| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Afyonkarahisar Milletvekili İbrahim Yurdunuseven ve Tokat Milletvekili Mustafa Arslan ile 119 Milletvekilinin; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4997) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 15 .03.2023 |
HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Kıymetli Komisyon üyeleri, saygıdeğer bürokratlar, basınımızın çok değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde 6 Şubat günü dokuz saat arayla 30 kilometre mesafede 7,6 ve 7,7 olmak üzere iki büyük deprem meydana geldi; 11 ilimizi ve 13 milyon insanımızı etkiledi. Felaket asrın felaketi ve çok büyük fakat devletimiz ve milletimiz daha büyük. Bu mücadelede bunu ispatladık. Derhâl o sabah devletimizin bütün birimleri ve milletimiz büyük bir dayanışmayla deprem bölgesindeydi. Allah, böyle bir felaketi ve afeti hiçbir millete ve devlete vermesin. Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde Amerika'da ya da Rusya'da olsa idi felaketin asla altından kalkamazlardı, bu da bizim millet şuurumuzun ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor. Kırk gün gibi kısa bir sürede, başta sağlık hizmetleri olmak üzere barınma, yeme içme konusunda çok ciddi mücadele verildi ve mesafe alındı. Buradan, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
Burada sağlık hizmetleri dedim, burayı biraz açmak istiyorum. Süleyman Bey ve diğer arkadaşlarımız bu konuya, sağlık hizmetlerine değindiler. Ben de bu konuda, cevaben değil de kendi dalım olduğu için birkaç cümle söylemek istiyorum. Sağlıkta son yıllarda hakikaten çok ciddi yatırımlar yapıldı ve ciddi hizmetler veriliyor. Eğer şehir hastaneleri olmasaydı... Buradan şunu da söyleyeyim: Bölgeden İstanbul'a gelen ve de Ankara'ya gelen tüm depremzede yaralılarımızın hemen hemen hepsine yakınını ziyaret ettim, acil şifalar diliyorum buradan ve ölen vatandaşlarımıza da rahmet diliyorum. Her şeyden önce, Türkiye'de şu anda 1,5 milyon sağlık ordusu var, bu çok önemli bir rakamdır yani gelişmiş ülkelerin çok daha üzerinde, nüfusumuza karşılık koyarsak; 190 bin hekimimiz var, 1.550 hastanemiz var -bunların 560'ı özel, 20'si şehir hastanesi olmak üzere- 300 bin yatağımız var, 25 bin yoğun bakım yatağımız var, an itibarıyla 136 tıp fakültemiz var. Efendim, yıllık ortalama 20 bin hekim mezun ediyoruz ve de hedef 25 bin. Hekimlerimize, sağlık ordumuza dünyanın her tarafından büyük talep var, gerçekten büyük talep var; özellikle İngilizce konuşan ülkeler ve de Almanya, Körfez ülkeleri. Yurt dışına çıktığımızda hekim arkadaşlarımızı orada ziyaret ediyorum, diyorum ki: Memnun musunuz? Nasılsınız? Diyorlar ki: "Arkadaş, Allah kimseyi memleketinden uzak etmesin, o ayrı bir şey. Yalnız, biz geldik, çok memnun değiliz, bir iki sene sonra geri döneceğiz." Ama şöyle oldu: Pandemi döneminden itibaren biz sağlık konusunda çok ciddi dikkat çektik. Pandemide özellikle Avrupalılar ve Amerika hastalarını zengin/fakir, yaşlı/genç olarak ayırdılar, hatta birçok hastayı parklarda ve bahçelerde yatırdılar. Biz de Allah'a şükür, hepsinin altından kalktık ve de pandemi döneminde, emin olun bundan, dünyada en başarılı ülkelerden biriyiz. Dünya Sağlık Örgütü bizi bu konuda gıptayla seyretti, hakikaten başarılıyız. Şöyle ki: Türk doktorları gerçekten fedakâr. Niye? Seferberlik yapmış bir milletin çocukları veya torunlarıyız, biz zorluğu severiz ve mücadeleyi severiz. Hekim arkadaşlarımız hasta olma pahasına, hastalanıp eşlerine ve çocuklarına, evdeki ailelerine bulaştırma riskini bile bile hasta başından ayrılmadılar. Avrupa'da hekimler istifa ettiler, hastalara bakmadılar. Biz o dönemde sadece kendi hastalarımıza değil dışarıdan gelen hastalara da baktık. Mesela, iki örnek vereyim; 2 tane pandemi hastanesini, İstanbul'da, bir tanesi Sancaktepe, bir tanesi Atatürk Havalimanı olmak üzere -gittim, oraları da defalarca ziyaret ettim- iki ayda kurduk. "Ventilatör" diye bir cihaz vardır, bunu yıllardan beri büyük paralar vererek yurt dışından ithal ederdik; on beş günde bunu, ventilatör cihazını bizim iş dünyamız, iş adamlarımız, sanayicilerimiz yaptı ve kullanmaya başladık; bir de bu ventilatörü dış ülkelere ve özellikle ihtiyacı olan ülkelere de hibe ettik. "High Flow" diye bir cihaz vardır, solunum yetersizliğinde olmazsa olmaz bir cihazdır, mutlaka lazımdır, Covid'de de -coronada- çok önemlidir görevi. Neden? Yüksek akım oksijen verir. Bu cihazı da on beş günde yaptık ve ihraç ettik, artı ihtiyacı olan ülkelere verdik. Yani sağlık ordumuz, sağlık ekibimiz depremde hakikaten çok büyük mücadele verdi, pandemide büyük mücadele verdi. Bu konuda başarılı olduğumuzu söylüyorum. Mesela -örnek vereyim- on bir gün enkazda kalan Aleyna Ölmez diye bir kız çocuğumuz var, 14-15 yaşında. Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük ilgisiyle Ankara'ya getirildi; Ankara'da Ankara Tıp Fakültesi Cebeci Hastanesinde tedavi gördü, şu anda taburcu, evinde. Onu geldiğinde gidip ziyaret ettim. Hakikaten demin dediğim gibi hem moralman -morali yükselmişti- hem de travmalarında çok ciddi ameliyatlar da oldu, kalça kırığı vardı ve sağlıkla, sıhhatli bir şekilde evine taburcu oldu. Bir tane örnek, bu. Bu konuya da biraz değinmek istedim, arkadaşlarımın sabrından dolayı teşekkür ediyorum.
Şimdi, şurası bir gerçek ki ben tıp doktoruyum -mühendis değilim, avukat da değilim- onun için bu konulara girmek istedim. Biz deprem bölgesindeyiz yani ülkemizde deprem yeni değil, arkadaşlarım bu konulara değindiler, tekrarına gerek yok. Ülkemizde zaman zaman deprem oluyor ve olacak da fakat tedbirli olmamız lazım; belli bir sistemde, planda hareket edilmesi gerekiyor. Özellikle "Depremden değil oturduğunuz evden korkun veya yaşadığınız evden." diye bir söz var. Bu önemli bir şeydir. Bir defa, evlerimiz... Şimdi, atalarımız evlerini götürmüşler dağın yamaçlarına ve tepelere yapmışlar. Biz bunları iptal edip ovalara yayılmışız. Örneğin, Bursa Ovası, hem tarım alanları işgal edilmiş hem de zemini sağlam olmayan yerlere ev yapmışız. Bu bir gerçek arkadaşlar. Şu gökdelenden de, Allah aşkına, vazgeçmemiz lazım. Bazı arkadaşlara soruyorum: Ya, kaçıncı katta senin ofisin diyorum, yok 30'uncu kat, 40'ıncı kat. Bir hekim olarak içim titriyor. 30'uncu kat, 40'ıncı kat ne kadar sağlam olur, onu bilemem. Siz temelini ne kadar sağlam yaparsanız yapın, bu 3-4 kattan vazgeçmemek, en fazla 3 kat olması gerekiyor. Radye temel... 99 depremi... O 99 depremini de ben bizzat yaşadım hekim olarak. İstanbul Avcılar'da o zaman o Gölcük depreminde çok ciddi bir sarsıntı oldu. Bin tane bina yıkıldı, bine yakın insanımızı kaybettik, maalesef onu bizzat yaşamış bir insanım ve o felaketi gördüm efendim. Şimdi, radye temel dedim, sismik izolatör dedim. Bu sismik izolatörün ismi çok geçiyor, yalnız belli bir yükseklikten sonra, özellikle devlet kurumlarında ve hastanelerde mutlak sismik izolatörün yapılması lazım. Belli yükseklikten sonra ben 3-4 kat diyorum ama bazı arkadaşlar "10'uncu kata kadar olur." diyor, ondan sonra bunun etkisi olmuyor maalesef, gücü yetmiyor ve bitişik nizamlarda da etkisi yok bu sismik izolatörün. Bunu da buradan söylemiş olayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bir hekim olarak söylüyorum, bu uyuşturucu ve madde bağımlılığı çağın ve yüzyılın hastalığıdır. Bütün dünya ülkeleri şu anda uyuşturucu bağımlılığıyla ve uyuşturucuyla mücadele ediyor. Sayın İçişleri Bakanımızın bir sözünü ben hatırlıyorum, çok da benimsiyorum. Yetkili arkadaşlara dedi ki: "Okul çevresinde uyuşturucu tacirlerini ve satanlarını görürseniz bunları derhâl alıp lütfen kanuna teslim edin." ve bu konuda...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Hayati Bey, "Kanuna teslim edin." mi dedi yoksa başka bir şey mi dedi? Yani ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa...
HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Oraya girmek istemiyorum ama ben o söze katıldığımı söyleyeyim efendim. Hakikaten söyleyeyim. Niye? Bir saniye...
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Ama bu sözü söylemedi.
HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Ben bunu burada böyle söylüyorum. Orada hakikaten... Sayın Bakan da bir baba, hatta dede; biz de babayız, çocuklarımız var.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Böyle demişse saygım var, "Bacakları kırın." demişse apayrı bak.
HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Çocuklarımız var; Allah, çocuklarımızı bu hainlerden, bu tacirlerden, bu insafsız insanlardan korusun, çocuklarımızı korusun.
Uyuşturucunun beyne etkisi, biraz da uyuşturucunun zararlarını söyleyeyim ben. Uyuşturucu, beyni bir kere etkiliyor, çok etkiliyor, hızla mekân kavramını etkiliyor, duyu organlarını yok ediyor, solunum sistemini baskılıyor, nefes darlığı yapıyor, öksürük, boğulma hissi yaratıyor, dolaşım sistemimizi etkiliyor -dolaşım derken kalbi, direkt, onu demeye çalışıyorum- çarpıntı yapar, yüksek tansiyon yapar ve kalp yetmezliğine neden olur; belli yaşta, genç yaşta ölüme sebep olur. Bedensel zararların yanı sıra ruhsal hastalıklar biliyorsunuz ruhsal bozukluklara yol açar; kişide sıkıntı, gerginlik, uyku bozukluğu, depresyon, hayal görme, şüphecilik duygularını veriyor. Madde kullanan kişiler içine kapanma, sevdiklerinden uzaklaşma, ani duygu değişimi, çabuk sinirlenme derken şiddete yol açıyor. Ben, Kadına Şiddet Komisyonunda Öznur Çalık Hanımefendi'yle ve diğer arkadaşlarla hem de yaklaşık iki buçuk üç sene çalıştım. Kadına şiddetin en büyük nedenlerinden biri uyuşturucu bağımlılığı olan insanlarda. Bunları çok araştırdık, hatta cezaevlerini ziyaret ettim, bizzat onlarla görüştüm, "Efendim, namusumu temizledim." diyor. Gayet rahat adam; Allah ıslah etsin, ne diyelim? Yabancı ülkelere de gittik, oradaki durumları gördük. Bu konu da önemli bir konu, o da alınganlık, iştahta bozulma falan yani insanı insanlığından alıyor, bunu buradan söylemiş olayım. Ülkemizde uyuşturucuyla mücadelede büyük mesafeler alındı hakikaten, ciddi mücadele veriliyor. Yalnız, öyle bir konumda, öyle bir coğrafyadayız ki rahmetli Dündar Taşer Bey'in dediği gibi, diyor ki: "Atalarımız öyle bir coğrafyada ki coğrafyayı değiştiremeyiz. Bütün her tarafımızdaki komşularımızın gözü bizim topraklarımızda." Herkes yıllardan beri dünyanın en gelişmiş -burada şu sözü söyleyeyim- 5 ya da 7 ülkesi en iyi ajanlarını Türkiye'ye gönderirler, maalesef böyledir. Son yüz yılı inceliyorum, maalesef böyle. Bu konuda yani bunlarda, uyuşturucu konusunda da mücadele ediyoruz da her tarafımızdan saldırıyorlar. Yani "Özellikle doğudan gelip batıya geçiyor." diyorlar da her taraftan uyuşturucu konusunda Türkiye'ye bunu sokmak için uğraşıyorlar. Bu konuyla ilgili pek çok farklı merkezler kuruldu arkadaşların da söyledikleri gibi. Kanuni tedbirlerin alınması zorunlu hâle gelmiştir. Uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin ticaretini yapanların cezası on yıldan on beş yıla çıkarıyor, bu kanun teklifini biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak destekliyoruz, hatta cezanın daha da arttırılmasından yanayız.
Tekrar, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konuda atılacak tüm adımların yanındayız diyor, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.