| Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker ve Kırklareli Milletvekili Selahattin Minsolmaz ile 203 Milletvekilinin; Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4972) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 08 .03.2023 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Şimdi, Sayın Başkan, bu teklife genel olarak bakıldığında teklifin ruhunda şöyle bir şey var: "Benim dediğimi ekeceksin, benim dediğimi yetiştireceksin, bunu ben istersem sözleşmeli yapacaksın, eğer bunları yapmazsan da arazini ben kiralarım." demiş oluyor birkaç tane maddeyi bütünlüklü olarak ele aldığımızda.
Şimdi, bu "gıda egemenliği" diye bir kavram var, Via Campesina'nın uluslararası alanda kabul ettirdiği bir kavram bu gıda egemenliği. Biz, hep gıda güvenliği ve gıda güvencesinden bahsederiz, bunların yanında şu anda dünyada bu alanda, özellikle alternatif tarım ve gıda alanında çalışanların ikame ettiği çok önemli bir kavram. Yani kapitalizmin dayattığı gıda ve tarım rejimlerine karşı insanların kendi kültüründe var olan gıda rejimini ve tarımsal üretimi yapma hakkını içeriyor. Yani çiftçinin ne ekeceğine, nasıl ekeceğine uluslararası tarım tekellerinin değil, kendisinin karar vermesi esasına dayalı.
Şimdi, bizim Bakanlığımız yıllardan beri bir şey yapıyor ve ben her defasında "Sizin yaptığınız şey artık dünyada geçer akçe olmayan, kabul edilmeyen, artık insanların eleştiri altına aldığı yaklaşımlar." diyorum. İşte, bir tanesiyle daha karşı karşıyayız. Endüstriyel tarımın ipine sarılarak geldiğimiz nokta burası. Endüstriyel tarım bizi öyle bir hâle getirdi ki en sonunda, belki bunun şahikası olarak, çiftçinin gıda egemenliğini de elinden alacak, onun ne ekeceğini de tamamen merkeziyetçi -kamucu değil asla, tamamen merkeziyetçi- ve devletçi bir zaviyeden karar verecek noktaya kadar gittik. Ya, bu endüstriyel tarım dünya tarımını perişan etti. Bakın, kullanılan fosil yakıtlardan tutun kullanılan tarımsal tedbirlere kadar. Beyaz adam gitti Afrika'ya dedi ki: "Ya, siz çok ilkel yöntemlerle üretim yapıyorsunuz, bunu böyle yapmayın." "Nasıl yapalım?" dediler. "Biz size gübre vereceğiz, size biz daha iyi tohumlar vereceğiz ve siz çok daha iyi üretim yapacaksınız." Afrika dünyadaki tarım topraklarında en fazla geri dönüşü olmadan tahrip edilmiş tarım topraklarına sahip şu anda, sırf bu beyaz adamın dediklerini yaptığı için. Oysa kadim dönemlerden beri Afrikalı kendi kültürüne uygun üretimi yaptı, hayvanını da yetiştirdi, bitkisini de yetiştirdi. Bu keza bizim ülkemiz için de böyle, bakın, kadim tarıma ilişkin memlekette hiçbir şey kalmadı. Çok ihtiyarları bulursanız, onların üretim yöntemine ilişkin onlardan bir şey öğrenmek mümkündür. Ben bu bilgileri kendimce toplamaya çalışıyorum, çok kıymetli şeyler var gerçekten ama endüstriyel tarım dedi ki: "Bu ilkelliktir, gericiliktir bu, siz bizim dediğimiz gibi yapın."
Arkadaşlar, bu klasik iktisadın çok palavra bir kavramı var, bu kavram buraya "irade serbestisi" olarak geçmiş. Klasik iktisat der ki: "Piyasadaki bütün aktörler piyasanın bütün bilgilerine sahiptirler ve bu sebeple de özgürce piyasada hareket edebilirler." Oysa bu böyle değildir. Her zaman piyasanın belirleyenleri vardır. Düşünsenize, bir monopolün olduğu, bir tekelinin olduğu yerde 1 tüketici tek başına nedir ki? Yani bazen akaryakıt firmalarına kızıyoruz, işte "Benzin almıyorum kardeşim!" Bir gün alma, iki gün alma, senin karşında devasa bir iktisadi güç var, sen de 1 kişisin.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, yaptığınız şey özünde bu sözleşmeli tarımla birlikte endüstriyel tarımı bir kez daha burada ihya edecek ve bunun karşısında küçük ölçekli çiftçileri perişan edecek bir şey. Ya, buradan gerçekten Türkiye tarımının tasfiyesine bir adım daha atmış olacağız. Şimdi, zannediliyor ki burada para kazanılıyor. Sanayide fason üretim neyse üç aşağı, beş yukarı sözleşmeli tarım da budur. Firma ne yapar? Mesela, Migros gibi, Carrefour gibi büyük firmalar ya da o 3 harfliler -şimdi şu sıraları kavga ettiğiniz- ya piyasadan satın alır, ya kendisi ürettirir; aslında ikisinde de daha fazla gider söz konusudur, bu ikisine de çok yönelmek istemez, o nedenle ikisinden de daha çok kazanabileceği sözleşmeli tarıma gider. Bir monopol, bir tekel -gıda ya da tarım tekeli, ne derseniz- niye buna yönelir? Nedir onu bu noktaya çeken şey? Bir defa, böyle yaptığında risklerden kurtulur, riskin tümünü çiftçinin sırtına yıkar. Üretim sürecini kendisi denetler ama işte, burada emek maliyeti gibi maliyetlerden ya da mevzuata göre birtakım yasal denetlemelerden de kaçar ve günün sonunda da daha fazla para kazanır.
Mersin'in Toros Dağları'nda bir yerden giderken bir vatandaş öyle güzel erikler üretmiş ki böyle, harika gerçekten. İndim arabadan dedim ki: "Selamünaleyküm." "Aleykümselam." Ne yapıyorsun? Dedi: "İşte, tıra yüklüyoruz, artık hasatı yaptık" "Kaçtan veriyorsun." dedim. Baktı, "Bilmiyorum." dedi. "Nasıl bilmiyorsun ya? Ya, bu kadar güzel eriklerin fiyatını nasıl bilmezsin?" "Vallahi, firma alıyor bunu. O takdir edecek, bizde bakacağız." dedi. Dedim: "Bunda bir hakkaniyet var mı?" "Vallahi, biz böyle yapıyoruz, bu da benim son yılım, daha fazla ben üretemeyeceğim." Bu üretimde, bu karşılıklı ilişkide, hani burada sizin "irade serbestisi" diye tarif ettiğiniz şeyde sanki iki taraf da eşit aparatlara sahip, eşit imkânlara sahip, eşit koşullara sahipmiş gibi ele alınan şeyin hemen tümünde firmaların çok daha fazla kazandığı, küçük ölçekli çiftçinin de "Üreteyim mi, üretmeyeyim mi?" tartışmasını kendi içerisinde yoğun bir biçimde yaşadığı bir şeye dönüyor bu iş.
Bu aynı zamanda Anayasa'ya da aykırı. Yani burada deniyor ki: "Evet, irade serbestisi vardır..." Zaten ben kavramsal olarak, ontolojik olarak bu lafın palavra olduğunu az önce ifade ettim ama diyor ki: "İrade serbestisi vardır ama bazı mücbir sebepler söz konusu olursa iktidar, siyasi otorite -ne derseniz adına- o çiftçiyi sözleşmeli tarıma mecbur bırakabilir. Bu Anayasa'ya aykırı arkadaşlar, temel insan haklarına aykırı bu. Yani beni süreğen biçimde zarar ettiğim bir şeye zorluyorsunuz bunu yaparak; böyle bir şey olur mu? Yani başta şunu söyledim: Bu "sözleşmeli tarım" denen şey çiftçiyi tarla bekçisine, modern köleye çevirmenin başka bir adıdır. Türkiye tarımının kurtuluşu uluslararası tarım tekellerinin ipine sarılmaktan, endüstriyel tarımı daha çok gübre, daha çok girdi, daha çok yakıt, daha çok bilmem neye kurban etmekten, buna köle etmekten geçmez. Tam tersine, küçük ölçekli tarımı desteklemekten, aile tarımının arkasında durmaktan, devletin bir regülatör araç, aygıt, aparat -ne derseniz- olarak o tarımsal süreçlerde halkın yanında, çiftçinin yanında durarak tarım tekellerinin karşısında durmasından geçer. Allah aşkına, bunu yazanlar... Mesela, sözleşmeli tarımla tütün üretiliyor -işte az önce bir vekilimiz söyledi- ya bir gidin sorun ya; tütüncülere, tütün üretenlere "Bu sözleşmeli tanımdan siz memnun musunuz? Biz her alanda bunu geçerli hâle getireceğiz, bundan yasa çıkartacağız, herkes her şeyi böyle yapacak diye." bir sorun ya. Bir etki analizine bakın yani bu işin, yaşanmışlık açısından söylüyorum. Bilmiyorum yani ama benim görüşüm şudur: Yüzde 99,9'u bu sözleşmeli tarımdan "Yandım Allah!" diyor. O sebeple biz çözümü ve kurtuluşu çok daha fazla para, çok daha sermaye birikiminde aramaktan artık vazgeçelim. Çözüm, gerçekten bir kol mesafesinden daha yakın; uluslararası tarım tekellerinden değil, kendi geleneksel yapımızı ihya etmekten geçiyor; malcılığı, davarcılığı yeniden ayağa dikmekten geçiyor, bitki tarımını geleneksel yöntemleri de ihmal etmeyen biçimde yeniden ele almaktan geçiyor. Böyle söyleyince bazıları diyorlar ki: "Ya, o zaman doymayız." Bu konuda böyle düşünen varsa -uzatmamak için söylüyorum- dışarıda bana gelsin, bu konuda yapılmış olan çok sayıda araştırma var. Küçük ölçekli tarım endüstriyel tarıma göre başta toprak olmak üzere çok daha onarıcı, çok daha fazla verim elde etmemizi sağlayıcı ve her şeyden önemlisi, insanın metabolizmasıyla uyumlu ve yediğin elmadan, armuttan dolayı hasta olmana sebep olmayacak ürünlerin üretilmesini içeriyor; o yüzden ona bakalım.
Şöyle bitireyim: Fukuoka diye bir adam var, bu Japon bir adam, -rahmetli oldu çoktan- bunun "Ekin Sapı Devrimi" diye bir kitabı var, tavsiye ediyorum; endüstriyel tarıma karşı Japonya'da geleneksel tarımı sürdürerek dekar başına en fazla 350 kilo pirinç alınırken nasıl 700 kilo civarında pirinç ürettiğini anlatıyor. Hiç de böyle karışık, atla deve meseleler değil, hiç de öyle uluslararası tekellerin daha fazla girdi, daha fazla bilmem ne diye insanların boğazını sıktığı bir sistem değil; çiftçinin çok daha fazla kazandığı bir sistem. Bizim ülkemizde de böyle kitapların yazılmasına gerçekten çok ihtiyaç var, belki bir gün. Ama şunu söyleyeyim: Bu maddeye, sözleşmeli tarıma baştan sonuna kadar karşıyız Sayın Başkanım.