| Komisyon Adı | : | (10 / 6996, 7004, 7005, 7006, 7007, 7009, 7010, 7024, 7026, 7034, 7035, 7036, 7037, 7038, 7039, 7040, 7041, 7042, 7043, 7044, 7045, 7046, 7047, 7048, 7049, 7050) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
| Konu | : | Prof. Dr. Cenk Yaltırak'ın, 6 Şubatta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlere ilişkin tespitleri, İstanbul'un deprem riski ile depremlere karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 05 .04.2023 |
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Size sunacağımız, Cumhuriyet Halk Partisinin depreme ilişkin önermelerinde biz zaten "Afet ve Şehircilik Bakanlığı" diye bağımsız bir bakanlık kurulmasını, Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığından tümüyle ayrışmasını öneriyoruz; bunun alt başlıklarında da bölge deprem konseylerinin kurulmasını ve başta afet riskli bölgeler olmak üzere tüm bölgelerin bütünleşik afet haritalarının bu konsey tarafından uygun görülerek onaylanmasını öneriyoruz, siz de ondan bahsettiniz. Yine, bölge ve kent ölçeğinde Afet Risk Azaltma Eylem Programı'nın hazırlanmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Ancak -tabii, çok teknik bir tartışma oldu, belki mühendislik disiplininden gelenlerin anlayabileceği bir tartışmaydı- şunu belirtmek istiyorum, özellikle İstanbul açısından: İstanbul'un bütün sanayi tesisleri vadi tabanlarında yani başlangıçta atıklarını derelere aktarabilsinler diye genel olarak derelerin kenarlarına kurulmuş sanayi tesislerini görüyoruz -bunlar sadece konut yerleşiminde yaşayan insanlar ya da kamu kurumları gibi değil- İstanbul çok ciddi biçimiyle sanayinin de içinde bulunduğu bir kent ve sanayi tesislerinin büyük risk altında olduğunu biliyoruz. Yine, depolama alanları ve lojistik merkezlerimizin de neredeyse tamamı dere yataklarında çünkü ulaştırma açısından büyük alanlar buralarda bulunmuş ve buralara yerleşmiş durumdalar.
Şimdi, siz şeyi söylediniz... Tepelerde gecekondular oluştu İstanbul'da 60'lı yıllarda, sonra gecekondular yıkıldı, 2 katlı yığma ya da yığma kâgir binalara dönüştü, 80-90 yıllarında da bunlar yıkılarak kaçak yapılara dönüştü. İstanbul gibi büyük kentlerin büyük bir çoğunluğunda yapı stokunun çok önemli bir kısmı mühendislik hizmeti almamış, sadece bir yapı ustasının ya da kalfanın denetiminden geçmiş olan yapılar.
Şimdi, şöyle bakmak gerekiyor: Bu konuda aslında Deprem Komisyonunun ağırlıklı olarak yer bilimleri tartışmasından ziyade yapı güvenliği açısından, binalar, sanayi tesisleri üzerinden bir tartışma yapmasının daha doğru olacağını düşünüyorum. Bunu niye söylüyorum? Bakın, 2000 yılından sonra İstanbul'un en büyük problemi... Bu gecekondu mahalleleri tepeleri tamamen kapladı, sonrasında da bu kenti yönetenler bütün yeşil alanları, tarım alanlarını, vadi tabanlarını imara açtılar; işte, riskin büyük bir çoğunluğu da aslında bir biçimiyle verilen siyasi kararlar sonucunda oluştu. Bakın, Ayamama Deresi 2000'den sonra imara açıldı, Cendere Vadisi 2000'den sonra açıldı ya da Kurbağalıdere'nin Ataşehir'e kadar olan bütün vadi tabanları 2000'den sonra imara açıldı; bunu saymakla bitiremeyiz.
Şimdi, İstanbul açısından şöyle bir durum var: Marmara'dan fay geçiyor -evet, kenti yönetenler en büyük riske karşı kenti ayarlayacaklar- İstanbul'un altından fay geçmiyor ama gördük ki Sisam fayı da İzmir'i yıktı, Bornova'yı ve Bayraklı'yı yıktı.
PROF. DR. CENK YALTIRAK - Zaten bunu söylüyoruz Hocam yani bu, aslında öyle basit bir olay değil.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Tamamlayabilir miyim Hocam? Ben de bir Teknik Üniversiteliyim, tamamlayabilirsem...
Ama kentte ağırlıklı olarak bu betonarmeyi kutsal bir malzeme olarak kabul etmemiz ve bütün ülkenin betonarme dışında başka bir yapı tekniği bilmemesi, prefabrik yapının hâlâ gelişmemiş olmaması, çelik ya da ahşap yapı kültürünün hâlâ desteklenmemesi... Depremin üzerinden altmış gün geçti, biz hâlâ deprem bölgesine tek bir prefabrik konutumuzu bitirip açamadık çünkü buna ilişkin bir endüstrimiz yok yani bu çeşitlenmeyi yapmamak... Doğru, betonarmeyle ilgili eleştirileri sizin dışınızda çok sayıda toplantıda da söyledik ama yüzde 95 seviyesinde bütün yapınızı betonarmeyle oluşturursanız... Geri dönüşümü olmayan bir üründen bahsediyoruz yani enkazından hiçbir biçimiyle geri dönüşümü elde edilemeyen bir malzemeden bahsediyoruz ama İstanbul'la ilgili şunu söylememiz gerekiyor: Özellikle, 1980'lerde, hatta 1977 ile 2000 arasında yapılmış olan kooperatif yapıların çok büyük bir çoğunluğu niteliksiz beton, kalitesiz inşaat malzemesinin kullanılması sebebiyle ve sonrasında da bunların projeye aykırı biçimde -işte, 3 kat, 5 kat yapmak yerine üzerine 2-3 kat fazla yaparak- üyelerine kat sağlamak için yapmalarından kaynaklanan büyük riskler var ve İstanbul ya da bütün büyükşehirlerdeki temel risk de bu tür yapılardan kaynaklanıyor.
BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Gökan Bey, biraz toparlarsak çünkü hocalar gidecek, uçakları var.
GÖKAN ZEYBEK (İstanbul) - Ben güvensiz yapı stokunun azaltılması konusunda, bir plan dâhilinde bu işlemin yürütülmesini ve yürütülen bu planlarla da... Bizim şunu unutmamız gerekir ki: Betonarme yapıların içindeki donatının bir ömrü var, korozyona karşı bir mukavemet ömrü var, betonun bir mukavemet ömrü var ve sonuçta -elli yıl, altmış yıl, seksen yıl neyse ama- bu yapıların yenilenmesi de zorunlu hâle geliyor. O nedenle, yapı kültürümüzü çeşitlendirirken bizim -biraz önce söylediğim bölge deprem konseyleri- kenti nerelere doğru büyüteceğimize ya da nerelere doğru büyütmeyeceğimize de karar vermemiz gerekir yani 15 milyonluk bir kentin büyütülmemesi konusunda da üniversitelerin artık kalkıp yüksek sesle fikrini söylemesi gerekir yani "Bu kent bunu taşıyamaz." denmesinin şart olduğunu düşünüyorum.
BAŞKAN VEYSEL EROĞLU - Teşekkür ederiz.
PROF. DR. CENK YALTIRAK - Hocam, şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Karanfilköy'deki yemyeşil bir yeri dümdüz etti ve Kiptaş tarafından konut yapılıyor. Ben oradaki o ağaçlar gittiği zaman çok üzüldüm çünkü o evler -"gecekondu" denilen o evler- yıkıldıktan sonra orada bir damla yeşillik kalmadı. Planı da gördüm, plandaki daire sayısını İngiltere'deki bina sayısıyla karşılaştırdım, üst üste koydum; biz istesek, İngiltere'deki tek katlı evlerden yapsak 100 tane ev fazla yapıyoruz. İngiltere'deki gibi insanların tek katlı müstakil evleri olmasını istemiyoruz, apartmanlarda -özellikle rant olan yerde, pahalı apartmanlarda- aidat ödemelerini, hatta ödeyemedikleri için o evlerden çıkmalarını istiyoruz yani bu başka bir şey. Eğer İstanbul'da her yer bir Levent gibi olsaydı şu anda herhâlde İstanbul dünyanın en güzel kentiydi, olabilirdi de. Niye olmadı? Çünkü biz yukarıya doğru gitmeyi çok seviyoruz; ufki değil, şakuli bir milletiz yani hep durmadan yukarıya... Ağacın tepesinde oturmak istiyoruz, hâlbuki riskli, bu bölgede bu sakıncalı. Onun için, bu, belediyecilik anlayışının da değişmesini gerektiriyor, bizim anlayışımızda... Mesela, İngiltere'deki evler niye 2 katlıdır biliyor musunuz? Onların alayı işçi evleri; işçi sınıfı ev sahibi olsun diye en doğal malzemeleri olan tuğla toprağından 2 katlı milyonlarca ev yaptılar. Baktığınız zaman Londra büyüklük olarak belki de Türkiye'nin 3 tane, 4 tane kentini içine alır, İstanbul'un 5 katı büyüklüğünde bir alana sahip ama orada hiç böyle yüksek binalar görmezsiniz; herkesin kendi evinin bahçesi vardır, evinin önünde de parkı vardır, evler de alt alta, üst üste olduğu zaman 150 metrekareyi bulurlar. Peki, biz niçin 70-80 metrekarelik, 50 daireli bir apartmana tıkıyoruz ki insanları? Bizim geleneklerimize aykırı ya, fıtratımıza aykırı. Birbirinin suratına bakmayan insan toplulukları yaratıyoruz, sonra "Niye bu toplum böyle oldu?" diyoruz. Bu, sosyal bir olay Hocam.