| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Devlet Memurları Kanunu ve Bazı Kanunlar ile 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4849) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 16 .01.2023 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bütün hazırunu saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Şimdi, konuşmamın başlığını "Ey seçim, sen nelere kadirsin!" diye atayım, sonra altını doldurmaya başlayayım. Bundan şunu kastediyorum: 2000'li yılların başından beri şu anda burada konuşulan konuların az ya da çok toparlanması, düzenlenmesi için o kadar çok eylem ve etkinlik yaptık ki -KESK burada- ve her defasında eşit işe eşit ücret talebinde bulunduğumuz için; ne bileyim, bu sözleşmeli, güvencesiz istihdam modeli aslında tüm çalışanlar üzerinde olağanüstü bir yaptırım aracı olduğu için, temel insan hak ve özgürlüklerine uymadığı için demediğimiz kalmadı. Her defasında da iktidarın kolluk vasıtasıyla şiddetini yaşadık. Ya, bu memlekette, KESK başta olmak üzere, bu konuda çaba sarf edenlerin, emek ve demokrasi mücadelesi verenlerin gördüğü zulüm yan yana koysam buradan Fizan'a yol olur, gerçekten yol olur. Hani o zulmü yaşayanlardan biri olarak, emek ve demokrasi mücadelesi içerisinde yer alan bir sosyalist olarak bunları söylüyorum.
Şimdi, bir seçim konjonktürü söz konusu oldu ve yıllardan beri anlatageldiğimiz, talep ettiğimiz şeylerin bir kısmı, en azından az da olsa bir kısmı gündeme geldi ama şunu söyleyeyim baştan: Biz, bunu, bu değişiklikleri hâlâ güvenceli bir çalışma rejimi olarak tarif edemiyoruz. Yani sözleşmelilerin toptan kadroya dâhil edildiği güvenceli bir çalışma modeli, temel hakların teminat altına alındığı bir çalışma modeli olarak görmüyoruz bunu; evet, olumlu yanları olmakla birlikte, görmüyoruz. Niye görmüyoruz? Çünkü -birazdan ifade etmeye çalışacağım- bu yasa teklifinin içerisine dâhil edilemeyen pek çok kesim var; hâlâ, her şeye rağmen böyle pek çok kesim var.
Değerli arkadaşlar, siz hep çok diyorsunuz ya, böyle "Devlet yönetmek ciddiyet işidir." falan diye. Şimdi, ben bu ciddiyete bir bakıyorum; bakın, 80'de başladı bu furya gerçi de -80'den sonra Özal çok beceremedi bu işleri, başka birtakım faktörler vardı- AKP'nin iktidara geldiği zamandan itibaren neoliberal politikalar bu memlekette son derece vahşi biçimde uygulandı. Yani kimsenin canını yakmak adına falan konuşmuyorum bunları ha, bir politik tespit yapıyorum, tarihsel bir tespit yapıyorum. O zaman dünyada egemen olan kamuculuğun artık dünyayı terk ettiği fikri, artık kapitalizmin nihai bir sistem olduğu fikri özellikle gelişmiş metropoller tarafından, biliyorsunuz bazı ideologlar tarafından bunlar savunulageldi; Thatcher ve Reagan'ın esas olarak politik önderliğini yaptığı bir siyasi hattı bu ve eninde sonunda memleketin kıyılarını da bu rüzgâr vurmaya başladı. O zaman anlatmaya çalışmıştık; ya, bu özelleştirme, deregülasyon, işte, kuralsız, esnek çalışma yol ve yöntemleri ortalama bir vadede reel ücretlerin düşüş, güvencesiz çalışmanın egemen olması, çalışanların haklarından ve özgürlüklerinden giderek kısılması karakterize bir toplumsal nizam yaratır, bir çalışma nizamı yaratır ve sonuçta çalışanlar buradan son derece hoşnutsuz olurlar; bunları demiştik. Kimler hoşnut olurdu? Devlete bu aklı verenler; bu ülkeyi şu anda yönetenlere ve onlara bunun izini açanlara, yolunu açanlara fayda sağlardı.
Kamusallık giderek tasfiye oldu dünyada, sermayenin önündeki bütün engeller kalktı. Bununla birlikte sermaye ulusal sınırları rahatlıkla aşar, her yere gider, her türlü işi yaparken o sermayeyi esasen kendi emek gücüyle var eden çalışanlar, işçi sınıfı... İşçi sınıfı derken kamu çalışanlarını da biz kategorik olarak işçi sınıfının içerisinde tarif ediyoruz; nedeni ayrı tartışma konusu, belki daha sonra konuşulabilir. Yani günün sonunda sermaye bu kadar gelişirken, devlet kendi üzerinden eğitim gibi, sağlık gibi temel hakları, bir sosyal devlet olma vasfını gösteren temel hakları üzerinden atarken geniş kesimler hızlı bir biçimde yoksullaştı. Bakın, reel ücretlerin son yirmi yılda geldiği yer ciddi bir yoksullaşmayı gösteriyor. Sendikal hak ve özgürlüklerin önüne o zamandan bu zamana kadar han duvarı gibi engeller takıldı, dikildi. Ya, biz şu anda bir basın açıklaması dahi yapamaz hâle geldik. Bak, sendikalar çıktığında devletin zoruyla karşı karşıya kalıyorlar herhangi bir dertlerini ifade etmek durumunda kaldıklarında, bütün muhalefet için bu geçerli. Yani günün sonunda hem ekmeğimizden... Ya, bu ülkeyi ülke yapan emekçiler hem ekmeğinden hem özgürlüğünden oldu. Niye oldu? Sizin neoliberalizme karşı, sermaye temerküzüne karşı bu kadar dizginsiz aşkınızdan dolayı oldu. Şimdi, bu kadar laf edilmemiş "Ya, bırakın bu kamucu hikâyeleri kardeşim, kullanan öder; eğitimi de kullanıyorsan ödeyeceksin, sağlığı da kullanıyorsan ödeyeceksin." laflarını söylememişler gibi, söylememişsiniz gibi şimdi başka bir durumla karşı karşıya getiriyorsunuz bizi ve önce yumruğu vurdunuz halkın ağzına, kanamaya başladı, şimdi de diyorsunuz ki "Bak, bende çok güzel bir yara bandı var, şunu al yapıştır." ve bize yara bandı ile sargı bezi arasında tercih yapmamızı dayatıyorsunuz. Ya, bu yumruğu niye vurdun? Yani yirmi yılı aşkın bir zamandır sadece AKP'yi eleştiriyor ve suçluyor değilim, ondan önceki bütün süreç; 80'den bu 24 Ocak Kararları ve onu mümkün kılan 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte zaten bu süreç yaşanmaya başladı. Başka türlü bu neoliberal politikaları bu kadar güçlü bir sınıf hareketinin olduğu yerde, bu kadar güçlü bir solun olduğu yerde uygulayabilmek mümkün değildi; onu da Evren yaptı, 12 Eylülle birlikte oldu. O zamandan bu zamana halkın ağzına yumruğu vuranlar şimdi bize verdikleri yara bandından mutlu olmamızı bekliyorlar. Yok öyle yağma arkadaşlar, bunları konuşacağız.
Yani böyle işler kötü gidiyorken bir anda şu anki yönetici kadrolar çıktı ve dedi ki "Böyle bir şey olur mu ya? Orada farklı rejimde çalışan var, aynı işi yapıyorlar; burada farklı rejimde çalışan var, sözleşmeli var, kadrolu var. Bu kabul edilebilir bir şey mi?" İyi de geçen gün çıkan yasada da olduğu gibi, e, bunu siz yaptınız; bunu siz yaptınız. Yani güvencesiz çalışma bu ülkede bir istisna değil, çalışma biçiminin, çalışma ilişkilerinin temeli hâline geldi ve bunu bize ilericilik olarak, dünyayla bütünleşmek olarak anlattınız yıllar boyunca. KİT'lerin kapatılmasını hatırlayın; arpalık hâline getirilen KİT'ler, planlı programlı arpalık hâline getirilen KİT'ler günün sonunda vatandaşta da "Ya, artık bunlar kapansın." duygusu üretti. Oysa KİT'ler, Türkiye'nin Türkiye olmasında son derece önemli kurumlardı, kamusal kurumlardı. Bunlar kâr etme amacıyla değil, vatandaşın refahını arttırmaya dönük eylem ve etkinlikler içerisinde olduklarından dolayı son derece önemliydiler, son derece olmazsa olmazdılar. Bakın, bütün gelişmiş ülkelere bakın bu kamu iktisadi yapılanmalar, liberalizmin kalesi olarak nitelendirilecek ülkelerde bile hâlâ önem taşıyor yani öyle buharlaşıp gitmedi ama biz her şeyin en ucunu yaşadığımız için ne yazık ki bu neoliberal politikaların da en ucunu ve en radikalini yaşadık ve şimdi buraya geldik. Biz gerçekten bu yara bandından memnun olalım mı, mutlu olalım mı? Yani gerçekten bu ülkede çalışan geniş kesimler hep birlikte kadroya dâhil olabiliyorlar mı ya da bu alanda -nasıl söyleyelim- güvenceli çalışma artık bir kural hâline geliyor mu yoksa tam tersine -ifade ettiğimiz gibi daha önce- milyonlarca insanın artık hoşnutsuzluğundan dolayı, artık "Yeter artık." demesinden dolayı ve seçim sebebiyle iktidarın rıza üretmek zorunda olmasından dolayı bir zorunluluk olarak mı kendisini dayatmış bu yasa? Biz bunun ikincisi olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - On dakikanız doldu, toparlarsanız.
Buyurun.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Grup adına olmayınca biraz böyle tolerans göstermiyor musunuz?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Dakikanın dolduğunu hatırlatmış oldum.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Tamam, teşekkürler.
Şimdi, biz olumlu taraflarının olduğunu görüyoruz ve size günaydın diyoruz, günaydın kardeşim ama biliyoruz ki bu çalışma ilişkilerinde sözleşmeli yerine kadrolu çalışmayı egemen kılan ve bir başka deyişle, bu neoliberal politikalara karşı bir öz eleştirel tutum hüviyetinde değil; olmadığı için bu sorunun öyle ya da böyle hâlâ devam edeceğini biliyoruz. Sayın Etyemez de az önce gerekçe konusunda bunlardan bahsetti; metnin genel gerekçesinde de yazıyor, gerekçeye ilişkin deniliyor ki: "İlerleyen süreçte kamu hizmetlerinin niteliğinin değişmesi, vatandaşlarımızın hizmet beklentisinin yükselmesi -ha, bu sebeplerle bu şeye gidiliyormuş- eğitim imkânlarının her düzeyde ve alanda genişlemesi karşısında sözleşmeli personelin yeniden tanımlanması ihtiyacı doğmuş, buna bağlı olarak sözleşmeli personel pozisyon unvan..." İşte, sosyal haklarındaki iyileşme temel alınmış ve bunu güncelleme ihtiyacı doğmuş. Arkadaşlar, bu yapılan şey bir "görev kusuru" falan değil yani "Biz böyle memleketi yönetiyorduk gayet sosyal devletçi bir akılla da bu işler yapılırken böyle istisnai ve belki bir 'görev kusuru' olarak nitelendirilebilecek durumlar da ortaya çıktı." değil; bu, planlı, programlı... Bakın, Derviş'in Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'yla şahikasına varan ve tarım başta olmak üzere bütün alanlarda kendini gösteren planlı, programlı, taammüden bir politikanın doğal sonucunu konuşuyoruz şimdi.
O sebeple, eğer gerçekten bir tashih etme ihtiyacı var ise -bu da meşru bir şey yani seçime ilişkin rıza almaya çalışmak, bunu gayrimeşru bir şey olarak görmüyorum arkadaşlar- gerçekten böyle bir niyet varsa burada böyle ebe dişi gibi boşlukların olduğu yerlerin doldurulması lazım bir defa yani kadrolu çalışma meselesini bir istisna olmaktan çıkararak bunu genel bir kaide hâline getirmek lazım. Çalışma ilişkilerini -çok sevdiğim de bir kavram değil ama yani "sınıf ilişkileri" demek daha doğru geliyor- toparlayacak, derleyecek -az önce grubumuz adına Garo Vekilimizin de ifade ettiği gibi- daha bütünlüklü politik bir çerçeve ve üzerinde iyi çalışılmış bir çalışma rejiminin yasal hâle getirilmesi gerekiyor ki bu yirmi yıl ve öncesini tashih edebilecek bir şey olsun elimizde. Gerçekten, her rüzgâr estiğinde Plan Bütçeyi toplayıp bunlar üzerinde yeniden böyle rötuş yapmamızı gereksiz kılacak sosyal, kamucu, demokratik planlamacı yeni bir yol haritasına ihtiyaç olsun.
Şimdi, biz bunu niye eleştiriyoruz? Genel çerçeveyi izah etmeye çalıştım ama içerisinde o "ebe dişi gibi" dediğim boşluklar, esasen, çok sayıda -tabii, sayısını Bakanlığın bilmesi mümkün, ben bilmiyorum ama-tahmin ediyorum ki on binlerce insanı önemli ölçüde etkileyen ve emsal biçimleri olduğu için de bu konuda hak kazanmış kesimleri ya da kazanacak olan kesimleri de etkileyebilecek niteliğe sahip. Mesela, teklifin içerisinde bir yenilenmeme durumu var yani personelin sözleşmesini feshettiğinde bir yıl boyunca yeniden sözleşmeli personel hâline gelememesi diye bir şey var ama şimdi bunu yazanlar işvereni de unutmamış, orada diyor ki: "Eğer sözleşme karşı taraftan feshedilirse de bu durum söz konusudur." Bu hâliyle, bir defa, kadroluları yani kadroya yeni alınmış olanları diğerlerinden ayıran bir başka çalışma ilişkisi ihdas edilmiş oluyor; bu, demokratik değil, Anayasa'nın eşitlik ilkesine de uygun değil. O sebeple, bu, bizim eleştiri noktalarımızdan biri.
Bir aile birliği meselesi var; bu, çok kıymetli. Yine, Anayasa'nın -yanlış değilsem- 41'inci maddeyle teminat altına aldığı bir meseleyi yani hayati risk ve hastalık olmadığı koşullarda başka bir yere tayin olma hakkını üç yıl boyunca erteleme durumu ailenin birliği müessesesini hedef alıyor yani Anayasa'ya aykırı bir nitelik var; bu da eleştirdiğimiz ve doğru bulmadığımız bir konu.
Yine, EĞİTİM-SEN'in döne döne ifade ettiği, özellikle akademik çalışma sürdürenlerin yani 50/D'lilerin durumu boşta bırakılmış. Bunu kabul etmiyoruz; bu, doğru bir durum, doğru bir yaklaşım değil. Kabul etmemek bir yana bir de şundan dolayı da uygun bulmuyoruz: Bu konuda Bakan çıktı açıklama yaptı, dedi ki "Ya, bu akademik çalışma sürdürenleri de biz bu kapsam içerisine alacağız." Valla, ne güzel bir şey ya, gerçekten bu kapsam içerisine onlar da alınırsa önemli bir problem ortadan kalkmış olacak dedik ama han duvarı gibi yine bu mesele durmaya devam ediyor.
Yine, kademe yani kadrolularda kademe ilerlemesini gerektiren meseleler, kabahatler sözleşmeliler için görevine son verilmenin gerekçesi hâline getiriliyor, takdir edersiniz ki bu da eşitlik ilkesiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir şey.
Yine, vekil ebelerin, hemşirelerin dört yıl boyunca başka bir kurumda çalıştırılmıyor olması, çalışmıyor olması başka sorunlardan bir tanesi.
Tek tek maddeler geldiğinde bunlara değineceğiz ama son olarak şunu söyleyeyim: Arkadaşlar, o ya da bu nedenle yapıyorsunuz; rıza üretmek için, seçimde daha iyi oy almak için ya da iktidarınızı sürdürmek için. Bunların gayrimeşru şeyler olduğu iddiasında falan değilim, bunlar meşru şeylerdir ama gayrimeşru olan şey şudur: Yeniden bir düzenleme yaparken on binlerce, belki milyonlarca çalışanı dışında bırakarak bir çeşit neoliberal zulmü ve zorbalığı devam ettiren ve yine çalışma hayatı içerisinde farklı kesimleri, kategorileri barındıran; kadrolu çalışmayı hâlâ bir istisna olarak muhafaza etmeye çalışan ve bunu da kendine güç gören bir yaklaşım gayrimeşrudur. O sebeple bu yasa teklifi üzerinde önerilerimiz olacak dikkate almanızı temenni ediyor, teşekkür ediyorum.