| Komisyon Adı | : | (10 / 6598, 6599, 6600, 6601, 6602, 6603, 6604, 6605) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü Jeoloji Yüksek Mühendisi Fatih Pekdemir'in, bu tür maden kazalarının bir daha yaşanmaması ve önlenmesi için ENERJİ BİR-SEN olarak önerileri hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 01 .02.2023 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Kaldığım yerden devam edeceğim.
Dolayısıyla, sendikaların toplu sözleşme, mali ve sosyal hakların iyileştirilmesi, menfaatlerin kollanması gibi bir yükümlülükleri olduğu gibi diğer yükümlülük de işçi sağlığı, iş güvenliği, işçilerin yaşam hakkının savunulması ve özellikle madenlerde yaşanan maden katliamlarının da Türkiye'de ne kadar çok olduğunu düşünürsek bunun önemi burada herkes tarafından biliniyor.
Şimdi, o maden katliamlarını biraz hatırlatırsam, son yirmi yılda Karaman Ermenek'te, Kastamonu Küre'de, Bursa'da, Balıkesir'de, Zonguldak'ta, Elbistan'da, Soma'da, Siirt Şirvan'da, Şırnak'ta büyük katliamlar meydana geldi. Bunlar toplu işçi ölümleriydi ve maden şirketleri ve sahiplerinin hiçbir şey olmamış gibi madenleri işletmeye devam ettiğini biz burada gördük. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin verilerinde yer alan, AKP Hükûmeti döneminde sadece madenlerdeki iş cinayetlerinde 1.989 kişinin yaşamını yitirdiğini buraya kaydedersek, burada, aslında sendikaların önemle üstünde durması gereken konuların başında da işçilerin yaşam hakkı olduğu görülür. Burada siz yetkili bir sendikasınız TTK'de de Amasra'da da. Yetkili bir sendika olarak yapabileceğiniz sayısız şey var. Üstüne üstlük, aslında baktığımız zaman sendikaların işi yasalara dayanarak yani 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'na dayanarak işin durdurulması, yakın ve... "Yakın" ve..." neydi, diğer cümleyi siz söyleyin.
ENERJİ BİR-SEN GENEL BAŞKANI HACI BAYRAM TONBUL - Olası bir şey mi?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Yakın ve acil bir tehlike... "acil" değildi, başka bir kelimeydi, onu da sizin bulmanızı isterdim.
Yani o anda karşı karşıya kaldıkları bir tehlike ve bunun karşısında da işi durdurma gibi bir hak veriyor 6331 sayılı Kanun işçiye. Dolayısıyla, aslında, iş yerlerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarına dair işçileri güçlendirecek desteklerin de işçiye verilmesi ve bu anlamda da işçinin bütün haklarıyla birlikte yaşam hakkının da korunması sendikaların görevidir diye düşünüyoruz. Aynı zamanda sendikaların görevi sadece bununla da kalmıyor, bir ülkedeki üretim rejimine yönelik işçi sınıfını, emekçileri güçlendirecek bir noktadan bakış açısı geliştirmek ve buradaki işçi aleyhine yapılanan üretim süreçlerine karşı da elbette ki itirazlarını yükseltmesi gerekir. Nedir bu? Örneğin Türkiye'de neoliberal politikalara girilmesiyle birlikte yani ta 80 öncesinden başlayan ama AKP döneminde de en mahir şekilde uygulanan neoliberal politikalar işçi sınıfının elini zayıflatırken, işverenlerin de önünü açmıştır âdeta yani taşlar bağlanmıştır ve sömürü düzeni doludizgin bir şekilde devam etmiştir. Bunun karşısında hiçbir denge ve denetleme imkânı neredeyse kalmadı. Yani hem hükûmetler, iktidarlar sermayenin önündeki bütün imkânları açtılar, desteklediler hem de öte taraftan işçilerin örgütlenmesinin önünde çok yaygın engellerle karşı karşıya kaldık. Örgütlenebilen, sendikalaşabilen işçiler de ancak hükûmetlere yakın olursa, yandaş olursa, uzlaşmacı olursa, itirazlarını yükseltmezlerse hayatta kalabildiler. Dolayısıyla da var olan, yaşayabilen sendikalarla da işçiler arasında derin uçurumlar olurken iktidarlar ve sermaye arasında da ciddi bağlar, ilişkiler, himaye ilişkisi ya da kol kola girişler oldu. Dolayısıyla, aslında bütün bu sistemin, işçilerin yaşam hakkını en çok tehdit eden mekanizmalardan bir tanesi olduğunu görüyoruz. Sizin de yetkili bir sendika olarak -ki bana göre yetkili olmasanız Amasra'daki çalışanların yaşamını, madencilerin yaşamını bir sendika olarak savunma hakkınız vardır ama- burada olup bitenlere âdeta kayıtsız kalmanız aslında bu bahsettiğimiz mekanizmadan çok da ayrı düşünülemez. Buraya geliş biçiminiz, burada bize âdeta "copy paste" olarak ifade edilen sunumu bize getirmeniz. "Ben buraya ilk kez geliyorum, siz üç aydır çalışıyorsunuz." diyebilmeniz aslında bu meseleye nasıl baktığınızı gösteriyor. Yani siz 14 Ekim 2022'den önce de bu konulara sendika olarak yoğunlaşmalıydınız ve önleyici bir tutum sergilemeliydiniz. 14 Ekim 2022'den bugüne kadar da aslında bir kaza senaryosu da başta olmak üzere önümüzde ciddi bir çalışmayla buraya gelmiş olmanız gerekiyordu ve aynı zamanda bu hukuki sürece de müdahil olacak, işçilerin yanında yer alacak bir sendika olmanız gerekiyordu. Ancak biz sizin bu konudaki bir açıklamanıza, muhalif olduğunuz, eleştirdiğiniz, tepki gösterdiğiniz bir açıklamaya da rastlamıyoruz. Soma gibi Türkiye'nin en büyük maden faciasının, dünyada da en büyük maden facialarından bir tanesi olan Soma'da bile aslında Türkiye'deki sendikaların, maden sektöründe var olan sendikaların bir tepki koyduğunu ne yazık ki göremiyoruz. Bu konuda insanlar, çalışanlar ya da bağımsız sendikalar, siyasetçiler tepki koyduğunda da hemen bir kriminalize etme durumuyla karşı karşıya kalınıyor ki bunlar aslında içinde bulunduğumuz sistemin de gerekçesi olmakta. O yüzden buradaki sunumun bu şekilde olması aslında bir tesadüf değil, biz, sendikaların hem iktidarlarla hem de devletle arasına mesafe koyması gerektiğini düşünüyoruz çünkü işiyle bağımsız bir şekilde kendi tavrını, tutumunu ortaya koyacak şekilde işçilerin bütün haklarını bütünlüklü bir şekilde savunabilen sendikalar olursa ancak gerçek anlamda sendika olur, aksi sarı sendika olur diye düşünüyoruz ve Türkiye'de eğer bir gün iş cinayetlerini önleyebileceksek, meslek hastalıklarının önüne geçeceksek o da ancak ve ancak işçilerin örgütlenme hakları önündeki hem açık engellerin hem de gizli, örtülü engellerin kaldırılabildiği ve sarı sendikacılık, yandaş sendikacılık, uzlaşmacı sendikacılık anlayışının da işçiler tarafından mahkûm edildiği ve bu engellerin, barajların tek tek yıkıldığı bir dönemde olacağını düşünüyoruz. O açıdan Amasra maden cinayetinin sorumluları arasında bizce sendikaların da sayılması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikaların da aslında, tehlikenin geldiğini gördüğü hâlde, yaşanabilecekleri bildiği hâlde bu konuda tutum almayarak işçilerin yaşamını tehlikeye attığını görüyoruz ve buna da burada dikkat çekmek istiyoruz, önemli bir konu olarak değerlendiriyoruz.
Şimdi, tabii ki pek çok şey biliniyordu önceden, işte "Kaza, katliam geliyorum." diyordu. Bu konu işçilerin beyanlarında var, bu beyanların da sendika tarafından görülmüş, bilinmiş olması gerekiyordu. Sendikanın alınması gereken önlemler konusunda uyarıcı, iş bırakma eylemlerine kadar pek çok şey yapma hakkı var, bu haklarını kullanmadığını görüyoruz. Bunun bize göre hiçbir şekilde bir açıklaması olamaz. Bu açıdan sorumlu olduğunuzu yani sendikaların da sorumlu olduğunu burada ortaya koymamız gerekiyor.
Şimdi, biz sadece iş cinayetlerinde değil meslek hastalıklarında da ciddi bir kayıtsızlık görüyoruz, onu da burada kayıtlara geçirmek istiyoruz çünkü meslek hastalıkları veya bu katliamlardan sağ kurtulup sakatlananlarla ilgili olarak da aslında hem hukuki süreçlerde hem de daha sonraki süreçlerde ciddi mağduriyetler var, bu mağduriyetlere dair de sendikaların yeterince tutum almadığını görüyoruz. Örneğin bu maden cinayetinde havalandırmadan tutalım da birçok eksiklikle karşı karşıyayız. Bunlara dair işçi sağlığı iş güvenliği eğitimleri de dâhil olmak üzere bu yetmezlikler, bu eksikliklerle ilgili olarak önceden yapılması gereken şeyler var ama bir de maden katliamının aydınlatılması esnasında karşımıza çıkabilecek sorunlar var. Örneğin, bizim burada en büyük kaygımız şu: Bu maden katliamının sorumlusu olarak ta, başından yani Enerji Bakanlığından tutalım da TTK yönetimine, oradan Amasra Müessesesi yönetimine kadar aşağıya doğru bir silsilede sorumlular varken bu silsile takip edilmeyerek, işte efendim, bir işçinin orada verilen yeterli bilgi ve talimatlara uymamasından kaynaklı, örneğin, bir barutçudan kaynaklı bir katliam olduğuna yönelik çıkartılabilecek sonuçlar olabileceğini biz burada gördük. Örneğin Amasra'da bize yapılan sunumda TTK tarafından yapılan sunum son derece mesnetsiz bir şekilde barutçular üzerine bir kaza senaryosu kurmuşlardı ve dolayısıyla da böylece kendi sorumluluklarını kendi üstlerinden atmaya yönelik bu tür senaryolar bağımsız sendikaların olmadığı ve Amasra Maden Komisyonunda da yeterli bir şekilde bir araştırma olmadığı durumda yani bilimsellikten uzak siyasi saiklerle bir sonuç çıkarılırsa eğer o zaman bazı işçilerin burada sorumlu tutulabileceğini düşünüyoruz, örneğin barutçu sorumlu tutulabilir. Bu da aslında hem Amasra maden katliamının açıklığa kavuşması önünde çok ciddi bir sorun olur hem de bundan sonra yaşanabilecek maden katliamları için benzer kazaların devam etmesinin yolunu da açmış olur. İşçilerin yeterli bilgi ve talimatları aldıklarının kanıtlanmasıyla ilgili olarak da bazı boşluklar olabilir dolayısıyla buradan da işçinin üzerine bu katliam yıkılabilir. Bunların da kanıtlanması, bunların da üzerinde durulması sendikaların görevi. Yine, bu katliamların yaşanmaması için ramak kala raporları çok önemlidir ve iş yerlerinde bu tip sorunlara ramak kala olan durumlar, sendikalar tarafından tespit edilmeli ve bunun üzerine gidilmelidir, bunun üzerinde önleyici tedbirler alınmalıdır. Yine, bu yaralanmalara ve sakat kalmalara dair daha sonraki süreçlerde de işçiler son derece yalnız kalıyorlar. Buna dair de sendikaların özellikle SGK'den alınan raporlar ve hastanelerden alınan raporların birbirini tutmaması, işte buradaki raporların, iş göremezlik raporlarının hep SGK tarafından düşük tutulmaya çalışılması gibi sorunlarla karşı karşıyayız. Bunlara karşı da sendikanın güçlü muhalefet sürdürmesi, güçlü bir mücadele sürdürmesi gerekiyor.
Şimdi, yine sendikalara dair söyleyeceğim şeylerden bir tanesi de şu: Özellikle madenlerde havza madenciliği, redevans sistemi, taşeronluk çok yaygınlaşırken sendikalar buna karşı tutum almayarak aslında madenlerde kölelik koşullarına göz yummaktadırlar ve yine bu sürecin bir parçası yani sermaye birikim sürecinin bir parçası hâline dönüşüyorlar. Hâlbuki tarihsel olarak baktığımızda sendikaların görevi sermaye birikim sürecini körüklemek, desteklemek değildir; tam tersine işçilerin hak ve menfaatlerini korumaktır, yaşam hakkını korumaktır. Burada bakıyoruz devletin yönelimi, Hükûmetin yönelimi zaten bu neoliberal politikaları hayata geçirmektir, yani her şeyi kâr üzerinden açıklamak, her türlü koşulda eğer kâr edilebiliyorsa üretimi bu çerçevede ele almak, burada insanı, insan faktörünü, emeği tamamen son kerteye atmaktır. Patronlarsa iktidarların bu zaaflarını da bilerek ne yapıyorlar, örneğin iş cinayetlerine yönelik olarak diyelim ki yüksek para cezası oldu ya da kapatma oldu, hemen "Öldük, bittik." diye başlıyorlar çığlık atmaya, işte "Bizi bitiriyorsunuz." yok "Bizim kapımıza kilit vuruyorsunuz." yok "İşçileri biz işten atmak durumunda kalacağız." vesaire diyorlar ve ortam patronlara kalıyor, ortam Hükûmetin sadece kâr odaklı politikalarına kalıyor, meydan aslında emek sömürüsünü sınırsızca gerçekleştirmek isteyenlere kalıyor. Sendikalar da bunlara yedeklendiği için işçiler Türkiye'de kölelik koşullarında çalışıyorlar ve ölüyorlar, bu da bir gerçek. Sizin buradaki sunumunuzla aslında bu sistemin bir parçası olduğunuzu, işçi öldüren, işçi kanıyla beslenen sermaye birikim sürecinin bir parçası olduğunuzu gösteriyor. Benim bunu, burada ifade etmek gibi bir yükümlülüğüm var.
Başka birkaç şey var ama sendikalarla ilgili değil, onu sonra bir daha bilahare konuşacağız.