KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2016 yılı bütçesinin bakanlığımıza ve sağlığımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.

Ayrıca, 24'üncü Dönem birlikte komisyonda görev yaptığımız çok değerli milletvekili arkadaşımızı Bakan Yardımcısı olarak burada görmekten de memnuniyetimizi belirtmek istiyoruz, başarılar diliyoruz.

Tabii ki sağlık, hepimiz açısından çok önemli bir konu ve doğumdan ölüme kadar hemen hemen her gün karşılaştığımız önemli bir sorun. AKP iktidarında, yaklaşık on dört yıllık iktidarı döneminde en çok övündüğünüz ve en çok kıvanç duyduğunuz ve bunu da oya tahvil ettiğiniz bir alan burası ama gerçekten sizin tarafınızdan övünülecek, belki kıvanç duyulacak bir şey ama muhalefet partisi milletvekilleri olarak sizin anlatmış olduğunuz istatistikler, pembe tablo gerçekten böyle midir isterseniz biraz ona bakalım.

Sağlık denince belki on dört yıllık süreci bir gözden geçirmek gerekiyor. Özellikle SSK hastanelerinin, sağlık ocaklarının tasfiyesi, aile hekimliği sistemi, genel sağlık veyahut da genel sağlıksızlık sigortası, hastanelerin ticarethaneye dönüşmesi ve tabii bunun sonucunda hastaların da müşteri olması, çalışanların ise taşeron noktasına dönüştürülmesi, özele sevk, özele teşvik, özele destek temel politika olarak karşımıza çıkıyor. Sağlıkta ticarileştirme, piyasalaştırma, özelleştirme en büyük başarı sayılıyor ne yazık ki günümüzde. IMF'nin emrettiği, Dünya Bankasının eline tutuşturduğu ne varsa bu on dört yıllık süreç içerisinde özellikle AKP iktidarı döneminde yapıldı. Tabii ki bu sadece AKP'nin on dört yıllık iktidarı dönemi değil 1980'de 24 Ocak Kararları ve sağlıkta dönüşüm politikalarıyla başlayan bir sürecin başlangıcı ve bunun on dört yıllığı da size ait. Sonuçta, primini ödeyemediği için hizmet alamayan milyonlarca yurttaş, özel hastanelerde âdeta soyulan hastalar, 11 kalem yeni ilave ücret, bir türlü düzene kavuşamayan aile hekimliği sistemi, neye ne kadar faydası olduğu belirsiz kamu hastaneleri birliği, kızamık, tüberküloz, kuş gribi, domuz gribi, herhâlde yakında zikayla karşı karşıyayız.

Açlıktan, soğuktan, yeterli sağlık hizmeti alamamaktan ötürü ölen bebekler; Samsun' da açlıktan ölen Kübra bebek, Konya'da soğuktan ölen Ayaz bebek, Van'da ambulanssızlıktan ölen Muharrem bebek, 75 milyon nüfusa 105 milyon acil başvurusu... Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla birlikte Türkiye, dünyada nüfusundan fazla acil başvurusu olan hemen hemen tek ülke olarak karşımızda duruyor. Poliklinikte günde onlarca hastayı muayene etmeye değil sadece bakmaya zorlanan doktorlar, hekimler, onlara yardımcı olmaya çalışan hemşireler ve sağlık çalışanları...

Tüm bunlardan daha önemlisi ise sağlıkta şiddet konusu. İstanbul'da çalıştığı hastanenin bahçesinde öldürülen Doktor Göksel Kalaycı, Samsun'da çalıştığı hastanenin servisinde öldürülen Doktor Ersin Arslan, Samsun'da çalıştığı hastanenin koridorunda öldürülen Doktor Kamil Furtun, İstanbul'da çalıştığı hastanenin çatısında intihara sürüklenen Doktor Melike Erdem ve onlarca sağlık çalışanı hayatını kaybetti ve biz de hangi koşulda olursa olsun hayatını kaybeden sağlık çalışanlarımızı ve sağlık şehitlerimizi bir kez daha minnetle ve saygıyla burada anıyoruz.

Sayın Komisyon üyeleri, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan; Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan Kamu Hastaneleri İstatistik Yıllığı 2014 önemli bir gerçeği ortaya çıkardı: Sağlık Bakanlığı hastanelerinde ölümler artıyor. Sağlık Bakanlığı hastanelerinde ölen hasta sayısı 2010 yılında 83.886 iken, 2014 yılında 2010 yılına göre yüzde 39,3 artışla 116.866'ya yükselmiş durumdadır. İstatistik yıllığında, bu kadar yüksek bir artışla ilgili herhangi bir açıklamaya ne yazık ki yer verilmemiştir.

TÜİK istatistiklerine göre, 2010 yılında 365.190 kişi yaşamını yitirirken, bu sayı yüzde 6,8 artışla 2014 yılında 390.121'e yükselmiş bulunmaktadır. 2010 yılında tüm ölenler içerisinde 65 yaşından küçüklerin oranı yüzde 34,6 iken -yaklaşık olarak 126.427 kişi- bu oran 2014 yılında yüzde 31,4'e yani 122.592'ye gerilemiştir. Tüm Türkiye'de "erken ölüm" diye nitelendirebildiğimiz 65 yaşın altındakilerin ölümünde gözlenen azalma umut verici olmakla birlikte, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde dört yıl içinde gözlenen yaklaşık yüzde 40 artış düşündürücüdür. Peki, neden Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde bu kadar ölüm oranı yükseliyor, bunun ciddi bir şekilde incelenmesi gerekiyor. Sanki bilinçli bir şekilde Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerin içi sistemli olarak boşaltılıyor ve hastalar özel olarak özel hastanelere yönlendiriliyor burada. Burada belki bir itibarsızlaştırma söz konusu olabilir veyahut da özel sektöre, özel hastanelere kaynak aktarmak olabilir. Bu nedenle devletin asli görevi, Sağlık Bakanının asli görevi özeli teşvik etmek yerine kendisine bağlı olan hastanelerin en iyi şekilde yönetilebilir bir duruma gelmesidir.

Sağlık Bakanlığı hastanelerinin 2010-1014 yılı genel hizmet bilgileri incelendiğinde yalnızca hastanede gerçekleşen ölüm sayılarında değil diğer birçok hizmet alanlarında da büyük ölçüde artışlar olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin toplam muayene sayısı 2014'te 2010 yılına göre yüzde 24,2; acil muayene sayısı yüzde 17,7; toplam yatan hasta sayısı yüzde 18,7 ve toplam ameliyat sayısı yüzde 81,5 artış göstermiştir. Özellikle ameliyat sayılarındaki artış inanılması oldukça güç bir oranı ortaya çıkarmaktadır. Bugün, Türkiye, nüfusundan daha fazla acil servise başvuru yapılan dünyadaki ender ülkelerden biridir. 2014 yılında 87 milyonu Sağlık Bakanlığı hastanelerine olmak üzere toplam acil servise başvuru sayısı 104 milyonu geçmiş durumdadır arkadaşlar.

Sağlık Bakanlığı hastanelerinde gözlenen ölüm sayısındaki artışın, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın baskısıyla, nitelik gözetmeksizin gerçekleştirilen hizmet artışıyla bir ilişkisi olup olmadığını anlayabilmek için, Sağlık Bakanlığının ivedi olarak hastanelerinde meydana gelen ölümlerle ilgili kapsamlı bilgiyi -yaş, cinsiyet, ölüm nedeni, hastaneye başvuru ile ölüm zamanı arasında geçen süre, gerçekleştirilen müdahaleler- kamuoyuna açıklaması ve bağımsız araştırmacıları konuyu incelemek üzere davet etmesi gerekmektedir diye düşünüyorum.

Özellikle Sağlıkta Dönüşüm Projesi'yle son yıllarda gündeme getirilen en önemli girişimlerden birisi de kamu-özel ortaklığıdır arkadaşlar. Özellikle kırk dokuz yıla kadar sözleşme ilişkisi kurması esasına dayanır. Bu sözleşmenin konusu, kamu hizmeti verilecek tesisin -hastane, okul, hapishane, otoyol gibi- özel şirketler tarafından yapılarak devlete kiraya verilmesi, devletin de hem şirketlere kira ödemesi hem de bu tesiste verilecek çekirdek hizmet dışındaki hizmetleri bu şirketlere devretmesidir ki bunu ileride tamamen kamunun sağlık sektöründen çekilmesi ve tamamen sağlığın özelleştirmesinin ilk adımlarının atıldığını düşünüyoruz.

Kamuya ait sağlık tesislerinin kiralama karşılığı yaptırılabilmesine ilişkin ülkemizdeki ilk düzenleme Özal Hükûmeti tarafından 1987 yılında çıkarılan 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'na 2005 yılında AKP'nin bir madde eklemesiyle yapılmıştır. Ardından hem bir yönetmelikle 2006'da hem de yeni bir yasayla 2013'te kiralamanın kapsam ve içeriği ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Yapılan düzenlemeye göre, ihaleyi alan firmalara bedelsiz olarak hazine arazisi devredilmekte, yapım işleri, kira, yenilemeler ise hizmet ve alanların devri karşılığı yapılabilmektedir. Kira ödemeleri, yapılan binalara taşınması planlanan devlet hastanelerinin döner sermayeleri tarafından karşılanmakta, karşılanamadığı durumlarda ise Hazine garantisi verilmektedir. Sözleşme süresi kırk dokuz yıla kadar çıkabilmekte, bu kapsamdaki işlerden damga vergisi ve harç alınmamakta ve bu kapsamda yapılacak ihaleler Kamu İhale ve Devlet İhale Yasası'na tabi olmamaktadır. Entegre sağlık kampüsü başta olmak üzere, Bakanlığın yapmak ve yaptırmakla yükümlü olduğu ek binalar dâhil sağlıkla ilgili diğer tüm tesislerin bu yöntemle yapılabilmesi planlanmaktadır. Bu düzenlemeler bir süre "kamu-özel ortaklığı" adıyla anıldıktan sonra, geçtiğimiz yıl da adı birdenbire şehir hastanelerine dönüştürüldü.

Ülkemizde şehir hastaneleriyle ilgili en başta gelen sorun, hastane binalarının ve donanımının kamuya yüksek maliyetidir. Şehir hastaneleri için yapılan ihalelerde Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen sabit yatırım tutarı ile yıllık kira bedelleri incelendiğinde çok yüksek tutarların ödeneceği anlaşılmaktadır. Örneğin Kayseri ihalesinde -toplam 1.583 yatak- sabit yatırım tutarı 427 milyon TL olan şehir hastanesi için yirmi beş yılda toplam 3 milyar 443 milyon TL ödenmesi öngörülmektedir ki bunlar gerçekten kamunun ve yurttaşların ödemiş olduğu bu vergilerden özele doğru gidecek olan kaynaklardır. O nedenle, kamu hastanelerinin, benden önceki arkadaşlarımızın söylediği gibi, özellikle üniversitelerin bu konuda güçlendirilmesi gerekiyor.

Sayın Bakan, özellikle Türkiye'de tıp fakültelerinin, üniversitelerin gırtlağa kadar borç içerisinde olduğu malumunuzdur. Benim ilimde de Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesine ne zaman gitsem, bir hastayla ilgili oralara uğramış olsam hekimlerden çalışanlarına varıncaya kadar oradaki üniversitelerin gırtlağa kadar borç içerisinde olduğunu ve yatırım yapamadıklarını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Bu, öğretim üyeleriyle ilgilidir. Yeteri kadar tıp fakültesi var, yeteri kadar öğrenci var. Bununla ilgili daha da artırılabilir ama samimi olarak size söyleyeyim; gittiğim her 2 üniversitede de karşılaştığım tablo şu, kimi öğretim üyelerinin söylemiş oldukları şu: "Atınıza nal çaktırmayacağınız insan üniversitelerde profesör olmak durumuna geldi. Bunu hak etmiyoruz." Gerçekten üniversitelerimizin elden geçirilmesi gerekiyor ve eğitime çok önem vermemiz gerekiyor. Tıp fakültelerinin sayısını artırmamız belki çok gerekli, doğru ama eğitimdeki kalite düştükçe maalesef sağlık sektöründeki hizmet verme ve sağlık hizmetini üretecek arkadaşlarımızın her geçen gün azalması da önemli bir sorun.

Özellikle hastanelerde, bu sağlık sektöründe çalışan mesela 1983'te hizmet alımı 6 bin kişiydi, yani taşeron. 2002'de 11 bin ve bugün yaklaşık olarak 140 bine gelen sağlık hizmet sektöründe çalışan taşeronlaşma var. Bunun hemşiresinden tutun, biyokimyacısına, laborantına, bilmem teknisyenine, acil bakımına varıncaya kadar orada çalışan insanlar taşeron hizmeti yaptıkları için gerçekten çok zor koşullar altında yaşamakta ve çalışmaktadırlar. Sağlıkta bu nedenle ciddi sıkıntılar ve sorunları da beraberinde getirmektedirler.

Sayın Başkan, yine, burada, bugünkü sunumunuzda gösteriyorsunuz, geleneksel tamamlayıcı tıp uygulamalarıyla ilgili bir bölüm de var. Ama geçtiğimiz yılda 2014 yılında Resmî Gazete'de yayımlanan sülük tedavisinin de bir tamamlayıcı tedavi yöntemi olduğunu ve bununla ilgili Bakanlığın bir karar aldığını görüyoruz ve izliyoruz. Bu da tabii ki, bu tamamlayıcı sağlık desteğinin tıpla ne kadar alakalı, ne kadar doğru orantılı olduğunu bilemiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen tamamlayın sözlerinizi.

MUSA ÇAM (İzmir) - O nedenle, özellikle sizin bu on dört yıllık iktidarınız döneminde her şeyin çok daha kolay olduğunu, olacağını söylediniz. Bunun, vatandaştaki memnuniyet oranının da oya yansıdığını söylüyorsunuz. Ama uygulamada, sahada gördüğümüz, öyle... Örneğin güya "Hastane kuyrukları kalktı." diyorsunuz. İnternet'ten ya da telefonla randevu alabilmek için insanlar günlerce bekliyorlar ve üstelik randevu almak için de ücret ödemek durumunda kalıyorlar. Başlangıçta "Sadece 2 TL olacak." demişlerdi ama uygulamayla birlikte yüzde 1000 arttı. İlaç yazılmasa bile her muayene için devlet hastanelerinde 5 TL, özel hastanelerde 12 TL, muayene ücreti yetmiyor, aile hekimlikleri de dâhil yazılan her reçete için 3 TL daha alıyorlar. Eğer doktor 3 kalemden fazla ilaç yazdıysa her 1 kalem için ayrıca 1 TL ilave ücreti, diyelim ki hastaneye gittin, aldığın ilaçlarla iyileşmedin, on gün içinde aynı branşta bir daha gidersen artı 5 TL daha fazladan ücret ödemek durumunda kalıyorsun. Bıçak parası sanki bir satır parası oldu. "Özel hastaneleri sigortalılara açtık." diyorsunuz. Gittiğimizde önümüze milyonlarca, milyarlarca liralık fatura koyuyorlar özel hastaneler, istersen ödeme. "Üst sınır yüzde 30 olacak." dediler, yüzde 200'lere çıktı. Zaten hastane patronları da sınır mınır tanımıyor, koparabildiklerini alıyorlar, Hükûmet de, maalesef, sizler de buna göz yumuyorsunuz. Röntgen, MR, tomografi her şey paralı. Özel hastanelerde sadece muayene değil röntgen, tahlil, ameliyat kısacası her şey için para alıyorlar ve emeklilerimiz özellikle ay sonunda bordroları geldiğinde ücretlerinin düştüğünü gördüklerinde "Ya, bu nedir?" Bordrolarında ayrıntılı olmadıkları için ister istemez aldıkları ilaçlar veyahut da sağlık giderlerinin olduğu görülüyor. O nedenle Sağlıkta Dönüşüm Projesi her ne kadar siz istediğiniz gibi, iyi oldu deseniz bile ne yazık ki bu değil.

Sayın Bakan, yaklaşık olarak 2005 yılında Sayın Sağlık Bakanımız, dönemin Sağlık Bakanı büyük bir törenle Erzurum'da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam...

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum, son cümlelerim...

BAŞKAN - Peki, buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - 2005 yılında dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ Erzurum'da Şifa Hastanesini açtı ve bugüne kadar da hizmet veriyor, vatandaş da memnun ya da değil, biz de bilmiyoruz ama vatandaşın bir ilgi gösterdiği muhakkak Şifa Hastanelerine. Şimdi, geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 10 ilde 21 hastaneyi sosyal güvenlik kapsamından çıkardı ve başta Erzurum olmak üzere, İzmir olmak üzere Türkiye'de birçok hastane, Şifa Hastanesi kapatıldı, onlarca hekim ve onlarca çalışan sokakta kaldı. Bir dönem görkemli bir şekilde açtığınız bu hastaneler ne oldu da hemen birden kapatıldı ve sosyal güvenlik kapsamının dışına çıkartıldı ve şimdi onlarca insan buralardan faydalanamaz ve sağlık hizmeti alamaz duruma geldi? Bununla ilgili düşünceleriniz nelerdir? Neden Şifa Hastanelerine karşı böyle bir uygulamayı başlattınız? Dolayısıyla, özellikle bu konularla ilgili yanıtlarınızı bekliyorum.

2016 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Saygılar sunarım.