| Komisyon Adı | : | BAYINDIRLIK, İMAR, ULAŞTIRMA VE TURİZM KOMİSYONU |
| Konu | : | Bursa Milletvekili Efkan Ala, Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu ve 46 Milletvekilinin, Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi (2/4750) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 09 .12.2022 |
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, ilgili kanun teklifinin öncelikli olarak İç Tüzük 38'de öngörüldüğü biçimiyle Anayasa'nın metin ve ruhuna aykırılık incelemesi uyarınca Anayasa'ya açıkça aykırı olan düzenlemelerine değineceğim. Yasa önerisi hükümlerinin çoğu Anayasa'ya çok yönlü olarak aykırı bulunmaktadır. Söz konusu Anayasa'ya aykırılıkları ortaya koymak amacıyla da önce Uludağ ekosisteminin önemine, sonrasında da yürürlükteki Anayasa'nın ekosistem açısından ne şekilde okunması gerektiğini sizlere aktarmaya çalışacağım.
Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi'ndeki Anayasa'ya aykırılıklar nelerdir? Uludağ, flora ve fauna çeşitliliğiyle vejetasyon çizgilerinin net olarak görülebilmesi, alpin bölge ve endemik bitki topluluklarının barındırması sebebiyle özel ve eşine az rastlanır bir dağ ve orman yapısındadır. Gerek yükselen coğrafi enlemler gerekse dağlarda yükseklere doğru azalan sıcaklar yatay ve dikey yönlerde "zone"ların meydana gelmesine neden olur. Sıcaklıkla bağıntılı olarak görülen vejetasyon değişiklikleri aynı karaktere sahip bitkilerin varlığı "zone" ayrımını gözle görülür hâle getirmiştir. Uludağ'ın dünya ormancılık literatüründe bu sebepten ötürü çok özel bir yeri vardır. Uludağ'ın Bursa'ya sunduğu verimli ova topraklarıyla su kaynaklarının ekonomik ve sosyal yaşamıyla büyüyen Bursa kentinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Yani Bursa Uludağ'ı, Uludağ Bursa'yı beslemektedir. Bursa Ovası yıllar içerisinde Uludağ'dan pınarlar ve derelerle taşınan bereketli topraklarla oluşmuştur. Uludağ'ın kuzeyinde kurulmuş olan Bursa kenti Uludağ'ın ekosisteminden ayrı düşünülemez. Bursa Ovası'nı var eden Uludağ'ın bilinçsiz kullanımı Bursa ve Bursalıları yok etmek demektir.
Uludağ'da bugüne kadar 1.308 bitki türü tespit edilmiştir. 32'si Uludağ, 143'ü Türkiye endemiği olmak üzere toplam 173 endemik türe ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca küresel ölçekte nesli tehdit altında olan 3, Avrupa ölçeğinde ise 54 türün yaşam alanını oluşturmaktadır. Uludağ Millî Parkı sınırları içerisinde var olan 17 sürüngen türünün Bern Sözleşmesi koruma listelerine göre yapılan değerlendirme sonucu yani mutlak koruma altındaki türler listesine girmekte, 5 sürüngen türü ise koruma altındaki türler listesine ek-3'teki listeye girmektedir. Bern Sözleşmesi koruma listesine göre yapılan değerlendirme sonucu alanda saptanan kuş türlerinden 84 tanesi ek-2'ye yani mutlak koruma altındaki türler listesine girmekte, 21 kuş türü de ek-3'e yani koruma altındaki türler listesine girmektedir.
Alan sınırları içerisinde 15 familyaya bağlı 37 memeli hayvan türü yaşamaktadır. Bu türlerden Bern Sözleşmesi koruma listesine göre yapılan değerlendirme sonucu ek-2'ye yani mutlak koruma altındaki türler listesine, 14'ü de ek-3'teki koruma altındaki türler listesine girmektedir.
Uludağ'ın başta kış spor merkezleri geliştirme girişimleri bugün "oteller bölgesi" olarak adlandırılan gelişim bölgelerinin yoğun bir şekilde genişlemesine zemin hazırlamıştır. Bölgenin kayak merkezi olarak kullanımı ulaşım bağlantılarının artışını da beraberinde getirmiştir. Uludağ'a erişimin artırılması amacıyla kara ve teleferik yoluyla ulaşım altyapısı zaten geliştirilmişti.
1961 yılında millî park ilan edilen Uludağ'da, insan baskısı ve alan kullanımı giderek artmaktadır. Alanın gerçek sahibi olan canlıların yaşam alanları büyük tehdit altındadır. 21 Ekim 1985'te Uludağ Kayak Merkezi İmar Planı yapılarak birinci gelişim bölgesi olarak adlandırılan oteller mevkisinde yapılaşma donduruldu. İkinci gelişim bölgesi olarak isimlendirilen kesim, 1986'da turizm merkezi ilan edildi. Birinci gelişim bölgesindeki oteller Doğa Koruma ve Millî Parklar denetimindeyken ikinci gelişim bölgesi Kültür ve Turizm Bakanlığının denetiminde ve ikinci gelişim bölgesinde de 6 tane parsel bulunmaktadır; 5 parselde otel bulunuyor, boş olan 1 parsel var, bu parselin de Etstur'a ait olup olmadığını da ilgili Bakanlık yetkililerinin açıklamasını istiyoruz.
Uydu verileri ile coğrafi bilgi sistemlerinin algoritmaları kullanılarak son otuz beş yıllık döneme ilişkin yapılan analiz, Uludağ Millî Parkı sınırları içerisinde bulunan kayak merkezi ve yakın çevresinde kentleşme ile erozyon artışına bağlı birbirine benzer bitki türlerinde ciddi azalmaları ortaya koymaktadır. Elde edilen verilere göre, zirveye yakın kesimlerde su yüzeylerinde azalma ve çıplak kayalaşma da artış meydana gelmiştir. Yıllar içinde şiddetli erozyonların oluştuğu tespit edilmiştir. Araştırmalar Uludağ Millî Parkı arazilerinde çıplak kaya, yerleşim ve şiddetli erozyon yüzeylerinin kapladığı alanın otuz beş yıllık süreçte yüzde 7,8'den yüzde 13,3'e yükseldiğini; aynı süre içinde yüzde 18,7'lik alanı kaplayan alpin çayırlarının da yüzde 16,6'ya gerilediğini göstermektedir.
Fiziki ekosistem tahribatları başta bina, tesis, yol, otopark, teleferik ve benzeri geri dönüşümü imkânsız yıkım alanlarıdır. Kara yolunda buzlanma için kullanılan tuz, egzoz emisyonları ve lastik atıkları kara yolu çevresinde su, hava ve toprak kirliliği oluşturmaktadır. Piknik, mesire yerlerindeki kullanım yoğunluğundan dolayı yıkım eşiğine gelmiş alanların kendini yenilemesi için dönüşümlü kullanımı önerilebilir. Makineli çalışmaların oluşturduğu baskı alanları ve kayak sporları nedeniyle toprak azot dengesinin bozulduğu alanlar doğal eşiktir. Bu bölgedeki insan aktiviteleri ekolojik istikrarı çok olumsuz etkilemektedir. Turistlerin ilgi alanı olan ATV motorlu araç gezileri de ekosistem üzerinde hasarlar oluşturmaktadır.
İnsan baskısının sürekli arttığı ve sistemler arası istikrarın gittikçe bozulduğu Uludağ, kendini yenileyebileceği, devamlılığı sağlayabileceği eşiği birçok alanda geçmiştir. Bütün bu olumsuz etkilerin yanı sıra, yeni bir tehlike de 2020 yılında gündeme gelmiş olan, şimdi ise kanunlaşma aşamasındaki Uludağ Alan Başkanlığı Projesi'dir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 1982 Anayasası, kıyılardan ormanlara kadar çevreyi doğrudan ve dolaylı olarak koruyucu çok sayıda madde öngörmektedir. Anayasa'nın değişik kısım ve bölümlerine serpiştirilmiş maddeler "çevresel ve ülkesel anayasal düzenlemeler" olarak adlandırılabilir. Nedir bunlar? Ülkesel düzenlemeler kamu yararınadır. "Kamu yararı" anayasal bir kavram olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin ülke yönetimine ilişkin bileşenleri düzenleyen ve koruyan maddelerin ana başlığı olarak kullanılmıştır. Çevre hakkı, kamu yararı olarak nitelenen değer ve varlıkların koruma işleviyle gelecek kuşakların hakkıdır. Nedir bunlar? Bunları "nitelikli ülke için anayasal temeller, sağlık hakkı ya da çevre hakkı" olarak tanımlayabiliriz. Yine "anayasal yükümlülükler ve ölçütler" başlığını kullanabiliriz. Bütün bunları yaparken dikkat etmemiz gereken üçlü bir yükümlülüğümüz vardır, bunlar; önlemek, korumak ve geliştirmektir. Bizim önlemekten anladığımız nedir? Madde 56 gereğince çevre kirlenmesini önlemek, devletin doğrudan ve öncelikli yükümlülüğüdür. Çevreyi bozan veya çevre üzerinde olumsuz etkilere yol açma riski bulunan faaliyetler Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna tabidir. Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir çevresel etki değerlendirme raporu hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak çevre kirlenmesine neden olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hâle getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir. ÇED uygulaması ve etkililik derecesi, ister özel sektör ister kamu sektörü olsun, devletin önleme yükümlülüğünü yerine getirme amacına sahiptir. Bu teklifte bu yoktur. ÇED, önleme yükümlülüğünü yerine getirmenin tek aracı değildir. Bu süreçte planlama etkinlikleri öne çıkmaktadır. Anayasal düzlemde bunun çok sayıda araçları bulunmaktadır. Bu bakımdan, plan belgeleri hukuken bağlayıcı düzenlemeler olarak işlem görmelidir.
Öte yandan, devletin temel amaç ve görevleri bağlamında daha genel bir yükümlülük ilkesi de kayda değer. "Ülkemizin bölünmezliğini sağlamak ve insan haklarını geliştirmek" ilkesi -Anayasa madde 5- ülkeye ve topluma ilişkin olmak üzere ikili yükümlülüğü ortaya koymaktadır. Madde 56 gereğince, çevre sağlığını korumak devletin, yurttaşların ve yatırımcıların ödevidir. Devletin koruma yükümlülüğü çevre sağlığıyla sınırlı olmayıp uyumlu ve dengeli bir çevre koruması; tarihsel, kültürel ve doğal mirası da içermektedir. Kuşkusuz kıyılar, tarım arazileri, yaylalar, meralar, otlak ve kışlaklar ile doğal kaynaklar ve ormanlar da koruma yükümlülüğü kapsamında yer alır. Çok yönlü koruma ödev ve yükümlülükleri devletin doğrudan faaliyetlerine ilişkin olduğu gibi özel sektör açısından da geçerlidir. "Ben yaptım oldu."yla bu işler olmaz. İlgili devlet organları gerekli düzenlemeleri yapar, ilgili kuruluşların etkinliklerini düzenleme çerçevesinde yerine getirip getirmediğini denetler ve kuralları ihlal edenlere yaptırım uygular. Ne var ki kamu makamları bu üçlü yükümlülüklerini gereğince getirmek yerine getirmedikleri için Türkiye çevresi koruma bir yana sürekli yağmalanır bir hâle gelmiştir ve 27'nci Parlamento Dönemi de yağmadan kendi üzerine düşen nasibini almıştır.
Yurttaşlara gelince, madde 56 gereği "koruma yükümlülüğü" muhatap olmanın ötesinde, hak ve özgürlükler öznesi olmaktan kaynaklı genel bir yükümlülükle karşı karşıya bulunmaktadır. "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." şeklindeki düzenleme (madde 12/2) gereği; ödev ve sorumluluklar sadece toplumsal ilişkilerde değil, doğal ortamların korunması bakımından da geçerlidir.
Çevreyi geliştirmek devletin ve yurttaşların ödevidir. Madde 56'nın devlet için öngördüğü geliştirme yükümlülüğü genel dayanağını madde 5'te bulmaktadır: "Kişinin hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." Çevre hakkının öznesi de "herkes" olarak belirlendiğine göre devletin bu yükümlülüğünün çevre hakkını da kapsadığını biliyoruz. Önlemek, korumak ve geliştirmek biçimindeki bu 3 aşamalı yükümlülük, devlet adına işlem ve eylem tesis eden kamu makamları için olduğu kadar, onların denetimi altında faaliyette bulunan girişimciler ve yurttaşlar açısından geçerlidir. Meclisimiz de bütün bunları denetlemekle görevlidir.
Anayasa madde 12 yatay ilişkiler bakımından söz konusu yükümlülükleri pekiştirmektedir. Kuşkusuz ödev-hak ikilemi, çevre kirliliğinin önlenmesi, ülkenin doğal dokusunun korunması ve çevrenin geliştirilmesi konusunda bireyin konumunu güçlendirdiği gibi sivil toplum örgütlerinin girişimleri için de güçlü bir anayasal temel sağlamaktadır. Böyle bir anayasal dayanak yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine doğayı tahrip edici etkinliklere doğrudan müdahale hakkını verir. Tıpkı burada bugün bulunan dernekler gibi. Bu müdahale karşısında kolluk güçleri kamu düzeni adına zor kullanamazlar. Zira yurttaşların sahiplendiği yaşam alanları çevresel kamu düzeni anlamında nitelikli bir ülkedir. Bu bakımdan kamu yararı bir toplum yararının ötesine geçen ve gelecek kuşaklar dâhil, ülkesinin yararını da kapsamına alan bir üst kavramdır. Sonuç olarak devletin bu üçlü yükümlülüğü, ÇED ve ihtiyat ilkesini etkili bir biçimde uygulamaya geçirmeye elverişli bir anayasal zemin oluşturmaktır. Yani bu yasa teklifiyle getirilen; otellerin, turizm şirketlerinin ya da acentelerin hak ve çıkarlarını korumanın çok daha ötesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak bizlere ve bu Komisyon üyeleri olarak sizlere düşen temel görev, millî park statüsündeki Uludağ'ın gelecek kuşaklara eksiksiz bir biçimiyle korunmasını ve aktarılmasını sağlamaktır.
Hak ve özgürlüklere ilişkin genel güvence ölçütleri ekosistem için de geçerlidir sevgili arkadaşalar. Anayasal hak ve özgürlükler bütünü için geçerli olduğundan çevre hakkı için de güvence niteliği taşır. Burada Uludağ'daki millî park statüsündeki bir alanın, alan başkanlığı biçimine taşınmasıyla ilgili kanun teklifinin "çevre hakkı" için anayasal güvencenin aranması gerektiğini konusunu bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum.
Genel ölçütler, çevre ve doğayla ilgili haklar için kullanılırken bu hakkın özellikleri de dikkate alınarak özgül bağlantılar kurulmalıdır. Bu nedenle çevreye ilişkin düzenlemeler sırasında bunların çevre hakkının özüne dokunup dokunmadığı, ölçülü olup olmadığı, demokratik toplum ve çevre hakkı arasındaki ilişki kadar, ekolojik dengeyi zedeleyip zedelemeyeceği de sorgulanmalıdır.
Şimdi, biraz kısaltmak istiyorum: Öte yandan, anayasal hak ve özgürlükler kötüye kullanılamaz ve kamu düzeni kaydı, belli hak ve özgürlükler için sınırlama nedeni oluşturur. Kamu düzeni genel kaydı, amaçsal bir yorumla çevresel kamu düzenini de kapsamına alır. Bununla birlikte çevre koruması, genel bir sınırlama nedeni olarak görülebilir. Bütün anayasal hak ve özgürlükler "çevreyi korumak" amacıyla sınırlanabilir. Tekrar söylüyorum: Bütün yasal ve anayasal hak ve özgürlükler "çevreyi korumak" amacıyla sınırlanabilir.
Ekolojik bakımdan dengeli, uyumlu ve sağlıklı anayasal çevre kayıtlarında yer alan bu kavramları, çevre hakkını pekiştirici yönde anlamlandırmak önem taşımaktadır. Bu bakımdan, 1982 Anayasası yani beğenmediğimiz 82 Anayasası bile bu konularla ilgili Parlamentoya yükümlülükler yüklemektedir. Madde 56'da yer alan "sağlıklı ve dengeli çevre" kavramı, güvence ölçütü olarak nitelendirilebilir.
Devletin önleme, koruma ve geliştirme yükümlülüğünü etkili kılmaya yönelik anayasal düzenlemeleri öne çıkarmak gerekir. Anayasa'nın 2'nci maddesinde cumhuriyetin nitelikleri olarak "hukuk devleti" ve "demokratik devlet" ilkeleri, çevresel düzenlemelerin genel ölçütleri olarak uygulanmalıdır. Bunların başında "hukuki güvenlik" ilkesi geldiğinden, çevreyle ilgili yasal düzenlemeler için sıkça başvurulan torba kanun uygulaması "hukuk devleti" ilkesine açıkça aykırıdır. Çevre mevzuatında ve özellikle ÇED yönetmeliği istikrarı, yasa önerilerinin ise ÇED raporu eşliğinde sunulması esas olmalıdır.
Keza demokratik devlet ilkesinin gerekleri arasında, çevre koruma alanında büyük önem taşıyan katılımcılık da yer almaktadır. Bu nedenle, çevreye ilişkin normatif düzenlemeler, çevresel demokrasinin temel gereklerini yansıtmaktadır. Teklifte, bize getirilen metinde, burada meclisler oluşturuluyor, danışma meclisleri oluşturuluyor ve buralara baktığımızda katılımcılığın zerresini görmüyoruz. Ticari yaklaşımların öne alındığı, ticari kaygılarla birtakım çevrelerin isteklerinin öne alındığını görebiliyoruz. Bu da ciddi biçimiyle bizi rahatsız etmektedir.
Öte yandan "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" hükmü (madde 3) ülke bütünlüğünün niteliksel olarak da korunması gereğini içerir. Ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğünden biz ne anlıyoruz? Yani millî parkların içinden çıkarıldığı bir anlam, bir anlayış ülkenin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı değil midir?
Çevreyi korumada kullanılabilecek en önemli düzenleme, devletin temel amaç ve görevlerine ilişkin 5'inci maddedir. Devlet, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama yükümlülüğünü ancak bütünlüğünü güvence allına aldığı nitelikli bir ülkede yerine getirebilir. Peki, Bursa'da yaşayan insanların, Bursa halkının nitelikli bir çevrede, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını ve yükümlülüklerini kim yerine getirecek, onlara ilişkin olarak kim onların haklarını koruyacak? Bu konularla ilgili Anayasa doğrudan güvenceler getirmektedir.
Yasama yetkisinin devredilmezliği kuralı, çevresel ihlallerin yoğun olarak kaynaklandığı yürütme organının çevre alanını düzenleme yetkisini daraltmaktadır. Ne var ki madde 169, ormanları koruma amacıyla, yasama yetkisinin "aslilik ve genellik" ilkeleri içinde sınırlamalar öngörmektedir. Teklif içinde ormanlar için koruma, öngörme var mıdır? Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü kuralı, anayasal düzeyde tanınan ve güvencelenen çevre hakkı açısından koruyucu işlev görür.
Değerli arkadaşlar, hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa maddeleri fikir, hareket ve toplu eylem zincirinde çevre hakkı hizmetine konulmaya elverişlidir. Ülkenin doğal, kültürel ve tarihsel mirasını zedeleyen ve yağmalayan düzenleme ve uygulamalara yöneltilen eleştiriler düşünce ve ifade özgürlüğünden en geniş biçimiyle yararlanır; madde 25, 26, 28. Bu amaçla yurttaşlar seyahat özgürlüklerini bireysel ve toplu olarak kamu yararı ereğinde kamu makamlarının müdahalesi olmadan kullanırlar. Yine, toplanma ve gösteri özgürlükleri ile dernekleşme haklarını da üstün kamu yararı ereğinde çevresel değerlerin korunmasına yönlendirirler. Özetle, Anayasa'nın güvence altına aldığı düşünce, toplu eylem ve örgütlenme özgürlükleri çevre hakkı hizmetinde güçlü bir korumadan yararlanmaktadır.
Bugün buraya davet ettiğimiz ve uygun bir zaman diliminde görüşlerini aktaracak olan, Bursa'dan gelmiş olan meslek ve çevre örgütlerinin de Anayasa'nın kendilerine vermiş olduğu bu yetkiye dayalı olarak hak arayışı içinde olduklarını bir kez daha belirtmek istiyorum.
Anayasal yorum ilkeleri çevre lehine seferber edilmelidir. Anayasa'nın yorumunun boyutları: Anayasa'yı özgürlükler lehine yorum ilkesi ülkesel haklar için de geçerlidir. Sayın Başkan, Komisyonumuz, gerçekten, kendisine getirilen her teklifi özgürlüklerin lehine midir ve ülkenin bölünmez bütünlüğünün lehine midir, bu açıdan değerlendirmekle yükümlüdür. 1982 Anayasası, 1987'den başlayan ve 2010'a kadar devam eden revizyonlar sonucunda özellikle hak ve özgürlükler lehine kayda değer değişimler geçirmiştir. Bu değişimlerin içinde iktidarda olduğunuz dönemin de payı vardır. Benim bugün bu yaptığım konuşmanın içinde Anayasa'da yapmış olduğunuz değişikliklerin bir kısmından da dayanak aldığımı belirtmek istiyorum. Anayasa'nın bütününü etkileyecek boyutlardadır. Sınırlama kayıtlarını kaldırarak daha çok güvence ölçütlerini öngören madde 13 -yukarıda değinildiği üzere- başkalaşımın başat ürünüdür. Bu çerçevede, yasallık, nedensellik ve Anayasa'ya saygı kayıtları çevresel haklar için kamu yararı ışığında uygulanmalıdır.
Burada neyin üzerinden değerlendireceğiz? Biz çevre hakkına ilişkin düzenlemelerin Anayasa'nın sözüne ve özüne uygun olmasına, demokratik toplum, gelecek kuşakların güvenli bir çevrede yaşama hakkına, ölçülülük, laik cumhuriyet, hakkın özü... Her ne olursa olsun sınırlamalar, hak ve özgürlüklerin özüne dokunmamalıdır, ekosistem bileşenlerinin yansıttığı çevre hakkının özü asla zedelenmemelidir. Kısaca, flora, fauna, "homo sapiens" arasındaki denge yaşamın başlıca bileşenleri olarak bozulduğu zaman özüne dokunulmuş demektir. Bir ormanlık alanda yapılacak maden istihracı ilgili ormandaki yaşam bileşenleri olarak üçlü ilişki dengesi, ekosistem bozulacaksa çevre hakkının özüne dokunulmuş demektir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sınırlama kayıtları elden geldiğince dar, güvence kayıtları ise elden geldiğince geniş yorumlanmalıdır. Bu bakımdan yasa kaydı şöyle anlaşılmalıdır: Nitelik olarak çevre ve doğaya ilişkin yasal düzenlemeler açık, öngörülebilir ve ulaşılabilir olmalıdır. Torba yasa düzenlemesi, çevre mevzuatı saydamlığı bakımından daha baştan çevresel hakları ve üstün kamu yararını zedeleyici olduğu için sakattır. Bu gözlemler, çevresel anayasa hukukunun sadece Anayasa'da yazılı olan kurallardan oluşmadığını, onların yorum ve uygulamasıyla birlikte bir bütün oluşturduğunu gösterir. Bir de uluslararası hukukun etkisi... Çevre hakkına ilişkin uluslararası anlaşmalar -Anayasa'nın 90'ıncı maddesinin son fıkrası- uygun bulma kanunuyla ulusal hukukun bir parçası hâline gelmiştir. "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir." ve Türkiye Büyük Millet Meclisini de bağlar. Benzer şekilde "Hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda -Türkiye'nin taraf olduğu- milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." kaydı çevresel haklar alanında da geçerlidir. Fakat bunların ötesinde, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarına göre çevre hakkı konusunda Türkiye'nin taraf olmadığı uluslararası belgeler de denetim ölçütü olarak kullanılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, İHAM içtihatlarına paralel bir biçimde, örneğin Türkiye'nin taraf olmadığı Aarhus Sözleşmesi hükümleri denetiminde kullanılmaya başlanmıştır. Görüldüğü üzere çevresel anayasa hukuku üç yelpazelidir: Anayasa ve maddeleriyle bunların yorumlanması, Türkiye'nin yasayla ulusal hukuka dâhil ettiği uluslararası sözleşmeler, henüz onaylanmamış olan çevre korumasına ilişkin büyük uluslararası sözleşmeler.
Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi'nde Anayasa'ya aykırılıklar... Sayın Başkan, burada, Kapadokya Alan Başkanlığı kurulmasıyla ilgili görüşmeler gerçekleştirdik Komisyonda yaklaşık üç yıl önce ama gördük ki Alan Başkanlığının kuruluş aşamasında bize vaat edilen ve anlatılanların çok ötesinde ciddi yanlışlarla ve Kapadokya'nın millî park statüsünden çıkarılması gibi temel durumlarla karşı karşıya kaldık. Kapadokya Alan Başkanlığıyla ilgili hukuki sürece bakacak olursak Kapadokya Alan Başkanlığı için 7174 sayılı Kapadokya Alanı Hakkında Kanun 1 Haziran 2019 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanmıştı. Konuyla ilgili 1 Haziran 2019 tarihli 38 sayılı Kapadokya Alan Başkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi bulunmaktadır, şu kararname. 23 Mayıs 2019 tarihli 7174 sayılı Kapadokya Alanı Hakkında Kanun'un 4'üncü maddesiyle 1 Haziran 2019 tarihli 30791 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan 38 sayılı Kapadokya Alan Başkanlığı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne dayanarak Kapadokya Alan Planları Yapımı ve Yürürlüğüne İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik 31182 sayılı 11/7/2020 tarihli Resmî Gazete'de yayınlanmıştır. Kanunun ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin Anayasa'ya aykırı hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Kapadokya Alan Planları Yapımı ve Yürürlüğüne İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle de Kayseri İdare Mahkemesine ve Kültür ve Turizm Bakanlığına karşı dava açmıştır. Göreme Tarihî Millî Parkı bugüne kadar 3 yasal statüye aynı anda sahipken -bir, millî park; iki, doğal sit; üç, UNESCO Dünya Miras Listesi- bu 3 statüden millî park olma durumu Cumhurbaşkanı kararıyla 22/12/2019 tarihinde kaldırılmıştır.
Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi incelendiğinde teklifle ilgili düzenleyici etki analizinin bulunmadığı görülmektedir. Yine, büyük çevresel tahribatlara götürebilecek yetkiler öngören teklif, bağımsız bir ÇED usulü de öngörmemektedir. Yalnızca Anayasa'nın 56'ncı ve 169'uncu maddelerinin gerektirdiği güvencelerin bulunmadığını gösteren bu eksiklikler bile yukarıda tanımlandığı şekliyle eşsiz bir ekosistem oluşturan Uludağ'a ilişkin olarak öngörülen işbu kanun teklifinin geri çekilmesi ve kanunlaşmaması için yeterli sebep oluşturmaktadır.
Verilen kanun teklifinin gerekçe kısmında şu ibare yer almaktadır: "Uludağ Alanında hâlihazırda doğal sit alanları, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi, millî park gibi birçok farklı koruma statüsü ve bu koruma statülerine ilişkin farklı mercilere tanınmış idari yetkiler bulunmaktadır." Ne güzel, ne güzel; tekçi anlayışa karşı yetkilerin paylaşılmasından daha güzel ne olabilir ki? Ama teklifte bu durum ciddi bir yetki karmaşasına ve dolayısıyla ziyaretçiler ve yatırımcılar açısından çok uzun ağır bürokratik süreçlerin yaşanmasına sebep olurken bu eşsiz alanın hak ettiği şekilde korunması ve turizm açısından hedeflenen başarıya ulaşması mümkün olmamaktadır. İşte, teklifinizin açıkça içinde yatan ana neden budur. Siz bu yasa teklifini Uludağ'daki yeni alanlarda yatırım yapacak şirketler için istiyorsunuz. O nedenle ne ekosistem ne buradaki endemik türler ne buradaki Bursa'yı besleyecek olan su ve doğal yaşam alanları ne Bursa'nın oksijen kaynakları falan değil, doğrudan burada yeni otellerin nasıl yapılacağıyla ilgili engelleri aşabilmek için bir yasa teklifi sunuyorsunuz. Oysa Uludağ Millî Parkı 1961 yılında millî park ilan edilmiştir, Türkiye'nin 5'inci millî parkıdır. Alan, kaynak değerleri, endemik türler, alpin zonları, yaban hayatı taşıdığı için millî park ilan edilmiştir ve alanın tamamı doğal sit alanıdır.
Gerekçede sunulduğu gibi Uludağ Millî Parkı'nda yetki karmaşası yoktur. Alan Başkanlığı olması durumunda da ruhsatları Osmangazi Belediyesi verecektir, yolları Karayolları yapacaktır, Alan'daki orman vasfını Orman Genel Müdürlüğü koruyacaktır. Ancak Alanın sit statüsü ve milli park statüsü kaldırılacağı için imar planları yapma yetkisi Alan Başkanlığı tarafından yapılacaktır. Yani hem planları yapacaksınız hem de yargı süreçlerinden korunabilmek ve bu bölgede daha önce yapılmış olan imar planlarını iptal etmiş olan mahkeme kararlarını aşmak için bulduğunuz bir ara formülü önümüze getiriyorsunuz. Bunun için Uludağ Milli Parkı yine taraf olduğumuz Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi'nce de korunması gereken bir varlığımızdır. Önemli olan koruma normları içeren söz konusu ulusal ve uluslararası normların uygulanmasıdır. Teklif metni, Uludağ için öngörülmüş koruyucu normlara rağmen, Uludağ üzerinde olağanüstü yetkilerle söz sahibi olacak merkezî iktidarın güdümündeki idari birimler oluşturmak amacıyla Anayasa'nın 56 ve 169'uncu maddelerinin gerektirdiği güvenceleri ortadan kaldırmakta, Uludağ'ın akıbetini idarenin keyfî kararlarına terk etmektedir.
Kanun teklifiyle Uludağ bölgesinin tamamı yukarıda belirtildiği şekliyle oluşturulacak yeni idari birimlere terk edilerek; Anayasa'nın 56 ve 13'üncü maddeleri bakımından sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşam hakkına ölçüsüz bir müdahale oluşturacaktır ve anılan 2 maddeye aykırılık oluşturmaktadır.
Yine, 56'ncı ve 169'uncu maddelerine aykırı olan teklif metni aynı şekilde Türkiye'nin 1996 yılında taraf olduğu Birleşmiş Milletler Biyolojik Sözleşmesi hükümlerine de açıkça aykırıdır.
Kanun teklifiyle, Uludağ bölgesinin idari ve mali yönetimini bütünüyle merkezî idareye geçirmektedir. Teklif bu açıdan Anayasa'nın yerinden yönetim ilkesiyle de bağdaşmamaktadır. Ben burada Bursa Büyükşehir Belediyesinin ve Osmangazi Belediyesinin gerçekten tavrının ne olduğunu merak ediyorum. Yani yetkilerini merkezî idareye, Bakanlığın atadığı bürokratlara teslim etme anlayışı -hangi dönemdeyiz 21'inci yüzyılın içinde yerindeliğin, yerinde yönetimin esas olduğu bir dönemde- nasıl bir anlayıştır, anlamakta zorluk çekiyoruz. Yerinde yönetim ilkesini reddeden bu teklif Uludağ bölgesinin yönetimini özerk bir yapıya devretmediği gibi ihdas ettiği başkanlık ve komisyonun denetimi için de yine özerk bir organ öngörmemektedir. Aşağıda sıralanan teklif düzenlemeleri Uludağ'ı acımasız bir rant ve çevre yağmasına götürebilecek mutlak bir merkezîleştirme yaklaşımını açıkça ortaya koymaktadır. Oysa yapılması gereken Uludağ'ın korunması için hâlihazırda var olan ama yeterince uygulanmayan normlara ilişkin uygulamanın kararlı bir biçimde uygulanır hâle getirilmesidir.
Uludağ bilimsel, kültürel ve doğal varlıklarının gelecek kuşaklara bırakılması ve koruma altına alınması amacıyla 20 Eylül 1961 tarihinde ülkemizin 5'inci Milli Parkı olarak ilan edilmişti. Uludağ Milli Parkı 13.024 hektardır. Alan kaynak değerleri, endemik türler, alpin zonları, yaban hayatı taşıdığı için millî park ilan edilmiştir ve alanın tamamı doğal sit alanıdır. Uludağ, Bursa halkı için sembol olan en önemli doğal ve kültürel değerlerden biridir. Alan Başkanlığı ilan edilecek bölge 2 bin hektardır, bugün için 2 bin hektardır. 2 bin hektarın tamamı Milli Park'tır ve doğal sit alanıdır. 1'inci ve 2'nci gelişim bölgelerinin yaklaşık 3 katıdır. Alaçam'a doğru kısmı, pistler ve zirveye doğru belli bir kısmı kapsıyor. İlk tasarıda Alaçam bölgesini içine alan 5 bin hektarlık bir alan söz konusu iken kamuoyu baskısı ve mutlak koruma bölgesi olan Alaçam şimdilik çıkarılmıştır, Bursa'nın su kaynakları bu çıkarılmış olan bölgeden gelmektedir.
2873 sayılı Milli Parklar Kanunu'muzun 14'üncü maddesi açık ve net ifadelerle güçlü koruma nitelikleri içerir. Sorun bu maddelerin yeterince uygulanmaması ve diğer yasalarla bu koruma kalkanının delinmeye çalışılmasıdır. Uludağ Alan Başkanlığı Projesi Milli Parklar Kanunu'na açıkça aykırıdır. Sadece Uludağ'da yaşayan 32 endemik türün yok olmasının önündeki tek engel, Uludağ'ın Milli Parklar Kanunu'yla korunmasıdır. Milli Parklar Kanunu'yla ilgili teklifimizi de yazdık onları okumayacağım, onları geçiyorum.
"Uludağ alanındaki 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda belirtilen korunması gerekli taşınmaz ve kültür varlıklarına yönelik yapılacak her türlü plan, proje, uygulama, iş ve işlemler kurulacak alan komisyonunca yürütülür." diyorsunuz.
Yine, madde 3, fıkra (5) uyarınca ve maddede belirtilen koşullar ve sınırlar çerçevesinde, Uludağ alan sınırları içinde bulunan 6831 sayılı Orman Kanunu kapsamında sayılan orman yerler de dâhil olmak üzere kamuya ait taşınmazlar kanunun yürürlüğe girişinden sonra Uludağ Başkanlığının talebi üzerine bedelsiz olarak Başkanlığa ve Bakanlığa devrediliyor. Neyi, kimin için getiriyorsunuz? Gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz. Kimin için bu yasa teklifi geliyor? Ne, kimlere söz verildi de daha önceki imar planının iptal edilmesiyle bir süreç kesintiye uğradı?
Yine, Uludağ Alan Başkanlığının Uludağ alanında kamulaştırma yetkisi var. Uludağ alanında gerçekleştirilecek turizm amaçlı sportif faaliyetler ile alana ilişkin işletmecilik faaliyetleri yapma, yaptırma, izin verme ve denetleme yetkisi tümüyle Başkanlığa geçiyor. Nerede Osmangazi Belediyesi, nerede Bursa Büyükşehir Belediyesi? Yasa teklifinin hiçbir yerinde bir komisyon üyesi... Âdeta merkeziyetçiliğin en üst seviyeye çıktığı bir teklif olarak görüyoruz.
Değerli arkadaşlar, görüldüğü üzere komisyon tamamen yürütme ile idarenin denetimindedir. Millî Parklar Kanunu'na göre millî parklar üzerinde tasarrufu olan Tarım ve Orman Bakanlığı ile Millî Parklar Genel Müdürlüğünden sadece birer üye komisyonda yer alacak, Uludağ açısından hayati yetkilerle donatılmış komisyonun 13 üyesi arasında Büyükşehir Belediyesinden yalnızca 1 üye bulunacak ve bu bölgede yaşayan 2,5 milyon insanı temsilen bir tek üye bile bulunmayacak. Ama şirketler var, ama ticaret erbabı var, ama ticaret odası var, ama o bölgede yaşayan ve Bursa'nın ve Uludağ'ın geleceğini korumakla kendini yükümlü sayan meslek odaları yok, dernekler yok, çevre örgütleri maalesef, yasa teklifinin içinde yer almıyor.
Komisyonunun kuruluşu, görevleri ve çalışma usul ve esasları ile komisyon üyelerinin atanması ve üyeliklerinin sona erdirilmesi Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle belirlenecektir. Yani merkeziyetçilik burada da kendini gösteriyor. Bu hususların kanunla düzenlenmeyip yönetmeliğe bırakılması da keyfîliğin doğrudan doğruya ta kendisidir.
Yine, madde 7'de Uludağ Alan Başkanlığının gelirleri olarak sayılan gelirler, Uludağ Alanı olarak belirlenen bölgede yerinden yönetimin varlık şartlarından mali özerkliği baltalayıcı niteliktedir.
Belirsiz ibareler içeren madde 9 fıkra (1), (2) Anayasa'nın 38'inci maddesinde öngörülen "suçların kanuniliği" ilkesine açıkça aykırıdır.
Madde 10 fıkra (1) uyarınca çeşitli denetim yetkilerini de içeren ve hâlihazırda farklı birim ve müdürlüklerce ifa edilen kimi yetkiler Uludağ Alan Başkanlığına aktarılmaktadır. Bu yetkilerin Başkanlığa bırakılması, Anayasa'nın 56 ve 169 başta olmak üzere çevre korunmasıyla ilgili hükümleri bakımından yeterli güvence oluşturmamaktadır. Bununla birlikte Uludağ'da millî parkların yetkisi ve koruma kalkanı kaldırılmak istenmektedir.
Kanun teklifi metnine göre, diğer mevzuatta Tarım ve Orman Bakanlığına yapılan atıflar Bakanlığa yani Kültür ve Turizm Bakanlığına, Uludağ Millî Park Müdürlüğüne yapılan atıflar ise Başkanlığa yani Uludağ Alan Başkanlığına yapılmış sayılıyor. Yani ne alaka Tarım ve Orman Bakanlığı, ne alaka Kültür ve Turizm Bakanlığı? Uludağ alanının sınırları Cumhurbaşkanının kararıyla değiştirilebilecektir. İşte, bu yasa teklifinin içindeki gizli bir tehdit de budur yani 5 bin hektardan 2 bin hektara indiriyorsunuz. Yarın Cumhurbaşkanı kararıyla, bu yasa teklifi geçtiğinde -yine o kırmızı çizgiyle gösterilen biçimiyle arkadaşlarımız gösterebilir- 20 bin hektara kadar da çıkarılma ihtimali yüksek olabilecektir.
Uludağ Alanı Hakkında Kanun Teklifi, Anayasa'nın bütünsel okunuşu ve yorumu, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle birlikte değerlendirildiğinde Uludağ ekosistemi açısından geriye dönüşü mümkün olmayan zararlar doğuracağından Anayasa'ya aykırıdır ve geri çekilmelidir. Devletin üçlü çifte anayasal yükümlülüğü, "önlemek, korumak ve geliştirmek" şeklinde üçlü çevresel yükümlülük Uludağ ekosistemi için de geçerlidir. Buna karşın, söz konusu yükümlülükler açısından test niteliği taşıyan ÇED yapma gereği bile maalesef duyulmamıştır.
Anayasa'nın başta 56 ve 169'uncu maddeleri olmak üzere madde 63'ten madde 168'e uzanan çok sayıda koruyucu ve emredici Anayasa hükümlerine de aykırıdır.
Sonuç olarak, Türkiye ve dünya için eşsiz bir ekosistem oluşturan Uludağ'la ilgili olarak gündeme getirilen bu teklif metni yukarıda saydığımız gerekçeler dolayısıyla Anayasa'ya açıkça aykırı olduğundan Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 38'inci maddesi gereğince görüşülmeden geri çekilmelidir.
Teşekkür ederim.
İbrahim Bey de bu konuyla ilgili bir beş dakika değerlendirme yapacak.