KOMİSYON KONUŞMASI

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Sağ olun, çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Yusuf Bey, tabii değerli bir Büyükşehir Belediye Başkanımızdı. Tarihi Kentler Birliğinde ben belediyemizi temsilen meclis üyesi olarak bulunduğumda kendisi Değerli Hocamız Metin Sözen'in Başkanlığındaki çalışmalarda önemli katkı yapmıştı. Tabii, Metin Sözen sağlık sebebiyle çalışamaz hâle gelince Tarihi Kentler Birliği de çalışamaz hâle gelmiş; çok üzüntü duyuyorum. Buradan belirteyim, Şerifler Yalısı'ndan çıkarılma girişimini de hiç doğru bulmadığımı belirtmek istiyorum.

YUSUF ZİYA YILMAZ (Samsun) - Metin Bey'in sağlığı tabii...

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Hayır, Şerifler Yalısı Tarihi Kentler Birliğine tahsis edilmiş bir yalı ama oradan çıkarılmayla ilgili birtakım çalışmalar yapılması da beni çok derinden üzmüştür. En azından bu Mecliste de söyledim, onunla birlikte çalışan milletvekillerinin sessiz kalması da çok zoruma gitti, onu da belirteyim.

Şimdi, Sayın Başkan, İzmir depremi sonrası, 10 Kasım 2020'de üç ay süresince bir komisyon oluştu 22 üyeden oluşan.

RECEP UNCUOĞLU (Sakarya) - Dört ay, uzatmalarla beş ay.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Önce dört ay, üçüncü ayda bitirdik, sonra nisan sonunda da raporumuzu yazdık, verdik. Daha sonra ben Genel Kurulda Meclis temmuz ayında tatile girmeden son bir konuşma yaptım, dedim ki: Ya, biz bu raporu yazdık, tamamladık. Genel Kurulda bu görüşülmeyecekse o zaman ne anlamı var dedim. Sayın Meclis Başkanına da hemen ismen bizzat söyledim, sonra hemen, apar topar, kendisinin de konudan haberdar olmadığı ya da gündem gitmediği için bir toplantı yaptık, sonra temmuz ayında da bu rapor yasalaştı.

Şimdi, bizim Bayburt'ta bir laf vardır: "Oğlum adın Reşit, sen söyle sen işit." Bu şu demektir: Yani biz konuşuruz, konuşuruz, konuşuruz ama işi yapacak olanlar sizin yaptığınız bu çalışmalarla ilgili işlem yapmazlar. Şimdi, Türkiye'de kamu bürokrasisinin Meclisten geçen taslakları, kanunları, önermeleri, yönetmelikleri, her neyse bunu hayata geçebilmesi için önce bir yapısal dönüşüme ihtiyacı var; bu ister yerel yönetimler olsun, ister bakanlıkta çalışanlar olsun. Yani olabildiğince kendi yetkilerini kimseyle paylaşmaya yanaşmayan bir bürokratik oligarşik yapı var, bunu bir tespit edelim.

İkincisi, şimdi, bu Komisyonun süresi zaten, 27'nci Dönem, 14 Mayısta bitiyor, 7 Nisandan itibaren de Parlamento çalışmayacağına göre, şurada bizim önümüzde üç haftalık bir zaman dilimi var. O nedenle ben bu Komisyona gelip bize "Burada şunları şunları yaptık." İşte, "Telefonlar asla kesilmeyecek." "Uydu bağlantılarını iki saat içinde organize ettik." "3 tane GSM operatörünün telefon bağlantılarının kesilmemesi için merkezî bir biçimiyle, uydu üzerinden, afet olan yerlere hiçbir aksama olmadan bağlantı vereceğiz." diyen GSM operatörlerini konuşmak istemiyorum ve lütfen çağırmayın buraya, onlar gelmesin mesela, gelecek yüzleri olduğunu da düşünmüyorum ama gelmesinler. Yani "Telefonlarda sıkışma olur, internet üzerinden WhatsApp yazışması kullanın." diye bize önerme yapıyorlarsa çağırmayın onları. "Afette ilk iki saat içinde bütün Türkiye'deki afetlere doğrudan müdahale edecek organizasyon şemamızı kurduk." Hangi ile, kimin gideceğini, hangi ulaşım araçlarıyla gideceğini bize anlatan AFAD'ın yetkililerini çağırmayın. AFAD'ın asıl bize sunum yapan yetkilisi de Tanzanya'ya Büyükelçi olmuş yani da başka bir idari hatadır; bu kadar deneyim sahibi, deprem gibi, afet gibi konularda deneyim sahibi insanların ilgisiz alanlara kaydırılması, aslında, Türkiye'de bürokratik liyakat konusunda da ciddi endişelerimizi ortaya koyuyor. O nedenle, ben, sadece, geleceğe ilişkin ne yapmalıyız... Ya, geleceği konuşalım ve buradan bir çıkış yapalım. Ya, biz, depreme dirençli kentler değil, afete dirençli kentler üretmek için havza planlamasına geçmek zorundayız. Türkiye'de 26 tane havza vardır ve Türkiye'de depremden çok daha büyük bir sorun kuraklık meselesidir, su meselesidir, suya ulaşım meselesidir yani su dediğiniz şey temizliğin ta kendisi, insan yaşamının olmazsa olmazı suya ulaşımı düşünmek zorundayız. O nedenle biz, artık, şehirleri, mahalleleri, adaları planlamak yerine, su havzalarının etrafındaki güvenli yaşam alanlarını planlayacak bir anlayışa geçmek zorundayız. Türkiye nüfusunun yüzde 35'i Marmara'da, Türkiye su varlığının yüzde 10'undan altı Marmara'da yani biz insanı taşıdığımız yere suyu da taşıyacak garip bir yapılanmaya doğru gidiyoruz.

Bakın, planlamayla ilgili... Yani Şanlıurfa... Ya, Şanlıurfa'yla ilgili açın haritaları arkadaşlar, ya, on yıllık dönem içinde Şanlıurfa nüfusu Türkiye'de en hızlı artan kent, Gaziantep'le birlikte. En hızlı nüfus artan kent Güneydoğu'da Şanlıurfa, Gaziantep, Güney'de de Antalya; ciddi göç alıyorlar. Biri, tamam, endüstri, sanayileşme, turizmin merkezi olması dolayısıyla, emekli ve yaşlıların yaşam tercihlerinden dolayı hızlı nüfus artışı var ama Gaziantep ve Şanlıurfa nüfus artış hızı çok yüksek olan bir bölge için cazibe merkezine dönmüş durumda ama ciddi bir cazibe merkezine dönüşmüş durumda. Açın uydu haritalarını ya, Gaziantep, Haliliye'den Karaköprü'ye doğru bütün tarım alanları imara açılıyor. Ya, bütün tarım alanları, on yıl önce tarım alanı olan yerlerin tamamı imara açılıyor. Niye imara açılıyor? Çünkü şehirlerde siyaseti belirleyen, şehrin zenginleridir yani şehrin zengini aynı zamanda iktidar partisinin yönetici kadrolarını da belirler, arazinin büyük bir çoğunluğunun da sahibidir. Oradaki iktidar merkezî iktidar da olabilir yerel iktidar da olabilir. Kendi arazileri varken, gidip dağı taşı imar açmazlar; kendi arazileri neredeyse bu bölgeleri imara açarlar ve bakın, nerede imar açılan bir yer varsa son on yıl içinde imar hareketleri vardır, arazi transferleri vardır, yoksulun arazisi hızlı bir biçimde el değiştirdikten sonra buralarda büyük imar faaliyetleri ortaya çıkar ve ağırlıklı olarak da gecekonduda yaşayan insanlar... Yani genelde gecekondular şehrin çeperlerinde, dağ yamaçlarında olduğu için... Mesela bu deprem riski taşıyan bölgelerde gecekonduda yaşayanlara bir şey olmaz. Ağırlıklı olarak son yirmi yıl içinde, son otuz yıl içinde, son kırk yıl içinde, ovadan bozma dere yataklarının kenarında, şehrin merkezinde, geçmişte ayrılmış olan donat alanları hızlı bir biçimiyle imara açılmış ve yıkılan, yıkılacak olan binaların büyük bir çoğunluğu da bu alanlar üzerindedir. Biz şimdi kentsel dönüşüm meselesinin çok ötesinde bir noktaya geçmek durumundayız. Yani arkadaşlar, Pazarcık depremi nasıl oluyor da Çukurova'da 15 katlı binayı yıkıyor? Ya, bu bina kentsel dönüşüme tabi olan bir bina değil. Diyarbakır'da, Şanlıurfa'da yüksek binalar yıkıldı. Bunlar zemin emniyet gerilmesi dikkate alınmadan, beton kalitesi dikkate alınmadan, daha önemlisi, mühendislik denetimine tabi olmadan yapılmış olan yapılar ve bugün bizim önümüzde... Ben, eğer bu Komisyon depreme dirençli kentler üretecekse... Gecekondu mahallelerinin dönüşümünden çok daha hızlı bir biçimiyle tarım alanları üzerinde 1970'de, 1980'de, 1990'da, 2000'de yapılmış, çoğunlukla 5 ile 10 kat arasında, mühendislik kurallarının hiçbirine uymamış, deprem yönetmelikleri o günkü koşullara göre yapılmış, iskân almış, kat mülkiyeti oluşmuş binaların hızlı bir biçimde dönüşmesi gerekir yani buna başlamak zorundayız. Hatay'da yıkılan binaların çok büyük bir çoğunluğu kanuni açıdan yasal binalardı ama Asi Nehri'nin kenarında, Çelikhan-İskenderun-Kırıkhan Fayı'nın tam üzerinde, Hatay Fayı'nın tam üzerinde ya da 300-500 metre mesafedeki bir şehir yerle bir oldu. Dün ben Hatay'dan geldim, Hatay merkezde dolaştım, ya, bir şehirde binalar yıkılırsa değerlendirmek başkadır ama bir şehrin tümü yıkılıyorsa, o zaman, orada suçlular üzerinden genel bir değerlendirme yapmak yerine bütün yanlışa bakmamız gerekiyor; ya, büyük yanlışı görmek zorundayız. Yani yan yana 200 bina yıkılamaz arkadaşlar, 200 bina yıkılıyor, 500 bina da ağır hasarlı duruma geliyorsa burada da artık bilimin göstericiliğine inanmamız ve onu tespit etmemiz lazım.

Şimdi, bakın, Hatay'la ilgili bir gerçeği ortaya koymamız lazım. Hatay diğer şehirlerden niye daha fazla yıkıldı yani neden çok daha fazla hasar gördü? Çünkü Hatay 2011 yılından beri bir sınır şehri; ağırlıklı olarak gelirinin çok büyük bir kısmı sınır ticaretine, Arap ülkelerine, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan'a gidecek olan yani gümrük kapılarından geçecek olan sınır ticaretine dayalı bir endüstrisi var, bir ekonomisi var. On iki yıldır Hatay ekonomik anlamda çok ciddi biçimde geriye gittiği için, bu manada özellikle de Hatay'ın sınıra en yakın olan Antakya, Defne ve Samandağı bölgesine baktığımızda yıkımların en çok burada olduğunu görüyoruz çünkü dönüşmesi gereken yapı stokunun çok büyük bir oranda hâlâ kırk yıllık binalar olarak kaldığını gördük. Bu önemli bir tespit yani siyasal bir kararın risk açısından da başka sonuçlar doğurmasının bir örneği.

Şimdi, Değerli Başkanım, biz, ülke olarak, betonarmeyi millî yani Türk Bayrağı'mızdaki ay yıldız gibi millî bir inşaat tekniğine çevirmiş durumdayız. Afete bu kadar maruz kalma özelliği olan bir ülkede, topraklarının neredeyse yüzde 90'ı fay hatlarına çok yakın, depremden etkilenme oranı neredeyse yine yüzde 90'lar olan kent yerleşimlerimiz var. Bütün Karadeniz'de köylerin boşalmasıyla dere kenarlarına toplanmış olan, geçmişte işte, bin, 2 bin nüfuslu şehir merkezleri 10 bin, 20 bin, 30 bin nüfuslara ulaştı, derelerin iki yanına biz bentler yaptık, doldurduğumuz alanlarla şehri büyüttük. Yani bizim afet konusunda çok hızlı bir biçimiyle bir işlem yapmamız gerekiyor. Yani afetin binalarımızı yıkacağını, o nedenle afete dirençli şehirler inşa etmemiz gerektiğini mutlaka belirtmemiz lazım.

Bir başka olay şu: Yani önümüzde ne yapacağız? Kamunun bütün binaları, riskli yapıları iyileştirmesi, yıkılmış olan tüm binaları kamunun yapması gibi bir uygulama -geçen de söyledim- deprem ülkesinde ama dünyanın 3'üncü büyük müteahhitlik sektörüne sahip olan Türk insanına büyük bir haksızlık. Yani şimdi, sadece TOKİ yapacak, kamu kurumları dönüşüm yapacak; bu doğru değil. Onun yerine, bizim, başka seçenekleri hızlı bir biçimde oluşturmamız lazım. Adana'dan İskenderun'a, Hatay'a, Gaziantep'e bir tıra 2 tane konteyner koyup bu konteynerleri ulaştırıyoruz. Ya, bakın, 38'inci gündeyiz yani biz hâlâ İskenderun'da, ne bileyim depremin vurmadığı bir Reyhanlı'da ya da Osmaniye'nin bir ilçesinde herhangi bir antrepoyu prefabrik konteyner yapım atölyesine dönüştüremedik. Ya, bu bizim açımızdan inanılmaz bir şey yani altı saatte sahra hastanesi kurma kültürü olan bir ülkenin otuz sekiz günde prefabrik yapıları, konteynerleri kamyonla taşımasını hakikaten aklım almıyor yani bir kamyon 20 tane konteyner malzemesi taşıyıp bir üretim bandında bunu hızlı biçimde hayata geçirirken biz Türkiye'nin her yerinden konteynerleri tırlara yüklüyoruz, 60 bin liralık, 70 bin liralık konteynere 30 bin lira da nakliye parası ödeyerek bir sorun çözüyoruz. Bu betonarme yapı alışkanlığını terk etmek zorunda Türkiye. Yani çimentocuların ve çimento fabrikalarının oluşturduğu bu lobinin gücünü kırmak durumundadır. Türkiye gibi afet riski altındaki bir ülkede prefabrik yapılaşma oranının yüzde 20-30'lara ulaşması gerekiyor çok hızlı bir biçimiyle. Ya, biz prefabrik yapıları mesela niye KDV'de sıfır muafiyet getirmiyoruz? Neden prefabrik yapıları... Şu anda Hatay'da kaç bin bina yapılacak? 300 bin mi? 300 bin, 400 bin konut yapılacak, Gaziantep'te 100 bin, Nurdağı'nda... Ya, biz neden hemen hızlı bir biçimiyle prefabrik yapıları... Ya, herkes 5 katlı, 10 katlı binada oturmak zorunda değil, güvenli alanlarda 2 katlı binalarda altlı üstlü de oturabilir. Bunlar hızlı bir biçimde, üç günde, dört günde... Prefabrik endüstrilerle bütün dünyada var. Niye biz buna dönmüyoruz? Yani hem afet riski altındayız diyoruz hem... Geri dönüşümü sıfır olan bir malzeme betonarme, sıfır. Çeliğin var geri dönüşümü, ahşabın var, prefabrik yapının var, hepsinin var; betonarme yapının geri dönüşümü sadece atık ve moloz, içindeki demiri alabilirseniz alırsınız ama bu kadar yüksek bir... Yani Necip Bey, kusura bakma hani, bunları söyledin de ya, bunlar...

NECİP NASIR (İzmir) - Yok, doğru, katılıyorum ben.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, biz hâlâ çadır...

NECİP NASIR (İzmir) - Bir maliyet unsuru söz konusu.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, bakın, çadır götürüyoruz, çadır, yirmi gün sonra, bir ay... Şimdi herkes diyor ki: "Çadır olmaz, konteyner gelsin." Nisan ayından sonra sıcaklar geldiğinde konteynere klima isteyecekler, kuramayacağız, herkes "Konteynerleri kaldırın." diyecek, prefabrik yapı isteyecek. Yani gerçekten, bizim şu raporlarda yazdığımızdan çok daha fazlasını bilen on binlerce, yüz binlerce insanımız var yani Türk insanı çok zeki, çok başarılı, ben çok güveniyorum onlara ama yani artık şu "Biri ne der?" yanlışından bir kurtulalım ya! Ya, bugün ne demek, bir konteynerin selde suya kapılarak içindekilerle birlikte kaybolması, akıl alacak şey değil yani. Biz bunları çoktan aşmamız gereken... Üniversiteleşme oranımız yüzde 16'ya çıkmış yani biz böyle bir ülke değiliz, bunları hak etmiyoruz. O nedenle, prefabrik yapılarla ilgili hemen bu hafta içinde -yani bu Komisyon bir karar alacaksa- teşvik kararları çıkması lazım. Hemen, bu bölgedeki endüstriyel, yıkılmamış olan fabrikaları dönüştürerek; bir, bu bölgedeki TOKİ'nin yapacağı konutlarda çelik kapı, malzeme, vitrifiye, bütün bunlarla ilgili bu bölgeye gelip istihdam yaratacak olan kurum ve kuruluşlara teşvik vermeli, sigorta muafiyeti getirmeliyiz, vergi muafiyeti getirmeliyiz; artı, bütün yatırımlarla ilgili teşvik; artı, ürün garantisini vermemiz lazım. Yani hızlı bir biçimiyle bölgede bir şey yapacaksak, biz Anadolu'nun her yerinden ürün getirip bölge yapmak yerine, doğrudan bu bölgeye... Mesela Osmaniye; siz Osmaniye Milletvekilisiniz, Osmaniye'de belki 50 bin bina zarar gördü, hasarlı ya da ağır hasarlı. 50 bin binada 50 bin çelik kapıya ihtiyaç var, 150 bin bataryaya ihtiyaç var, 250 bin kısa musluğa ihtiyaç var, 200 bin tane hortuma ihtiyaç var. İlla seramik fabrikası kur demiyorum ama basit endüstriyel hizmetleri bölgeye getirip orada istihdamı ve sanayiyi, ticareti ayağa kaldıracak tedbirleri bulmamız lazım. Aslında bizim konut yerleşimi, sanayileşme, lojistik merkez, ulaşım aksları bütün bunları -o demin söylediğim gibi- havza planı içinde oluşturmamız lazım. Artık lütfen ama lütfen, ya, bu şehir merkezleri... Ya, Anadolu'da hangi şehre gidiyorsak; gidin Malatya'ya, nüfusun yüzde 70'i Malatya merkezde, gidin Maraş'a, nüfusun yüzde 70'i Maraş merkezde, her merkez şey olmuş ve arkadaşlar, bütün merkezler deprem fay hattının ya içinde ya kenarında ve tamamı tarım toprağı. Planlaması son derece kolay, arazi planlanıyor, imara açılıyor. Kahramanmaraş'ın 2000 yılının uydu haritasına bakalım, şimdiye bakalım, tamamı tarım toprakları, yıkılan yerlerin tamamı tarım arazilerinin imara açılmasından olmuş; geçmiştekiler de 1980'deki tarım alanlarının imara açılmasından olmuş.

Bakın, on bin yıllık Anadolu coğrafyasını bildiğimizde hep şu karşımıza çıkar: Uygarlıklar depremlerle yıkılır, depremlerle yıkılan uygarlık başka bir uygarlık tarafından gelir yönetilir ama aynı coğrafyada eski malzemeyle -taş malzemedir- yeni kentler yapılır. O nedenle, bizim kentlerimizin tamamı geçmişte depreme maruz kalmış ve yıkılmış yerleşim yerleridir. Bu manada, Gürsel Bey çok doğru bir şey söyledi yani insan sosyolojik bir varlık, insan çevresiyle yaşayan bir varlık. Biz tarihî kültürü ve tarihî dokusu olan şehir merkezlerinde yaşamaya alışmış bir milletiz, bütün Anadolu böyle, İstanbul da böyle. Şimdi, bizim, yeni yaptığımız uyduk kentler, 5 bin nüfuslu, 10 bin nüfuslu mahalleler ile merkez arasındaki ilişkiyi mutlaka sağlamamız lazım. Endişem şu: Eğer merkezdeki dükkân sahipleri, çarşı pazardaki büyük esnaf, arazi sahipleri, bol bol kira alan insanlar siyaseti de belirliyorlarsa bu uydu kentlerde ticaret merkezlerinin oluşmasına izin vermiyorlar; oraya bir tane market, bir tane bakkal koyuyorlar, geri kalan bütün satın almanın merkezden yapılması için engel oluşturuyorlar; böyle bir şey olmaz. 10 bin nüfuslu bir uydu kent yapıyor isek bunun içinde okulunu yapıyoruz, ibadethanesini yapıyoruz, camiyi yapıyoruz, kreşini yapıyoruz ama onun ötesinde yaşam alanlarını oluşturmuyoruz. Niye bunlar önemli? Tıptaki ilerlemeyle birlikte ortalama insan yaşı her geçen yıl uzuyor yani belki bundan otuz yıl sonra kadınlar doksan yıl, erkekler seksen altı yıl yaşayacak yani 65 yaşındaki birisi emekli olduğunda yirmi-yirmi beş yıl aslında yaşadığı çevrede de hayatını sürdürecek. O nedenle, bütün bu planlama anlayışlarına bu biçimiyle bakmamız lazım. O nedenle TOKİ'nin yapmış olduğu 5 katı geçmeyen yapılanmalarla ilgili başarılı uygulamayı ben de destekliyorum ama Adıyaman'da niye 11 katlı bina yaptınız, neden yani? Adıyaman gibi gene faya çok yakın, Çelikhan Fayı'na çok yakın olan bir bölgede 11 katlı 1.100 daire boşaltılmış durumda, yanındaki 5 katlılarda hiçbir şey yok yani; bir tercih yani, bir yanlış bu. Niye yapılmış çözmek mümkün değil.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Yeni karar, biliyorsunuz, zemin artı 3.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Çelikhan'a gittim ya, Çelikhan, fayın geçtiği yer. Çelikhan'ı gittim, gezdim, galiba 10'un altında ölü sayısı. Yani aslında fayın tam üzerinde olmak da ölümü getirmiyor. Yapıları kayalık zeminler üzerine inşa etmişseniz, bir kent orada inşa edilmişse, genelde... Yıkılan binalara baktık, çoğu kerpiç ya da taş binaların yıkılması sonucunda enkaz altında kalmış insanlardan oluşuyor.

Şimdi, burada şehircilik anlayışımızın özü... Belki burada sizden ayrılacağım nokta şu: Ben İzmir nüfusunun artmasına karşıyım. O nedenle, mevcut tarımsal üretimin yoğun olduğu yerlerde, oraya sanayiyi getirerek yeni göçler getirmeyi planlama anlayışını da doğru bulmuyorum.

NECİP NASIR (İzmir) - Biz de istemiyoruz.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Bakın, şimdi, 10-13 milyon insan... Urfa'yı saymayalım, Diyarbakır'ı saymayalım, Adana'yı saymayalım; hadi, Urfa 2,5 milyon, Antep 2,5 milyon, Adana 2,5 milyon, 7,5 milyonu saymayalım. 6 milyon insan depremden doğrudan, birinci derecede etkilendi; bunların da yarısı bölgeyi terk ettiler. Bizim öngörümüz 3-3,5 milyon civarındaki insan bir biçimiyle bölgenin dışına çıktı; bir kısmı köylere gitti ama mutlaka yaşadığı yeri terk etti, şehrini terk eden insan sayısı da 1,5 milyonun üzerinde. Şimdi, bu insanların sürekli olarak yaşamın daha da zorlaştığı büyük merkezlere gitmesi yerine, bizim, ülkenin ticaret, sanayileşme ve gelişme planlarını baştan sona değiştirmemiz lazım. O nedenle, İstanbul 15 milyon, 2 milyon da yabancısıyla 17 milyon, 3 milyon da muhtelif Anadolu kentlerinden belli aylarda burayı mesken kabul edenlerle 20 milyon bir kent; taşıyamıyor, taşıyamadığı için de artık buralarla ilgili Anayasa'ya mı koyarız, yasaya mı koyarız, parsel bazında plan tadilatı yapmayı yasaklamamız lazım, tarım alanlarını imara açmayı yasaklamamız lazım, su havzalarını imara açmayı yasaklamamız lazım. Yani öyle katı kurallar koymalıyız ki Samsun Büyükşehir Belediye Başkanımızın dediği gibi imar komisyonlarını plan tadilatı yapamaz hâle getirmemiz gerekiyor. Şimdi, niye? Orada bir bilgilendirme yapalım. Herhangi bir yurttaş, parseliyle ilgili plan tadilatı yaptığında; belediyeye öneriyi yaptı, şehir plancı plan hazırladı, kurum görüşlerini aldı, olumlu ya da olumsuz, getirdi meclise sundu. İlgili planlama müdürlüğü dedi ki: "Eksiklerini tamamla, getir." Getirdi, meclise gitmek zorunda. E, engelleyelim bunu, bunu kaldıralım biz. Yani biz niye yurttaşın parseliyle ilgili ya da kamunun ya da herhangi bir kurumun -devlet kurumu da olabilir tüzel kişilik de olabilir şahıs da olabilir- bu parsel bazında plan önermesini imara açmayı engelleyecek bir düzenleme hâlâ yapamıyoruz? Bunu yaptığımız anda...

NECİP NASIR (İzmir) - Bunu yaptık.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yapmadık.

RECEP UNCUOĞLU (Sakarya) - Parsel bazında plan tadilatı yoktu.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Büyükşehirlere gidelim...

NECİP NASIR (İzmir) - Bir şey yanlış anlaşıldı herhâlde.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Bakın, fonksiyon değişikliği geliyor, başka önermeler geliyor yani plan bütünlüğünü bozucu... Çünkü burada bir şehir plancı dosyayı hazırladı, ilgili müdürlüğe sundu. Müdürlük, kurum görüşlerine baktı, meclise havale ediyor bunu, meclis de bunu görüşmek zorunda. Ha, burada meclisin yüzde 80'i imar komisyonuna gidiyor ama "İmar komisyonu da hepsini kabul ediyor." demek doğru değil yani çoğu da reddediliyor, yüzde 90 reddediliyor; onu söyleyeyim. Ama bütünüyle bunu kapatmamız gerekir.

NECİP NASIR (İzmir) - Ya, ben ayrıldığı noktayı anlayamadım Gökan Bey, aynı şeyi söyledik. Ben master planların bölgesiyle bütüncül yapılarak şehrin anayasasının yazılması gereklidir dedim. Böyle bir "İzmir'e gelsinler." talebimiz de yok bizim.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Ya, mesela, şimdi, Kiraz konusunda ben sizin gibi düşünmüyorum. Mesela, Kiraz, tarımsal üretimin olduğu bir yer. Kiraz'a plan da yapmayalım ya, köylü yaşasın orada.

NECİP NASIR (İzmir) - Hayır, onu da yanlış anlamışsınız.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Neyse, ben tamamlayayım, özür dilerim.

NECİP NASIR (İzmir) - Hayır, hayır, lütfen, ona açıklık getirmem lazım.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yok yok ama lütfen...

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Şöyle yapalım; konuşmalar bittikten sonra herkesi dinleyeceğiz akşama kadar, gece on ikiye kadar müsaitiz.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, Sayın Başkan, bizim imar affı, imar barışı ya da uygulamadan kaynaklanan muhtelif sorunları gidermek için sürekli olarak seçimlerden önce bir düzenleme yapma alışkanlığımızı tümüyle gömecek bir kararlılığın içinde olmamız lazım.

Bakın, bir belediyeye gittim, ismini vermeyeceğim, dedim ki: "Başkan -4-5 bin nüfuslu bir beldeye gittim, çok da ölü var- nasıl ruhsat veriyorsunuz?" "Biz ruhsat vermeyiz burada." dedi. "Nasıl vermiyorsunuz?" dedim, "Biz ruhsat vermeyiz burada. İşte, köydü bura, eski beldeydi, şimdi belediyeyiz yani belde belediyesiyiz. Bizim burada insanlar evini yapar, beş yılda bir af çıkar, müracaat ederler, yasallaştırırlar." dedi.

Şimdi, bakın, Anadolu'nun pek çok beldesi mahalleye dönüştü. Hatay'ın 80-100 beldesi vardı. Belde belediyelerinin kapatılması son derece doğru oldu ama bunlar mahalleye dönüşünce mahalle olmadılar, bunlar hâlâ tarımsal üretim içindeler ve buralarda hâlâ ilçe belediyelerinin imarla ilgili bir denetimi mümkün değil yani yapmadıklarını görüyoruz. Bir kere herkes gidiyor kendi tarlasına, tarlanın bir kenarına evini yapıyor ilk; ruhsat almıyor. Beş yılda bir elektrik, su bağlatmak için yazıya ihtiyaç oluyor, bir düzenleme geliyor, arkasından bir uygulamayla da evini yasallaştırıyor. Bütün bunları ortadan kaldırmamız lazım.

Bakın, köylerdeki yıkılan yapıların neredeyse tamamı mühendislik hizmeti almamış, tek katlı ya da 2 katlı yapılar. E, bir köye gidiyorsun... Akbez diye bir köye gittim; 87 kişi ölür mü bir köyde ya? Yani Kırıkhan'ın bir köyü, bu kadar insan ölür mü ya? Yani köyde zaten 2 kattan fazla ev yok ama hiçbiri mühendislik hizmeti almadığı gibi, Kırıkhan fay hattının da tam üzerinde bir yerleşim yeri. Ya, bakın, Sayın Başkan, mesela, devlet Akbez köyünü taşımalıydı. Şimdi, biz, Artvin'in Yusufeli ilçesini niye taşıdık? Baraj altında kalacak diye, değil mi? Yani taşımayabilirdik, barajı yapardık, su gelirdi "A, su geldi, Yusufeli su altında kaldı." İnsan aklı öngörüyor, diyor ki: "Burada baraj yüksekliği gelince kot alıyorsun, bu Yusufeli sular altında kalır, o zaman Yusufeli'yi taşımamız lazım." Peki, Kırıkhan'daki, başka yerlerdeki fay hattının tam üzerindeki köy yerleşim yerlerini -bunlar 300-500 haneden oluşan yerler- biz niye taşımadık bugüne kadar? Ben yine söyledim mesela, Bingöl-Erzincan arasındaki depremde "Yedisu 2 bin nüfuslu bir ilçe, ya, yıkılacak, tam fay hattının üzerinde." 2 katlı, 3 katlı yerleşim yeri, yapıların yarısı kamunun, yarısı da köylünün, 1950'lerden kalma; kerpiç, briket, taş, üzeri saman, ot, loğ taşıyla sıkıştırılmış çamur, onun üzerine getirilmiş, sac yapılmış. Ya, depremde, bunun altındaki insanlar, tek katlı binada, enkazın altında ağırlıktan dolayı, duvarın altında kalmaktan dolayı ölecekler. Yani niye biz mesela bu derece... İşte, arkadaşımız Müzeyyen Hanım da hep söylüyor; ya, fayın tam üzerindeki köy yerleşimlerini, belde yerleşimlerini, mahalleleri niye biz taşımıyoruz artık? Yani neyi bekliyoruz ki mesela? Şimdi, otuz sekiz gün oldu, bir tane karar çıksın, bana desinler ki: "Şurası, işte, Gediz Deltası'ndaki şu köy fayın üzerindedir." ya da "Menderes'te fay üzerindeki şu köyü taşıyoruz." Ya, 1942'de Erbaa'ı taşımış devlet. 1939 Erzincan depreminden sonra 1942'de Erbaa taşınmış, sonra Niksar depremi olmuş, sonra Artova, arkasından Ilgaz depremi olmuş. Yani Kuzey Anadolu Fayı'nın üzerindeki kimi yerleşim yerlerini genç cumhuriyet taşımış. Bunu hemen, hiç gecikmeden başlatmamız lazım.

Hukuki düzenlemeye ihtiyaç var. Nedir o? "2/3" Ya, şimdi, her yerde hukuk fakültesi açıldı, her mahallede 50 tane avukat var, herkes dava alıyor. Kiracı veriyor avukata bir vekâletname -yani ben, şimdi, meslekleri küçültmek için söylemiyorum- bir dava açıyor. 19 daire birleşmiş, bina riskli, karot almış, C10 seviyesinin altında çıkmış, binayı yıkacaklar. Kiracının biri gidiyor mahkemeye, yürütmeyi durdurma alıyor, elektrik, su bağlatma yazısını bağlatıyor; 19 kişi evi terk etmiş gitmiş, bir kiracı orada oturuyor, hiçbir işlem yapamıyorsunuz. Ya, bütün bunlarla ilgili bağlayıcı hukuki düzenlemeyi hemen alalım; niye almayalım? Şu dönem içinde alabiliriz.

NECİP NASIR (İzmir) - Doğru.

DERYA BAKBAK (Gaziantep) - Çok doğru.

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - İlk iş bu olmalı.

NECİP NASIR (İzmir) - Alalım, teklif edelim Hocam. Gökan Bey, zaten az önce bunu ifade ettim; bunları yazalım, bence beklemeye gerek yok.

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Burada herkes mutabık zaten.

DERYA BAKBAK (Gaziantep) - Bekletmeyelim.

GÜRSEL EROL (Elâzığ) - Raporu beklemeye de gerek yok, Komisyonun önerisi olarak gönderelim yani.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Başka önemli bir nokta şu: Yani şimdi, burada, tabii oraya sonra geleceğim ama 3,5 milyon kiracı İstanbul'da. Şimdi, binayı yıkalım, tamam. 1970'ler... Ben, şimdi, İstanbul'u avucumun içi gibi biliyorum. 1960-1980 arası İstanbul, gecekondulaşma, 1980-2000 arası kaçak, çok katlı bina, müthiş bir göç hareketi, 2000 sonrası 2'nci kez yapılan binaların yıkılarak şimdi yüksek yapıya dönüşmesi... Hatay'a gittik, en çok yıkımın olduğu yerler ana caddeler. Niye? Ana caddelerde asma katlı dükkânlar var, bodrum katı olmayanlar var. Ben, kolon kesmeye, tabii, teknik olarak inanmıyorum yani hiçbir kolon kesilemez.

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Çok var ya.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Bakın, ben de 99 depreminde Avcılar'da yer açmak için mesela kolon kesmiş...

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Onu biliyorum, galeri.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Evet, oto galerisi.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Tabii, 10 bin binayı kolon kesmeye bağlamak, mühendislik...

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Tamamı değil, tamamı tabii ki değil.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Yani şöyle söyleyeyim, bakın, esas olan şu: İmar yönetmeliğinde zemin katta sadece giriş holü yapıp yaşamı 1'inci kattan başlattığınız anda, emsalde zemin kat sadece merdiven; yeni yönetmelikle de merdivenler emsal dışı sayıldığı için yumuşak kat dediğimiz zemin kat. Var mı plan notlarında? Var, hemen iptal edelim; bir. Yani böyle binalar var, gidiyorsun, sadece zemin katında bir bina giriş holü var, merdiven var, geri kalan yerde sadece kolonu görüyorsunuz; bu, bir.

NECİP NASIR (İzmir) - Statik hesapları yapılabilir.

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Tabii, yani kolon boyutları doğru yapılırsa bu engel değil ki.

NECİP NASIR (İzmir) - Bundan önceki yönetmelikte yoktu esas ama şimdi var; hiç gerek yok.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Şimdi, bu tür binalar çok.

NECİP NASIR (İzmir) - Eski.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Tabii, eski, 70'lerde, 80'lerde, 90'larda yapılmış yapılar var.

İki; bu, bizim emsal hesaplarımızda, TAKS ve KAKS hesaplarımızda TAKS verilen yerlerde "h" veriliyor. Zaten, baktığımızda, yıkılan binaların çok büyük bir çoğunluğu TAKS ve "h" olan binalar. TAKS vermiş 0,25; "h" vermiş 30,5. Bu ne demektir? Her yana 1,5 metre çıkabilirsin. Bizimki uygulamada da 1,5 çıkmıyor, 1,80 çıkıyor. Çünkü öyle ya, iskân aşamasında da ölçerken 1,80'i 1,5 yazdın mı fotoğrafta da bir şey çıkmıyor; bu tür binalar. Ya, şimdi, 10 katlı, 12 katlı, 15 katlı binalarda çıkma olur mu? "Mühendislik açısından çözülebilir." diyorsunuz...

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Çıkmayı kesinlikle yasaklamak lazım.

DERYA BAKBAK (Gaziantep) - Zaten şu öbür raporda da bunlar yayınlanmış.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Ama bir şey söyleyeyim, bakın, ben bunların hepsini burada söyledim, bu Komisyonun tutanaklarının hepsinde var bu. Yani üzülüyorum; biz ilave yaptığımız muhalefet şerhlerinde, ilave görüşlerde bunları söyledik. Bunu söylerken Hatay'a bile çok değindik yani "Hatay yıkılacak." dedik "Kahramanmaraş yıkılacak." dedik, ya, dedik Komisyonda. Gittik, gördük yani ben oraları çok gören birisiyim, o yapı stokunun... Bizim milletvekilimiz var, İsmet Tokdemir'in oğlunun ofisine gittim, binaya baktım "Hemen çıkalım buradan." dedim, "Niye ağabey?" dedi, "Bu bina yıkılır ağabey." dedim; yıkıldı, yerle bir oldu. Allah'tan o binanın tamamı iş yeriydi, gece olduğu için o binada ölen olmadı. Yani anlatabildim mi? Bir binanın yıkılıp yıkılmayacağını görmek için de hani karot bile almaya gerek olmuyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bizim bir de kamu kaynaklarını nereye kullanacağımız konusunda artık bir tercihe gitmemiz lazım. Bakın, Gürsel Bey söyledi, siz de değindiniz; ben İstanbul depremi demiyorum çünkü bu Marmara Denizi'nin içinden geçen bir fay "zone"u ve Marmara'daki fay "zone"unun etkileyeceği şehirlerin başında bence İstanbul gelmiyor. Yani en çok yıkım yapacağı yerler bence İstanbul değil. Niye? Yalova, Sakarya, Kocaeli, Bursa, Çanakkale, Tekirdağ ve İstanbul. İstanbul'u niye çok etkileyecek? İstanbul'da yapı sayısı çok fazla olduğu için. Yani mesela, İstanbul'da 1 milyon 100 bin bina risk altında diyelim, bunun yüzde 1'i yıkılacak olsa 11 bin bina yapıyor. İstanbul'da bina başına ortalama 15 kişi yaşıyor. Bunun anlamı şu: İstanbul'da yüzde 1 bina yıkılsa 165 bin kişi enkaz altında demektir. Hasarlıyı, ağır hasarlıyı demiyorum. O nedenle herkes İstanbul diyor, bence Marmara'nın riskinin bütünüyle düşünülmesi lazım.

Şimdi, Marmara'nın riski sadece konut yapılarında yaşamını yitirecek ya da yaralanacak insanlarla ilgili değil. Bakın, Türkiye açısından Marmara depremi bir ulusal güvenlik meselesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin yüzyıllık tarihinde yaşamayacağı kadar büyük bir risk taşıyoruz. Bakın, çok farklı sonuçlar doğuracak bir afet riskiyle karşı karşıyayız. O nedenle, sadece İstanbul'u dirençli hâle getirmek değil, Bursa'yı da Yalova'yı da Sakarya'yı da Kocaeli'yi de... Yani Gölcük'e kadar geldi deprem. Pazarcık depremi 90 kilometre ötedeki Çukurova'da 14 katlı binaları yıktı. O nedenle, deprem sadece geçtiği güzergâhı değil, zayıf betonarme özelliği gösteren, zayıf zemin özelliği gösteren farklı uzaklıktaki binaları, 100 kilometreye kadar olan binaları yıkabilmektedir. O nedenle, bütünüyle Marmara'nın riskinin azaltılması gerekir. Nedir bu? Artık bütün belediyeler yapı stokunu biliyor; bakın, herkes biliyor. Hangi binanın yıkılacağına kadar noktasal tespit var yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi 39 ilçeye... Bu, geçmişten beri başlamış bir çalışma yani ben buna "İstanbul Büyükşehir Belediyesini biz kazandık, biz yaptık." demiyorum, geçmişten gelen bir birikim var. Buna en sonunda -evet, İzmir depreminden sonra- çok büyük hız verildi ve bütün 39 ilçede hangi noktada hangi bina, riskine kadar tespitler yapılmış durumda ama şimdi, dönüyoruz, kamunun bunun finansman ayağını oluşturmasına.

Şimdi, bununla ilgili ayrılmış olan bir bütçemiz yok. Bakın, 200 bin liraydı bağımsız birim başına dönüşüm için, sonra 600 bin liraya çıktı, şimdi 1 milyon lira. Ama buna ulaşmak mümkün değil arkadaşlar, buna ulaşamıyoruz, mevzuat yüzünden insanlar ulaşamıyor. Yani öylesine bir şey ki... Yine, Gürsel Bey söyledi, yüzde 100 katılıyorum. Hatırlar mısınız, Avcılar Belediye Başkanımız 2020 yılında buraya geldi, dedi ki: "Biz 120 bin TL'ye 80 metrekare konutu dönüştürüyoruz." Dedim ki: "Nasıl dönüştürüyorsunuz?" "Hatta, biz, belediye olarak, bu işin organizasyonu için ödenen paradan da belediyeye yüzde 2 pay alıyoruz." dedi. 120 ile 150 bin TL arasında... Üç yıl içinde inşaat maliyetleri -TOKİ'nin yaptığı ihaleler ortalamasını söylüyorum, son yaptığı 28 ihale ortalaması- 1 milyon 600 bin TL. Şimdi, inşaat maliyetlerindeki...

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Konut başına değil mi?

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Konut başına, o da tünel kalıp. Tünel kalıp, konvansiyonel yöntemlere göre yüzde 10-15 daha ucuz bir yöntemdir. Mimari açıdan benim çok sevmediğim bir yöntem olmasına rağmen, maliyet açısından yüzde 10-15 daha ucuz bir maliyet yaratmasına... İşte, TOKİ'nin müteahhitlerinin... Bize hep ifade edildiği gibi, seramik TOKİ seramiği, kapı TOKİ kapısı, musluk TOKİ musluğu gibi yani piyasada birinci ürün değil ama ona eş değer daha ikincil ürünlerin kullanıldığı bir sektör olmasına rağmen, yapılan ihalelerdeki rakam 1 milyon 390 bin ile 2 milyon 500 bin TL arasında değişmiştir. Burada, köy yapılarının biraz daha fazla olduğunu belirtmek istiyorum.

Şimdi, bu büyüklükteki bir kentsel dönüşüm maliyetini bizim... Çoğunlukla otuz kırk yıl önce yapılmış olan, ağırlıklı olarak da burada bulunan milletvekillerinin yaşından daha fazla yaşa sahip olan hane halklarının dönüştürmesi mümkün değildir. Buralarda yeni kat vererek, buralarda emsal artırarak dönüşümü hızlandırmak da şehircilik ilkeleri açısından yönetilebilir değildir. O nedenle, nasıl ki bugün bir afet olduğunda bütün yükleri kamu kurumları, başta Hazine ve bakanlıklar olmak üzere yerel yönetimler üstleniyorsa bunu bir ulusal güvenlik meselesi hâline dönüştürüp bence öncelik gerektirmeyen kimi yatırımlar ertelenerek bu meselenin üzerine gidilmesi gerekmektedir. Bir afet başladı mı -Allah göstermesin- peş peşe gelir yani afetlerin birbirini tetiklemesi gibi bir şey vardır, özellikle de yer sarsıntılarında böyle bir durum vardır. O nedenle, mesela, basit bir şey söylemek istiyorum: Nakkaş-Başakşehir Kuzey Marmara Otoyolu'nun ek yolu için 2021 yılında 8,5 milyar TL artı KDV'yle ihale yapıldı. 2021 yılında 100 metrekare konut için ortalama inşaat maliyeti 200 bin TL'ydi; 40 bin konutun yapım bedelidir arkadaşlar bu, 40 bin.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Neresi için?

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Nakkaş-Başakşehir Kuzey Marmara'nın ek otoyolu inşaatı. Yani gerekli midir? Gereklidir. Bakın, hiç gereksiz demiyorum. Kuzey Marmara'nın Nakkaş-Başakşehir arasında yapılan otoyol projesinde olan bağlantı yolunun, sizin de aslında Kanal İstanbul olmayan ama "Kanal İstanbul'a başlıyoruz." dediğiniz bağlantı yolunun 2021 yılı ihale bedeliyle, biz 40 bin konutu bedelsiz dönüştürebilirdik. O nedenle, işte, tercihler, siyasal iktidarın burada alacağı kararlar önemli. Ya, bizim tercihimizi neden yana yapacağımızı belirlememiz lazım. Artık, hani biz bir şey söyleyince o ilin milletvekili karşı çıkıyor, burada ben -İbrahim Bey sağ olsun- İkizdere'yi Erzurum'a bağlayan Ovit Tüneli'yle ilgili "Ovit Tüneli'ne ihtiyaç vardı ama yani Ovit Tüneli'ne harcanan milyar dolara yakın parayla biz ulaştırmada mesela daha çok metro yatırımı yapabilirdik; işte, 500 bin, 1 milyon nüfuslu Esenyurt'u şehre bağlayabilirdik." demiştim. Yani ikisi de tercihse tercihi neden yana yapmak gerektiğine de siyasiler karar veriyor ama şimdi bize düşen, siyasilere düşen temel karar bürokrasiye tercihler noktasında yol gösterici olmaktır, neyi tercih edeceğimizi onlara anlatmamız gerekir. Ben yürekten inanıyorum, Marmara'da yaşanacak bir depremde millî ekonominin yüzde 50'sinden fazlasının olduğu, üniversitelerin yüzde 50'sinden fazlasının olduğu, Türk turizm gelirinin yüzde 40'ının sağlandığı, bilim entegre yaşamın yüzde 71'inin geçtiği bir kent bir afetle yıkıldığında bu Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından ulusal güvenlik meselesi olacaktır ve mutlaka bunun tedbirlerinin hızlı bir biçimde alınması lazım. Ancak, tabii, bir problem var, o da ne? Milyonlarca insan deprem enkazının altında yardım beklerken biz risk altında olan binalarla ilgili nasıl bir uygulama yapacağız? Bakın, Mecliste imar, afet yeniden... Tam adı nasıl?

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Afet Yeniden İmar Fonu.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Afet Yeniden İmar Fonunu görüşüyoruz. Afet Yeniden İmar Fonu yani sadece depremde mağdur olmuş şehirlerdeki düzeltme için bir kaynak yaratmanın peşindeyiz ama mesela o yasanın içine de... Biz konuştuk "Ya, buraya risk analizi yapalım, risk analizimizde yüksek çıkan yapı stoklarının, adaların, mahallelerin, bölgelerin, köylerin değişmesi konusunda onları da katalım." dedik ama, maalesef, onu başaramadık.

Şimdi, tabii, bunu niye söylüyorum? İşte, mesela, gene bir siyasal tercih olan "Kanal İstanbul" gibi. 40-50 milyar dolarlık bir proje yerine yılda 10 milyar dolarlık bir kaynak ayrılmış olsa Türkiye'de toplam yapı stokunu dönüştürmek için 80 ile 120 milyar, tüm altyapıyı ve kamu yapı binalarını dönüştürmek için 200 milyar dolarlık bir kaynağa ihtiyaç varsa buradaki tercih şu, siyasal iktidar şu tercihi yapacak: Buna 10 milyar dolar ayırdığı zaman yirmi yılda çözebilir, 20 milyar dolar ayırdığı zaman 10 yılda çözebilir; bugün çözme şansı yok ama bir planlama yaptığımız anda diyeceğiz ki: "Bütçe kaynaklarından bununla ilgili ayırdığımız budur." Değerli arkadaşlar, bunu yaparken de çimento ve demir çelik üreticilerinin sektördeki hızlı talep artışı karşısındaki fiyat artışlarının önüne geçmek gerekir. İstanbul'da hazır betonun metreküp fiyatı 2.200 TL artı KDV, bu fiyatlarla dönüşüm yapmak mümkün değildir. Daha iki yıl önce 200 liraya satılan bir metreküp beton bugün 2.200 TL'ye gelmiş ise o zaman sorumluluk sizdedir; gereğini yapacaksınız, ihracatı yasaklayacaksınız. Türk çimento üretiminin yüzde 40'ını, 50'sini ihraç etmek ne demek?

GÜRSEL EROL (Elâzığ) - Başkanım, bu da çok önemli bir konu, maliyetleri de çok artırıyor.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Neden biz yani Türk insanı, çimento... Yani, bir kamyon çimento bir iPhone parası, 1.500 dolar. Bir kamyon çimentoyu Amerika'ya 1.500 dolara ihraç ediyoruz, gemiyle ihraç ediyoruz; navlun ücretiyle, taşıma ücretiyle, kâğıt ücretiyle, her şeyiyle bir iPhone telefon parası ama ihracat yüzünden içeride tekeller oluşmuş durumda. Özellikle şimdi depremin en çok vurduğu İskenderun'da, Adana'da... Adana'da az ölüm var ama Adana'da en az 20 bin, 25 bin bina riskli duruma girdi, bunların hepsinin yenilenmesi gerekir. Adana'da yıkılacak olan binalar -Adana'yı biliyorsanız mutlaka görmüşsünüzdür- 10 katlı, 15 katlı, 20 katlı; 80 daireli, 100 daireli binalardan bahsediyoruz yani bu binalarla ilgili... Artık bizim vatandaşın kendi riskli binasını kamu kaynaklarından değil, kamunun faizsiz finansmanıyla ama uygun maliyetlerle dönüştürmesini de sağlamamız gerekir; bu fiyatlarla dönüşüm mümkün değildir. Bakın, dönüşümü kamunun yapacağını öngörmek gerçekçi değildir; bu, Türk mühendislik, mimarlık ve müteahhitlik sektörünün bütün birikimleri açısından da yanlıştır. Yani, biz çok güçlü bir sektörün var olduğunu biliyoruz ama burada sektörü bağlayan nedir? Bu maliyetlerdir. Bu maliyetler artık kontrol edilemez bir noktaya gelmiş. Yani, ya, arkadaşlar biz şunu gördük: Depremin ilk günü 15 bin liraya giden tırlar 30 bine çıktı. Yani, depremin ilk günü 15 bin... Yakıt mı arttı? Hayır. Arttı mı yakıt? Aksine, belki 50 kuruş da azaldı. Yani, bu konularla ilgili bağlayıcı, gerekirse de devletin gücünü hissettirecek kararlılıkta kararlar almak gerekiyor. Yani, öteki türlü, herkes istediği fiyattan istediği ürünü satamaz.

Şimdi, şöyle söyleyeyim: Burada, dönüşüm konusunda, siz gene devlet eliyle bunu yaptınız, hiç evi olmayan insanlar için bir uygulama getirdiniz. Bu risk bize gösterdi ki hiç evi olmayanlara arsa verdiğinizde buraya ev yapabilmeleri mümkün değil; evin parasını ödeyecek, bitecek, yirmi sene sonra da önce evin, arsanın parasını ödeyecek, sonra evini yapacak. Şimdi, bunun yerine, özellikle de bu bölgelerde ucuz arsayı evini yapmak isteyen insanlara verin yani sadece asgari ücretin 2 katı geliri olana ya da beyan etmiş olana değil. Siz, bu deprem bölgelerinden başlamak üzere, geriye kalan yerlerde de bunun önünü açın, kendi kaynağı varsa vatandaş sorunu çözsün. Bakın, İskenderun'daki Eda Apartmanı Sahil Apartmanı'yla birlikte en çok ölümün olduğu apartman. İskenderun'da Eda Apartmanı'nın önünde bir yurttaş şunu söyledi: "Bu binada oturanların her birisi... Bakın, şu enkaz altındaki araçları görüyorsunuz, bu otomobillerin her birinin fiyatıyla bu evler yeniden yapılabilirdi." Yani, biz depremde yaşamını yitirmiş, enkaz altında kalmış ya da ağır hasar görmüş olan yurttaşların tümünü de şey düşünmeyelim, bunların içinde hâli vakti yerinde olup kendi işini çözecek olan insanlar da var. O nedenle, burada uygulamada a, b, c, d, e tipinde farklı uygulama modellerini hayata geçirmek zorundayız.

Yine, ulaşım araçları, limanlar... Bakın, Marmara depreminde çok büyük bir risk altındayız; limanlarımız, deniz yapılarımız ve deniz araçlarımız... 2 metrelik ya da 1 metrelik bir tsunamide denizde bulunan, ulaştırma hizmetinde kullandığımız deniz araçlarımızın ve Marmara kıyısındaki ya da Bursa kıyılarındaki araçlarımızın büyük bir çoğunluğunu kaybedeceğiz; bunlarla ilgili hızla bir tedbir alınması lazım. Hatırlarsanız, 1700 yılında Marmara depreminde Osmanlı donanmasının tamamı denizdeki tsunami sebebiyle yok olmuştu. Bizim, denizde bulunan araç gerecimizin de ekipmanlarımızın da deniz araçlarımızın da mutlaka planlanmasına; limanlarımızın, iskelelerimizin mutlaka buna uygun olarak yeniden planlanmasına ihtiyacımız var. Gördük ki bizim lojistik meselesiyle ilgili de... Ulaştırma konusunda herhangi bir yerleşim yerine, herhangi bir afet bölgesine lojistik kanallarımızın mutlaka çeşitlendirilmesi ve buralarla ilgili yeni ulaştırma senaryolarının hızla hayata geçmesi çok önemli.

Yine, okullar... İskenderun'da gördüm, İlçe Millî Eğitim Müdürü "87 okul var." dedi, ben onun bilgisi üzerinden... Yani "3 okul dışında yeni yapılmış 84 tane okulumuzda hasar meydana gelmedi; çatlamayla, hafif hasarla ya da hasarsız atlattık." dedi. Şimdi, İskenderun için tekrar söylüyorum: Fay hattı Amanos Dağları'nın Kırıkhan tarafındaydı, arada bir Amanos Dağları var. İskenderun mesafeden dolayı, çürük zeminden dolayı, dolgu alanından dolayı, tarım toprağından dolayı afete maruz kaldı. Niye dedim? Yani, niye olduğunu biliyorum; okullarda güvenlik katsayısı 1,5. Bizim hastanelerimizi, afet anında organizasyonu yöneteceğimiz kamu hizmet binalarımızı hızlı bir biçimde elden geçirmemiz lazım.

Başka bir nokta, mesela, Hatay'da bunu hiç göremedim. Ya, bizim bir afet anında kullanılabilecek tek katlı, prefabrik, bir metrekarelik yerimiz yokmuş; bu da büyük bir risk yani. Herhangi bir yerleşim yerini düşündüğümüzde, orada bizim afete dönük a, b, c planları içinde... Ya, kamunun belediye binası 5 katlı olabilir ama belediyenin orada tek kat üzerine çelik konstrüksiyon yapılmış, afetten etkilenmeyecek ilave yönetim binalarının olması gerekir; o binalarda muhtelif makine ikmali olabilir, su kanalizasyonu idaresi olabilir ama hemen oraya geçip belediye oraya taşınabilir. Bugün Anadolu'daki pek çok belediyede kamu... Yani, yok; binası, hepsi birden yıkılıyor çünkü hepsi betonarme, bu betonarme kültürü girmiş bir kere yani nasılsa. Buralarda alternatiflerin hızla... Şu gelebilir: Ya, afet bölgelerinde, fay hattına yakın olan yerleşim yerlerinde kamu, kamu kurumları, özellikle de yerel yönetimler ya da valilikler binalarını çeşitlendirmek durumundadır, güvenli alanlara taşımak durumundadır. Hastanenin ötesinde sağlık tesislerinin tümünü, tek katlı, iki katlı sahra hastanesi özelliği gösterecek alanları planlamak durumundayız.

Bunun ötesinde, ne yaşadık? Bakın, gene, bizi ilgilendiren... Bu Komisyon şunu yapmak zorunda: Nüfusu 5 bini aşan bütün yerleşim yerlerinde, deprem toplanma alanlarında kişi başına belli sayıda -her 100 kişi için bir tane- önceden yeri hazırlanmış tuvalet, duş ve su tesisatları hazır hâle getirilerek, tesisatları bitirilerek, üzerine bir tane saksı konularak bitirilmesi gerekiyor. Ben, mobomu getirdiğimde ya da duş konteynerimi getirdiğimde nereye koyacağımı önceden bilmeliyim, oraya vinçle indirdiğimde de hemen tesisatı bağlayabilmeliyim, jeneratör orada hazır olmalı, yedek su deposundan çalıştırabilmeliyim. Biz Anadolu'da dört gün, beş gün tuvalete ulaşamadık arkadaşlar, sizler biliyorsunuz. Yani, suya ve tuvale ulaşmak mümkün değil. Moboyu getiriyorsunuz, şebeke çökmüş, buna ilişkin sistem yok, bütün binalar yıkılmış. Hemen bir plan alınacak, her 5 bin nüfus için bir toplanma alanı oluşturulacak; bu toplanma alanında da her 100 kişi için bir tuvaletin yapılabileceği tesisat hazırlanacak. Parkın içinde, toplanma alanlarında tak, tak, tak... Mobo geldi, tak koydu, on dakika içinde bitecek; ilk yapılması gereken. Arkadaşlar, Hatay'da Jandarma Alay Komutanlığı üs olmuş, girdiniz mi onun tuvaletine? Hatay'a giden var mı?

SELMAN ÖZBOYACI (Konya) - Girdim ben, girdim.

GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Böyle bir şey olabilir mi ya? Ya, böyle bir şey olabilir mi? Yani "üs" diye "karargâh" diye olduğumuz yerde insanlar kırk sekiz saat, yetmiş iki saat tuvalete ulaşamadı, olamaz böyle bir şey! Artık biz bir karar alacaksak bunu hızlı bir biçimle alıp hayata geçirmemiz lazım.

Ben, yine, bütün bunlarla ilgili... Türkiye'nin önündeki en büyük sorun ulusal güvenlik meselesidir. İklim değişikliği Türkiye açısından birinci derecede problemdir. Türkiye orta kuraklık seviyesinden kurak ülkeler seviyesine geçmek üzeredir. Türkiye'nin su rejimi değişmiştir, Türkiye'nin yağış rejimi değişmiştir. Türkiye yağışlarını mevsimsel değil, genel olarak tarımın da istemediği dönemlerde ani yağış rejimleriyle almaya başlamıştır. Bu meselede, biz... Yani, bu Komisyon Deprem Komisyonu ama afete dirençli, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesiyle ilgili bir geniş bakış açısına mutlaka ulaşması gerekir.

Yine, köy yerleşik alanlarıyla ilgili... Bizim artık mutlaka köy yerleşik alanındaki nüfus göçünü tersine çevirerek; ulaşım araç gereçlerinin de gelişmesiyle birlikte şehir merkezlerine 10 kilometrelik, 20 kilometrelik, 30 kilometrelik köy yerleşim alanlarımızı doğru zeminlerde planlayarak; buralardaki okulları da köy okullarını da yeniden açarak nüfusu olabildiğince... İşte, Ebenezer Howard'ın bahçe kent anlayışında dediği gibi; bir merkez ve merkez nüfusunun yüzde 15 olması, nüfusun geri kalan yüzde 85'inin o merkezin etrafındaki belli noktalara kümelenmiş ve oralarda şehri besleyen, merkezden dağılan, merkeze hep eşit uzaklıktaki belli alanlara gelmesi lazım. Yani, şehircilik açısından bakıldığı zaman da bizim en azından bundan sonra oluşturacağımız yerleşim yerlerinde köy yerleşim yerlerini planlamamız lazım, köyde yaşayan nüfusun sayısını hızla artırmamız gerekiyor. Gördük ki afete maruz kalmış yurttaşlarımızın tamamı ilk fırsatta geldiği köye gitti çünkü orada en azından kendisine sahip çıkacak olan bir alan var, en azından mahremiyeti sağlayabilecek... Biz bu depremde kadınlar açısından, çocuklar açısından mahremiyetin ne kadar önemli ve değerli olduğunu gördük. Biz bunu sağlayamadık arkadaşlar, şehirler kadınların mahremiyetini sağlayamadı. Afete maruz kalmış yerlerde bunun da önemli bir çalışma alanı... Bu, planlamanın temel ilkelerinden biri hâline dönüşmesinin şartı. Yani, bizim, yeni bebek sahibi olmuş bir kadının çocuğunu nerede emzireceğini bile planlayamadığımız ortaya çıktı; bütün bunlar önemli.

Yine, ruhsat işlemleriyle ilgili, köy yerleşik yerlerindeki ruhsat işlemleriyle ilgili... Yani, evet, buralardaki yaşam koşullarının ağırlığı dikkate alınarak tip projeler oluşturulabilir, uygulama planlarıyla birlikte oluşturulabilir, zemin etütleri kamu kurumları tarafından yapılabilir. Her köy yerleşim yerinde, özellikle de buraların -belki meralar için de- güçlü zeminler üzerinde köyler planlanabilir ama -Mecliste de konuşmuştuk- tarım alanlarının imara açılmasını mutlaka engellememiz lazım. Çanakkale'den Tekirdağ'a, Balıkesir'den Muğla'ya tarım topraklarının parsellenerek, 5 bin 5 bin parsellenerek, içine 250 metre villa yapılarak tarımsal üretimin özel hobilere dönüşmesinin mutlaka engellenmesi gerekir. Bu, bizim açımızdan hayati bir meseledir. Türkiye'nin ulusal güvenlik meselelerinden biri de tarım topraklarının hızlı bir biçimde imara açılması meselesidir. TOKİ'nin Adıyaman'da en son başladığı alan kamuoyunun çok dikkatini çekti, buğday ekim alanı direkt imara açılmış. Ben Adıyaman'a gittim. Adıyaman'da, şu anda, Adıyaman Belediyesinin şehrin hemen batısında yaptığı hayvan barınakları var, oralar rezerv alan ilan edilmiş, zeminler son derece güvenli; kent oraya taşınabilir. Adıyaman'a bakılırsa 200 metre daha yüksekte bir alandan bahsediyoruz. Adıyaman açısından daha nefes alınabilir yani insanların o sıcak havalarda bunalmayacağı bir ferahlığı da sağlayabilir. Böyle yerler varken orada tarım toprakları niye imar açılıyor, açıkçası ben çok çözebilmiş değilim.

Finansman meselesi önemli, kamu kaynaklarının finansmanını mutlaka çözmek zorundayız. Bu inşaat maliyetlerini kontrol altına alırken burada sabit fiyat garantisi verilebilir. Bir bölgede... Bakın, bugün gidin, İstanbul'da peşin para verin, hazır beton alamazsınız; peşin para verin, demiri bağlayamazsınız. Arkadaşlar, kimse peşin parayla mal vermiyor, diyor ki: "Betonu ne zaman dökeceksin, o gün gelirsin, o günkü fiyattan peşin parayla ödersin." "Ya, ben bin metreküp beton istiyorum, kaç para?" "2 milyon lira." "Buyur, 2 milyon liramı vereyim." "Hayır, kabul etmem." diyor. Paranın getirisi yüzde 1,5, maliyet artışı aylık yüzde 10. Şimdi, böyle bir şey olamaz yani bu, inşaat sektöründeki dönüşümün önündeki en büyük nedenlerden bir tanesi. Hiçbir müteahhit bağlantı yapamaz hâle gelmiştir, hiçbir ürüne fiyat garantisi veremez hâle gelmiştir; bunun mutlaka çözülmesi lazım. Bu çözülmeden bütün bu anlattıklarımız var ya hepsi boş, hepsi boş, hiç yani.

Geçen sene geldiler, bana dediler ki: "Ya, bir camimiz riskli, yıkacağız, yeniden yapacağız." Sarıyer'de, Aydınevler Camisi. Beton firmasını aradım, dedim ki: "Ya, para peşin, hayırsever parayı verecek, kaç para?" "550 lira." "Sen benim için kaça inersin?" "500'e inerim." "Tamam, 5 bin metreküp beton alacaklar." "Yok, veremem; hangi gün alırsa o gün..." Cami inşaatı devam ediyor, bugün 2.200 lira betonun İstanbul'daki fiyatı; bu, yönetilebilir değil yani bu, yönetilebilir değil. Siz TÜİK'le istediğiniz kadar deyin ki: "Enflasyon rakamları yüzde 1,5-2 arttı." İnşaat maliyetlerindeki aylık artış net yüzde 10'un üzerinde, her ay yüzde 10'un üzerinde artış meydana geliyor.

Şimdi, bu kira yardımı konusunda, 3.500 lira kesinlikle sorunu çözmez. İstanbul'da bugün... Ya, gözlerim yaşardı arkadaşlar. Sarıyer Reşitpaşa'da merdiven korkuluğu olmayan bir çatıya çıktım; korkuluk yok, ikinci kat, çatı arası, 2 oda 1 tuvalet, 10 bin lira kira... Aile deprem sonrası Kahramanmaraş'tan gelmiş, aylık 10 bin lira, 5 kişi... Yani, 2 aile, bir odada bir aile kalıyor, bir odada bir aile; bulamamışlar. Kiraların bu kadar yüksek arttığı bir dönemde bu yeni deprem göçüyle birlikte -ki buna Suriyelilerin de göçünü katalım, bölgedeki bütün Suriyeliler de büyük şehirlere göç ettiler- bu 3.500 lira kira yardımıyla dönüşümü sağlamak çok mümkün değil. Son olarak da şöyle söyleyeyim: Yani, mutlaka bunun 6 bin liranın üzerindeki bir rakama hızla çekilmesi lazım.

Bu konularla ilgili, gerekirse evini riskli yapı hâline dönüştürüp geçici olarak, bir yıllığına ya da iki yıllığına kiraya çıkacak olan insanlarla, evini kiraya veren insanlarla ilgili de birtakım düzenlemeler getirilebilir. Devlet bunların kirasını ödeyecekse, devlet bu konutları kiralayacaksa o zaman bu kişilere "10 bin lira değil, bize 6 bin lira ver ama size de belli istisnalar getiriyoruz." diyerek bir özendirme yapılabilir çünkü büyük şehirlerde boş konut çok fazla, insanlar dairesini satacaksa kiracı almıyorlar, kiracı girerse satamam endişesini taşıyorlar. Bu manada, kamu bu tür dönüşümlere girecek olan yerlerle ilgili kısa dönemli, bir yıllık, iki yıllık kiralamalar yaptığında çıkacağı belli olursa bu tür düzenlemelerin de faydalı olacağını düşünüyorum.

Yine, ulusal güvenlik meselemiz Marmara depremidir. Türkiye'nin Marmara depremini bütün kurumlarıyla, bütün siyasetiyle bir devlet politikası hâline getirerek mutlaka çözmesi gerekir. Bunun için ben Gürsel Erol Beyefendi'ye tekrar teşekkür ediyorum. Türkiye'nin en büyük şehrinin Belediye Başkanı -Sayın İmamoğlu- Valisi buraya gelmeli ve bizden ne istiyorlarsa yasal düzenleme bizim onu mutlaka hızlı biçimde çıkarmamız lazım. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Valisi de gelmeli, Tekirdağ da gelmeli, Çanakkale de gelmeli. Çanakkale'yi göz ardı etmeyin, Çanakkale, birinci derece deprem bölgesi. Marmara Fayı Çanakkale'deki fayı da tetikleyebilir. Fayların birbirini tetikleme, stres öteleme diye bir durumu söz konusu. Bütün buralara baktığımız anda bu Komisyon eğer bir ay içinde, çalışacaksa, bunları yapabilirse çok mutlu olurum.

Ya, burada biz çok ilave görüş yazdık. Ben Recep Bey'e çok teşekkür ediyorum yani kendisini çok iyi yetiştirmiş, iyi bir inşaat mühendisi ve depremi de doğrudan yaşayan bir bölgeden geldiği için bu Komisyonun bu hâle gelmesinde katkısını inkâr edemeyiz. Diğer üyelerimizin katkısının yanında Başkan olarak kendisine de bir kez daha ben teşekkür ediyorum