KOMİSYON KONUŞMASI

KANİ BEKO (İzmir) - Sayın Başkan, sayın Komisyon üyelerimiz; sizleri öncelikle sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bu konunun bence Dünya Sağlık Örgütü ve evrensel hukuk çerçevesi içerisinde Uluslararası Çalışma Örgütü ILO kuralları dikkate alınarak, Türk Tabipler Birliğini de içine alarak bu konunun, bana göre, tekrar görüşülmesinde fayda var diyorum. Geçen beş yıllık sürede, üstelik dünyada ve ülkemizde Covid-19 gibi ağır bir salgının yaşandığı bir süreçte Komisyonun sadece 10 kez toplanmış olması bence kabul edilebilir değil. 27'nci Dönemin Altıncı Yasama Yılının ilk ve son toplantısını yapıyoruz; bu, tabii ki çok önemli, çok hayati, çok kıymetli. Sağlık, sizin de bildiğiniz gibi, şakaya gelmez.

Az önce arkadaşlarım da anlattılar. Hekimlerimiz için "Yurt dışına giderlerse gitsinler." diyen Cumhurbaşkanıyla... Maalesef, komisyonlarda yapmış olduğumuz görüşmelerde bu ifadeyle devam ettik. Covid'den binlerce yurttaşımız hayatını kaybetti. 100 bine yakın ölen insanları kamuoyundan neden sakladınız? Sizler maalesef seyirci kaldınız, hiçbir çağrımıza yanıt vermediniz ama o dönemlerde biz mezarlıklar müdürleriyle görüştüğümüzde ayrı rakamlar aldık. Sağlık Bakanı her akşam bize televizyonda çok farklı rakamlar verdi, bu kürsülerden doğru olmadığını söylediğimizde bize biraz kızdınız ama en son 100 bine yakın Covid-19'dan ölen insanlarımızın televizyonlarda Bakanlık tarafından açıklanması bizce hiçbir zaman sürpriz olmadı ama doğru da olmadı.

Şimdi, burada şunu ifade etmek istiyorum: Evet, sağlık şakaya gelmez. Benim en çok kızgın olduğum şey, defalarca bunu söyledim, buradan bir kez daha söyleyeceğim: Cumhuriyet tarihinde Hıfzıssıhha Enstitüsü, 27 Mayıs 1928 tarihinde savaştan sonra kuruldu. Tifo, dizanteri, kolera, veba başta olmak üzere pek çok önemli aşıları üreten, cumhuriyetin ilk Sağlık Bakanı Refik Saydam tarafından kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü, maalesef sizin tarafınızdan kapatıldı yani yanlış alınan kararlar sonrasında bu güzelim enstitü maalesef kapatıldı. Son yüz yılın en ağır salgınına maruz kaldığımız dönemlerde herkesin gözü Hıfzıssıhhada idi ama maalesef Hıfzıssıhha yoktu. Yani şöyle düşünün: O dönemlerde 17'ye yakın aşı üretilmiş; eğer bunun üzerinde biraz daha sağlıklı bir şekilde çalışıp önem verseydik, daha dikkatli kararlar alsaydık belki de Covid-19 aşısını Hıfzıssıhhada biz çok rahat üretebilirdik. Bu, tarihî bir hata oldu.

Türkiye'deki sağlık emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal sıkıntılarının yanında -az önce arkadaşlarım da söyledi- 600 bine yakın sağlık emekçisi yıllardır görev beklerken atamaları neden yapılmadı, ben hâlâ anlamış değilim.

Şimdi, geçen yaptığımız toplantıda anlatmıştım ama Maden Komisyonunda bunu anlatmıştım. Biliyorsunuz, Bartın Amasra'da bir iş cinayeti oldu. Bu iş cinayeti sonrasında, önce 41 arkadaşımızı kaybettik, yaralılar da Çam ve Sakura Hastanesine kaldırıldı. Ben bu arkadaşlarımızı ziyarete gitmiştim. Şimdi, ziyarete gittiğimde, ben oradayken 1 arkadaşımız daha maalesef vefat etti fakat oradaki hekim arkadaşlarım da yanıma gelerek sıkıntılarını, sorunlarını orada bana anlattılar. Yani şöyle: Biliyorsunuz, Çam ve Sakura Hastanesi -ben Serpil Vekilimin söylediklerini doğrulama açısından- Başakşehir'de. Yani oradaki arkadaşlarımızın söylediği şey şu: "Aldığımız maaşı Başakşehir'de sadece kira parası olarak veriyoruz. Vekilim, çok sıkıntıdayız, lütfen bize yardımcı olun." Yani Çam ve Sakuradaki sağlık emekçi arkadaşlarımız bunları bana anlattılar.

Şimdi, bir başka şey, Türk Tabipleri Birliğinin kapatılmasıyla ilgili açıklamada bulunanlara karşı açıklama yapmadık. Ya, burası Sağlık Komisyonu yani Türk Tabipleri Birliğinin kapatılmasıyla ilgili birileri bir şey söylüyorsa bizim burada açık, net bir şekilde ortak bir açıklama yapmamız gerekliydi ama bu konuda biz sessiz kaldık.

Bir de çok ağırıma giden, tabii, sizin de ağırınıza giden bir konu var. Şöyle: Şimdi, bu SMA hastaları... Ya, yıllardır bu çocuklar evindeki kumbaraları alıyorlar, işte alanlara çıkıyorlar, tedavisi için bu çocuklar yardım topluyorlar. Ya, koskoca Türkiye Cumhuriyeti; ya, olacak iş değil! Geçmiş yıllarda biz böyle bir şey görmedik, duymadık, bilmiyoruz. Küçücük çocuklar hastalanmış, kumbara alıp sokağa çıkıyorlar; SMA hastaları, tedavi edilebilmek için kampanya düzenliyorlar ve halktan para topluyorlar. Arkadaşlar, olmaz böyle bir şey, doğru bulmuyorum! Yani asıl konuşulması gereken mesele varsa bir an önce bunların konuşulması gerekir ve bu SMA hastalarına Türkiye Cumhuriyeti devletinin yani Sağlık Bakanlığının çare bulması gerekir düşüncesi içerisindeyim.

AKP iktidarınca SSK hastaneleri tavsiye edilmiş, sağlık ocakları kapatılarak Türkiye aile hekimliği sistemine maalesef geçilmiştir. Kamu-özel ortaklığı modeliyle şehir hastaneleri kuruldu, özel sağlık sektörü kamusal kaynaklarla beslenerek büyütüldü, Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla Cumhuriyet Dönemi'ndeki sağlık sistemi yok edilerek sağlık maalesef özelleştirildi ve taşeronlara teslim edildi. Yani şunu da söyleyeyim ben, bu, bilimsel bir açıklama: Taşeron sisteminin olduğu yerlerde, özelleştirme ve taşeron sistemi sonrası -siz de bakın araştırmalara- işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri alınmadığından dolayı iş cinayetlerinin yüzde 94'ü, taşeron sistemi ve taşeronların çalıştırılmış olduğu yerlerde yaşanıyor maalesef. Yani 2002 yılında AKP iktidara geldi, özelleştirme ve taşeron sistemi başladı, o günden bugüne 30 bine yakın insanımız öldü.

Sayın Etyemez, gülmeyin.

Bu, istatistiklerde var yani Dünya Sağlık Örgütüne bakın, ILO raporlarına bakın, bugün hâlâ iş cinayetlerinde biz dünyada 3'üncüyüz. Doğru mudur? Avrupa'da da 1'inciyiz. Buradan bir daha söylüyorum: Eğer biz işçi sağlığı, iş güvenliği önlemlerini ILO kriterlerine uygun hâle getirmezsek bundan sonraki iş cinayetlerine biz kesinlikle hep böyle seyirci kalacağız. Bu da bizim çok büyük bir ayıbımız.

Bu konuyla ilgili de şunu söylemek istiyorum: Mesela maden yasası çıkartıldı, çıkartıldıktan sonra maden yasası askıya alındı. Neden? 176 sayılı maden yasasını... Çalışma Bakanı İsveç'e gidiyor, Uluslararası Çalışma Örgütüyle oturup bir sözleşme imzalıyorlar ama Türkiye'ye geldiklerinde de 176 sayılı maden yasasını askıya alıyorlar ve madencilerin ölümüne neden oluyorlar. Dolayısıyla bana göre bunlar da çok önemli konular, dikkate almakta fayda var diye düşünüyorum.

Şimdi, günde 100 hastaya bakan doktorlar beş dakikaya sıkıştırılmış muayene süreleriyle görevlerini yapmaya çalışıyorlar. Bu da bana göre önemli bir şey. Hem hasta açısından hem de hekimler açısından buna da bana göre dikkat etmemiz gerekiyor.

Şimdi, hastanelere gidin, bir görün. Şu son dönemlerde biliyorsunuz et kuyrukları var, etin yanında ekmek kuyrukları var yani arkadaşlar, hiç bize yakışmıyor ya, hastanelerin önünde çok uzun kuyruklar var, hastaneler randevu vermiyor. Ben Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyesi olduğum için -ki bizim kartlarımızda böyle yazıyor- her gün yüzlerce insan bizi arıyorlar sadece doktorlardan, hekimlerden randevu alabilmek için. Bu, bana göre çok önemli konulardan bir tanesi, bu da önemli.

Ben milletvekili olduğum günden bu yana... Tabii, diyeceksiniz ki: "Sen sendikacısın, hekim değilsin yani bu konularla ilgili çok konuşuyorsun." Doğru olabilir ama şöyle: Şimdi, işçi sağlığı, iş güvenliği derneğini İzmir'de Profesör Doktor Veli Lök'le beraber biz kurmuştuk yıllar önce, oradan bu konuyla ilgili bayağı bir hassasiyetim var. Şimdi, arkadaşlar, şöyle: Türkiye'de 81 ilimiz var, 81 ilimizin 78 ilinde maalesef meslek hastalıkları hastanesi yok ama bakın istatistiklere, Dünya Sağlık Örgütü raporlarında da var bu, 1 milyonun üzerindeki insan meslek hastalığına yakalanıyor ve bunlar meslek hastalıkları hastanelerinde tedavi görmüyorlar, normal hastanelerde tedavi gördükleri için bu arkadaşlar ölüme terk ediliyorlar. Dolayısıyla bu konu hassas, bu konu önemli; bunun üzerinde biraz durmak lazım. Biz İzmirliler olarak sanıyorum güzel bir adım attık, Aliağa'da en kısa zamanda meslek hastalıkları hastanesi şu an inşaat hâlinde, bittiğinde de İzmir'de güzel bir iş olacak ve emeği geçen arkadaşlarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum ama bu, İzmir'le bitmiyor yani 78 ilimizde meslek hastalıkları hastanesi olmadığı için bu arkadaşlarımızın normal hastanelere gidip bu normal hastanelerde tedavi göremediklerini buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Evet, son olarak şunu da söylemek istiyorum: Şimdi, tabii, ben Avrupa'da yıllarca görev yaptığım için çok takılıyorum bu Dünya Sağlık Örgütüne (ILO) şimdi, ILO'nun bir raporunu daha okudum ben, diyor ki: Uluslararası Çalışma Örgütü ILO, yayınladığı son raporda Türkiye'de Suriye'yi vuran deprem felaketi sonrasında yüz binlerce çalışanın acil desteğe ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır. Raporda, acil destek verilmezse özellikle bölgede ama genel olarak tüm ülkede yoksulluğun, kayıt dışılığın ve çocuk işçiliğinin artmasının beklendiği belirtilmektedir. Türkiye'ye ilişkin, ilk verilere göre de deprem nedeniyle 658 bin çalışanın geçim olanaklarını kaybettiği dile getirilmektedir. Bu konu çok ciddidir, her fırsatta dile getirilmesi ve bu insanların ekonomik, demokratik, siyasi ve sosyal anlamda desteklenmesi gerekir. Bu ILO raporu, geçen hafta yayınlandı.

Son bir şey: Ben, başta İbrahim Kaboğlu Hocamın ve arkadaşlarımın görüşlerine ve düşüncelerine aynen katılıyorum. Bugün görüştüğümüz teklif için de itirazda yer olmayan maddeler olmasına rağmen bir kısım maddelerin de Anayasa'ya aykırı olduğunu İbrahim Hocam belirtti, zaten dün akşam inceledik biz bunları, ben de İbrahim Hocamın görüşlerine, düşüncelerine katılıyorum.

Komisyon üyelerine sevgiler, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim.