| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir, Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 107 Milletvekilinin; Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4884) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 24 .01.2023 |
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın hazırun, ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Benim Millî Eğitim Komisyonundaki ilk toplantım, bu anlamıyla bunu ifade ederek başlayayım.
Şimdi, önümüze gelen teklif aslında yine bir torba teklif mantığıyla hazırlanmış ama ondan çok daha önemli bir şey var: Az önce CHP Grubunun da verdiği Anayasa'ya aykırılık önergesi ve Sayın Kaboğlu Vekilimizin ifade ettiklerini gözetmeyen bir iktidar aklı olduğunu görüyoruz. Oysaki önümüzdeki mevcut teklifin kendisi zaten daha önce de buraya gelmiş ve bu Komisyonda yine aynı şekilde Anayasa'ya aykırılık iddiaları ileri sürülmüş ama Komisyon, normalde resen Anayasa'ya aykırılığı gözetmesi gereken Komisyon bu iddiaları dikkate almamış ve sonuçta Anayasa Mahkemesi de var olan düzenlemeyi iptal etmiş. Neden? Anayasa'ya aykırılık yönünden. Şimdi yeniden ve yine, bile bile, bile isteye Anayasa Mahkemesinden döneceği net olan, Anayasa'ya aykırı bir düzenleme için burada, Mecliste mesai harcayacağız, üzerine tartışacağız, göndereceğiz ve birçok maddesi -inanıyorum ki- Anayasa Mahkemesinden de dönecektir eğer gerçekten Mahkemeye götürülürse.
Şimdi, bununla beraber, tümünde çok ciddi sorunlar olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bir defa, hatırlayınız, 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde Yükseköğretimi yani YÖK'ü kaldıracağını vadetmişti. Biz Plan ve Bütçe Komisyonundaki bütün toplantılarda da ifade ettik. Şimdi YÖK'ü kaldırmaktan YÖK'ü tahkim etmeyi; ilköğretimden, hatta ilköğretim öncesi eğitimden başlayarak yükseköğretime kadar bütün eğitim öğretim hayatını ideolojik saiklere göre şekillendirmeyi ve Yükseköğretim Kurumunu âdeta hem üniversitelerin özerkliğini gasbedecek şekilde kurumsallaştırmayı ama aynı zamanda da gerçekten özgür düşüncenin, bilimsel düşüncenin, eleştirel düşüncenin yeri ve mekânı olması gereken, geleceğin özgür insanını yaratması gereken üniversitelerde her şeyin disipline edildiğini, her şeyin gözetim altına alındığını, her şeyin bir istibdat rejimi mantığıyla aslında bir suç ve ceza ikiliğine sıkıştırıldığını görüyoruz.
Şimdi, yönetmelik diye düzenlemişsiniz ki bunu bilmeyecek konumda değil sanırım Millî Eğitim Komisyonunun üyeleri ya da bu teklifi hazırlayanlar yani kanunilik ilkesi var -ben hukukçu değilim, en azından adalet mezunuyum ama- siz bir düzenleme yaptığınız zaman onun öngörülebilir olması gerekiyor, suç ve ceza arasında orantılılık olması gerekiyor, her şeyi suç ve ceza ikiliğine sıkıştıramamanız, sıkıştırmamanız gerekiyor. Ki bunun, yükseköğretim ve bir üniversiteden, bir kampüsten bahsediyorsak çok daha farklı bir şekilde ele alınması gerekiyor ama bütün bunları görmezden gelmişsiniz, yönetmelikle cezaları düzenlemişsiniz. Anayasa Mahkemesi "Ya, bir dakika, sen birine ceza veriyorsun. Bütün hayatını etkileyecek, bütün eğitim hayatını etkileyecek, siciline işleyecek cezalar veriyorsun ve bu cezaları da yönetmelikle düzenliyorsun; bu hukuka aykırı." demiş. Şimdi siz bütün o yönetmeliği "copy-paste" yapmışsınız, kopyalamışsınız, kanun eliyle getiriyorsunuz. Bir defa, burada özgürlükçülük adına bir şey olmadığını, özgür düşünce adına bir şey olmadığını ve bütün yasanın mantığına, özel olarak da disiplin cezası bölümüne baktığımız zaman çok ciddi temel hak ve özgürlükleri, en temel hak olan eğitim hakkını gasbeden bir yaklaşım olduğunu, bir içerik olduğunu görüyoruz.
Şimdi, biz şunu biliyoruz: Türkiye'nin bütün tarihi boyunca üniversiteler her zaman iktidarların başını ağrıtan yerler olmuşlardır. Neden? Çünkü orada özgür düşünce vardır, çünkü orada muhalif düşünce vardır, çünkü orada iktidarların, yönetimlerin hoşuna gitmeyen düşünceler vardır ve o gencecik insanlar, o düşüncelerini ifade ettikleri için; daha özgür, daha çağdaş, daha demokratik, daha bilimsel bir Türkiye istedikleri için her zaman cezalandırılmışlardır ki tarihimiz bununla doludur. İşte, Denizlerin idamı da aynı o süreçlerden biridir. Şimdi, hani burada geçmişe dönüp baktığımızda söylüyoruz, değil mi? O insanlar yaşasalardı, yaşatılsalardı, onların düşüncelerini gerçekten geliştirme imkânı sunulsaydı bugün başka, bambaşka bir Türkiye konuşacaktık. Ama bunun yerine her şeyi baskılamayı, her şeyi cezalandırmayı önceleyen bir iktidar aklı olduğunu görüyoruz ki bunun tamamen 21'inci yüzyıldaki dünya konjonktürü içerisinde, 21'inci yüzyılın iletişim ve bilim çağı içerisinde, 21'inci yüzyıldaki bütün evrensel değerlerin içerisinde bir geriye gidiş olduğunu, aslında ciddi anlamda Türkiye'nin de kendi demokratik birikiminden yediğini ve yemeye devam ettiğini görüyoruz. Bu anlamıyla da kabul edilebilir olmadığını ifade edelim.
Şimdi, birçok şey var. Hani çok şey söylenebilir ama şunu söyleyelim: Ya, sigara içmek mesela, bu kadar basit bir fiili -sigarayı özendirelim anlamında demiyoruz ama- üniversitedeki öğrencinin sigara içmesini bile disipline etmeye çalışan bir yaklaşım olur mu? İşte, izinsiz afiş asmak, bilmem ne. Afiş asmayan mı var üniversiteye gidip ya? Üniversiteye gidip afiş asmayanı bence üniversiteden atmalı ya! Öyle şey mi olur yani? Evet, evet, üniversiteden atmalı yani sen gitmişsin üniversiteye ama senin böyle bir özgürlükçü düşüncen yok, senin hiçbir öğrenci aktivizmin yok, senin Türkiye'ye dair bir fikrin yok, bir şeyin yok; gömmüşsün kafanı, bir tek biliyorsun o kitabın içerisindeki... Dünya kitaptan ibaret mi ya da eğitim öğretim dediğimiz sürecin kendisi sadece gitmek ve bazı teorik bilgileri yüklenmek mi? Üniversitenin yarattığı kültürel birikimi, üniversitenin kişinin gelişimi üzerindeki yarattığı değişimi, her bir aktivizmin, her bir sosyal etkinliğin, her bir düşünce kuruluşuna, bir kulübe katılmanın onda yarattığı değişimi, dönüşümü, ilerlemeyi görmeden nasıl bunu mesela cezalandıracaksınız? Gerçekten, insan bütün bunları okuyunca tüyleri diken diken oluyor.
Yani, şimdi, 6 Kasım gelecek örneğin, YÖK'ün kuruluş yıl dönümü, değil mi? Ben de üniversitedeydim, her yıl da protesto ederiz. Biz bunu protesto ettiğimiz için bir şey olmuyordu, şimdi yeni öğrenciler bunu protesto ettiğinde izinsiz gösteri yapmaktan siz cezalandıracaksınız Sayın Başkan, nasıl olacak? Bir kulübün ya da bir filmin afişini astığı için "Hadi o film afişi bilmem hangi dernekle iltisaklı, o da bilmem kiminle iltisaklı." diye onu getirip örgüt adına üye olmamak ama örgüt adına suç işlemekten yargılayacaksınız, onu afişe edeceksiniz, okuldan atacaksınız ki mevcut hâliyle zaten şu anda cezaevleri dünya kadar -dinliyorsunuz diye düşünüyorum Sayın Başkan- üniversite öğrencisiyle dolu, dünya kadar tutukluyla dolu, dünya kadar hak ihlaliyle dolu.
Bakın, bu ülkede öğrenciler parasız yurt istediği için, KYK borçlarını protesto ettiği için "Barınma hakkımız gasbediliyor, biz barınamıyoruz, biz geçinemiyoruz." dedikleri için siz siyasi iktidar olarak onların burslarını kestiniz ya, öğrencileri yurttan attınız. Şimdi biz sizin neyinize güveneceğiz de bu yasaya diyeceğiz ki: "Ya, çok iyi bir yasa." Pratiğiniz ortada. Siz öğrenciyi eylem yaptığı için, para istediği için, kendi bursunu talep ettiği için, barınma hakkını talep ettiği için yurttan atmış ya da bursunu kesmiş ve o çocuğu fişlemiş insanlarsınız; yönetimsiniz, iktidarsınız, kişilerden bahsetmiyoruz tabii ki burada. Bu anlamıyla bunları nasıl yapacağız? Bütün üniversitelere gidin yani bakın, Dersim üniversitesinde birçok hak ihlali var, birçok sorun var ama gencecik bir kız çocuğu kaybedildi, Gülistan Doku aylardır bulunamıyor; Dersim gibi, Tunceli gibi küçücük bir ilde, her tarafı MOBESE'lerle izlenen bir ilde.
Bizim öğrencilerimiz, bizim ülkemizdeki öğrencilerin birçoğu okumak için çalışmak zorunda kalıyorlar; kafelerde akşama kadar dirsek çürütüyorlar, part-time bulaşık yıkıyorlar, evlere servise gidiyorlar, kuryelik yapıyorlar. Niye? Sırf o üniversiteyi bitirmek için. Ama bütün bunlara dair hiçbir şey getirmemişsiniz. "Ya, biz bu öğrencileri insani koşullarda yaşatalım, insani koşullarda okutalım; insani koşullarda, bu ülkenin gençlerine yaraşır bir üniversite ortamı sunalım." demek yerine buraya dizmişsiniz maşallah, bir de uyarma cezasını çıkarmışsınız diye kendinizi özgürlükçü ilan ediyorsunuz. Siz öğrenciyi disiplin cezası nedeniyle okuldan çıkarıyorsunuz ya, öğrenim hayatına son veriyorsunuz. Bir üniversite öğrencisi o güne gelinceye kadar hem ailesinin hem ülke kaynaklarının hem de kişisel olarak kendisinin verdiği emeğin farkında mısınız mesela? ODTÜ'deki bir öğrenciyi attığınızda, Boğaziçindeki bir üniversite öğrencisini attığınızda ya da Muş Alparslan Üniversitesindeki bir öğrenciyi attığınızda siz sadece o öğrenciyi cezalandırıyorsunuz? Ona umudunu bağlayan aileyi, o öğrencinin bütün geleceğini siz aslında yok etmiş oluyorsunuz ve bunu getirip burada kanunla düzenlemişsiniz.
Şimdi, bunun neresinde hak ve özgürlükler var? Mesela bu getirdiğiniz yönetmelik hangi üniversite standardına, hangi ülkenin standardına uygun bir yönetmelik ya da bir kanuni düzenleme? Diyelim ki Oxford'da mı böyle disiplin cezaları var? Nerede var? Hangi üniversitede var? Dünyaca tanınmış, kariyeri gerçekten bilinen, makalelerine atıf yapılan -sayalım bildiğimiz 500 üniversiteyi- 500 üniversitenin hangisinde sizin yazdığınız bu disiplin cezaları gibi disiplin cezaları var? Söyleyin, biz de "Ya, işte bak Oxford'da da varmış, şimdi Türkiye'de niye olmasın?" diyelim. Her üniversite özerk, siz üniversitelerin özerkliğini yok ettiniz ama size bu da yetmiyor; şimdi tamamen, düşünen insanı yok etmeye çalışıyorsunuz. Homojen bir toplum, homojen bir düşünce ve homojen bir yapı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Farklı düşüneni sürekli cezalandırarak o farklılığı yok etmek istiyorsunuz. Oysaki -sizin de çoğu zaman kendi iktidarınızda atıf yaptığınız bir şeydir- farklılık zenginliktir. Farklılıklardan, muhalif düşünceden niye bu kadar ürküyorsunuz, gerçekten merak ediyorum.
Şimdi, Türkiye'de -demin de çok söyledik- şeye ilişkin yazmışsınız... Disiplin soruşturmaları bölümündeki en çarpıcı şeylerden birini söyleyeyim örneğin: "Suç işlemek amacıyla kurulan bir örgüte üye olmamakla birlikte, örgüt adına faaliyette bulunmak ve örgüte yardım etmek." Şimdi, bunun yasal dayanağı nedir mesela? Kim buna karar verecek? Örgüte kim karar verecek? Örgüt adına suç işlendiğine kim karar verecek? Onun gerçekten yasadışı bir örgüt olduğuna kim karar verecek? O fiilin o yasadışı örgütle iltisakına, birebir ilişkisine kim karar verecek? Bu mahkemelerin uhdesinde olması gereken bir şeydir, değil mi? Ama siz burada getirmişsiniz, disiplin yönetmeliğine koymuşsunuz.
Bu ne demek, biliyor musunuz? Ben size çok açık ve net söyleyeyim: Orada zihniyeti iyi olmayan bir insanın, sırf adı Azat diye, sırf adı Berfin diye bir öğrenciyi fişlemesi ve onu örgütle ilişkilendirmesine kadar gider. Yoruma açık bir şey. Nedir örgütle iltisaklı olmak? Örgüt adına suç işlemenin sınırı nedir? Burada siz bir hukukiliği, bir hukuki güvenceyi öğrenciye tanımak zorundasınız. Ben bileceğim ki ben ancak mahkemeye gidebilirim "Mahkeme bunu ispatlarsa, mahkeme buna karar verirse benim hakkımda işlem yapılır." diyebilmeliyim. Ama siz almışsınız, buraya bunu koymuşsunuz ki hiçbir şekilde kabul edilebilir olmadığını ifade edelim; özellikle de Türkiye gibi temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, bugün Anayasa'nın askıda olduğu ülkede.
Bakın, barış akademisyenleri var. Şimdi, Anayasa Mahkemesi barış akademisyenlerinin bildirisine "Düşünce ve fikir özgürlüğü kapsamındadır; zaten akademi böyle bir şeydir, akademi bunu söylemezse yanlıştır, bunu söylemelidir." dedi. Peki, siz idare olarak bütün bu aklanan, Anayasa Mahkemesinin beraat kararı verdiği barış için akademisyenleri işe başlattınız mı? Başlatmadınız, hiçbir üniversiteniz işe başlatmadı. Neden? Haklarındaki bütün ceza davaları düştü Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle ama siz idare olarak onları kürsülerine, okullarına, öğrencilerine göndermiyorsunuz, onlarla buluşturmuyorsunuz. Neden? Çünkü sizin için onlar sakıncalılar. Anayasa Mahkemesinin onların söylediği, yazdığı bildiriyi fikir ve düşünce özgürlüğü kapsamında bulmuş olması sizin için hiçbir önem ifade etmiyor ki. Siz diyorsunuz: "Hayır efendim, benim düşüncelerimi taşımıyorsa, benle olmuyorsa gerisi yansın." Böyle bir şey olabilir mi?
Şimdi, sizin pratiğiniz böyleyken, ortada Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan bir idare, bir Yükseköğretim Kurumu, üniversite rektörlükleri gerçeği varken kalkıp buradaki bu disiplin yönetmeliklerinin nasıl, hangi sınırlarda uygulanacağını varın siz hayal edin ya. Ben edemiyorum açıkçası, gerçekten edemiyorum. Örneğin, Urfa'da -Vekilim de burada- poşu bağlanır, Diyarbakır'a poşu bağlanır boyunlara; poşuyla giden birine "terörist" diyecek ya sizin rektörleriniz, idareniz. Böyle olacak, ben size söyleyeyim. Kürtçe konuştu, terörist olacak; afiş astı, terörist olacak; bir kulüp kurdu, terörist olacak çünkü terörizmin tanımı böyle bir şey artık Türkiye'de. Muhalif olan herkes teröristtir, maşallah bir torba var atıyorsunuz herkesi içine, hepimiz de terörist oluyoruz.
Şimdi, diğer bir şey, muğlaklıklardan devam edelim, maddeye gelince de konuşacağız ama. Şimdi, düzeni bozmak... "Ders, seminer, sınav, uygulama, laboratuvar, atölye çalışması, bilimsel toplantı ve konferans gibi çalışmaların düzenini bozmak" demiş. Mesela düzen nasıl bozulur? Gülerek mi bozacak? Yüksek sesle konuşarak mı bozacak? Halay çekerek mi bozacak? Nedir yani bu düzen bozmanın ölçüsü? Kime göre düzen bozacak? Oradaki hangi hoca buna karar verecek? Hangi yetkili buna karar verecek? Bütün bunların muğlaklıkları açık ve net bir şekilde ortada. Bir disiplin meselesinin kendisi 21'inci yüzyıl toplumunun... Aslında o Foucault'un gözetim toplumudur. Bakın, bizim bütün sokaklarımız MOBESE'lerle donatılıyor. Bütün her yerde devletin gözü vatandaşın üzerinde; evde, okulda, iş yerinde, telefonunuzda. Yani şurada GPS'le 7/24, nereyi geziyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, takip ediliyorsunuz. Böyle bir toplumsal yapı, böyle bir toplum tahayyülü olamaz. Hele bu üniversiteler için asla ama asla olamaz. Üniversiteler özgür düşünce yuvalarıdır, üniversitesi özerk olan, gerçek anlamda eleştirel düşünceye açık olan yerler, ülkeler bugün uzaya gidiyorlar, biz işte burada hâlâ bu tartışmaları yürütüyoruz. Bu anlamıyla yanlış.
Diğer bir mesele, şimdi, siz 50/(d) maddesiyle ilgili iyi bir şey yapıyorsunuz ama eksik yapıyorsunuz. Orada yaklaşık bin kişilik bir açık var, daha öncesinde eğitimlerini tamamladıkları için okulla ilişikleri kesilen... Mesela, bunlara dair neden bir düzenleme getirmemişsiniz? Yani "Bin kişiyi neden harcıyorsunuz?" diye sormak istiyoruz buradan. Eğer gerçekten bunun kapsamını genişletmek istiyorsanız... Ki bizim açımızdan temel olan, güvenceli istihdamdır; temel olan, insan hakkına, onuruna yaraşır bir çalışma hayatıdır. 50/(d) gibi tamamen çalışma yaşamını baltalayan, iş güvencesinden yoksun, bir üstün iki dudağı arasına sıkışmış bir çalışma hayatı zaten asla kabul edilemez; hele de bu, araştırma görevlisi gibi akademik kadronun olduğu bir yerde asla ama asla doğru değildir. Bu, olsa olsa "Evet efendim." türü insanlar üretir, "Hayır efendim, siz burada yanlış biliyorsunuz." diyemez hiçbir zaman 50/(d) kadrosundaki hiçbir araştırma görevlisi ama sizin amacınız zaten "Evet efendim." "Tabii efendim." diyen nesiller yetiştirmekse buyurun, devam edin. Öyle olmadığını ummak ve dilemek istiyorum. Bu anlamıyla burada bir düzenlemeye ihtiyaç var.
Diğeri, 100/2000; bu, özel olarak istihdam ettiğiniz, Türkiye'nin yüz yıllık vizyonunu geliştirebilecek, aslında bu ülkede gözetim dışında kalan, yani birçok yeni iş alanları, yeni ufuklar açacağız dediğimiz yerlerde burs verdiğiniz insanlar ve bu insanları eğittiniz, bu bir kamu maliyesi değil mi? Yani kamudan kaynak ayırdınız, hepimizin vergileriyle o insanları okuttunuz. O insanlar nitelikli bir eğitim aldılar mı? Aldılar. Peki, şimdi bu insanları niye 3 bin lira, 4 bin lira, 5 bin lira gibi komik rakamlarla çalıştırıyorsunuz? Niye bu insanlara aldıkları eğitimin tekrardan hakkını bu topluma, bu ülkeye, vergi verenlere ödeyecekleri bir mekanizmayı, bir kadroyu ihdas etmiyorsunuz? Gerçekten merak ediyoruz. Ya, o paralar ne oldu, çarçur mu oldu? O insanlar -demin vekilimin söylediği gibi- gidip herhangi bir zincir markette kasiyer olmak için mi o üst düzey eğitimi aldılar ve siz bu kadar bizim paramızı oraya harcadınız? Öyle olmadığını umuyoruz. Öyle olmamalı, değil mi? Yani bir kamu maliyesi varsa, bir kamu disiplini varsa o zaman bunun gereğine uygun bir harcama kalemi ve onun gereğine göre de bir istihdam biçimi yapmanız gerekiyordu. Bunu da yapmadığınızı ne yazık ki üzülerek görüyorum.
Son olarak şunu da söyleyeyim...
BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Toparlarsanız, yirmi dakika oldu, herkes sıra bekliyor.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Hemen toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN EMRULLAH İŞLER - Buyurun.
GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Diğer bir mesele, sürekli bir akademi kurma hayaliniz var. Ya, akademilere karşı değiliz, bizim de siyaset akademimiz vardı, bizim önceki geleneklerimizde, Halkların Demokratik Partisinden önce. Sağ olsunlar, orayı terörize ettiler, siyaset akademilerini KCK'ye bağladılar, bilmem ne yaptılar. Şimdi, ha bire, öğrendiniz bizden, akademi kuruyorsunuz. İyi de yapıyorsunuz, kurun, bunda bir problem yok ama -demin vekilimiz de söyledi- şimdi Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) bir kamu kurumu değil midir? Bir kamu kurumudur. Kamu kurumundaki bütün iş ve işlemler memurlar eliyle, devlet memurları eliyle yürütülmez mi? Devlet memurları eliyle yürütülür; yürütülmek zorundadır, bu bir anayasal zorunluluk. O zaman burada sınırlarına, yetkilerine, kadrosuna, teşkilat yapılanmasına ilişkin hiçbir şeyin olmadığı, bir cümlelik bir şeyle nasıl bir yasal akademi kuracaksınız? Bütün bunlara dair bir tartışma yürütmedik. Burası Meclis ve biz bu akademinin kapsamını, bu akademinin kurulmasının gerekçesini bilmiyoruz, maddenin altında doğru dürüst bir gerekçe yok. Bir akademi kuruyorsunuz, o kadar. Kime kuruyorsunuz? Niye kuruyorsunuz? İhtiyacı neden? Ne yapacak bu akademi? Nasıl çalışacak? Kimi yetiştirecek? Yetiştirdiği ne yapacak? Hepsi muğlak, Allah'a emanet. Böyle bir şey olabilir mi ya? Burası yasama faaliyetinin yapıldığı yer ve bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar gerçekten baştan savma "Ben yaptım, oldu." "Çoğunluk bende, işine gelirse." diyen bir mantık olamaz. Burada daha farklı bir yaklaşımı en azından Meclise karşı göstermeniz, bu hassasiyeti göstermeniz gerektiğini düşünüyoruz.
Bu anlamıyla geneli üzerinde bunları belirtmek istedim, maddelerde ayrıca da söz alacağım.
Teşekkür ediyorum Başkan.