KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN TURAN (İstanbul) - Başkanım, şimdi, arkadaşlar "Uzatmayalım." diyor ama bir kural vardır: Her soru yeni bir cevabı, her cevap yeni bir soruyu doğurur. Uzatılmasını istemiyorsak uzatmayacağız, uzatmanın parantezini açmayacağız.

Şimdi, arkadaşlar, bakın, hani, bizim orada bazen derler ki: "Değirmeni sel almış, sen takılacak arıyorsun." Neyi tartışıyorsunuz? Daha "Apo'nun heykelini dikeceğiz. Sırtımızı PKK'ye, YPG'ye dayadık. PKK sizi tükürüğüyle boğar." ve bunun gibi birçok cümleyi söyleyen yöneticileriniz ortadayken PKK'yla ilişkinizi burada birisi söyleyince bunu alınganlık konusu yapıyorsunuz. Madem alınganlık konusu yapıyorsunuz, ilişkiniz yok; itiraf edersiniz, kimse sizi zorlamıyor ama en azından çıkar "Ya, Allah belasını versin terör örgütünün." falan dersiniz. Zorlamıyorum, bak, ben böyle bir şey beklemiyorum ha, arkadaşlara katılmıyorum bu konuda bak, çünkü gördüğüm fotoğrafı okuyabilecek kabiliyetim zaten var.

Bak, geçen önerge verdiler arkadaşlar, önerge verdiler Mecliste; işte, Taksim saldırısını konuşuyormuş gibi yapıyor; tamam? "Muş" gibi yapıyor, oradaki bilumum terör örgütlerini savunuyor... Ee, ne derler? İsmini sayıyor arkadaşlar ama oradaki, bugün burada "Kuzey Suriye" dediğiniz yerde ayrı bir bölge oluşturmaya çalışan arkadaşlarının ismini unutmuşlar, bugün siz de aynısını yapıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, PKK ile PYD'yi insan hakları örgütü, gazetecilik örgütü falan olarak mı kabul ediyorsunuz? Diğer terör örgütlerinin yanına bunları niye koymuyorsunuz mesela? Ben zorlamak için söylemiyorum yani bunu birisi merak edip sormaz mı size? Bu ülkenin milyarlarca dolarına mal olmuş, nice evlatlarının kaybolmasına neden olmuş, kırk yıldır başının belası olmuş, küresel güçlerden... "Emperyalist" diyoruz ya, bakın, hepimiz emperyalizme karşıyız değil mi? "Emperyalizm" diye tarif edilen ülkeler var ya, onların gelip sınırlarımızın dibinde bütün dünyaya göstere göstere silahla donattığı bu örgütleri hangi örgüt olarak kabul ediyorsunuz? Devlet olduklarından dolayı mı alıyorlar bu desteği?

Şimdi, bu kadar her şey ayan beyan ortada iken buradan bir alınganlık çıkararak tansiyonu yükseltiyorsunuz, sonra bu barış, "barış da barış", bakın, barış üzerine en çok şiirler söyleyenler barış ödülünü bomba üreten adam adına veriyorlar dünyada; biliyorsunuz değil mi? Barış ödülü veriyorlar ya... Üstat Cemil Meriç'in güzel bir sözü vardı, diyor ki: "En çok ülkesiyle ilgili şikâyette bulunanlar yani ülkesini yaşanmaz bulanlar, esasında ülkesini yaşanmaz kılanlardır." Şimdi, bu "barış" sözcüğünü kim en fazla kullanıyorsa -inanın- savaşın aparatı hâline dönüştürüyor.

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - Hasan Bey, toparlayalım lütfen.

HASAN TURAN (İstanbul) - Son cümlem Başkanım.

Bir gün bir gazetemizde bir karikatür görmüştüm: Elinde Kalaşnikof olan bir terörist; oradaki baloncukta şöyle yazıyordu: "Barış istiyoruz." Barış istiyorsak biz de istiyoruz zaten barışı. "Silahları elimize aldık, önümüze... Bugün de acaba kimi öldürülsek?" falan diye bir idealimiz, bir hedefimiz yok ama barış şöyle sağlanır: İlk önce gücünüzü oluşturursunuz, etrafından gelen tehlikeleri bertaraf edersiniz; milletin, ülkenin huzurunu sağlarsınız ve barış olur. Yani şimdi ne yapmamız lazım? Teslim mi olmamız lazım? Sizin o Pax Romana var ya, barışınız ona benziyor; teslim ol, barış olsun. Yani karşımızdaki arkadaşların dayattıklarını, silahla dayattıklarını hem de yeni Sykes-Picot oluşturmaya çalışanların ellerine tutuşturdukları silahla dayattıklarını kabul edersek barış olacak değil mi? Suriye'den müştekisiniz, Suriye'deki defakto bölge durum. En çok karışıklık kimin işine yarıyor? Zaten onun için karıştırdılar orayı Batılılar, kaç parçaya bölelim diye, Yemen aynı, Suriye aynı. Yeni bölgeler çıkarıyorlar, terör koridorları oluşturuyorlar. Bunu görmüyor musunuz? En çok siz itiraz edin buna.

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - Hasan Bey, rica ediyorum.

HASAN TURAN (İstanbul) - Bizim de düşüncelerimiz bu, biz de söylüyoruz, bizimki de çok saygın.