayan hâlimle ben bile taş kömürü ve linyit çıkarımı arasında aslında madenlerin özelliklerinden kaynaklı ciddi bir fark olduğunu biliyorum. O yüzden de bu facianın -kaza değil- aydınlatılması konusunda da bu arkadaşların bize ne gibi bir katkı sunabileceklerini dolayısıyla anlamış değilim. Amasra havzası da evet, metan konusunda ciddi riskler barındırıyor yani Soma havzasında da var ama çok farklı; değil mi? Yani Maden Mühendisleri Odasına soralım, bu havzalar metan konusunda ortak riskleri olsa da burada davet edilen Soma havzasındaki arkadaşların çalışma alanları arasında ciddi farklar var ama buna rağmen biz, Amasra havzasındaki devlet taşkömürü işletmeciliğinde uzmanlaşmış insanları değil, linyit konusunda çalışan özel şirketleri burada dinliyoruz. Bunun da Komisyon açısından, davet edilen kişiler açısından dikkatle incelenmesi gerektiğini vurgulayarak başlayayım.

Şimdi, sizin Maden Mühendisleri Odası olarak bir açıklamanız var 31 Ekim tarihli, zaten onun benzeri açıklamaları da paylaştınız. Sanırım, Odanız aslında facianın aydınlatılmasıyla ilgili savcılıktan, Bakanlıktan ve Kurumdan, Taşkömürü Kurumundan ocağın havalandırılması, sensör planları ve gaz ölçümlerini, bu verileri talep etti değil mi? Bu verileri resmî olarak sizinle paylaştılar mı ya da paylaşmadılarsa acaba hangi gerekçeyle paylaşmadılar; bunu merak ediyorum.

Bunun haricinde, denetim konusuna ve iş güvenliğiyle ilgili yasalara siz de değindiniz. Bir kez daha vurgulamamız açısından, tutanaklara geçmesi açısından, özel şirketler de madem buradayken sizden de duysunlar isterim olayın bilirkişileri, hocaları olarak. Yani bu 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın 8'inci maddesinin (7)'nci fıkrası uyarınca "Getirilen denetçi ücretinin işveren tarafından ödenmesi" meselesi var, siz de sunumunuzda vurguladınız. Aslında 3 kurumdan diğer yetkililere de soracağım, sizin fikrinizi de merak ediyorum yani maaşını ödeyen şirketi bir denetçinin doğru bir şekilde denetlemesi nasıl mümkün olabilir? Böyle bir denetimin bağımsız olması mümkün olabilir mi? Yani mevzuat, aslında alınması gereken minimum önlemleri belirtiyor ama belirtilen minimum önlemlere ek olarak iş yerinin bir risk analizi yapması ve gerekli önlemleri alması gerekiyor.

Burada Soma davasına vurgu yapmak istiyorum: Eylül 2020 yılında Yargıtayın bir kararı var ama usulsüz ve aslında şaibeli bir şekilde bu davanın hâkimleri değiştirilmeden önce verilen bir karar. Yargıtay bu kararında maden işletmeciliğinde önlemlerin yalnızca mevzuat standartlarının karşılanmasının yeterli olmadığını söylüyor yani "Mevzuatın haricinde, mesela işletmecinin risk analizi, önlem denetimi yapması gerekiyor." diyor. Size göre de öyle mi? Yüksek riskli madencilik alanında bu gibi ek denetimlerin yapılmayıp yalnızca mevzuata uygunlukla yetinilmesi sonucu oluşan iş cinayetlerinde de olası kastın olduğu belirtiliyor, bunu vurgulamamız lazım.

Şimdi, burada Amasra müessesesinde bir risk analizinin yapılıp yapılmadığını biz henüz bir türlü öğrenemedik. Burada bu soruya cevap verebilecek uzman var mı, ondan da emin değilim ama en azından tutanaklara geçmesi açısından altını çizmek istiyorum. Amasra müessesesinde ya da Amasra müessesesinin bağlı olması sebebiyle Zonguldak müessesesinin marifetiyle ATİM hakkında acaba bir risk analizi yapıldı mı? Yani bu sunumun üzerine bunu da soru olarak eklemek gerektiğini düşünüyorum. Alınan önlem ve denetimlerin etkinliği -bakın, mevzuata uygunluğu demiyorum- mevzuat gerekliliklerine ek olarak acaba değerlendirildi mi değerlendirilmedi mi? Bu sorunun cevabını hâlâ bekliyoruz çünkü burada "İşçilere zarar gelebilir ama bizim ne olursa olsun üretime devam etmemiz gerekiyor." düşüncesiyle 42 ocağımıza ateş düştü ve bu anlayışın taksirinden değil, biz ancak olası kastından bahsedebiliriz; bunu vurgulamak istiyorum.

Şimdi, asıl meselemiz, sizin de üzerinde durduğunuz, benim bugün bahsedeceğim havza madenciliği meselesi. Yani aslında, biz bunu kaç toplantıdır dile getiriyoruz ama tekrar gündeme getirmekte fayda görüyorum. Amasra havzası metan oranı çok yüksek, riskli bir kömür havzası ve bu havzayı parsel parsel başka işletmecilere devrettiğinizde de aslında riskleri de göze almış oluyorsunuz. Benzer durum Soma'da da yaşandı değil mi? Belki Odamız bize tekrar hatırlatabilir, Soma havzasının da tamamı özelleştirilmiş ve parsel parsel işletim hakları dağıtılmıştı. Yine Soma'da havza madenciliği gerekiyordu ama havzanın tamamının tek bir işletmeci tarafından bütüncül bir şekilde yapılması gerekiyordu ama yapılmadı. 2014'te tarihin en büyük maden faciası yaşandı. Yine, 2014'te 18 işçimizi kaybettiğimiz Ermenek'te facianın en önemli sebeplerinden biri, yine havzanın parçalara ayrılmasıydı, öyle değil mi? O dönem de aslında, mahcubiyetler dile getirilmişti siyasi iktidar tarafından ama sonuç değişmedi.

Şimdi, devam edeyim, Amasra'da da aslında bir havza parçalanması meselesi var, defalarca dile getirdik; hem yer üstünde hem yer altında, Amasra B sahası ve TTK tarafından işletilen A sahasının eksi 400'üncü kotunun aşağısı, bildiğimiz gibi, 2005'ten beri Hattat Holdinge redevans ediliyor. Ama hangi şartla? Kömür çıkarma şartıyla. Peki, kömür çıkıyor mu? Yıllar içinde bu şirket tek bir kilo, tek bir kürek kömür çıkarmadığı gibi bu şirketin çıkardığı tek kömür de Sayın Komisyon Başkanının, o dönemki Enerji Bakanının odasında duran ve şu anda ona hediye edilmiş olan kömür. Onun dışında, hâlâ o havzadan bu şirket tek bir kilo kömür dahi çıkarmadı ama buna rağmen, aslında Hattat redevans sözleşmeleri gereği ödemesi gerekeni, yapması gerekeni yapmaması nedeniyle sözleşmeleri iptal edilmediği gibi, bir de üstüne MAPEG tarafından üretim ruhsatı verildi yani üretim izni verildi. Bu konu peki neden önemli? Tekrar tekrar biz bunu neden anlatıyoruz? Hükûmetin özelleştirme politikasının ya da yirmi senelik liyakatsizlik anlayışının çok ötesinde bir durum var, o da aslında bu konunun doğrudan bir güvenlik sebebiyle önemli olması. Yani Hattatın buradaki varlığı Taşkömürü İşletmeleri üzerindeki üretim baskısıyla da birleşince aslında alınabilecek önlemleri de bir nebze sınırlıyor diyebiliriz zannediyorum. Öyle değil mi? Peki, ne demek istiyorum? Yani, şimdi, Amasra havzasındaki kömürün yüzde 97'sinin işletim hakkını siz bu özel şirkete veriyorsunuz, yüzde 3'ü Kurumda kalıyor. Üstelik eksi 400 kotu ve aşağısını Hattata redevans edildiği için bu Taşkömürü Kurumunun bulunduğu A havzasındaki çalışma alanı eksi 400'e kadar sınırlı kalıyor doğal olarak. Bu yüzden de Taşkömürü Kurumunun inebileceği en derin galeri 350 metre. Yani aşağısında başka bir işletmenin olmasıysa -değil mi- topuz mesafelerinden hava kaçaklarına ve taban yollarındaki kömür tozu oranına kadar aslında her şeyi etkiler. Size de bu soruyu soruyorum. Dolayısıyla TTK'nin çalıştığı alanın daraltılması, işin riskini arttırdığı gibi alınabilecek önlemleri de daraltıyor. Burada bir üretim baskısı olduğunu yani göz göre göre alınmayan önlemleri de hatırladığımızda olan 42 canımıza oluyor. Öyle değil mi arkadaşlar?

Şimdi, yıllardır verdiği taahhütlerin hiçbirini yerine getirmeyen bu şirket, olduğu yerde duruyor hatta ek izinler alıyor ve âdeta Hükûmet tarafından korunan bir şirket. Bu şirket 2017'de bir rapor hazırlatıyor değerli milletvekilleri, 2 maden mühendisi hocasına bir rapor hazırlatıyor ve bu raporda açıkça diyor ki: "Havzanın bölünmesinin riskleri oldukça açıktır." ve dile getirmiş, diyor ki bu rapor: "Eksi 400 sınır kotunun altında ve üstünde komşu olarak çalışılması, bu çalışmaların birbirini etkilemesi hâlinde yüksek riskler ortaya çıkar." Yine, devam ediyor "Maden üretim çalışmaları eksi 400'e ne denli yakın olursa komşu panolar arasındaki irtibat riski o kadar artar; hava kaçakları ve taban yollarında yayılan gaz ve toz nedeniyle kirlilik de o kadar artar." diyor.

Şimdi, bunun sonucunda da 2 tane öneride bulunuyor. Tabii, bu Hattat yanlısı bir rapor yani hatta bu raporun sonucunda MAPEG'ten üretim ruhsatını da almış ama bu raporda işte bu risklere dikkat çekilmiş yani Hattatın hazırlattığı raporda bu risklere dikkat çekilmiş. Bir de 2 tane öneri sunulmuş, diyor ki: "Ya Hattat eksi 400 kot altındaki doğu panolarındaki çalışmasına en erken yirmi yıl sonra başlayacak ya da Amasra Müessesesi eksi 300 ve eksi 400 kotlarında üretime başlamadan 2023 yılı sonunda sahayı terk edecek." Yani Türkiye Taşkömürü Kurumuna bağlı olan Amasra Müessesesinin kapatılmasına mahal verebilecek düzeyde bir rapor ve biz -bunu bir kez daha söyleyelim- buna asla ama asla izin vermeyeceğiz. Yani ben aslında çok isterim Sayın Komisyon Başkanından da şunu duymayı "Biz de izin vermeyeceğiz devlet kurumumuzun kapanmasına, asla müsaade etmeyeceğiz." demesini çok isterim. Peki, burada, böyle bir sorunun oluşma sebebi ne? Yani aslında Amasra'da bunu öngörmeyen ya da bunu öngördüğü hâlde burayı yine de redevans usulüyle veren anlayış. Bu rapor sonrasında ne oldu -az önce de söyledim- Hattata MAPEG tarafından üretim ruhsatı verildi. Amasra Müessesesi ise eksi 350 kotundaki üretimine devam etti. Şimdi, bu kimin sorumluluğu değerli milletvekilleri? Burada Odayı eleştiriyorsunuz sorumlulukla ilgili kendi fikrini söylemesi münasebetiyle ama başından beri söylüyoruz; burada Hükûmetin bir sorumluluğu vardır; burada Enerji Bakanının da gerekli önlemleri almayan, yatırımları yapmayan kurumun da o kurumun bağlı olduğu Bakanlığın da sorumluluğu vardır; bunu göz ardı edemeyiz yani üzüntülerimizi dile getirerek "kader, fıtrat" diyerek bunu unutamayız. Bu algıdan, bundan vazgeçmeniz lazım.

Bakın, rapor ayrıca ne diyor: "Hattat ve TTK'nin bu havzada beraber çalışması risklidir, o yüzden de Hattatın redevans dolayısıyla sorumluluklarını görmezden gelin ya da sadece yüzde 3'lük yetkisi olan TTK havzadan çekilsin." diyor ya. Yani Hükûmet Hattata üretim izni vererek ne cevap veriyor? Ben bunu gerçekten merak ediyorum. "ATİM'i kapatıp bu havzayı size devredeceğiz." sinyali değil de nedir bu? Bu konuyla ilgili hiçbir Hükûmet yetkilisi neden konuşmuyor, neden konuşmuyor?

Günlerdir madenci izinlerinden bahsediyoruz "Madenciler idari izinli sayılsın." diyoruz, bununla ilgili Hükûmetten tık yok, tık yok. "Buraya yıllardır işçi alınmamış, üretim baskısı var, bu havzaya sıkıştırılmış bu kurum, devlet kurumu kapatılmasın, Amasra'da böyle bir endişe var." diyoruz, Hükûmetten tık yok. "Bu patlama neden oldu, bu patlamanın sorumluları kim?" "Efendim, araştırılıyor, savcılık aşamasına müdahale edemeyiz." Peki, oraya müdahale etme ama sen idari açıdan Bakanlık nezdinde ne yaptın, ne yaptın? Araştırma, soruşturma açtın mı; açığa aldın mı hiç kimseyi; görevden el çektirdin mi ya da "Hayır, ben bunların hepsini araştırıyorum, gerekli soruşturmamı yapıyorum." diyebildin mi? Diyemedin. O zaman, Hükûmetin siyasi sorumluluğuyla ilgili gereğini yapmadığını söylediğimizde ya da Maden Mühendisleri Odası bu konuyla ilgili fikrini beyan ettiğinde onları susturmak yerine bir kulağımızı açıp dinlememiz gerekiyor değerli milletvekilleri.

Bakın, Amasra taş kömürü alanının Hattata devredilmek istendiği meselesi yeni değil zaten, biz bunu biliyoruz, bununla ilgili işçi yakınları da bu konuyu dile getiriyorlar, bu endişelerini dile getiriyorlar. Yani burada, bakın, dört senedir ya, dört senedir bu havalandırma meselesi çözülemiyor. Ya, neden çözülemiyor? Ya da birkaç sene sonra elden çıkarılacak olan bu yere acaba yatırım yapmaktan imtina mı ediliyor yani böyle bir şey olabilir mi sizce? Acaba Odamız bu konuda ne düşünüyor? Ya, bir yatırım maliyeti olacak, acaba bu yatırım maliyeti amorti edilemeyecek de o yüzden mi yani sebebi bu olabilir mi? Benim anladığım, Türkiye Taşkömürü Kurumunun üretim yaptığı A havzasının eksi 400 altıda dâhil olmak üzere Amasra havzasının sadece yüzde 3'lük bir alana sıkıştırılmış olması; ATİM'e yeni yatırım yapılmamasının, işçi alınmamasının ve bakım onarım çalışmalarında eksiklik olmasının önemli nedenlerinden birisidir. Öyle değil mi sizce de? Yani dolayısıyla Amasra Taşkömürü İşletmelerinin ve TTK Genel Müdürlüğünün açıkça sorumluluğunun yanı sıra, buradaki havzada riskleri görmesine rağmen bu havzayı 2'ye bölen anlayışın yani Hükûmetin de sorumluluğunun tartışılması gerekir. Yani hiçbir şey yokmuş gibi biz "Burada Hükûmetin sorumluluğu hiç yok, Hükûmet..." Ya, böyle bir şey yok değerli milletvekilleri. Bu kapsamda, hayati risklere rağmen, redevans sözleşmeleriyle havza madenciliğinin terk edilmesinin sebebi ve sonuçları gerçekten nedir? Yani bunu anlatmamız, bunu tartışmamız lazım. Acaba bu redevans anlaşmalarından -keşke Sayın Yıldız burada olsaydı; o, çok iyi bilir bence bu sorunun cevabını- bu redevans sözleşmesinden devletin bugüne kadarki kazancı nedir ya da verdiği garantiler nedir acaba? Gerçekten, bu redevans sözleşmesi -sonucunda- bizim 42 canımızı kaybetmemize sebebiyet vermiş olabilir mi? Bunu da araştırmamız lazım.

Şimdi, size sorum da bu konuyla ilgili: Yani madenlerin bu şekilde parsellere bölünmesinin zararları görünmüyor mu? Yani bununla ilgili, madenlerde bu özelleştirme politikalarının iş güvenliğine etkisi var yani bunlar nelerdir, bunlar ne gibi zararları başımıza açmaktadır?

Son olarak, üretim baskısı... Üretim baskısının olduğunu bilirkişi ön inceleme raporundan, Emniyet fezlekesinden ve çok daha öncesinde de Sayıştay raporlarından biliyoruz zaten. Üretim baskısı iki şekilde yapılabilir diye anlıyorum: Burada aslında bizim çok tartıştığımız, işçilerin fiziki şartları zorlanarak yapılabilir birinci olarak; ikinci olarak da madenin fiziki şartları zorlanarak yapılabilir. Müessesede özellikle 2009 yılından beri giderek azalan bir personel sayısı var. Sayıştay raporları norm kadrolarda boşluk olduğunu belirtiyor; yine, aynı şekilde, bilirkişi ön inceleme raporları işçi ve nezaretçi sayısının az olduğunu belirtiyor ama bir yandan, işçi başına düşen üretim miktarında da herhangi bir azalma olmadığı gibi Amasra özelinde bir artış söz konusu. Biz biliyoruz, Amasra Müessesesi personel talebinde bulunmuş ancak bu talep Türkiye Taşkömürü tarafından karşılanmamış ısrarla ve ısrarla. Enerji Bakanlığının bu konudaki hiçbir açıklaması yeterli değil ve sorumluluğu hiçbir şekilde de kabul etmiyor.

Üretim baskısı, bir de madenin fiziki şartları zorlanarak oluyor, değil mi? Yani bu da aslında Amasra Müessesesinde yapılmış diyebiliriz. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yani gerekli önlemler alınmamış. Eksi 350 kotuna kadar inerken alınmadığını yani hava dönüşlerinin ve kirli havanın çıkışının aslında tam olarak denetlenmediğini; yenilenmeyen aspiratörlere rağmen hava döngüsü tam olarak sağlanmadığı hâlde madende üretim çalışmalarına devam edildiğini ve ayak boylarının artırıldığını biz görüyoruz.

Peki, Sayın Enerji Bakanı faciadan bir ay önce Müesseseye geldiğinde bu üretim baskısına ilişkin ne diyor? Yani çok önemli şeyler söylemiş, okuyorum direkt kendisinin ifadelerini: "Son keşiflerle birlikte yaklaşık 20 milyar ton kömürümüz var, linyit ve taşkömürü; bunun 1,5 milyar tonu bu havzada." Yani Amasra'yı kastediyor. "Taş kömüründen ve son derece kaliteli bir kömürden bahsediyoruz ama yıllık üretimimiz 1 milyon ila 1,5 milyon ton arasında değişiyor. Bu şekilde baktığımızda, burayı bin yılda bitiremezsiniz." Hattata mı diyor acaba, Kuruma mı diyor? "Onun için, diyoruz ki: Kim üretirse üretsin, üretim artsın, istihdam artsın. Üretim artış hedefimiz var. Kömür vazgeçilmezimizdir."

Ne yapılıyor peki buradan çıkarılan kömür? Yani bu Komisyonun aslında buna da bir cevap araması lazım. Yine, Sayın Yıldız olsaydı belki cevap verirdi. Yani acaba buradan çıkarılan kömür ne yapılıyor değerli milletvekilleri? Yani Amasra'dan çıkarılan Türkiye taş kömürlerinin yüzde kaçı yıllar içerisinde sanayide kullanıldı, yüzde kaçı vakıf kömürü olarak halka dağıtıldı?

Yine, biliyorsunuz, seçim zamanı geliyor; işçilerin ifadeleri olduğu için soruyorum: Acaba bu kömürün vakıf kömürü olarak kullanılmasına ya da bu yüzden bu oranın, üretim oranının artırılmasına ilişkin bir talep var mıydı? Yani, Sayıştay raporuna göre, 2018'de burada üretilen tüvenan taş kömürü miktarı 100.953, 2019'da 149.898. Yani bu üretimlerin ne kadarı vakıf kömürü olarak, sosyal yardım olarak verildi? Bu sosyal yardımlar hangi kurumlar tarafından dağıtıldı? Bu yardımların 2022 senesinde ne kadar olması planlanıyordu? Bu soruların da cevaplanması lazım.

Sonuç olarak, değerli milletvekilleri, siz bir yandan "Üretim artsın." deyip diğer yandan yeterli işçiyi istihdam etmezseniz; siz bir yandan "İşçiden yanayız." deyip diğer yandan alınması gereken önlemleri göz ardı ederseniz; yine bir yandan "Kurum daha çok üretsin." deyip diğer yandan kurumun üretim alanını daraltırsanız; ya, yine bir yandan siz özelleştirmeyle daha çok kazanmaya çalışırken öte yandan redevans hakkını alan yandaşın hiçbir hukuksuzluğuna söz söylemezseniz ne iş güvenliğini ne istihdamı ne de üretimi artırırsınız. O yüzden, Hükûmetin buradaki istikrarsız, vizyonsuz ve güvenilemeyecek olan, güvenilemeyecek kadar isabetsiz olan bu politikalarını asla kabul etmemiz mümkün değildir. Burada Hükûmetin de sorumluluğu vardır ve araştırmak zorundayız değerli milletvekilleri.

Teşekkürler.