KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; bana "Bu Bakanlar Kurulunun en zor görevi ne?" diye sorsalar, hiç tereddütsüz bir şekilde Sayın Bakanın görevini yani Çevre ve Şehircilik Bakanı derim, hiç tereddütsüz derim bunu.

Ulaştırma Bakanlığının, Enerji Bakanlığının, Tarım Bakanlığının, Orman Bakanlığının, Turizm Bakanlığının, Sanayi Bakanlığının yapmış olduğu bütün belaların hepsinin hesabı direkt olarak sizden sorulur; onlar yapar siz hesap verirsiniz.

YUSUF BEYAZIT (Tokat) - Belediyeler de dâhil Sayın Bakan.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Belediyeleri bakanlık saymadığımdan söylemedim. Belediyeler de dâhil onlar yapar, bunun hesabını siz verirsiniz, çok zor bir görevdir çünkü bu olay yapma değil, kontrol etme, düzgün yapılmasını sağlama görevidir. Onun için, işiniz zor, Allah kolaylık versin.

Benim bir türlü yanıtını alamadığım bir soru var. O da, kentin 40 kilometre dışına, dağın tepesine yapılan 20 katlı apartmana insanlar ne amaçla tıkılır? Bunların sayısı bir iki veya tesadüf değil. Dışarıda, kentle ilgisi yok, arazi kullanım derdi yok, herhangi bir şey yok, 20 katlı apartman, onun peteğinin bir gözüne insanları tıkmışsınız. Yaşayamazlar değerli arkadaşlar, sizi temin ederim yaşayamazlar. Bu olayların heyecanı bittiği zaman bunun ne demek olduğunu kesin göreceksiniz.

1970'li yılların ikinci yarısında Fransa'daydım. O zaman orada da gecekondulardan sonra kentsel dönüşüm programları başlamış, "bidonville"ler yıkılıyor, onun yerine "HLM"ler, "habitation a loyer modere" denilen sistemler kuruluyor idi ve sizi bir daha temin ederim, şu anda "lüks site" diye yapılan projelerin aynısı o zaman oralarda yapılıyordu. Hepsi lükstü. 20 katlı, 30 katlı, bahçeler, bahçelerde çocuk parkları falan filan. Herkes büyük bir heyecanla oralara taşınmaya başlamıştı. Aradan otuz sene geçti, bir daha aynı yere -Montpellier diye bir kentti bu- yeniden gittim, gördüğüm manzara aynen şuydu: Yeni baştan hepsi yıkılıyordu çünkü inanılmaz sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı. Toprağa basaraktan yaşayan insanları topraktan kopardığınız zaman, doğadan kopardığınız zaman, toprakla ilişkisini kestiğiniz zaman yaşayacağı sorunları tahayyül etmek kolay bir olay değildir ama yaşarlar. Bizim insanımız kentli de olmadı ki, olamadı. Kente göçenlerin hepsi kentli mi oldu? Köyünü yaşamaya çalıştı, o aşamayı geçemedi.

O nedenle de bu kentleşmeyle ilgili olarak programlarınızı ciddi anlamda gözden geçirin. Bununla ilgili olarak sağda solda söylenen birkaç tane cümleyle bu sorunu düzeltmek kolay bir olay değil ama sorun yuvarlana yuvarlana geliyor. O sitelerde yaşanan olaylarla ilgili olarak dünya kadar rapor yazıldı, büyük bir ihtimalle vardır Bakanlığınızda, gelmiştir, gelmemesi mümkün değil. Neler yaşandığını kesin olaraktan oralardan öğrenmiş olmanız gerekir. Korkunç şeyler oldu, gerçekten korkunç şeyler oldu. Kapı komşusunu tanıyamadan yaşayan insanlar, öldükten sonra içeride kokan, kokudan durulmadığı zaman kapısı açılan insanlar yaşadılar oralarda. Biz de öyle bir gelenek yok. Hele oralarda masraflara paylaşım vesaire gibi olaylar belirli bir süre sonra sorun olmaya başladığı zaman vay orada oturanların hâline. Korkunç şeyler olacak demektir.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu konularla ilgili olarak gerçekten uzun uzun konuşma ve bir şeyler söyleme olanağınız var ancak bu Komisyonda çevreyle ilgili sorunlar söz konusu olduğu zaman şimdiye kadar görmediğim bir birlikteliği ben net olarak gördüm burada, hiç ayrım yok. Herkesin yüreği sızlıyor, belli bir olay ve şimdiye kadar da durduramadı. İstediği pek fazla bir şey yok, suçladığı insanlar da yok. Sadece elden giden ve bir defa daha asla yerine yeniden konulamayacak olan değerler kaybı oluyor, silüetler bozuluyor. Arasanız bile bir defa daha asla yerine getiremeyeceğiniz yerleri yok ediyorsunuz. O nedenle, bu konudaki politikalarla ilgili olarak yeniden yeniden yeniden düşünmek gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, konuyu atlayaraktan gideceğim, bu arada da belki arkadaşlar araştırma yapar diye bir soru sorarak devam edeceğim konuşmama. Sayıştaycı arkadaşlardan 2014 Yılı Kesin Hesap Tasarısı'ndaki "dönüşüm projeleri özel hesabı" hakkında bilgi isteyeceğiz. Onun içerisinde özellikle de "Şartlı bağış ve özel gelirler cetveli" diye bir cetvel daha var raporunuzda; bu ikisi hakkında konuşmanın sonunda bilgi verirseniz, onunla ilgili yorum da bulunacağım çünkü.

Değerli arkadaşlar, bu tür konutların yapımıyla ilgili olarak Sayın Bakan söylediler, yapı malzemelerinin önemi inanılmaz derecede arttı. Özellikle yalıtım malzemeleriyle ilgili olarak Kyoto Protokolü'nden sonra çok ciddi bir diskrimiansyon, ayrımcılık başladı oralarda kullanılacak şeylerle ilgili. Şu anda ülkemizde en fazla kullanılan yalıtım malzemelerinin, cam yünü, İzocam falan filan gibi izolasyonda kullanılan maddelerin hepsinin kanserojen olduğu ortaya çıktı net bir şekilde. İnsanların üzerine yağıyor, belli etmeden ciğerlerine yapışıp canlarına okuyor. Bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir olay.

Buna karşılık Avrupa ne yaptı? Buna karşılık Avrupa'nın yaptığı şey, selüloz oranı çok yüksek olan bitkileri yeniden yetiştirmeye başladı. Başka işleme de tabi tutmuyor, zaten kamış gibi yükseliyor onlar. Ketencik. Bir zamanlar Anadolu'da, bizim bölgede, Tokat'ta Çekerek kıyılarında, Kızılırmak kıyılarında dünya kadar vardı. Elimizde bir çubuk, sürekli kırmaya çalıştığımız upuzun saplı kamışlar. Selüloz oranı inanılmaz derecede yüksek bu bitkileri su buharında presledikleri andan itibaren şu görünümde yalıtım ürünleri ortaya çıkıyor; ısıya, sese, her şeye karşı dayanıklı bir yalıtım ürünü ve yüzde 100 doğal, kanserojen falan da değil.

Özellikle de bizden artık tamamen yok olmaya çalışan, başka amaçlarla da kullanılma riskinden ötürü bizim urgan yapmada kullandığımız keten, hem tekstil ham maddesi olarak kullanılıyor hem de bütün bu yalıtım ürünlerinin en temel maddelerinden birisi hâline geldi. Artık, hem tekstilde ham madde hem de yalıtım ürünlerinde bu tür ürünlere Türkiye yönelmekte çok geç kaldı. Belirli bir süre sonra bu sorunların altında kalma olasılığımız ortaya çıkacak.

Değerli arkadaşlar, Ege'yle ilgili bir tehlikeye daha atlamak istiyorum. Konular arasında atlaya atlaya gideceğimi söyledim. Ege Bölgesi, gerçek anlamıyla bir çevre sorunu tehdidiyle karşı karşıya. Şu anda Bergama Ovacık, Seferihisar Efemçukuru, Turgutlu Çaldağ, Ödemiş Bozdağ, Ödemiş Gölcük, bütün bunların hepsinde altın ve nikel arayışı ve üretimi adı altında inanılmaz bir çevre katliamına doğru gidiliyor, inanılmaz.

Turgutlu Çaldağ'daki nikel işletmesi nedeniyle, sülfürik asitle yapılan nikel işletmesi nedeniyle ortaya çıkan doğa katliamı korkunç. Biliyorsunuz, Manisa, Türkiye'nin en nitelikli üzümlerinin yetiştiği, bağlarının bulunduğu bir yer. Siz bu bölgeyi mahvediyorsunuz, bu bölge ortadan kalkmaya çalışıyor.

Ödemiş Bozdağ, Bozdağ'ı çevreciler olarak mutlaka görün, inanılmaz bir doğadır, nehirler gelir, Subatan diye yerlerden iki nehir birden kaybolur, nereden çıktığını kimse bilmez ama o Ödemiş Ovası, yağmur yağsa da yağmasa da dip sularıyla dünyanın en nitelikli patateslerini yetiştirir yılda iki defa. Şimdi, bu dağı da almaya çalışıyoruz. Bu dağın her tarafını kazmaya çalışıyoruz. Binlerce, binlerce kamyonla oralardan toprak taşımaya çalışıyoruz. Buna hakkımız yok. Bozdağ'ı bu şekilde yıpratmaya ve yıkmaya gerçekten kimsenin hakkı yok, yok çünkü böyle bir dağ daha.

Gölcük o dağın birazcık daha kuzeyinde kalan yerdedir, bir doğal göldür, derin bir göldür. Öyle bir olaydan sonra orada ortaya çıkabilecek olan doğa felaketini gerçekten düşünemiyorsunuz. Hayal bile edemeyeceğimiz kadar büyük olaylar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Buralar deprem bölgesi, her an bir hareketlenmeyle beraber oradaki olaylardan neler çıkacağını gerçekten bilemiyorsunuz. O nedenle özellikle bu bölgenin, Ege'nin bu açıdan çok dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini, ortaya çıkacak olan zararı, bırakın oradan birkaç ton altın çıkmasını, her şeyiyle beraber dünyanın en kıymetli madenleri çıksa bile onları karşılayacak nitelikte olmaz, olması da mümkün değil.

Sayın Çam'ın dile getirdiği konuyu ben de burada bir daha hatırlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, İzmir Büyükşehir Belediyesi 2 tane tarama gemisi almış, almış, gemileri duruyor. O gemiler iki yıldan beri yatıyor. Ne yapacak? Körfezin dibini tarayacak. Bunun yapması için ÇED raporu gerekiyor diyorlar. Olur, güzel, gereksin. Peki, iki seneden beri orada 2 tane gemiyi yatırmaya kimin hakkı var. Bu, ulusal servet. Bu gemiler orada kullanılacak. Orada kullanıldıktan sonra başka yerlere hemen büyük bir hızla taşınacak. Örneğin, Aydın'ın Söke ilçesinin Karina Dalyanı'na gidecek. O dalyanı Büyük Menderes dolduruyor, büyük bir hızla doluyor orası. Denize açılan dalyan kanallarından 5 tanesi dolmuş, 1 tanesi kalmış. Türkiye'nin en nitelikli, en büyük ve de neredeyse Türkiye'nin Ege Bölgesi'nin balık gereksinimini karşılayacak kadar değerli bir dalyan Karina Dalyanı, yok ediliyor, kapanıyor. Özel olarak o tarama gemilerinin oraya gönderilmesi konusundaki taleplerimizde hayhay dediler, ÇED raporu lazım, derhâl. Bu tür projeler ÇED'e takılmamalı. Takılacak olan projeler farklı. Orada o doğanın korunmasına dönük körfezin dibindeki batağı almanın ve özellikle de birazcık o alanı derinleştirerek yolcu gemilerinin içeriye girmesinin ÇED'le ilgisini ben bulamıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, tekrar ek süre veriyorum.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Umarım öyle bir çözüm vardır ve o çözüm de çok mantıklı bir şekilde ortaya çıkar. Bunu özellikle ve özellikle istirham ediyoruz Sayın Bakanım, bu çok önemli bir olay.

2 tane de mali konuya değinmek zorundayım. Aslında Çevre Bakanlığının bütçelerinde ben hayatımda mali konulardan bahsetmedim, genel sorunlardan bahseder geçerdim. Ancak devletin, özellikle kamu kurumlarının son zamanlarda Ankara'nın batısına doğru, Eskişehir Yolu üzerinde diktiği binalara şöyle bir bakınca bu konuyu dile getirmenin bir zorunluluk olduğunu artık gördük. Biliyorsunuz, kamu kurumları bina yaptıracakları zaman bunu TOKİ eliyle yaptırıyorlar, TOKİ'ye olduğu gibi aktarıyorlar bütün yetkilerin hepsini, onlar binasını yaptırıyor. Büyük ölçüde de o yapılan masraflar karşılığında -hangilerinde, hangisi deseniz sayamam ama büyük bir ihtimalle sayın Bakanlık çıkartır onların hepsini- hazine arazileri veriliyor, belirli yerlerden tahsisler yapılıyor. Şimdi, bir kamusal işlemde bununla ilgili olarak bir objektiflik sağlama olanağınız var mı? Bu değer nasıl yapılıyor? Bu mahsuplaşma nasıl yapılıyor? Onun ötesinde, hazine arazilerinin, özellikle devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin yani bu toplumun yurttaşı olan herkesin, bir dikili ağacı olmayanların bile "Bu vatan benim." diyebilmelerinin nedeni olan bu alanların istenildiği gibi istenilene dağıtılmasının bir manasını düşünebiliyor musunuz? Böyle bir çevrecilik olmaz, böyle bir şehircilik de olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - O nedenle, kamuda saydamlık esastır diyorsanız bütün bunlara ilişkin, zaten kamuoyunun en fazla merak ettiği konular da bunlar, bunlarda bir şey vardır veya yoktur tartışmasına asla girmiyoruz dikkat ediyorsanız ama bu soru kafasında olan insanların, bu soruyla beraber yatıp kalkan insanların bir yerde bunları kafalarından atması için bu saydamlığı sağlamanız kesin olarak şart diyorum Sayın Bakanım.

Sayıştaydaki arkadaşlar ne buyuruyorlar o biraz önce söylediğim şeylerle ilgili bilmiyorum. Süremin on dokuz saniyesini durdurup arkadaşlara söz verirseniz bu olayı bitiririz veya isterseniz ben bitireyim, daha sonra konuşan arkadaşlarla beraber o konuyu da değerlendiririz.

BAŞKAN - Siz bitirin, ondan sonra...

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - İşinizin zor olduğunu bir defa daha söylüyorum Sayın Bakanım. Bununla birlikte, bütçenizin sizlere hayırlı olmasını diliyorum ancak hâkim olacağınız, her şeyiyle beraber hâkim olup denetleyebileceğiniz bir bütçeyi uygulamanızı da canıgönülden diliyorum.

Teşekkür ederim.

MEHMET HABİB SOLUK (Sivas) - Sayın Bakanım, çok affedersiniz. Bu körfezdeki taramada en büyük problem bir de çıkacak balçığın döküleceği yerde sorun vardı.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - O da belirlenmiş Sayın Müsteşarım.

MEHMET HABİB SOLUK (Sivas) - Belirlediler de "kuş göç yolu" denildi, bilmem ne denildi ve orada da sıkıntılar çıkmıştı.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - O zaman, bir yer gösterilecek, taşınacak, gerekirse ta Sivas'a kadar götürürüz.