KOMİSYON KONUŞMASI

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Teşekkürler Sayın Başkan. Bütün arkadaşlara saygılarımı sunuyorum, heyet de burada sunum yapıyor.

Benim ilk günden beri söylediğim ve savunduğum bir şey var: Aslında, tabii, depremde mağdur olanların, afetzedelerin ve sivil toplum örgütlerinin burada olması lazımdı.

Şimdi, bize 2 tane sunum materyali dağıtılmış ve arkadaşlarımız Kızılayla ilgili dile getirdiler. Birinci sunumda bize sunulmadı da "Kızılayın rakamları" diye gördünüz, "enler" diye var, "dünyadaki enler" Belki de dünyadaki en tartışılan kuruma dönüştünüz ve bir afette insanlar yaşamını yitirirken, insanlar soğuktan donarak öldüklerinde en tartışılan kuruma dönüştünüz; insanlar ekmek bulamazken, su bulamazken, yollarına ulaşamazken, soğukta ne yapacakları konusunda çaresizken, kurtulamazken dünyadaki "en" tartışılan kuruma dönüştünüz. Bununla beraber, sizin komite olarak üye olduğunuz Uluslararası Kızılay ve Kızılhaç Komitesi, sizi bir dönemdir 11 şirketinizden dolayı komiteden çıkarmayı düşünüyor. Neden? Ticari kâr güden bir yapıya dönüştüğü için ve bu da dünyada "en" tartışılan kuruma dönüştürdü.

Yani bu şekilde bir kurumun yöneticileri, depremin ilk kırk sekiz saatinde kıyafetleriyle yok; burada, Mecliste kıyafetlerinizle oturmuşsunuz. Saygı duyarım, yaşamını yitirenlere saygı duyarım ama keşke bu kıyafetlerle ilk kırk sekiz saatte orada olsaydınız, buraya normal gelseydiniz. Bu bir algı gibi, bir şova dönüşüyor, inandırıcı olmuyor.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Sayın Vekilim, tamam da bu tür şeyleri...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, siz cevap vermeyin.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Ama kusura bakmayın, böyle bir şey de... Sorularınızı sorun...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bugün 50 bin insan yaşamını yitirmiş, 50 bin insanın bir kısmı donarak ölmüş, donarak ölmüş.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Kusura bakmayın...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Ve tartışılıyor.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Kızılay ilk gün oradaydı.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Devam edelim; siz söylersiniz, ben de söylüyorum. Gelsinler, gidelim, beraber gidelim, gelin siz de, heyetle beraber bir gün...

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Ya, hemen sahadalardı; biz de deprem bölgesindeydik.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Ben de sahadaydım, hepimiz sahadaydık.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan...

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Haksızlık etmeyelim yani, haklarını teslim edelim sayın arkadaşlar.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Dinleyelim birbirimizi, dinleyelim; Sayın Başkan...

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Sabahın 7'sinde çorba çıkardılar ya, ben Osmaniye'de...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - E, ben de oradaydım; beraber gidelim.

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Efendim, biz oradaydık...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, şimdi, karşılıklı olmasın.

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Yapmayalım ya, lütfen.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Şimdi, şöyle...

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Ben konuşmamı bitireyim...

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Sayın Vekilim, bakın, siz de bir hekimsiniz...

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Yanlışı olabilir, hatası olabilir ama hakkını teslim edelim arkadaşlar.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - "Kızılay çok başarılı." Bunu mu diyorsunuz?

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Efendim, başarısız bir tarafı varsa tartışalım.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Ben, şimdi...

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Ama hakkı da teslim edelim.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Ya, Adıyaman Vekilimiz burada yok...

Şimdi, Sayın Başkan, şöyle, ilk günden beri biz şunu söyledik: Bu heyet 6-7 Nisana kadar yetiştiremez. Arkadaşlarımız haklı, onlar haklı; ben de bunu böyle iddia ediyorum. Bu heyet keşke Adıyaman'ın sokaklarında gezse, Pazarcık'ın sokaklarında gezse, Elbistan'ın sokaklarında gezse.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Efendim hepimiz gezdik.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bakın, "beraber" demek ayrı... Ben de başka bildiklerimi size söylüyorum, siz de bana başkalarını söylüyorsunuz.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Ama vakti olsa tamam.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Şimdi ben devam edeyim Sayın Başkanım.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Buyurun.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Bir diğeri, bir kurum uluslararası alanda şirketlerinden dolayı yardım kuruluşu özelliğinden çıkartılıyorsa bunu Parlamento olarak bizim tartışmamız lazım, konuşmamız lazım.

Bir diğeri, yani siz ve kurumunuz "Bize bağış yapın, vergi vermeyin. Vergi niye veriyorsunuz, bağış yapın." diyen bir yönetim sistemisiniz. Vergi olmazsa olmazdır, en çok zenginden alınıp yoksula verilmesi gerekir. Türkiye'de yoksullar vergi veriyor, depremde yararlanamıyor, selde yararlanamıyor. Öbür şirketlere de "Vergi vermeyin, gelin buraya para verin, yurt dışında yurt yapalım." Yurdun da ne olduğu meçhul. İnsanlar çadır bulamıyor.

Sayın Başkan, o kadar konu var ki konuşulacak. Şimdi, bir diğeri, siz bu şekilde bütün süreçte tartışılan bir kurum olduğunuz hâlde deprem boyunca -belki de bizim Komisyonun soracağı en büyük soru şu olması lazım- kim istifa etti? 50 binden fazla resmî ölüm var, donarak ölen var, yaralı var, 2 milyondan fazla terk edilmiş insan var; kim istifa etti? Şimdi, bu kadar tartışılan bir kurumken Kızılayda istifa eden var mı? Şimdi diyorsunuz ki: "Yoksullukla mücadele, açlıkla mücadele..." Ya, Türkiye'nin yarısı yoksul, Türkiye yoksulluk altında yaşıyor, açlıkla yaşıyor. Hiçbir şey yok, ramazanda çadır dağıtmak, ramazanda yemek dağıtmak sorun değil ve bunları ihaleyle dağıtıyorsunuz, "3 öğün" diyorsunuz. Peki, bunların bir kısmı oruç tutuyor, sahur da veriyorsunuz; bunu kim hesaplıyor, bu ihaleyi yaparken hangi şartlara göre yaptınız, ramazanı kattınız mı, katmadınız mı? Bu para hepimizin cebinden çıkıyor, hepimizin içinden çıkıyor ama bunlarla ilgili bir açıklama yok. Tümüyle bir şirket... "Yapalım ihaleyi, bitsin." Aslında toplumu bitiriyorsunuz, toplumdaki güvenilir kurumları bitiriyorsunuz. Kâr amaçlı kuruma dönüştürmüşsünüz, yardıma çıkmışsınız.

Sayın Başkan, şurada ne diyorsunuz? Bakın, burada "Malatya'nın günlük 50 üretimi var." diyorsunuz, değil mi? Kaç üretim yapmış? 769. On iki gün çalışmışsınız ve diyor ki: "Üç ay önceden başladık." Ya, bunu siz bize dağıttınız, siz dağıttınız. Günlük 50 tane üretimi olan bir yer, üç ay önce üretime başlayan bir yer... Biz depremin 50'nci gününe gelmişiz, belki de geçtik ve şimdi diyorsunuz ki: "769 tane üretmişiz." Ya, siz hikâye mi anlatıyorsunuz, bizi çocuk mu sanıyorsunuz? Kendi dağıttığınız şeyde on iki gün çalışmış gibi görünüyorsunuz. Normalde üç ay önce çalışmış olsaydı neler neler olurdu, neler neler yaşanırdı? Dağıtılan çadırlar zaten uygun dağıtılmıyor, hâlâ dağıtılan çadırlarla ilgili şaibe var. Yağan yağmurda -Urfa'da da, Diyarbakır'da da, Adıyaman'da da gösterdi- hepsi su altında kalıyor ve insanların içme suyuyla ilgili problemi var -bakın, sayın hocamız da burada- tuvaletle ilgili sorunları var, birçok problem var; hiçbirisi yok. "Sıcak aş" diyorsunuz, sıcak aş ilk günler yoktu, yoktu. Belki bir iki yerde var ama ciddi bir nüfustan söz ediyoruz ve bütün bu sunumlar... Tümüyle giderek bu iş bir keyfiyete, bir kurumsal yapıya dönüşmüş ve büyük bir afet olmasa "gel keyfim gel" gibi yönetilmeye çalışılmış tümüyle; kan satımında, çadır satımında, diğer ticari kuruluşlarında, her şeyiyle büyük bir afet aslında gerçek yüzü ortaya çıkarmış oldu ve bu gerçek yüzün ortaya çıkışıyla beraber, ismi büyük olsun, büyük bir coğrafyada olsun, bir kurum buna ilk kırk sekiz saatte müdahale edemiyorsa, 1'inci haftadan sonra ortaya çıkıyorsa birçok cana biz seyirci kalmış oluyoruz. Acil durumlarda ortaya çıkması lazım ve Kızılay gibi kurumların tümüyle şaibeden, tartışmalardan kurtulması lazım ama bu yok, giderek tümüyle bir ticari faaliyete dönüşmüş ve yöneticisinde, atamasında, çalışmalarında, her yerde bir şaibe çıkıyor ortaya, her yerde bir şaibe. Bunlarla ilgili hiçbir çalışma ve açıklama yok.

Tekrar bu verilere baktığımızda 2005 ile 2010 arası... Yani on yıl boyunca gönüllü sayısı hep 10 bin. Yani şey gibi: "Getirin, imzalayalım." Hep 10 bin ya, 10.001 bile olmamış, sonra pat diye birden artmış. Yani belki siz o zaman yönetime gelmişsiniz büyük bir başarı gibi ama bu gönüllüler de yoktu, bunlar da yoktu sahada ve birçok kişi yaşamını yitirirken birçok kişiyle ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi yani çadır satımından... Ve öyle bir duruma geldi ki Sayın Başkan, İçişleri Bakanı Cumhurbaşkanlığına şikâyet ediyor, diyor ki: "Kızılay AFAD'a çadır satıyor." Yani bakanlıklar arasında bile koordinasyon yok, bakanlıklar arasında bile bir iletişim yok ve haber yok. Cumhurbaşkanı duyunca zaten o da şaşırıyor "Nasıl iki kurum birbirine sataş yapacak?" diye. Ya bunları biz burada konuşmayacak, açıklamayacaksak kurumu aklamak, kişileri aklamak değil; bu, büyük afette o yaşamını yitirenlere karşı hepimizin sorumluluğudur, o yaralı olanlara karşı hepimizin sorumluluğudur, evi barkı olmayan, şu anda dışarıda olanlara karşı sorumluluğumuzdur. Bakın, üç gün sonra tekrar kar geliyor.

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Bütçeden Kızılaya bir pay ayırıyor muyuz?

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Nasıl?

BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Devletten bir para almıyor.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Biz, yapmadıkları için... Sayın Başkan, belki de kırk sekiz saatte kurtarılabilecekler vardı, belki donarak, açlıktan yaşamını yitirmeyecek olanlar vardı veya biz, vergisini veren, ülkenin bu şartlarında çalışanlara tümüyle saygı duyan, bağlı olan, bu tür durumlarda yardım bekleyen insanların çaresizliğine tanık olduğumuz için hesap vermeleri lazım. Burada gelip bir sunum yapıp... Bir başarı öyküsü değil, başarısız öykü ve samimi olarak da itirafta bulunup "Buralarda yanlış yaptık, buralarda doğru yapmadık. Uluslararası kurumlar bizi çıkartmaya çalışıyor. Kızılay ticari kurum olmaması lazım. Sizden, Komisyondan isteğimiz sayın vekiller, bizi, gerçekten Türkiye'yi afetten koruyabilecek, çözüm üretebilecek siyasetüstü bir kuruma dönüştürün." demesi lazım ama burada gelip bir kıyafet gibi sunum yapıp "Yemek dağıttık, çadır dağıttık..." İnanın sokağa çıktığımızda hiçbirisi yok.

Ve çok konuşacak, çok anlatılacak şey var ama sonuçta Türkiye'de yaşayan hiçbir yurttaş, adı "yardım" olup ticari bir kuruma dönüşen bir kurumun yöneticilerinin yaptığı işlemi hak etmiyor ve bunun hesabı bugün sorulmazsa yarın mutlaka sorulacak çünkü her açıdan, her konuda tartışılan bir kuruma dönüştü.

Teşekkür ederim.