KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve iyi bir akşam diliyorum.

Gelecek kuşaklar geçmişe baktıklarında Türk dış politikasının kalın bir duvarla ikiye ayrılmış olduğunu görecekler: AKP öncesi ve AKP sonrası. AKP öncesi dış politikamız, cumhuriyetimizin kuruluşundan AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar süren, bölgesel ve küresel ölçekte büyük bir saygınlığa sahip, partilerüstü ve ulusal bir dış politikaydı. "Yurtta barış, dünyada barış" anlayışıyla şekillenen ilkeli, tutarlı ve güvenilir dış politika sayesinde Türkiye, cumhuriyet tarihi boyunca komşularıyla yaşadığı sorunları sıcak çatışmaya mahal vermeden aşmasını bilmiş bir ülkedir. Türkiye, AKP'den önce laik ve tarafsız dış politikasıyla komşularının iç işlerine asla karışmayan, barış, huzur ve istikrar arayışlarının öncüsü bir ülkeydi. Bölgemizde nerede bir sorun çıksa Türkiye, arabuluculuğuna sıklıkta başvurulan bir aktör olarak her zaman yerini alırdı. Türkiye, bölgesindeki ülkelerle ikili ilişkilere önem verirken, uluslararası kuruluşlarda etkin rol üstleniyordu. Türk dış politikası, cumhuriyetin Batılılaşma ve çağdaşlaşma hedeflerinin taşıyıcısıydı. Bu sayede, Türkiye, Avro-Atlantik camiasının saygın bir üyesi olarak Avrupa Birliğine tam üyelik hedefine doğru ilerleyen bir ülkeydi.

Bugün ülkemizde yaşamakta olduğumuz felaketlerin temel kaynağı, Sayın Bakan, sizin de içinde olduğunuz AKP'nin dış politikasıdır. Bu politika, "bölgede savaş, dünyada cihat" anlayışı üzerinde yükseliyor. Biz "barış" diyoruz, AKP "savaş" diyor. Bizim dış politikamız ülkemizin çıkarlarını gözetiyor, AKP Suudi, Katar gibi Vahabi, Selefi mezhebinin sözcülüğü için dış politika yapıyor. Dış politikalarımız arasındaki en büyük fark da budur.

Cumhuriyet Halk Partisi "Türk dış politikası bölgesinde ve dünyada istikrar üretsin." diyor. AKP'nin dış politikası istikrarı baltalayıp sorun yaratıyor. Son yıllarda komşularımızda huzur ve barış ortamı yıkılırken, AKP buna çanak tuttu, yangına benzinle koştu. Sonuç ortada, önce sınırlarımız, sonra ülkemizin çeşitli şehirleri dünyanın en kanlı ve şiddetli alanlarına dönüştü. AKP'nin dış politikası Türkiye'nin bölgede ve dünyada saygınlığını sıfırladı. Bu da yetmedi, ülkemizin terör destekçisi ülke olarak algılanmaya başlamasına neden oldu.

Irak'ın toprak bütünlüğünü ihlal ettiğimiz gerekçesiyle Birleşmiş Milletlere şikâyet edileceğimiz kimin aklına gelebilirdi ki? Suriye'deki terör örgütlerine silah gönderdiğimiz gerekçesiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde konu olacağımız kimin aklına gelebilirdi? AKP sayesinde aklımıza gelmeyenler ne yazık ki başımıza gelmiş durumda.

AKP'den önce "dünya barışı" denilince akla Türkiye geliyordu, AKP'yle birlikte "küresel terör" denilince akla Türkiye yine geliyor. Fark bu.

Biz öngörülü ve tutarlı bir dış politika istiyoruz. Oysa bugün dış politikamız, ülkeyi yönetemeyen AKP Hükûmetinin öngörüden yoksun yetkilileri tarafından maceracı bir biçimde günlük kararlarla yönetiliyor. "Sıfır sorun." dediler elde var sıfır komşu. "Bölgede düzen kuracağız." dediler, ülkemizde düzen bozuldu.

AKP, sınırlarımızın yol geçen hanı yapılmasını izliyor ama Rus uçağının düşürülmesinden kahramanlık hikâyesi çıkarmaya çalışıyor. Şimdi nasıl yapsak da Rusya'yla barışsak diyorlar. Sayın Erdoğan, Avrupa'da katıldığı toplantılarda koridorlarda Putin'i arıyor. Rusya'dan yemediğimiz hakaret kalmadı. Bir çok sektörde milyar dolarlarla ifade edilen ekonomik kayıplarımız var. Şimdi soruyorum: Rusya'yla ilişkilerin bu hâle gelmesi iyi mi oldu? Birileri çakma kahramanlık hikâyeleriyle iç politikaya oynamak için on yıllardır iyi ilişkiler içinde olduğumuz Rusya'yla ilişkilerimizi rayından çıkarıyor. Biz, laiklik başta olmak üzere çağdaş değerler dış politikamızın ana unsurları olmalı diyoruz. Sizler, mezhepçilik başta olmak üzere çağdışı değerleri dış politikanın ana unsuru yaptınız.

Suriye ve Irak'la ilişkilerimiz ne hâle geldi? Suriye' deki çatışmalar başladığından bu yana "Taraf olmayın, arabulucu olun." dedik, somut öneriler sunduk, Hükûmete mektup yazdık, Meclise çağrı yaptık, Birleşmiş Milletlere seslendik, çatışmanın taraflarıyla görüştük. Bizim izlediğimiz Suriye politikası bugün uluslararası toplum tarafından benimsenen politikadır. Cenevre ve Viyana süreçlerine bakın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin aldığı son kararlara bakın, Cumhuriyet Halk Partisinin "Suriye'deki çatışmalar diplomasiyle, terörle mücadeleyle ve siyasi çözümle son bulur." diyen yaklaşımını göreceksiniz.

AKP ne yaptı, sizler ne yaptınız Sayın Bakan Suriye'de? Diplomatik kanalları kapattınız, "Esad gitsin." saplantısıyla bölgenin cehenneme dönmesine katkı sağladınız. Terör örgütlerine destek verildi. Sonuç? Suriye halkı kaybetti, biz kaybettik, Suriye'deki Türkmen kardeşlerimiz kaybetti. Suriye'de akan kanı durduracak girişimlerin istenmeyen aktörü oluyoruz. "Emevi Camisi'nde namaz kılacağız." diyordunuz, Sultanahmet'te namaz kılamaz hâle geldik neredeyse. Bu mu bölge lideri, yükselen küresel güç bu mu?

Suriye hava sahasında uçuşa yasak bölge talep eden Türkiye bugün Suriye hava sahasına giremiyor. Suriye hava sahası Türkiye uçuşa yasak bölge hâline geldi. Bölgemizdeki devletlerle değil, devlet dışı aktörlerle ilişki kurmayı tercih etmenin sonucunda İsrail, Suriye, Mısır, Libya ve Yemen'de büyükelçimiz yok. Ama Nusra ve Ahrar El Şam gibi örgütlerle sıkı fıkı ilişkileri olan bir iktidara sahibiz.

AKP, Arap Baharı sürecinde bölge halklarının demokratik taleplerinin radikal unsurlar tarafından çalınmasına katkıda bulunmuştur. Arap Baharı'yla birlikte yükselen demokrasi ve adalet rüzgârı yerini terörizme bıraktıysa bunda hiç şüphesiz siz ve Hükûmetinizin dış politikasının payı olduğunu da unutmamanız gerekir.

Eskiden el üstünde tutulduğumuz Orta Doğu ülkelerine bugün vatandaşlarımız güvenle seyahat edemiyorlar. Peki, bunun sorumlusu kimdir Sayın Bakan?

Cumhuriyet Halk Partisi Filistin davasının yanındadır, iki devletli çözümün Orta Doğu'ya barış getireceğini savunur ve İsrail'le iyi ilişkileri destekler. Hükûmetiniz "Filistin davasının yanındayım." der, Hamas'ın avukatlığını yapar, Mavi Marmara saldırısından sonra İsrail'le normalleşmek için öne sürdüğü koşulları da "İsrail'e ihtiyacımız var." diyerek yutar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, ne yazık ki AKP yönetiminde bölgesinde tarafsızlığını kaybeden ve dış politikasını mezhepçi bir anlayışla şekillendiren bir ülke konumuna savruldu. Suriye, Irak ve İran'la ilişkilerimizin bozulmasının altında AKP'nin izlediği hatalı politikalar yatmaktadır. Yıllardır söylüyoruz, Türkiye, bölgesindeki ülkelerle ikili ilişkilerini geliştiren, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmayan bir ülke olmalıdır. Türkiye, bölgesindeki ihtilafların çözümünde aranan itibarlı bir aktör olmalıdır. Ancak, Hükûmetin izlediği dış politikayla Türkiye Orta Doğu'da Suudi Arabistan'ın kuyruğuna takılarak belli bir mezhebin sözcülüğüne hapsoldu. Türkiye'nin Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerilimde taraf olması devletimizin ve dış politikamızın laik niteliğine vurulan bir darbe olacaktır. Sakın bu yola girmeyin Sayın Bakan. Türkiye'yi olası bir mezhep savaşının tarafı, destekçisi veya cephesi yapmayınız. Suudi Arabistan'la çeşitli askerî ittifakların içinde olmak İran'la ilişkilerimiz başta olmak üzere ülkemizin bölgedeki ve dünyadaki konumunu zedeleyecektir. Geçtiğimiz haftalarda "Teröre Karşı İslam İttifakı" adıyla Suudi Arabistan'ın öncülüğünde kurulan ittifak Suriye, Irak ve İran'ı içermemektedir. Söylem farklı olsa dahi bu açıkça mezhepçi bir ittifak görünümündedir. Türkiye'nin burada bulunması dış politikamızı baştan zafiyete uğratmaktadır.

Sayın Başbakan Davutoğlu ve siz Sayın Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu'na buradan bir kez daha sesleniyorum Sayın Bakan: Türk dış politikasının laik niteliğine sahip çıkmak Türkiye'yi bölgemizde yaşanabilecek bir mezhep savaşından uzak tutacaktır. Aksi takdirde ülkemizi büyük bir belanın içine sürüklemiş olursunuz. Türkiye'yi bölgemizdeki bir mezhep savaşının cephesi hâline getirmek isteyenlere fırsat vermemek sizin ve Hükûmetinizin elinizde. Bizler de elimizden gelen her türlü desteği vermeye hazırız. Bölgemizin geleceğine yönelmiş en büyük tehlike mezhep çatışmasıdır. Bunu ancak tarafsız ve barışçıl politikalarla engelleyebiliriz. 2016'nın bu büyük meydan okumayı bertaraf edecek bir yıl olmasını istiyoruz. Bunun için yapılacaklar bellidir: Mezhepçi dış politika hemen terk edilerek diplomasi, diyalog ve müzakere öne çıkarılmalıdır; Türkiye, Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginliği yatıştıracak adımları diplomasinin bütün olanaklarını kullanarak hızla atmalıdır; iki ülke arasında arabuluculuk yapmaya hazır olan ülkeler desteklenmelidir.

(Oturum Başkanlığına Kâtip Emine Nur Günay geçti)

BAŞKAN - Üç dakika daha uzatıyorum Sayın Çam.

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, çok bonkörsünüz.

BAŞKAN - Gerekirse yine uzatalım.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sağ olun.

Türkiye'nin Suudi Arabistan'ın belirleyici olduğu ittifaklarda yer alması, devletimizin, laiklik başta olmak üzere, temel niteliklerine ve ülkemizin çıkarlarına aykırıdır. Bu ittifaklardan kaçınılmalıdır. Suriye ve Irak'taki çatışmaların sona ermesi için Türkiye'nin oynayacağı rol hayati önemdedir. Bu nedenle, başlatılan müzakere süreçlerine ve bölgedeki terörle mücadeleye güçlü destek verilmelidir.

Sayın Bakan, konuşmanızın bir bölümünde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yürüyen davalarla ilgili, bunun minimum düzeye düşürülmesiyle ilgili vatandaşla el sıkışacağınıza dair bir açıklamada da bulundunuz. Tahmin ediyorum ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2015 Raporu açıklandı ve bundan da bilginiz var. Bir paragrafı okumak istiyorum. Rapora göre, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde hakkında en fazla dava başvurusu bulunan 3'üncü ülkeyiz. 1'incisi Ukrayna, 2'ncisi Rusya, 3'üncüsü de Türkiye. Bulunduğumuz kategori insan hakları, biz 3'üncüyüz. 87 kararla hakkında en fazla karar açıklanan 2'nci ülke olan Türkiye, bu rakamlarla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin iş yükünün yüzde 13'ünü oluşturuyor. Türkiye, geride bıraktığımız yıl en çok adil yargılanma hakkının ihlalinden mahkûm edildi. Rapora göre, ülkemiz ifade özgürlüğü ihlalinde ise 1'inci sırada. Bir birinciliğimiz var, ifade özgürlüğü ve gazetecilerin... Özellikle, geçtiğimiz günlerde Avrupa Konseyine gittiğinizde de bu olaylarla sanıyorum ki karşı karşıya kaldınız. İfade özgürlüğü ihlallerinde ise 1'inci sıradayız. Türkiye, AİHM'in, 2015'te, ifade özgürlüğü ihlalinde hakkında en fazla hükmettiği ülke oldu. Türkiye hakkında açıklanan 87 kararın 79'unda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesini ihlal ettiği sonucuna varıldı. Rapora göre, Türkiye, adil yargılanma hakkıyla ilgili 20, özgürlük ve güvenlik hakkı ihlaliyle 14, etkin soruşturma yürütme hakkı ihlaliyle ilgili 14 karardan ceza aldı. Türkiye, en çok, adil yargılanma hakkının ihlalinden mahkûm edilmiş durumdadır Sayın Bakan. Dolayısıyla, özellikle hem dış politikada kendimizi yeni baştan gözden geçirmemiz hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bu kararlar doğrultusunda Türkiye'de demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü dâhil olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz bir şekilde uygulanması için özellikle Dışişleri Bakanı olarak size büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor diyorum, 2016 bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Saygılarımla.