| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop, MHP Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, AK PARTİ Grup Başkanı Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AK PARTİ Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin, AK PARTİ Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, AK PARTİ Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, MHP Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay, MHP Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, BBP Genel Başkanı Ankara Milletvekili Mustafa Destici ve 326 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4779) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 19 .01.2023 |
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Komisyon üyeleri, değerli vekiller; hepinizi selamlıyorum.
Evet, bir Anayasa değişikliği üzerine ilk kez 5'inci yılın sonunda, belki son 5 haftasında toplanmış olduğumuza göre Anayasa'nın tanımıyla başlamakta yarar var. 1950'lerde Del Vecchio şöyle diyor: "Hukuk, toplumsal bünyenin omurgasıdır." Yüzyılımızın başında ise anayasa hukuku profesörü Eric Oliva "Anayasa hukuku, hukukun omuriliğidir." Dolayısıyla, biz toplumsal yapının omurgasının ötesinde, omurilikten söz ediyoruz. Bunun için aslında Anayasa'nın bir siyasal çatışma, siyasal araçsallaştırma belgesi değil, esasen bir toplumsal uzlaştırma, siyasal uzlaştırma ve toplumsal barış belgesi olarak ele alınması gerekiyor; ele alınır zaten. Zira, 19'uncu yüzyıl, 20'nci yüzyıl ve 21'inci yüzyıl aynı zamanda anayasacılığın kilometre taşlarını koyan yüzyıllar, gelişmesinin temel verilerini, temel öğelerini bize bu 3 yüzyıl ortaya koyuyor. İktidarla başladı anayasacılık 19'uncu yüzyılda, 20'nci yüzyılda hak ve özgürlükler eklendi iktidara; önce hak ve özgürlükler dendi, sonra iktidar. 21'inci yüzyılda ise artık, anayasaya yeryüzü parçası olarak ülke de girmiş bulunuyor. Sorun, 21'inci yüzyılda ülkenin yerinin nerede olacağı. Tabii ki mantık sıralamasına göre, madem ki 20'nci yüzyılda önce hak ve özgürlükler, sonra bu hak ve özgürlükleri gerçekleştirmeye elverişli iktidar yapısı dendi. 21'inci yüzyılda da önce ülke, sonra insan, sonra iktidar şeklinde bir girişimin olması beklenir.
Şimdi, bu açıdan, bizim anayasacılığımız 19'uncu yüzyıldan 21'inci yüzyıla kadar, yaşadığımız döneme kadar şöyle bir ayrıcalıklı özelliğe sahip: Anayasacılık dünyaya Avrupa merkezli olarak yayıldı ve bizim içinde bulunduğumuz bölge, coğrafya Euro-Mediterranean yani Avrupa-Akdeniz mekânı, bu bakımdan bizim Türkiye'de hukukun oluşumu, anayasacılığın oluşumu son 2 yüzyılda Avrupa hukuku ve Avrupa anayasacılığı çerçevesinde ilerledi; süreç böyle oldu. Bu bakımdan ben, bu mekânı, tarihsel mekânı ayrıcalıklı bir mekân olarak görmekteyim. Gerçekten Osmanlı-cumhuriyet dönemi yani yaklaşık 3 yüzyıla yayılan anayasacılığımızın genel esasları, Avrupa anayasacılığının genel esasları çerçevesinde oluşmuş bulunuyor. Biraz önce şunu belirttim: İktidardan hak ve özgürlüklere geçiş 20'nci yüzyılda, gerçekten bizde de 1961 Anayasası'ndan itibaren önce hak ve özgürlükler, sonra yasama, yürütme ve yargı olmak üzere bu hak ve özgürlükleri yasama, yürütme ve yargı organının nasıl gerçekleştireceğine dair hükümler öngörülmek suretiyle tam tamına bu anayasacılığın merkezine oturmuş bulunuyor.
Şimdi, burada, bu çerçevede aslında anayasaların yapımı ve anayasaların değiştirilmesi özellikle şu 3 açıdan önem kazanıyor: Ne zaman yapılır, ne zaman değiştirilir? Konu bakımından önem kazanıyor ve Anayasa'nın yapımı ve değiştirilmesinin ortam ve koşulları... Bu bakımdan tabii, Anayasa'nın yapımı üzerinde durmadığımıza göre, esasen yakın geçmişte Türkiye'de çokça tartıştığımız Anayasa değişikliğinin ortam ve koşulları nelerdir; buna değinmek gerekiyor. Zira, biz konu olarak Anayasa'nın değiştirilmez maddeleri üzerinde çok durmuş bulunuyoruz ama Anayasa'nın hangi ortam ve koşullarda değiştirilemeyeceği konusunda -gerçi zamanın Başbakanı altı yedi yıl kadar önce, 2016 Ekiminde "Olağanüstü hâlde referandum yapacak değiliz ya." sözleriyle bu soruya yanıt vermiş olsa da tam kendisini nakşedecek biçimde ilerleyen aylarda olağanüstü ortam ve koşullarda Anayasa oylaması yapıldı. Olağanüstü ortam ve koşullarda Anayasa değişikliği yapılarak olağanüstü ortam ve koşullarda referandum yapıldı ve olağanüstü ortam ve koşullarda da o Anayasa yürürlüğe kondu. Demek ki bu bakımdan ortam ve koşullar açısından karşılaştırmalı anayasa hukukunun önemli bir ilkesi "Olağanüstü hâlde ve sıkıyönetim ve savaş hâlinde Anayasa yapımı bir yana, Anayasa değişikliği de yapılmaz." İşte, bunun güncel versiyonu "Seçim ortamında Anayasa değişikliği yapılmaz." Bunlar Anayasa hukukunun genel ilkeleridir, ortak ilkeleridir.
Şimdi, bu, geçen, en son yapılan Anayasa değişikliğine biraz sonra döneceğim ama onu o ortam ve koşullar nedeniyle "istismarcı Anayasa değişikliği" olarak nitelendirmiştik. Ama tabii ki anayasacılığımız -çok şükür- 2017 Anayasa değişikliğiyle sınırlı değildir çünkü Osmanlı'dan cumhuriyete uzun bir anayasal geleneğimiz oluşmuştur.
Sayın vekiller, elimdeki metin 1982 Anayasası'nın özgün metnidir yani Resmî Gazete'de 9 Kasım 1982'de yayınlanan metin; 7 Kasım oylama tarihi, 2709 sayılı. Neden bunu belirtiyorum? İki nedenle bunu belirtiyorum. Bu Anayasa 1987'den 2017'ye kadar yaklaşık 20 kez değiştirilmiştir fakat bu Anayasa yürürlüktedir yani bu Anayasa'nın normativitesi, bağlayıcı özelliği hiçbir zaman askıya alınmamıştır. Evet, 27 Mayıs darbesinde askıya alındı, 12 Eylül darbesinde Anayasa'ya son verildi ama bu Anayasa, değişiklikleriyle birlikte yürürlükte bulunan bir Anayasa'dır. O nedenle bu Anayasa'da yer alan hükümlerin şu ya da bu biçimde yorumlanmasında, "Anayasa'yı biz değiştirmedik." "Anayasada değişiklikler yaptık." bu iki niteleme arasında nitelik farkı bulunmaktadır. Bunun için bunu vurguladım.
Şimdi, burada, bu dönemde 1982 Anayasası'nda yapılan yeni değişiklik var ama esasen bu değişiklikleri 2 büyük grup altında ele alabiliriz değinmek adına; 1987-2004 değişiklikleri 2007-2014 değişiklikleri. 1987-2004 değişikliklerinde esasen Meclis tarafından Mecliste uzlaşma sağlanarak yapılan değişiklikler oldu ve 1982 Anayasası'nda hak ve özgürlükleri daha çok sınırlandıran ama buna karşılık iktidarı pekiştiren hükümler oldukça törpülendi, ileri derecede törpülendi ve büyük ölçüde özgürlük ve iktidar dengesi 2004 itibarıyla sağlandı. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü Osmanlı'dan başlayarak Tanzimat'la -Sened-i İttifak'a gitmeye gerek yok, Tanzimat'a sadece yollama yapalım- Kânûn-ı Esâsî, İkinci Meşrutiyet, 1921 Anayasası, 1924 Anayasası, 1961, 1982... Hedef şu oldu yani bu Osmanlı-Türkiye anayasacılığının temel ekseni olarak: Hep özgürlükleri daha çok güvenceleme yönünde bir ilerleme kaydedildi. Öte yandan da iktidarın elden geldiğince düzenlenmesi; yasama, yürütme ve yargı ekseninde sınırlandırılması yönünde bir gelenek oluştu. Bu gelenek belirttiğim gibi yüz elli yıllık bir gelenektir, Tanzimat'a kadar götürürsek onu da aşıyor tabii ki. Bu bakımdan, özgürlükler güvencesi olması itibarıyla bu belgenin iktidarı sınırlandıran özgürlükler güvencesi, anayasacılık geleneği çerçevesinde yer aldığını söyleyebiliriz özellikle Anayasa Mahkemesinin yaptırım gücü olan bir mahkeme şeklinde kurulmasıyla, altmış bir yıl önce faaliyete geçmesiyle. Bütün bunlar -tabii ki bunların ayrıntılarına girmeye gerek yok ama- Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı'dan bu yana kazanımlarıdır. Peki, bu kazanımlar nasıl oldu da -iktidar- hak ve özgürlükleri güvence altına alacak bir metin hâlini aldı? Yasama kural koyar, yürütme uygular, yargı ise bağımsız bir biçimde yanlış kuralı ayıklar veyahut da uygulamadaki uyuşmazlıkları çözer. Bu, büyük ölçüde Türkiye'de 2010'lara kadar sağlanmış olan anayasacılık geleneğimizin bir uzantısıdır. Bunun için ne olmalıydı? Yasama önünde sorumlu bir yürütme, kurul hâlinde yürütmenin siyasal sorumluluğu, siyasal karar düzeneğinin öngörülmesi ve diğer sorumluluk ögelerinden önce yürütmenin, tek başına yürütme üyelerinin ve kolektif olarak bütün Hükûmetin Meclis önünde sorumlu olması.
Anayasal denge ve denetim düzenekleri... Bunu hepimiz biliyoruz kuşkusuz, bunları anlatacak değilim ama Türkiye'de yakın tarihimize kadar büyük ölçüde anayasacılığın, 20'nci ve 21'inci yüzyıl anayasacılığının temel ilkeleri kabul edilmişti, ortaya konulmuştu, Kavanin döneminden belirttiğim gibi, 20'nci yüzyıl başına kadar. Şimdi ne oldu 2017 Anayasa değişikliğinde? 2017 Anayasa değişikliği -belirttiğim üzere- 2007-2017 ekseninde yani ikinci eksende yer alıyor. Birinci eksende usul olarak Mecliste farklı siyasal partiler arasında uzlaşma sağlanarak, Meclis ölçeğinde yapılan Anayasa değişiklikleri ki 2004 değişikliği de buna dâhildir, önemlidir 1987'den 2004'e kadar. Fakat 2007-2017 eksenindeki 3 değişiklik esasen Mecliste uzlaşma yerine sandık kullanılarak yapılan değişiklikler olmuştur ve hedef 2007, 2010 ve en sonunda 2017'de iktidarı pekiştirmek ve iktidarı kişiselleştirmek zirveye varmıştır.
Peki, nasıl oldu bu iktidarın kişiselleştirilmesi? Madde 104. Tarihimizde ilk kez, daha geçmişe gitmiyorum, Fatih'ten bu yana ilk kez oldu Cumhurbaşkanı ve Hükûmetin birleştirilmesi. "Cumhurbaşkanı devletin başıdır, yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı'na aittir." Bu, işte bütün devleti temsil yetkilerinin ve yürütme yetkisinin, bütün yetkinin bir kişide birleştirilmesi tarihimizde ilktir, Anayasa tarihimizde hâliyle ilktir. Dolayısıyla, aslında bu itibarla Osmanlı'dan cumhuriyete geçişteki köklü değişikliklerin ötesine geçen ana kırılma 2017 olmuştur. Yani tarih şöyle yazılacak: 2017 öncesi ve sonrası; Osmanlı Devleti, Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve anayasacılığı diye.
Peki, neyi getirdi 2017 değişikliği? Yalnızca devlet başkanlığını tarihimizde ilk kez yürütmeyle birleştirerek yürütmeyi tek kişiye verme sonucunu doğurmadı; devleti temsil yetkisini ve yürütmeyi uhdesinde birleştiren o tek kişi aynı zamanda parti başkanlığına döndü ve böylece 2017 kurgusu uygulamada parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme şeklinde yeni bir kurguya dönüştü.
Şimdi, bu yeni kurguda ne yok? Yeni kurguda kolektif karar düzeneği yok; yeni kurguda siyasal sorumluluk yok; yeni kurguda, 2017 kurgusunda karar alma düzeneği yok. O nedenle "Bakanlar Kurulu" dendi, olmadı; olmadığı için "Kabine" dendi ama Kabinenin kimlerden oluştuğu, karar mekanizmasının bulunmadığı, bunlar kamuoyuyla paylaşılan hususlar değil. Hiçbir biçimde bu kurguda, beş yıllık tanık olduğumuz uygulamada "siyasal sorumluluk" kavramı bulunmuyor, siyasal karar alma düzeneği bulunmuyor, siyasal karar, siyasal sorumluluk da bulunmuyor. Öyle olduğu için parti başkanlığı yoluyla -biraz sonra değineceğim üzere- bütün yürütme bir kişinin uhdesinde ama yasama da o kişinin iradesiyle veya ortağının iradesiyle gelen yasaları beş yıl boyunca oylamakla meşgul olan bir Meclise dönüşmüş bulunuyor. Yargı yetkisinin nasıl kullandığını biraz önce Sevgili Tezcan somut örnekleriyle anlattı. 138'inci maddenin özellikle HSK yoluyla öncesinde, esnasında ve sonrasında yani karar verilmeden önce, verilme sırasında ve sonrasında nasıl ihlal edildiğini, bunları hepimiz biliyoruz ve zaman zaman ortaya koyuyoruz.
Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, evet, şu anda Anayasa'mızda Batı Anayasacılığı çerçevesinde, özgürlükçü anayasacılık çerçevesinde genel esaslar madde 1-11 hâlâ çok önemlidir, demokratik temel hükümler içermektedir ve ondan sonra gelen hak ve özgürlükler de madde 12'den 74'e kadar Batı Anayasacılığıyla karşılaştırılabilir hükümler içermektedir. Hele bir 13'üncü madde var ki 2001 yılında yeniden yazılan 13'üncü madde, şu anda hiçbir Avrupa Anayasası'nda o şekilde yazılı bir madde bulunmuyor. Peki, o zaman neden bu kadar kitlesel ve yaygın, sistematik ihlaller söz konusu hak ve özgürlükler konusunda? Çünkü 75'ten itibaren 160'a kadar devam eden maddelerin, yasama, yürütme ve yargının büyük ölçüde 2017 kurgusunda askıya alınmış olmasından kaynaklanıyor.
Şimdi, bu açıdan bakıldığı zaman, gerçi teklif sahipleri yok burada. Sayın Yıldız'ı kuşkusuz...
ABDULLAH GÜLER (İstanbul) - Bizler buradayız Hocam, biz de teklif sahibiyiz.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Hocam, biz hepimiz teklif sahibiyiz.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Biz de sunduk Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır yani sunan kişi, sabahleyin sunan kişi yok yani sunan kişi yok. Sunan kişi yok çünkü yollama yapacağım. Hepiniz teklif sahibiniz, hepinizin ötesinde de imzalar var, imzası bulunmaması gerekenlerin de imzası var ama ona girmiyorum. Teklif sahibinin burada bulunması, Sayın Yıldız'ın sağında oturan hanımefendinin bulunması şu bakımdan önemliydi: İcabında bizim konuşmamız onun söylemlerini de eğer bu bir...
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Grup Başkan Vekilimiz Özlem Zengin Hanım.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, yok, değil, Abdullah Bey değil yani o konuşan kişi... (AK PARTİ sıralarından "Sayın Grup Başkan Vekilimiz de gruba gidiyor." sesi)
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Olabilir o beni ilgilendirmez, buraya gelmişse, bakın...
BELGİN UYGUR (Balıkesir) - Bakış açısı bu işte.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - 336 imza var, hepsi de teklif sahibi.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır ama herkes buna yanıt vermesin Sayın Başkan, herkes yanıt verirse o zaman ben konuşamam.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın arkadaşlar...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bakın, ben dört saattir çıt çıkmadan dinledim herkesi...
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Kayıtlara geçmesi açısından... Özlem Zengin Hanımefendi AK PARTİ Grup Başkan Vekili, Sayın Başkanımızın sağında oturan hanımefendi değil; o geçsin.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Teşekkür ediyoruz Sayın Kavakcı.
Sayın Kaboğlu...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ne demek efendim...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Kaboğlu, devam edelim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ne demek? Sağında oturuyordu. Açıklamaya gerek var mı?
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Kaboğlu, Sayın Hocam, devam edelim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ama olmaz efendim. Ben herkesi dinledim bütün nezaketle.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Hiç şüphesiz, hiç şüphesiz.
Devam edelim, buyurunuz.
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Kayıtlara geçsin diye söyledim Hocam, size saygısızlık etmedim, kayıtlara geçsin diye efendim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Susarlarsa...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Sayın Kaboğlu'nun nezaketini bütün Meclis bilir, lütfen...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın milletvekillerimiz, lütfen gayet güzel sulh ve sükûnla yürüyoruz; sakin, hep beraber dinleyelim.
Buyurun Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Peki o zaman...
Tabii, hâliyle Özlem Hanım'a gönderme gereği, noktası eşiğine geldik. Çünkü Özlem Hanım önemli bir hususa değindi, ilk kez duyduğum bir husus: "uzlaşma" dedi. Ben bu Mecliste "uzlaşma" sözcüğünü özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhur İttifakı tarafından ilk kez duydum. Abdullah Bey "Ben de buradayım." dedi, şimdi ona da yollama yapacağım. İlk kez duydum çünkü beş yıldır uluslararası sözleşmeler dışında yaklaşık 120 komisyon toplandı ve 120 komisyonun 73-74'üne katıldım -bilmiyorum benim kadar katılan parlamenter var mı ama- hemen hemen mutfağı bütün yönleriyle biliyorum. Hatırlayacaktır Abdullah Bey, ilk komisyon toplantısında, Adalet Komisyonu toplantısında 7145'i görüşüyorduk, hatta kendisi beni de çok sevdiği için birkaç kez sözümü kesti "Hocam, Anayasa dersi dinlemeyelim burada." diye. Tabii ki, o Anayasa dersi... Tabii, Abdullah Bey'in en nazik müdahalesiydi ama beş yıl boyunca burada çok duydum "Kaboğlu'na sorsak yasa yapamayız." "Kaboğlu zaten Anayasa der başka bir şey demez." "Hadi git Anayasa Mahkemesine." diye.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ya, bize "istismarcı" diyorsunuz, ad koyuyorsunuz, ne yapalım yani Hocam?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Böyle Anayasa andımızı dikkate almayan, neden ant içtiğimizi, bu andın normatif yönünü, bağlayıcı yönünü, bu andın ahlaki yönünü, bu andın etik yönünü dikkate almaksızın sürekli benimle dalga geçen iktidar vekillerine tanık oldum burada. Ve "Yasama böyle mi olmalı, Anayasa'nın uygulanmasında biricik organ olan yasama böyle mi olmalı?" diye sürekli kendime soru sordum ve geçen hafta şöyle bir şey oldu: Burada oturuyoruz, belki üst kattı, Millî Eğitim Komisyonu 71'nci ya da 72'nci komisyon olsa gerek. İç Tüzük madde 38: "İlk önce..." diyor, ilk önce Anayasa'ya uygunluk. Bizim Komisyon sözcümüz "İlk önce Kaboğlu'na..." dedi, Komisyon Başkanı "Hayır, Kaboğlu'na söz vermiyorum." dedi, Başkan Vekili "Anayasa'yı biz de okuruz." dedi, burada oturan bir kadın vekil "Kaboğlu'nun ayrıcalığı ne, kim bu adam?" dedi.
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - "Kurumsal bir görevi mi var?" dedi.
İFFET POLAT (İstanbul) - Niye "kadın" diyorsunuz? Milletvekili deyin.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, kadın vekildi.
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - "Kurumsal bir görevi mi var?" dedi.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ama ben o vekile "Ben, gece yarısı terörist çizelgesine koyduğunuz kanun hükmünde kararnamede adı yer alan kişiyim." demedim tabii ve burada konuşmadan, konuşturulmadan -İç Tüzük'ün 38'nci maddesinde "İlk önce Anayasa'ya aykırılık incelemesi yapılır, tetkiki yapılır." dendiği hâlde- özellikle o 3'ü bana müdahale ettiği için kalkıp gitmek zorunda kaldım. Böyle hani, Parlamentonun mutfağı böyle. Şimdi, tam da izleyen gün Anayasa Mahkemesinin kararı çıktı, 7145; önceki yıl 16-17 Temmuz yirmi beş saat süreyle çalıştığımız ve yine "Üç yıl daha uzatıyoruz. Ya, Kaboğlu Hoca da uzatıyor, amma büyütüyor ha, olağanüstü hâli uzatmıyoruz." filan diye böyle sürekli bana sataşmalar, işte, o iki yasal düzenlemeyi Anayasa Mahkemesinin kısmen de olsa iptal ettiği karar. İşte, burada bizim nasıl çalıştığımızı göstermesi açısından şu önemliydi: "Biz kesinlikle uzlaşmayız sizinle, biz kesinlikle uzlaşmayız." zihniyeti. Biz önerdik, biz öneriyoruz. Oysa bizim muhalefet etmemiz gerekir, hayır; biz öneriyoruz, çoğunluk "Biz reddederiz." diyor. "Siz ne kadar önerirseniz önerin, ne kadar olumlu olursa olsun biz reddederiz." diyor yani bir tür prepozisyon, opozisyon yani muhalefetle...
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - "Burada konuşturmayız." dediler.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - "Biz konuşturmayız..."
Ve sonunda ne oluyor? Biz konuşuyoruz konuşuyoruz, fikir söylüyoruz karşı taraftan -tabii, Sayın Bilen'i tenzih ediyorum- kalkıyor "Anayasa'ya uygundur." diyor. Ya, Sayın Bilen, bir cümle söyle niçin uygun olduğuna dair. "Hayır." Fikir ve fizik tezadı beş yıl...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Sataşmadan söz alayım mı Hocam?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii alabilirsiniz.
Beş yıldır burada tanık olduğumuz fikir ve fizik çelişkisi çok aşikâr. Yazılı veriyoruz, aykırıdır diyoruz, teker teker sıralıyoruz "Hayır, aykırı değil." Neden değildir? "Hayır, ben konuşmam çünkü sayı bende, sayı üstünlüğü bende. Sayı üstünlüğü bende olduğuna göre o zaman ben haklıyım." Şimdi, limanlar konusu, Anayasa Mahkemesi iptal etti; sayı üstünlüğü sizdeydi ama biz haklıydık. Yine, "Kaboğlu Hoca hep çıkar kürsüye konuşur, konuşur; Anayasa'ya aykırıdır der." İptal etti.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Hocam, bazı müracaatlarınızı da reddetti, biliyorsunuz, her zaman haklı olmadınız.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ya, Almanya Anayasa Mahkemesi değil ki yani İspanya değil, İtalya değil, Almanya Anayasa Mahkemesi hiç değil; Almanya olsaydı yüzde 100 iptal ederdi, İtalya olsa yüzde 90 iptal ederdi, İspanya olsa yüzde 80 iptal ederdi ama sizin atadığınız adamlar, sizin atadığınız üyeler buna rağmen bunu iptal ediyorsa demek ki burada çok ciddi bir sorun var. Şapkalarımızı önümüze koymalıyız "Ben ne yapıyorum?" diye sormalıyız; burada çok ciddi sorunlar var. Şimdi, bu bakımdan sayı üstünlüğünü haklılık olarak alan bu çoğunluk zihniyeti, Anayasa Mahkemesi iptal etti "Hayır, Anayasa Mahkemesi kararına karşın biz yeniden oylama yaparız." dedi ve nitekim öyle oldu. Limanlarla ilgili elli yıllık geleceğimizi ipotek altına alan yasayı da yeniden burada çoğunlukla oyladık, oyladınız ve hâliyle tekrar Anayasa Mahkemesine götürdük. Şimdi, neden bunları belirttim? Çünkü biz Anayasa'nın biricik muhatabı olduğumuza göre Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul ve Komisyon bunun ölçütüdür. Hiçbir yasanın etki analizi yok, hiçbir yasanın Anayasa'ya uygunluk incelemesi yok, çevreyle ilgili yasaların çevresel etki değerlendirmesi yok ve siz iki hafta sonra aynı konuda tekrar yasa getiriyorsunuz. Ölçemediğini ilerletebilir misiniz? İlerletemezsiniz. Etki analizi olmazsa bunu ilerletmeniz mümkün mü? Değil. İşte o nedenle yasa oylanıyor, birkaç hafta sonra yeniden getiriliyor, yeniden oylanıyor, bir süre sonra "Yeniden ihtiyaç var." deniyor ve tekrar aynı kısır döngüyü burada yaşaya yaşaya yüzlerce, binlerce yasa üzerinde beş yıldır oynuyoruz.
Şimdi, gelelim, Sayın Özlem Zengin Hanım'ın sunduğu metin ve bu çerçevede bunun anayasal açıdan değerlendirilmesine. Hemen belirteyim, anayasal bilgilenme adına biraz önce anayasal kamuoyuna değindim "Hangi dönemlerde anayasa değişikliği yapılmaz?" sorusuna yanıt olarak. Anayasal bilgilenme adına şunu öncelikle belirtmem gerekir: Anayasa dünyevi bir metindir ve dünyevi metin olması aslında toplumun ihtiyaçlarına göre, yine toplum üyelerince yapılır ve biraz önce söylediğim gibi, hak ve özgürlükler ve yasama, yürütme, yargı erkler ayrılığıyla gerçekleştirilir. Ve bu dünyevi metinde bütün hak ve özgürlükler gibi din özgürlüğü de güvence altına alınmıştır yani dinler anayasanın güvencesi değildir, anayasalar din özgürlüğünün güvencesidir, bütün özgürlüklerde olduğu gibi. Ve bizi buluşturan tek metin, tek ortak metin, tek ortak kitap dünyevi metin olarak anayasadır ve anayasa üzerinde içtiğimiz anttır, yaptığımız yemindir; bu da somut bir biçimde 81'inci maddede vardır. Dinler, acaba farklı dinlere olanak tanımazlar mı? Hoşgörüleri çerçevesinde tanırlar. Büyük Haçlı Savaşları'nı unutmayalım, anayasa tarihi öncesi ortaya çıktığını ve anayasa tarihi sonrası anayasacılık döneminde artık Haçlı Savaşları'na son verildiğini unutmayalım. Bu açıdan bakıldığı zaman, mesela bizim Anayasa'mızda şu ya da bu biçimde kusurlarına, eksiklerine bakabiliriz ama din özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü savaş ortamında bile insan haklarının sert çekirdeği olarak güvence altına alınmış bir özgürlüktür. "Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz, bunlardan dolayı suçlanamaz." Bu esasen 15'inci madde savaş ortamında bile güvence altında olan bir haktır, özgürlüktür ve bu bakımdan Anayasa'nın bu tür hükümlerini dikkate almak gerekir. İnsan haklarının sert çekirdeği yani zaten dokunulmaz haklar varsa -üç dört kategori- insan haklarının sert çekirdeği arasında bu da yer almaktadır, bu bakımdan önemlidir.
Şimdi, ben geçmişin hesaplaşmasına tabii ki anayasal bilgi çerçevesinde, teknik anayasa bilgisi çerçevesinde girmeyeceğim ama şunu özellikle belirtmek isterim ki biraz önce değindiğim Anayasa'nın 13'üncü maddesi yani hak ve özgürlükler açısından Avrupa ölçeğinde örnek madde olarak gösterebileceğimiz hak ve özgürlüklerin özünü de güvence altına alan madde 2001 Anayasa değişikliğinde yazıldı ve 2001 koalisyon döneminde yapıldı. Yani koalisyonları biz demokrasi adına şu ya da bu biçimde değerlendirirken çok büyük kazanımların koalisyon hükümetleri döneminde edinildiğini, özellikle 1995, 2001 ve 2004'te yine uzlaşma yoluyla gerçekleştirilen Anayasa değişikliği olduğunu unutmayalım. Bu açıdan, biz tarihimizi artılarıyla, eksileriyle değerlendirirken böyle tikel birtakım olayları, uygulamaları alıp da onlardan hareketle onları eğer genelleştirirsek o zaman doğru sonuca ulaşmamız mümkün olmaz.
Şimdi, bu bakımdan, bu önerilen Anayasa değişikliği 3 açıdan ele alınabilir: Birincisi, belirttiğim gibi -yirmi bir yıla girmiyorum ben ama yirmi bir yıla sürekli sizler yollama yaptığınız için bir yollamayla yetineyim- yirmi bir yıllık iktidarın yirmi bir haftası bile kalmadı ama Anayasa değişikliği yapıyor. Esasen Aralık 2022'den bu yana Türkiye seçim ortamında; önceki gün Sayın Bahçeli'nin, dün Sayın Erdoğan'ın 14 Mayısı telaffuz etmesiyle Türkiye tam tamına seçim ortamına girdi. Böyle bir ortamda, bu kadar toplumsal yaraların bulunduğu bir alana ilişkin Anayasa değişikliğinin yapılması, aslında karşılaştırmalı anayasa hukukunun ilkelerine yabancı olduğu gibi, burada ister istemez seçime endeksli, siyasi seçimleri kazanma, siyasal iktidarın sahip olduğu çoğunluğu sürdürme iradesinin Anayasa yoluyla uygulamaya geçirilmesidir, dışa vurulmasıdır. Bir dönem olarak yani ortam ve koşullar olarak seçime iki ay, üç ay kala, hele hele böyle bir konuda, çok çok önemsediğiniz bir konuda... Abdullah Bey, beş yıl önce burada 7145 sayılı Yasa konuşulurken sabaha kadar tartıştık hatırlarsınız; olağanüstü hâl döneminin getirdiği büyük mağduriyetleri, büyük haksızlıkları tartışırken Özlem Hanım, tabii, kendi cephesinden haklı olarak başörtüsü sorununun yarattığı toplumsal travmayı saatler ve saatler anlatmıştı. Ama beş yıl geçti aradan, bu topraklarda hiç olağanüstü hâl yaşanmamış, büyük mağduriyetlere neden olunmamış gibi, gece yarıları kanun hükmünde kararnamelere adlar yazıldığı ve o yazma işleminin ne kadar tesadüfi olduğu zamanın Başbakanı tarafından dillendirildiği hâlde, sanki üç maymun oynanarak beş yılı geçirdik bu Parlamento ortamında ve yapılan tek şey, o dönemde işlem yapan kişiler siyasal açıdan, idari açıdan -sorumsuzluk zırhının oluşması açısından- hukuki bakımdan, cezai bakımdan ve mali bakımdan sorumlu değildir diye 5 tane yasanın çıkması. Yani gece yarısı kanun hükmünde kararnamelerle ömür boyu ve kuşaklar ötesi lekelenen insanların failleri, lekeledikleri insanlara yargı yolunu açmak yerine kendilerini güvence altına alıcı yasalar yaptılar ve bunlar hiç yok, bu mağduriyette hiç yok. Beş yıl sonra, evet, biz yine başörtüsü konusunu, sorununu yaşanmaması gereken toplumsal travma olarak dinledik, dinleriz ama hak ve özgürlükler hiçbir zaman sekter yaklaşımla savunulamaz, açıklanamaz ve güvence altına alınamaz. Bu açıdan bakıldığı zaman, demek ki ortam ve koşullar Anayasa değişikliğine kesinlikle kapalıdır; hele hele böyle bir konuda seçime endeksli bir Anayasa değişikliği fırsatçı anayasa değişikliğidir. Arkadaşlarımın, özellikle Bülent Tezcan'ın ortaya koyduğu istismarcı anayasa değişikliğinden fırsatçı anayasa değişikliğine bir geliştir; bunu saptamak gerekir.
Ve usul açısından... Madde 175 hepimizin bildiği madde. Madde 175 Anayasa değiştirme tekelini yasama organına veriyor. Yasama organının tekelinde olan bir yetkidir ama Anayasa değişikliği konusu Adalet Bakanlığı tarafından hazırlandı, sürekli de kamuoyuna beyanlarda bulunuldu, onunla yetinilmedi, Meclisteki görüşmelere geldi. Bu görüşme yine usul açısından sarayda yapılan toplantılar yoluyla kotarıldı hatta sarayda yapılan toplantılara Meclis Başkanı da katıldı. Şimdi, o zaman, burada yasama organı olarak bir görev yapılacaksa en azından Anayasa'nın 175'inci maddesinin gereklerine asgari saygı çerçevesinde yapılmalı. Evet, değindiğim ve arkadaşların değindiği konular itibariyle beş yıl boyunca yasama tarafından Anayasa'nın sürekli ihlaline tanık olduk, bunda da belirleyici olan etken parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme kurgusudur. Bakın, kurgu diyorum yoksa herhangi bir biçimde "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak adlandırılan bu başlıkta ne hükûmet var ne Cumhurbaşkanlığı var ne de sistem var ama Anayasa değişikliği kadar bu kadar ciddi bir konunun bürokratlar tarafından kotarılması ve yürütme salonlarında bunların son şeklinin verilmesi gerçekten, hani Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından, bırakın...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bazı milletvekillerine hakaret ediyorsunuz ya!
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, hakaret etmiyorum, hiç de hakaret etmiyorum.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Yani böyle bir şey var mı ya!
EMİNE ZEYBEK (Kocaeli) - Hocam, "Bunu alıp yaptınız." dediniz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Efendim? Anlamadım.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Kaç tane milletvekilinin orada olduğunu biliyor musunuz?
EMİNE ZEYBEK (Kocaeli) - Bu çalışma nedir diyorum yani yasama çalışması değil mi?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yani eleştirilerini söyleyecek Feti Bey.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Söylesin de yani sanki bürokratlar hazırladı, getirdi, biz de imzaladık. Böyle bir şey yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Öyle örnekler çok gördük ya, belki oradan kalmış aklımızda.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Kaboğlu, buyurun, ancak tabii, milletvekili arkadaşlarımızın serzenişlerini de dikkate alarak.
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - O kadar ki, bakın, bu beş yıl boyunca yasa metinlerinin, yasa tekliflerinin komisyona havale edilmesinde kırk sekiz saate uyulup uyulmadığı konusu sıkça tartışma konusu edilmiştir. Ya, tam son dakika yaptınız bu şeyi Komisyona havale ettiniz, bizim zamanımız olmadı inceleyecek diye ve bana bu metin önceki gün bu saatlerde geldi, sordurdum bizim gruba "Ne zaman?" diye. On biri yirmi üç geçe, ya, kırk sekiz saate bile burada saygı gösterilmiyor. Yani Anayasa değişikliği yapılacak, Anayasa'da bu kadar temel kurallar konmuş, üçte 2, üçte 1 teklif, üçte 2 çoğunluk deniyor ama o kırk sekiz saatlik süreye bile uyma özeni, uyma duyarlılığı gösterilmiyor. Şimdi, bunları işlemler zinciri olarak yapan kişilere neyi nasıl yapmaları ya da yapmamaları gerektiğini hatırlatmak herhâlde bizim görevimiz, eğer hatırlatmayacaksak o zaman burada bulunmanın hiçbir anlamı ve gereği yoktur. Şimdi, peki, o zaman bu belirttiğim gibi ortam ve koşullar Anayasa değişikliğine elverişli değil. Bunu saptamak lazım. İki: Bunun usul olarak getirilme tarzı yine Anayasa madde 175'e aykırıdır.
Bunu belirttikten sonra, acaba içerik olarak ne getiriyor bu metin, buna da kısaca değindikten sonra sözlerime son vereceğim. Şimdi, burada kadınlara özgü genel düzenleme görüntüsü altında, dinî inancı nedeniyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafet kayıtları, hukuki düzenlemeye tümüyle yabancıdır. Özgürlüklerde Anayasa hukuku tekniğiyle çelişen "hiçbir" kayıtlarıyla bezeli mutlak serbestlik ve koruma, insan haklarına ilişkin uluslararası metinlere de yabancıdır ve mutlak surette kayıtları metinlerimize yabancıdır. Yerindelik açısından cinsiyet ayrımcılığına ve başörtüsü ölçütüne dayalı mutlak bir koruma alanı, kadın ve erkekler veya başı açık ve örtülü kadınlar arasındaki tercihlerde esas olması gereken liyakat ölçütü yerine öznel tercihleri ve ayrımcı uygulamaları öne çıkarma riski ötesinde "hiçbir surette" kaydı, burka ve çarşaf gibi kıyafetler üzerinden yeni tartışmaları ve inanç temelinden bir ayrıştırıcı riskleri de beraberinde getirecektir. Şimdi, bu ön belirlemeler ışığında, hukuk tekniği açısından ve yerindelik açısından değindiğim bu belirlemeler ışığında birkaç sakıncasına değinmek istiyorum bu düzenleme tarzının. Kadın kıyafet özgürlüğü tek bir hakkın uygulama alanına indirgenemez. Dinsel kökenli olmayan, yaşam tarzıyla ilişkili kıyafet tercihleri, din özgürlüğü bağlamında düzenleme yapması nedeniyle uygulamada din kökenli kıyafet giyme özgürlüğüyle aynı ölçüde korunamaz. Bu bakımdan, yalnızca kadınların kıyafet özgürlüğüne ilişkin düzenlemeyle kadınlar açısından sağlanmak istenen koruma erkekleri tümüyle dışlamaktadır. Kadının başını örtmesi ve dinini dışa vurma veya gösterme özgürlüğü Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası hukuk metinlerinde sınırlanabilir nitelikler taşımaktadır. Örneğin, eğer kadının örtünme özgürlüğü hiçbir şekilde engellenmezse, havaalanında ya da başka bir yerde güvenlik amacıyla kadının başının açılmasına ihtiyaç duyulduğunda, kadının sınırsız örtünme özgürlüğü, somut risk ve şüphe ne olursa olsun kamu güvenliğinden daha önemli addolunacaktır, öne çıkacaktır; oysa, daha önemli olmaması gerekir. Başörtüsüne ve dinsel temelli kıyafete mutlak serbestlik güvenlik için ve özgürlük ilkesine de aykırıdır. Özel kuruluşlarda bunun getirilmesi, özel kuruluşlar için böyle bir düzenlemenin getirilmesi... Zaten kanunlarımızın güvence altına aldığı ve Anayasa madde 12'ye göre "Yatay ilişkilerde hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlamalar geçerlidir." ilkesi gereği buna da gerek bulunmamaktadır. Başörtüsüne indirgenen mutlak bir düzenleme hak ve özgürlüklerin güvence ve sınırlama ilkelerine aykırılığın ötesinde özgürlükler sistematiğini altüst etmekte, haklar ve özgürlükler arasında olası çatışma hâlinde uzlaşma tekniğinin uygulanmasını olanaksız kılmaktadır. Kimlik saptamayı bile engelleyebilecek mutlak bir düzenleme kamu hizmetinde liyakat ve güvenlik ilkelerine de aykırı bulunmaktadır. Görünürde temel bir hakkın korunması amacından yola çıkarak Anayasa'ya özgül bir dinî referans koymak -ki bu başını örtmek olarak belirlenmiş- belirli bir dine ait olan bir sembolün taşınmasına ilişkin din referanslı düzenleme laiklik ilkesiyle de uyumsuzdur. "Kimse dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz." biçimindeki insan haklarının sert çekirdeği, dışa vurum, mutlak koruma görüntüsü altında açıklamaya özendirilerek ihlal edilmektedir.
Şimdi, ben buna yalnızca değindim, Anayasa'mızda bununla ilgili güvenceler vardır. Bu açıdan, zaten Adalet ve Kalkınma Partisi de Ekim 2022'ye kadar bu hak ve özgürlüğün güvence altında bulunduğunu haklı olarak beyan etmiştir ve bu şekilde uygulama yapmıştır. Gerçekten, 2017 değişikliğinde yapamayacağı hiçbir güç yoktu çünkü bütün devlet gücüyle Anayasa'da istediği değişikliği yapmıştır, hükûmeti ilga etmeye kadar; Fatih'ten bu yana hükûmet ilk kez ilga edilmiştir. Dolayısıyla, bunu koyabilirdi. Niçin koymadı? Çünkü buna gerek yoktu. Anayasa'mızdaki hak ve özgürlükler sistematiği ve temeli, bütün din ve inanç özgürlüğünü olduğu gibi din ve inanç özgürlüğünün mütemmim cüzü olarak alınan ögeleri de koruyucudur. Bununla ilgili gerekli güvence ölçütleri Anayasa'mızda vardır ama...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Bir soru sorabilir miyim?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Buyurun.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bitirsin ama yani öyle olursa...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Yani açması anlamında söylüyorum.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Madem ki bu kadar koruyucuydu bugüne kadar niye korumadı? Temel hak ve hürriyetler konusunu...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Uygulamadan, yanlış uygulamadan; anlattım biraz önce.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Öyle mi?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Evet.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Özür dilerim.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yanlış uygulamadan. Anayasa Mahkemesi de yanlış uyguladı.
İFFET POLAT (İstanbul) - Yanlış uygulanmayacağının garantisi var mı peki?
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - E, düzeltilsin diye işte.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Neyse, tamam.
Hocam, buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.
Şimdi, Anayasa'mızda özellikle birden çok kez değindim.
İFFET POLAT (İstanbul) - Anlattıklarınızı söylüyorum.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın milletvekilleri, Sayın Kaboğlu'na sataşmadan, tabii, hocam da bir saate yaklaştı, inşallah bir toparlayarak diğer arkadaşlarımıza da aynı söz hakkını verir.
Buyurunuz.
MURAT EMİR (Ankara) - Çok yararlanıyoruz Sayın Başkan, bence Sayın Hocamın sözünü kesmeyelim, biz hakkımızdan feragat etmeye hazırız.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Müsaade edin onu da Başkanlık olarak biz takdir edelim.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Anayasa'ya giriş notları gibi olmasın.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan, değerli vekiller sabrınız ve duyarlılığınız için de çünkü burada, bir Anayasa görüşmesi çok önemli ve Sayın Bilen'in sorduğu soru: "Anayasa'da mademki var, neden yok?" Tabii ki belirteyim...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Yok demedim, neden temel hak ve hürriyetleri daraltıcı girişimler, teşebbüsler, idareciler ve yöneticiler, Cumhurbaşkanı dâhil olmak üzere böyle yorumlandı, böyle uygulandı?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Bilen, şimdi bir kişiyi hiç sorguya tabi tutmadan, hakkında soruşturma açmadan sizin o kişiyi FETÖ darbe girişiminden yararlanarak kamu görevinden atmanız, üniversiteden uzaklaştırmanız hangi Anayasa'nın hükmü, değil mi? Yani, şimdi Anayasa da beni koruyordu.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Koruyordu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - 130'uncu maddede:"... üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamazlar." diyor.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Sorumun cevabını alamadım.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, ama şimdi neden anayasal haklar... Tek şeyim... Bakın, ben bu Anayasa'yı da eleştirdim.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Çok özür diliyorum, sözünüzü bölmek adına söylemedim hem aydınlanmak adına hem de bizi takip eden, dinleyen arkadaşların da bu konuyu öğrenmeleri açısından.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tabii, soru sorduğunuz için Başkan da tabii hâliyle yanıt vermem için şey de bulundu.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Olmasına rağmen ihlal ediliyormuş yani en somut örneği, canlı.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bakın, ben kırk yıl önceki bu metne de karşı çıktım, öğrencilerime 25'inci maddeyle 26'ncı maddeyi soru olarak yönelttim, yardımcı doçenttim, Gazi Üniversitesi tarafından hakkımda disiplin soruşturması açıldı ve bana sadece uyarma ya da kınama cezası verildi. Bu metne karşı çıktım "2017 kaldırıyor demokrasiyi." dedim, gece yarısı kararnamesiyle üniversiteden atıldım. İşte, ikisi arasında neden 2017 tarihimizde öncesi ve sonrasıdır? Çünkü bu, gerçekten muhalifleri temizlemek için Anayasa'nın güvence altına aldığı hükümler olduğu hâlde kullanılan bir metin oldu ve şimdi hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa maddelerinin büyük bir kısmı askıdadır, bunu bir kez teslim etmek gerekir. Böyle olduğu için yasama, yürütme, yargı hükümleri eğer saygı görmezse, o zaman siz saygı göstermezseniz, bizim açımızdan Anayasa andı, o zaman, tıpkı Anayasa Mahkemesi iptal ettiği hâlde yeniden aynı konuda düzenleme yaptıksa... Yürütmenin de yargının da işlemlerine sürekli tanık olmaktayız dolayısıyla onlar da Anayasa'yı ihlal etmekte yarışmaktalar. Yoksa Anayasa'mızda hak ve özgürlüklerin güvence ilkeleri vardır, Anayasa'mızda hak ve özgürlüklerin sınırlama ilkeleri bulunmaktadır. Bu şu anlama gelmiyor: Anayasa'mız hak ve özgürlükleri açısından ideal bir düzenlemeye sahiptir biçiminde bir şeye varmıyorum, kuşkusuz yeniden ele alınmalıdır ama esasen Anayasa'mızda şu anda yasama, yürütme ve yargı ayrılığı, belirttiğim gibi, parti başkanlığı yoluyla, devlet başkanlığı ve yürütme adını verdiğimiz kurguda birleştirildiği için, kişi-parti-devlet birleşmesine yol açtığı için uygulamada en son komutanların alkışlatılması eşiğine geldik. O bakımdan böyle bir kurguda aslında hak ve özgürlükleri güvence altına almak mümkün değildir. Bu itibarla, biz Anayasa'yı demokratik hukuk devleti ereğinde değiştiremediğimiz sürece yine seçimlerde, varsayalım, 14 Mayısta veyahut da 18 Haziranda siyasal münavebe sağlanmış olsa bile kesinlikle bu anayasal kurgu keyfî yönetime götürür çünkü dünyanın hiçbir demokratik devletinde bu şekilde anayasal denge ve denetim düzeneklerinin kaldırıldığı, siyasal sorumluluk kuralının bulunmadığı, siyasal karar düzeneklerinin tasfiye edildiği bir demokratik hukuk devleti bulunmamaktadır. O nedenle esas sorun demek ki burada hukuk devleti yokluğundan kaynaklanıyor; yasama, yürütme, yargı kurgusunun demokratik hukuk devleti ekseninden kaymış olmasından kaynaklanıyor. Şimdi, Sayın Bilen, hâliyle bu parantezi açmamı sağladı ya da beni zorladı buna ama bu kısmı 2 cümleyle izninizle bitirmek istiyorum. Şimdi, sayın vekiller, bu kadar mutlak bir düzenleme başörtüsü ekseninde, temelinde bu kadar mutlak bir düzenleme... Belirttiğim gibi, hiçbir özgürlük -insan haklarının dokunulmaz sert çekirdeği dışında- sınırsız değildir. Sınırlama ilkelerini bir tarafa bırakıp bu kadar mutlak bir düzenleme... Hemen bu metni okuyan kişi de... Çelişkilerine girmiyorum, metindeki çelişkilere girmiyorum, hiçbir surette, mutlak surette, belirttiğim gibi, bu kavramlar özgürlükler hukuku tekniğine, Anayasa tekniğine aykırıdır; dünyanın hiçbir anayasasında bu şekilde bir yazım tekniği yoktur. Türkiye'nin taraf olduğu, olmadığı hiçbir uluslararası insan hakları düzenlemesinde böyle bir yazım tekniği bulunmamaktadır ama ister istemez şöyle bir soru çıkıyor: Din özgürlüğü adına bu kadar mutlak bir düzenleme yaptığımıza göre; birinci soru, neden vicdani ret hakkını tanımıyoruz Anayasa'da? Neden tanımıyoruz? "Ben inancım gereği silah kullanmak istemiyorum." diyen kişiye neden bu hakkı tanımıyoruz özellikle bizim taraf olduğumuz İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından tanındığı hâlde? Birinci soru bu. İkinci soru ise, mademki biz inanca dayalı olarak bu kadar gerekmediği hâlde bir özgürlüğü mutlak biçimde düzenliyoruz, neden daha birkaç hafta önce burada konuştuğumuz cemevleri konusunda -cemevlerine ibadethane diyemedik- neden onları Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesine sokmadık? Neden onları bir folklorik dernek olarak düzenledik de sırf tanımamak için, onları tanımamak için, sadece elektrik ve su vermek için onunla bir tür aşağılayarak böyle bir düzenleme yaptık? Hani laik devlet -ilkesi- dinler önünde, inançlar önünde eşit davranma zorunluluğundaydı? Şimdi, burada demek ki...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sevgili Hocam, 24 ile 41'e gelmeyeceksiniz, ben umudumu kestim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, hayır, ona geleceğim.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Vallahi umudumu kestim, gelmeyeceksiniz.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Bir saat oldu, daha henüz gelmedik.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, ben bitireyim diyorum, bitirtmiyorlar. Tamam, ona da geleceğim.
SİBEL ÖZDEMİR (İstanbul) - Tam da 24'ü konuşuyorsunuz Hocam, hak ve özgürlükler. Tam da 24 bu zaten.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, bakın, dolayısıyla, biz eğer gerçekten Anayasa'nın üstünlüğüne inanıyorsak, din özgürlüğüne inanıyorsak, Anayasa'nın dünyevi bir metin olduğuna ve din özgürlüğü, insan hakları tarafından, çağdaş insan hakları tarafından ve Anayasa tarafından güvence altına alındığına inanıyorsak o zaman Aleviler konusunda da böyle bir ikiyüzlülüğe imza atmamamız gerekirdi. Eğer Aleviler "Cemevleri bizim ibadethanemizdir." diyorlarsa o zaman biz "Hayır, sen folklorik bir derneksin." diyemezdik, deme hakkımız yoktu. Bu nedenle buradaki çelişkileri de açıkça görmemiz gerekir, hiçbirimiz ikiyüzlü olma lüksüne sahip değiliz bu yüce çatı altında, özellikle madde 81 çerçevesinde andımızı içtiğimiz için.
Şimdi, Sayın Yıldız'ın dile getirdiği husus 41'inci madde. Bakın sayın vekiller, 41'inci madde... Esasen maddeyi şu ya da bu biçimde Anayasa yazım tekniği açısından değerlendirebiliriz, eleştirebiliriz ama biz 41'inci maddeyi, aileyi yeniden yazarak; bir, olmayan bir sorunu varmış gibi gösteriyoruz; iki, bu yazım tarzıyla yeni sorunlara çanak tutuyoruz. Yeni sorunlar bununla pekâlâ yaratılabilecek.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Değerli Hocam, toplumsal cinsiyet özendirmeleri yok mu, böyle akımlar yok mu?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, sizin Batı toplumu hakkındaki saptamalarınıza da geleceğim.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Kaboğlu, bakın, şimdi şöyle...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır ama girmeyecektim, soruyorlar.
MURAT EMİR (Ankara) - Biz feragat ediyoruz.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Murat Bey, benim sözümü kesmeyin lütfen.
Sayın Kaboğlu, bir saati biraz geçtik; teklif sahipleri en uzun kırk dakika konuştu, saygıyla dinliyoruz ama arkadaşların da tahammüllerini zorlayarak...
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Bir saat bile dinleyemiyorsunuz.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Güzel geldik, güzel devam edelim ve lütfen siz de toparlayın. Bakın, burada daha fazla arkadaşlar var, şehir dışında görevi olup da gitmek üzere bekleyen arkadaşlar var yani onlara da söz verelim, Komisyonumuz üyesi olmasa da konuşmak isteyen arkadaşlarımıza kısa kısa söz verelim.
Lütfen toparlayın, istirham ediyorum.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Bir saat bile tahammül edemiyorsunuz.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Salıya bırakalım, yoruldu arkadaşlar.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Yo, yo, bitirelim bugün, hepsini bitirelim sabaha kadar.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bu uyarıyı...
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Sabaha kadar çalışacak mıyız, çalışmayacak mıyız? Her yerde çalışıyorduk, bunda da çalışalım.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Çalışalım, çalışmakta sorun yok.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Tamam, ciddi söylüyorum, şaka değil ha.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Biz buradayız, sabaha kadar buradayız, işimizin başındayız.
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Bir daha bir daha niye gelelim? Sabaha kadar çalışalım, bitsin.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Biz buradayız, işimizin başındayız.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bu uyarıyı yaptınız ama benim kaç kez sözümün kesildiğini tutanaklardan okuyacağız. Tutanaklardan okuyacağız Sayın Başkan. Biz Seçim Kanunu'nda yaptığımız değişikliği, sekiz ay önce yirmi sekiz saat... Yirmi sekiz saat, değil mi?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - On dört saat efendim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şeysiz devam ettik. Şimdi "Anayasa değiştireceğiz." diyorsunuz, topladınız, benim dakikamı hesap ediyorsunuz.
Yani eğer bu kadar ciddi şeyi gayri ciddi biçimde düşüneceksek o zaman hiç gereği yok, ben kalkıp gideyim yani.
LEVENT GÖK (Ankara) - Buyurun, devam edin Hocam.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Estağfurullah Hocam da, ya, hukuk fakültesi öğrencisi değiliz Hocam, burada Anayasa yapıyoruz ya. Anayasa'ya giriş notlarından başladın, yani dinledik, dinleyelim.
RAFET ZEYBEK (Antalya) - Niye, Anayasa değişikliği yapıyoruz.
MURAT EMİR (Ankara) - 24'ü konuşuyoruz zaten Sayın Yıldız. Din ve vicdan hürriyetini konuşuyor Hocam.
RAFET ZEYBEK (Antalya) - Anayasa değişikliği tartışılmaz mı?
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın vekillerimiz, tartışmayın, bir nefes alalım, bir derin nefes alalım.
AYHAN EREL (Aksaray) - 30'a kadar sayalım.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Bir derin nefes alalım.
Buyurun Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Şimdi, gerçekten benden önceki konuşmacılar... Yasa önerisi ile Anayasa değişikliği arasındaki farka girecek değilim, zaten Bülent Tezcan ona değindi. Ama "gol" olayına, bütün bunlara yani Anayasa'nın nasıl araçsallaştırıldığına değindiler, girmeyeceğim ama 41'inci madde nereden çıktı? Eğer samimiyseniz, içten iseniz o zaman bırakın, 24'üncü maddeyle sınırlı kalın. Nereden çıktı 41'inci madde? Şimdi, burada, o zaman buradaki şeyi bir, 2017 kurgusunun, siyasal egemenliğin tek kişiye verilmesi ve bütün siyasal güçlerin tek kişide birleştirilmesi yoluyla 2023 değişikliğiyle toplumsal egemenliğin de ele geçirilmesi ve toplumsal mühendislik yoluyla tasarladığımız toplumsal yapının oluşmasını sağlayacak bir Anayasa değişikliği...
Sayın Yıldız Batı toplumuna değindi ve Batı toplumundaki çözülmeye, çöküşe değindi. Ben, o bakımdan -Batı toplumunun kuşkusuz sözcüsü değilim, buna da gerek yok, Batı toplumunun buna ihtiyacı yok ama- az önce sözlerimin başında dedim ki: "İyi ki Türkiye anayasacılığın merkezindeki coğrafyada yer alıyor, bu bir ayrıcalıktır bizim için." "Ayrıcalıktır bizim için." dedim. Yakınında ve Osmanlı'dan bu yana anayasacılık gelişmeleri bu topraklarda asgari gerekleri uygulamaya kondu. Ama ben kırk yıllık öğretim üyeliği yaşamımda Batı toplumunu çok iyi tanıdım, özellikle Fransa toplumunu. Fransa'nın aile yapısını çok iyi tanıdım, yaşadım. Sayın Yıldız, Batı toplumu hakkında ön yargılarımız var, onların da bizim hakkımızda ön yargıları var ama Batı toplumunu çok iyi tanıdım ve Fransa aile yapısı örneğin, bizim aile yapımızdan gelenekler olarak çok daha köklü gelenekleri olan... Bu, bizimkini küçümseme anlamında değil ama orada da biz Batı toplumunu bu şekilde hani kalıp yargıyla, ön yargıyla alıp şey yaparsak o zaman bir tür Batı toplumundan aldığımız değerleri aşağılamış oluruz. O zaman çocuklarımızı hiçbir biçimde biz Doğu toplumlarına göndermiyoruz, hep Batı toplumlarına göndermek için yarışıyoruz çünkü burada...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hocam, ne alakası var onunla?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yo, hayır, alakası var ama. Alakası var, dediğim gibi...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hiç alakası yok.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yo, hayır, Batı toplumunda, aile yapısını, aile içini, değerleri, ahlakiliği...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Gey ve lezbiyen kilisesi var mı yok mu?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Bunları yaşadım...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Gey kilisesi var mı?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Efendim?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Fransa'da gey kilisesi var mı yok mu?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Ya, şimdi, Sayın...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Lezbiyen kilisesi var mı yok mu?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, eğer şeyse yani konuşacaksam...
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Fransa'da mı Anayasa değiştiriyoruz Sayın Yıldız?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Konuşacaksam bu tür şeyde o zaman çok şey söyleyebilirim ben.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Fransa'daki kiliseden bize ne?
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır ama şimdi...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Yıldız, sabrınızı istirham ediyorum.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Fransa'da mı Anayasa değiştiriyoruz?
RAFET ZEYBEK (Antalya) - 6 yaşında çocuğu evlendirmiyorlar mı?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Allah belasını versin o evlendirenlerin.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın vekillerimiz, lütfen...
Sayın Kaboğlu, buyurunuz.
İFFET POLAT (İstanbul) - Yani hemcins evliliklere onay mı veriyorsunuz?
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Hemcins evlilikleri mümkün değil Medeni Kanun'a göre Sayın Vekil.
İFFET POLAT (İstanbul) - E, ne söylemek istedin o zaman?
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın vekillerimiz, lütfen müdahale etmeyelim.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Hemcins evlilikleri Medeni Kanun'a göre mümkün mü? Mümkün değil.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Bankoğlu, lütfen.
Buyurun Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sonuç olarak, karşı karşıya bulunduğumuz Anayasa değişikliği madde 41 açısından, herhangi bir sorun bulunmayan alanda sırf toplum mühendisliği, hani "totaliter toplum yaratma" da demek istemiyorum ama esas ona gidiyor ve bir toplumsal egemenlik alanında tahkim etmek amacıyla yapılan bir değişikliktir. Biz, Batı toplumu, Doğu toplumu, Müslüman toplumlar, Hristiyan toplumlar, bunlardan konuşalım, karşılaştırmalı ögeler kullanalım ama bu konularda konuşurken esasen bizim Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı'dan bu yana değerler dizgesinin, kurumlar, kurallar, ilkeler olarak değerler dizgesinin Batı toplumu eksenli olarak oluştuğunu unutmayalım ve bugün korumaya çalıştığımız da bunlardır ve biz eğer bugün din özgürlüğünü bu kadar rahatça tartışabiliyorsak Batı'da geliştirilen kaynakların insan hakları sayesinde olduğunu unutmayalım. Bizim üstünlüğümüz belki kendimize özgü özelliklerle onlara katkı yönünde çaba göstermektir, yoksa biz eğer Batı toplumlarını sahip olduğumuz bazı bakış açılarıyla bir tür indirgeyici yaklaşımla değerlendirmeye çalışırsak o zaman insan hakları ortak anayasası olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin mekanizmasının da kendimizi dışında hissederiz. O nedenle, kullandığımız kavramlar önemli.
Sonuç olarak, ben o kısımlara girmiyorum, Sayın Tezcan'ın değindiği kısımlara girmiyorum. Bu Anayasa değişikliği... Mademki Anayasa bir barış belgesidir, toplumsal barış belgesidir, bir toplumun öz geçmişidir, ortak kimliğidir; o zaman bir seçim dönemine, bir gole, bir kalecilik oyununa indirgenebilecek bir yaklaşımla yapılacak bir değişiklik değildir. Bu açıdan, daha baştan çatışmacı ve siyasal arivist yani siyasal hedef doğrultusunda bir tanımlama yapılmış oluyor ki bu son derece sakıncalıdır. Birkaç hafta sonra seçim sandığına yönelik bir pazarlığa indirgenen bir metin olmamalı, bu metni biz daha yüceltmek için ortak müzakere çerçevesinde tartışmalıyız, konuşmalıyız; yoksa bunu siyasal münavebeyi engelleyici yolda araçsallaştırabileceğimiz, araçsallaştıracağımız bir metin olarak kullanmamamız gerekir. Şu anda yapılmak istenen, yakın zamanda kurulması öngörülen sandık ki onun da nasıl olacağını bilmiyoruz. Hep "18 Haziran dışında..." diyenlerin ağzı kapatılıyordu, 118 kez "18 Haziranda yapılacak." denildi ama ne olduysa 14 Mayısa... Hangi nedenle, hangi gerekçeyle onu bilmiyoruz; 2 kişinin iki dudağı arasından çıkan lafla 18 Haziran değil 14 Mayısta yapılacağı deklare edildi, tıpkı 17-18 Nisan 2018'de yapıldığı için... O nedenle, sonuç olarak biz, Türkiye'de demokratik hukuk devletine geçemediğimiz sürece bu tür tartışmaları değil, kısır atışmaları, çatışmaları bir tür yaşayacağız. O nedenle dilerim ki bu amaçlanan siyasal münavebeyi engelleme çabası...
Son sözüm o olsun, 14 Mayısa özel vurgu yapıldı çünkü. 14 Mayıs 1950'yi hepimiz sahipleniyoruz ama Şubat 1950'yi niçin sahiplenmedik? Şubat 1950 neydi? Kura sistemine değil kıdem esasına göre seçim kurullarının oluşturulması. Hiç kimsenin itirazı olmamış, askerler bile itiraz etmemiş. Yetmiş üç yılda oluşmuş olan seçim hukuku genel ilkesini biz kaldırdık yetmiş üç yıl sonra ve bir de sıkılmadan, pişkin bir biçimde "14 Mayıs ders." deniyor. Ya, nasıl olur? Peki, şubat mutabakatı nerede?
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Kullandığınız üslup çok çirkin, çok aşağılayıcı.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hangisi, hangisi?
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - "Pişkin" sözü yani buna devam etmeyelim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hangisi çirkindi, söyleyin.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Ben söylemeyeceğim, tekrar kayıtlardan dinleyin.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yok, söyleyin, söyleyin; geri alacağım.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Lütfen Sayın Kaboğlu...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Bir hocaya yakışmaz.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Hayır, geri alacağım.
RECEP ÖZEL (Isparta) - "Pişkin" dediniz Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - O kadar incindiyseniz, İsmail Bey incindiyse geri alırım tabii ki ama...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Kaboğlu, lütfen, güzelce gidiyoruz...
Tamamlayalım, son cümlenizi alalım.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - ...kaçıncı kez müdahale yapıldığını...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Tekrar ifade edeyim: Çirkin bulduğumu ifade ettim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Yani siz Kaboğlu'na müdahale ediyorsunuz.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Rahatsız olduğumu dile getirdim.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Bilen...
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Siz Kaboğlu'na müdahale ediyorsunuz. Bana yapılan müdahaleleri...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Rahatsız olduğumu söyledim Hocam.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Tamam, getirir, oylama yapılır burada...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Rahatsız olduğumu söyledim ve nazikçe, kibarca söyledim; size de yakıştıramadım.
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Sayın Bilen...
Sayın Hocam, sizin de o sözleriniz söyleniş şekliyle bence de uygun değil ama lütfen tamamlarsanız mutlu oluruz.
Buyurun Sayın Kaboğlu.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - "Pişkin" yerine ne kullanalım? Söyleyin, siz önerin; ben kullanayım.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Sizin yerinize konuşursam daha farklı şeyler de söylerim.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Sayın Bilen...
OTURUM BAŞKANI ALİ ÖZKAYA - Tamamlayalım, buyurun.
İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Eğer biz 14 Mayısı kullanacaksak o zaman şubat mutabakatını da nasıl yırtıp attığımızı dile getirmemiz gerekir dürüstçe ama şubat mutabakatını hiçbir gerekçe yokken attık, kıdem yerine kura esasını getirdik seçimlere birkaç ay kala, ondan sonra biz de "14 Mayıs, sandığa gömeceğiz." dediğimiz zaman samimi olmuyoruz, içten olmuyoruz; çelişkide oluyoruz. Bunu da topluma anlatmak bizim görevimizdir. Zira, hani, siyasal münavebe bizim burada bulunmamızın ön koşuludur, temel koşuludur.
Buna, kapatıcı sürece "hayır" diyorum. Bu Anayasa değişikliği girişimi siyasal münavebe yolunu kapatma girişimidir. Ben de bunu ifade etmek istedim.