KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; ben bazı bakanlar gelip de sunumlarını yaptıktan sonra söylenecek laflar konusunda çok zorlanırım, onun üzerine empati yapmaya başlarım, yani "Ben olsam ne yapardım acaba böyle bir durumda?" diye düşünmeye başlarım gerçekten. Bu, belki de bir iş birliğinin ya da buralarda sizin yaptığınız işlemlere katkıda bulunmanın en iyi yolu olarak ortaya çıkar ya da en azından bana öyle görünür.

Şimdi, burada pek fazla şey söyleme olanağı falan yok, yok ama yine de satır başları itibarıyla, bu empati sonucunda ortaya çıkabilecek olan olayları size nakletmek istiyorum değerli milletvekilleri.

Bir kere, beni neredeyse otuz beş kırk yıldır rahatsız eden bir olgu var, o da 2/B, yani ormandan çıkarılan arazi. Değerli arkadaşlar, ormandan arazi çıkmaz. Ormanın örtüsü veya orman arazisinin örtüsü yok olabilir, bozulabilir. Allah göstermesin, yangın olur, sel olur, şu olur bu olur, sürüklenir. Belirli bir süre sonra o yeniden orman hâline getirilmek için ne gerekiyorsa yapılır. "Burada örtü yandı, örtü bitti, ormandan çıksın." Bu olmaz. Ha, "Bu olmaz." dediğimiz şey -empatiyi bu nedenle yapıyorum zaten- fiilen oluyor. Sonra diyorsunuz ki: "1981 yılından önce ormandan çıkarılmış olan yerlerin bu kapsam içerisinde değerlendirilmesi, satılması, kullananlarına, maliklerine, zilyetlerine verilmesi şeklinde bir uygulama yapılır." Eğer bu uygulama yapılırsa, bu sürekli uygulama olmaz, bu geçici madde olur. "Böyle bir olgu var, biz bu sorunu ortadan kaldırmak istiyoruz. Biz bunu böyle bir halledelim." denir.

Nitekim, bu, otuz beş yıldan beri 2/B'yi konuşuyoruz biz, otuz beş yıldan beri. Rahmetli Özal zamanında en pik noktasını yaptı, daha sonradan başlanıldı, ne kadar zor olduğu ortaya çıktı fakat bu süre içerisinde bizim 2/B sürekli olarak arttı, çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı. İstanbul Defterdarı olarak Çavuşbaşı'nda rahmetli Kahveci zamanında verdiğimiz mücadele bugün gibi gözümün önünde. O neydi böyle, "s" gibi ormandan çıkan yerler yapılmış. Bir süre sonra birleştirildiği andan itibaren ormanın neredeyse tamamı gidiyordu ortadan.

Sonuç olarak, bu konuda kararlı bir tutum izlenilememesi bu 2/B'yi bugünlere kadar getirdi. Hele 2/B'yle ilgili olarak bazı kanunlarda, özellikle de Şehircilik Bakanlığıyla ilgili olarak döner sermaye düzenlemelerinde oturup da "Oradan elde edilen gelirlerin yüzde 90'ına kadar kısmı Şehircilik Bakanlığına verilir.", hatta "Oradan TOKİ'ye aktarılır." veya "TOKİ'nin döner sermayesine konur." denmiyor mu, işte o, tüylerimi diken diken ediyor. Ormandan çıkmış yer, doğal olarak orman köylüsünün kalkındırılmasına, o alanların yeniden ağaçlandırılmasına, yeni orman alanlarının açılmasında kullanılacak yerde beton döksün diye TOKİ'ye veriyorsunuz. Bu olmaz, bu gerçekten olmaz. Bu beni müthiş şekilde rahatsız ediyor. Bunun bir şekilde ve bir şekilde bu Meclis tarafından er geç çözülmesi gerekiyor.

Sayın Bakanın "odun dışı" deyimi her ne kadar yadırganmış oluyorsa da biz buna "orman altı ürün" diyerek geldik şimdiye kadar. Orman altı ürünleriyle ilgili olarak sundukları projeler heyecan uyandırıyor. Genellikle bu tür, ormanla ilgili, ormanın değerlendirilmesiyle ilgili her proje heyecan uyandırır, duyup da heyecanlanmayan insan yoktur. Bütün olay, bunun ne şekilde uygulanacağı konusudur.

Değerli arkadaşlar, tıbbi ve aromatik bitkiler konusundaki projelerde bütün dünya 2 tane temel koşul arar; bunlardan bir tanesi süreklilik, öbürü de standart. Siz ormanda -Sayın Bakanın verdiği örnekten gideyim ada çayı veya defne, kekik, hangisiyse- bir kekik türü üretebilirsiniz. Bu kekik türünden ne kadar ton üretebiliyorsunuz ve gelecek yıl da aynı kalitede bu ürünü verebiliyor musunuz? Eğer bunu yapamıyorsanız, ormanın değişik yerlerine serpiştirilmiş bu tür tıbbi ve aromatik bitkileri bir de oradaki köylülere destek olsun diye kontrolsüz bir şekilde toplamaya açıyorsanız, bu, orman altı ürünlerin değerlendirilmesi değil, ormanların itlafı anlamına geliyor. Millet bir dalıyor oralara, kökünden söküp söküp götürüyor, oradaki bitki türlerinin büyük bir kısmını mahvediyor.

Bu durumda yapılacak bir tek şey var, herkesin yaptığı olay da bu. Ağacı koruyorsunuz; ağacın altında, ormanın altında yetişiyor bu bitkilerin hepsi. Ölçek ekonomisine uygun yapacaksınız, dev parseller yaratacaksınız. Binlerce dönüm, bin dönüm, 2 bin dönüm, 3 bin dönümlük alanlarda... Çünkü orman alanlarımız -Allah'a şükür- iyi ve onların bir parselini işletmeye açtığınızda ondan sonra gelenleri değişik yıllarda açacaksınız. Yeniden başa döndüğünüz takdirde orası olmuş olacak. Eğer ormanı ölçek ekonomisine uygun olarak bu tıbbi ve aromatik bitki uygulamasına açmazsanız, ormandaki bitkilerin değerlendirilmesi diye her gün sunulan projelerle ormanı mahvediyoruz.

Dilek Yarımadası'nda bir ada çayı türü vardı, sideritis. Bütün Avrupa onun peşindedir, "dallı" derler bizde, dallı. Bütün Avrupa bunun peşindedir ama şimdi çıkın, Dilek Yarımadası'nda tek bir dallı bulamazsınız, yoldular, kökünden söküp götürdükleri zaman olmuyor. Bunun ne şekilde yapılacağını Orman Bakanlığı kesin gösterir.

Burada önemli olan, bazı hem ağaç yani hem odun olarak algılanacak hem de meyvesinden yararlanılacak orman bitkileri konusu var. Şimdi, değerli arkadaşlar, bunların bir tanesi de kuşburnu örneğin. Kuşburnu aslında Türkiye'de bilindiği kadarıyla, biz kuşburnunun meyvesi diye üstündeki o kırmızı etli kısmı biliriz, değildir. Bütün dünya kuşburnunun gerçek meyvesinin kuşburnunun çekirdeği olduğunu bilir. O üstteki pulpa sadece çekirdeği koruma amaçlıdır ve çekirdeğinden elde edilen yağ dünyanın en nitelikli, değerli yağlarından birisidir.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - En zengin nitelikli yağ.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Evet, müthiştir. A vitamininin vücutta kullanmaya hazır hâlidir, retinoik asittir. Şimdi, kuşburnuna baktığınız takdirde, kuşburnunu eğer dağda taşta, bir yerlerde alıp da yolacağınız bir meyve olarak görürseniz, gerekirse dalını paçasını kıraraktan götürürsünüz. Ama dünyada ülkeler bu kuşburnunu bu özelliğinden ötürü geliştirmişler, türlerini de geliştirmişler. Örneğin Şili içerisi olduğu gibi çekirdek dolu olan kuşburnu türleri yaratmış, genetiğiyle oynayarak değil, genetiğiyle oynanmaması gerekiyor. Meyveyi alıyorsunuz, incecik, zar gibi bir şey var, içerisi olduğu gibi çekirdek dolu. Yağ oranı da bizimki gibi değil, onun aşağı yukarı 2,5-3 katına yakın bir olay. İçerisindeki A vitamini de müthiş. Onun dışında, birazdan söylerim isimlerini, isimlerinin Latinceleri birden aklıma gelmiyor.

Onun dışında, asıl söylemem gereken olay, bizim sığla ormanımız, sığla. Bunu kesinlikle ve kesinlikle unutmaması gerekiyor Orman Bakanlığının. Sığla, dünyada 2 tane yerde yetişir. Bir tanesi ve kıyaslanamayacak kadar kaliteli olanı bizim Datça, Marmaris'ten başlayıp Fethiye'nin dağlarına kadar gelen yerdir, sığla ormanlarıdır bunlar. Buradan çıkarılan sığla yağının içerisinde tam 14 tane değişik bileşen vardır, tıpta ve özellikle kozmetikte değişik alanlarda kullanılır. En temel özelliği de sığla yağından elde edilen koku tutucudur, koku sabitleyici. Şimdi, geçen de bir vesileyle söyledim, Kyoto Protokolü'nden sonra gıda, kozmetik ve ilaç sanayisinde yapay kimyasal yani suni kimyasallar yasaklanacak, doğal kimyasal kullanılacak. Daha önceden, sığla yağından elde edilen koku tutucu bütün dünyada aranan bir ürünken -çünkü Meksika-Amerika sınırındaki bir bölgede yetişen sığla asla bizimkinin kalitesinde değil- bizim yağ aranırken, sonra sentetik koku tutucuları çıkarıldı, çok da ucuza çıktı, bizim sığla ormanları çöktü. İşin garip kısmı, sığla ormanlarındaki sığla yağının üretimi Orman Bakanlığının tekelindedir, kimse alamaz onu, dokunamaz. Sadece Fethiye'de falan gidip gizlice akşam ağaçları keserler, ağlayan ağaçtır, keserler, kauçuk ağacı gibi oradan sığla yağı akar sabaha kadar şişelerin içerisine. Dolayısıyla, sentetikler yüzünden sığla ormanlarımızı kullanamaz hâle geldik. Fakat biraz önce söylediğim, Kyoto Protokolü gereği olarak artık gıdada da, kozmetikte de koku tutucu olarak -kozmetikte derken sabunları da kastediyorum tabii...

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Niğde'ye de etkisi var Sayın Bakanım.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Hah, unuttuğum iğdeydi işte, çok iyi ettiniz, sağ olun.

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) - Niğde'ye dedim.

(Oturum Başkanlığına Sözcü Mehmet Şükrü Erdinç geçti)

BAŞKAN - Niğde'den bahsediyor.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Ha, Niğde, pardon. Ben de iğdeyi düşünüyordum iki saattir. Kuşburnunun arkasından iğdeyi söyleyecektim, atladım, gittim. Sağ olun.

Yani, 14 tane işlevi var, inanılmaz derecede değerlidir.

Şimdi, Sayın Bakanım, bu inanılmaz derecede önemli bir hâle geldi. Yasak, başka yok. Bir gül yağından elde edilen koku tutucu var, o çok pahalı, ona ulaşılmıyor. Şimdi herkes yeniden sığla yağına dönecek ama biz bu arada sığla ormanlarımızı inanılmaz şekilde mahvediyoruz, itlaf ediyoruz, bitiriyoruz. Ağaçlar yerinde -onlar özeldir- sulak alanlarda yetişir, sulak alan bitkisidir bunların hepsi. O güzelim ormanların hepsi yıkılıp, kesilip, yok edilip, kurutulup, başından itibaren suları kesilip büyük ölçüde bitiriliyor. Bizim sığla ormanlarıyla ilgili olarak çok önemli projelere ihtiyacımız var. Çok büyük bir alan değil, sonuç olarak Marmaris, Fethiye, 150-200 kilometrelik bir alan. Bu 150-200 kilometrelik bir alan gerekirse sadece ve sadece "sığla koruma bölgesi" olarak, başka ağaçlarla falan filan da melezlenmesine engel olaraktan mutlaka korunması gereken bir olaydır.

Değerli arkadaşlar, bende ciddi anlamda heyecan uyandıran 2 tane önemli proje vardır. Bunlardan bir tanesi Kıbrıs'a su götürülmesi olayı ve gerçekten çok önemli bir projedir. Dünyada herkesin kalkıp da ibretle baktığı, kıskanarak da anlattığı bir projedir; bu çok doğru bir projedir. Ama suyu oraya taşıdıktan, dağıtımıyla ilgili yatırımları falan da yaptıktan sonra bunun işletilmemesi de yakında bu başarıyı gölgelemeye başlayacaktır.

Sayın Bakanım, suyun özelleştirilmesi, özellikle ekonomisi zor durumda olan devletler açısından çöküşün son kararıdır. "Suyu da özelleştirmeye çıkardım." dediği andan itibaren bir devlet "Eyvah, bu gitti artık, bundan hayır gelmez." derler. Şimdi, biz, Türkiye'de suyla ilgili böyle bir özelleştirmeyi daha önceden tartıştık ve kaldırdık mı? Kaldırdık. Dünyada bu olayı yapan bir ülke var mı? Yok. En son görüşmelerinizde nasıl bir karara vardınız bilmiyorum. Eğer karara varılmadıysa o isale hattını yapan, o dağıtım ağını yapan Türkiye Cumhuriyeti belirli bir süre o suyun maliyetine katlanır, katlansın da. Bırakın yerel yönetimler bunu nasıl yapıyorlarsa öyle yapsınlar ama onların denetimiyle ilgili olarak da çok farklı bir denetim sistemini çok rahatlıkla kurabilirsiniz, bu konuda özellikle Dünya Bankasının elinde çok güzel kontrol programları var. Bunları uygulamak suretiyle, bu su dağıtımı işini özelleştirmeden, yine yerel yönetimlere vermek suretiyle mutlaka gerçekleştirin. Aksi takdirde, gerçekleştirdiğiniz bu başarı yavaş yavaş gölgelenmeye başlayacak.

İkinci heyecan duyduğum proje KOP'tur yani Konya Ovası Sulama Projesi. Mavi Tünel sadece bizlerin hayali değildir değerli arkadaşlar. İki yüz yıllık bir projedir, iki yüz yıllık. Bu iki yüz yıllık proje içerisinde aşağı yukarı 9 tane başbakan geçmiştir. Bunların dosyaları ha babam indirilmiş kaldırılmış, indirilmiş kaldırılmıştır. Ancak, her projenin teknolojik olarak gerçekleştirilebilme zamanı vardır, sizlere kısmet oldu, elinize sağlık, çok da iyi oldu. İnşallah geri kalan kısımları da büyük bir hızla tamamlanır, diğer aşamaları da tamamlanır. Müthiş bir projedir. Bütün dünya Konya Ovası'nın sulanması olayıyla yıllardan beri ilgilenmiş, iki yüz yıldan beri padişahlar da ilgilenmişler ama bu arada bir şeyle daha ilgilenilmiş; Sakarya Nehri'ni de Konya Ovası'na döndürmek için Almanlar 3 tane peş peşe proje yapmışlar. 2 projesini beğenmemişler, 1 tane projesi hâlâ duruyor ortalıkta, ulaşılabilir bir noktada üstelik de.

Şimdi, bu, sınır aşan sular değil de sınır içerisinde denize ulaşan sularla ilgili olarak değerlendirme konusu...

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Sakarya mı Kızılırmak mı?

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Sakarya. Kızılırmak ayrı, Kızılırmak da bizim gerçekleşmeyen projemiz.

Sadece onlar değil, bu, sınır ötesi akmayan, dolayısıyla Türkiye içerisinde denize kavuşan suların denize dökülmeden yeniden kullanılacak bir şekilde Anadolu içlerine çevrilmesi projeleri Türkiye'nin geleceğidir, Türkiye'nin kesinlikle geleceğidir, bunu unutmamak gerekiyor. Hiç sıradan bir olay değildir. Sakarya'yı da kullanabilirsiniz, Kızılırmak'ı da kullanabilirsiniz, Yeşilırmak'ı da kullanabilirsiniz; kullanabileceğiniz ırmaklar çok fazla. En fazla da şu anda sadece baraj yapmakla doğasını tahrip ediyoruz diyerekten müthiş eleştirilere uğradığımız Karadeniz'in denize ulaşan suları da, onlarla ilgili olarak da... Örneğin Çoruh Nehri Hocam.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Eyvah!

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Eyvah deme. Çoruh Nehri'nin gümbür gümbür Karadeniz'e akmasının mutlaka engellenmesi gerekiyor. Sadece elektrik olayı değil, yeniden açacaksınız tünelini, çevireceksiniz Keltik Barajı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, tekrar ek süre veriyorum.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şimdi, dolayısıyla, Türkiye'nin... Şu olaya özellikle ve özellikle şu olaya hepinizin dikkatini çekmek istiyorum: Trakya'nın... Ergene'yle ilgili olarak yaptıklarınızı ve anlattıklarınızı takdirle karşıladığımı özellikle de bildirmek istiyorum öncelikle. Ama Meriç'i, Tunca'sı, Arda'sı Türkiye'nin başına bela mı yoksa Türkiye'nin önüne kadar gelmiş bir nimet mi?

Şimdi, bu suların sürekli olarak gelip Edirne'yi basarak, arkasından milletin kavga kıyametle evlerini temizlemesinden sonra yeniden yeniden temizlenmesi ve bunun bir türlü ıslah edilememesi, bunun kullanılamaması, bunun yeniden olduğu gibi Trakya'yı sular hâle getirilememesi hâlâ aynen bu iki yüz yıllık proje gibi bir derttir.

Sakarya Nehri... Sakarya Nehri'ni niye kullanmıyorsunuz? Melen'le ilgili projeleriniz gayet güzel. Peki, bu Melen Çayı'yla ilgili olarak bu olayı atlayıp da... Melen'den İstanbul'a 120 kilometredir, Sakarya'dan İstanbul 80 kilometredir. Niye Sakarya'yı atlıyoruz? Çünkü Sakarya Irmağı'nın içerisindeki kirlilik ve ağır metaller kesinlikle o suyun kullanılmasını imkânsız kılıyor, kullanamıyorsunuz. Sadece onunla kalmıyor, Sapanca Gölü'nü de mahvediyor. Bu koşullar altında, sadece Sakarya Nehri'nin -bu, Çevre Bakanlığının programında konuşulması gereken bir olaydı, bütçesinde konuşulması gereken bir olaydı ama suyu kullanacaksak zorunlu olarak- yeniden kullanılabilir bir hâle gelmesi, çevredeki bütün sanayi tesislerinin arıtma tesislerinden sonra... Nitekim Ergene'yle ilgili olarak projelerde neredeyse içilecek hâle geldiğini de görüyoruz, atla deve bir olay değil. Zaten büyük ölçüde Eskişehir Porsuk Çayı kendisini toparladı, oradan pek fazla bir şey gelmiyor. Bizim Ankara Çayı mahvediyor. Daha önceden gördünüz mü bilmiyorum ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, toparlamanız için tekrar ek süre veriyorum.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Ankara Çayı'na kadar Sakarya Irmağı masmavi akardı. Ankara Çayı girdiği andan itibaren simsiyah akmaya başladı. Porsuk karışırdı, bitti, artık ona su demek mümkün değil.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Doktora doçentlik tezim.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Öyle mi? Güzel, demek ki bu konularda da bir iş birliği olanağımız ortaya çıkıyor Sayın Bakanım.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Hemen fikirlerinizi alalım Sayın Bakanım.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şimdi, dolayısıyla, bu Sakarya Nehri ve benzer nehirlerin bir an önce temizlenip de boşu boşuna denizlere akmamasıyla ilgili olarak geliştirilecek projeler konusunu dikkatlerinize sunuyorum.

Son olarak 3 tane konu söyleyip bitiriyorum Sayın Bakanım. Bunlardan bir tanesi, Büyük Menderes, Küçük Menderes ve Gediz ırmakları. Biraz önce söylediklerimin parantezi içerisinde bunlar evet. Değerli arkadaşlar, Büyük Menderes havzası bir zamanlar dünyada tek üretici konumunda olduğumuz meyan kökünün yetiştiği alanları sulayan bir ırmaktı. Meyan kökü -biliyorsunuz- kolaların, şunların, bunların vesairelerin temel ham maddesidir ve buralarda yetişen meyan kökleri sayesinde Türkiye dünyanın ilk meyan kökü ekstresi fabrikasına sahipti, Söke'de "Forbes" diye bir fabrikaları vardı bunun, sonra İzmir'de 2 tane daha kuruldu.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Az önce kullandım ben boğazlarımı rahatlatmak için.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şimdi meyan kökünü Avustralyalılar yetiştiriyorlar. Biz de meyan kökü diye bir şey kalmadı. Buna "yukarı çıkmayan orman", "dip ormanı" deyin isterseniz zaten orman gibi orman gibi oluyor şeylerin o kadar hepsi. Meyan kökünün pamuk için yabani ot olması nedeniyle yok edildiği gerçeğini yabana atmamak gerekiyor ama yeniden, kademe kademe de olsa Türkiye'nin meyan kökü alanlarına kavuşmasını müthiş şekilde önemsemek gerekiyor, çok önemsemek gerekiyor.

İkinci önemli olay, Büyük Menderes, Türkiye'nin en önemli dalyanlardan Karine Dalyanı'nı dolduruyor Sayın Bakan, doldurdu. Karine Dalyanı'nın denize 7 tane açılışı var; 5 tanesi kapandı, bir tanesinden daha şuranıza kadar geliyorsunuz, oradan da geçebiliyorsunuz, tek bir tanesi kaldı. Büyük bir hızla bu dalyanın kurtarılması gerekiyor. Karine Dalyanı, yok böyle bir örnek, gerçekten yok. Tek başına bütün Ege'nin, hatta iç Ege'nin de dâhil olmak üzere balık ihtiyacını karşılayacak kadar değerli bir yerdir orası. Dolayısıyla, bunun değerlendirilmesini de müthiş önemli buluyorum.

Son söyleyeceğim konu: Ormanlar ve dağlar, ormanların olduğu dağlar rüzgar enerjisi açısından önemli olaylardır, asla yadsımamak gerekiyor fakat bu santraller kurulurken, oralara yol yapılırken ortaya çıkan tahribatı, gerçekten, görseniz yüreğiniz dayanmaz. 3 kişinin, 4 kişinin kavuşamayacağı ağaçlar bile yol adına gümbür gümbür sökülerek götürülüyor. Biraz önce Artvin barajını yaparken gösterdiniz, havadan indirdiler helikopterle şeyleri. Tamam, zaten küçük yollar, orman yolları var, oralara ulaşabiliyorlar ama o yolu 13 metrelik, 17 metrelik yollar yapmak yerine yukarıdan götürüp de indirmelerinde ne sakınca var da bu kadar ağaç tahribatı yapılıyor? Bu çok önemli bir olay. Bu, orada yapılan yatırımın değerini oradaki halkın gözünde sıfırlıyor, isterse orada altın üretsinler veya ne üretirlerse üretsinler.

Bu olayları da dikkate aldığınız takdirde bizim bu kaynaklarımızın doğru değerlendirilmesi hâlinde Türkiye'nin gelecekte imrenilecek bir ülke olacağı konusunda, hatta herkes tatlı su konusunda inanılmaz felaket senaryoları yazarken bizim bu konuda hiçbir sıkıntımız olmayacağına inanan bir insanım.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.