KOMİSYON KONUŞMASI

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, değerli bürokratlar, sayın milletvekili arkadaşlarım, sevgili basın; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Sayın Bakanım çok ayrıntılı bir sunuş yaptınız; içinde makro ölçekli değerlendirmeler de vardı, mikro ölçekli değerlendirmeler de vardı. Dolayısıyla on dakikada bunların hangisine ne kadar cevap verilebilir bilemiyorum ama ben de kendimce sizin sistematiğinize de denk düşecek biçimde kendi düşüncelerimi aktarmaya çalışayım.

Bir defa Sayın Bakanım, her şeyden önce bir küresel değerlendirme yaptınız ve bu küresel değerlendirmede benim de üzerinde hemfikir olduğum 3 tane temel nokta öne çıkıyor: Bunlardan biri küresel büyümelerin düştüğü yönünde; hem gelişmekte olan ülkelerin hem gelişmiş ülkelerin büyüme performanslarının kriz öncesi seviyelerin çok çok altında olduğu ve önümüzdeki döneme ilişkin de bu trendin devam edeceğine ilişkin bir bakış açısı var sunuşunuzda. Ben de aynı şeyi düşünüyorum. Hatta IMF'in, Dünya Bankasının ya da diğer kuruluşların yapmış oldukları değerlendirmeleri ve projeksiyonları her seferinde aşağı yönlü revize ettiklerini düşünecek olursak bugünden gelecek yıla ilişkin revizelerin daha da fazla olacağını öngörmek mümkün. Dolayısıyla Türkiye'nin içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelerde de kriz öncesi seviyelere göre en azından 2015 yılının 2014 yılına göre daha iyi olmayacağı neredeyse kesine yakın bir ihtimal.

Bunun dışında, dış ticaretteki artış hızlarının da yavaş seyrettiğini belirtmişsiniz. Yine, kriz öncesi dönemlerde yüzde 8'ler ile 9'lara kadar ulaşabilen dünya ticaret hacmi artış hızının 2'lerde, 3'lerde, 4'lerde seyredeceği de neredeyse kesine yakın. Dolayısıyla Türkiye'nin içinde bulunduğu dünya yani özellikle sizin Bakanlığınızın iştigal alanlarıyla ilgili kapsamlarda çok da avantajlı olmayacağını tahmin ettiğimiz bir konjonktür var.

Bununla birlikte yine sunuşunuzda belirtmişsiniz. Dünyada ucuz para döneminin de sonuna geliyoruz. Her ne kadar Avrupa Merkez Bankası önümüzdeki döneme ilişkin bir likidite enjeksiyonu düşünüyorsa da FED'in faiz oranlarını artıracağına ilişkin beklenti ve onun piyasadan çekeceği likiditenin... Daha doğrusu, Avrupa Merkez Bankasının vereceği likiditenin FED'in operasyonlarını telafi etmekten uzak olduğu da genel olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla küresel likidite açısından da çok da iyi olmayan bir konjonktürle karşı karşıyayız.

Şimdi, bunlar dünyanın gerçekleri ve bu gerçekler üzerinden biz birtakım projeksiyonlar yapıyoruz ülke olarak. İçinde ihracat projeksiyonları var, büyüme projeksiyonları var, istihdam projeksiyonları var ve buna uygun da bütçe bağlıyoruz. Dolayısıyla bu projeksiyonların bu konjonktürü ne kadar anladığı, ne kadar iyimser olduğu ya da ne kadar gerçekçi olduğunu da bu genel çerçeve içinden değerlendirmemiz söz konusu olabilecek.

Şimdi, büyümeden başlayayım isterseniz: Bir defa Sayın Bakanım, Türkiye'de büyüme oranlarının düştüğünü belirtmemiz gerekiyor. Hep sizin kıyaslama yaptığınız 2002 ve sonrasına ilişkin müsaade ederseniz ben de bunu devam ettireyim. Cumhuriyet kurulduğundan 2002 yılına kadar Türkiye'nin büyüme ortalaması yüzde 5 Sayın Bakanım. Yani bunun içinde savaşlar var, tek parti dönemleri var, çok parti dönemleri var, krizler var, Türkiye ortalama yüzde 5 büyümüş, bu, Türkiye'nin aslında tarihsel ortalaması.

Şimdi, öncelikle şunu belirtmek lazım ki AKP dönemi boyunca Türkiye tarihsel ortalamaların altında büyüdü. Yani ortada bir büyüme mucizesi yok yaratmış olduğunuz algıda olduğu gibi. Yani Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmadı. Türkiye'nin büyüme ortalaması, Orta Vadeli Plan hedeflerinizi tutturduğunuzu varsaysanız bile, 2002'den 2017 yılına kadar yüzde 5'in altında kalacak ortalamada, bunu bir tespit edelim. Bunlar devletin resmî rakamları, dolayısıyla bu algıyı bir değiştirmekte fayda var.

İkinci tespitimiz şu: Türkiye'nin büyüme ortalamaları düşüyor yani sizin bu on iki yıllık iktidarınız döneminde bile aşağıya doğru düşüyor. Yani mesela kabaca ikiye ayıralım, 2002'den 2007'ye kadar yani dünyada küresel krizin olduğu döneme kadar olan kısma bakalım. Yani ucuz para politikasının çok kuvvetli olduğu, dünyada ciddi likidite bolluğunun bulunduğu bir dönemde Türkiye, evet, yüzde 6'ların üzerinde, 6-6,5 kadar büyümüş. Bu aslında tarihsel büyüme ortalamalarının da üzerinde ama krizden sonraki döneme baktığımız zaman, özellikle son iki, üç yıla baktığımız zaman büyüme ortalamalarının hızlı bir şekilde aşağıya doğru düştüğünü ve yüzde 3'ler civarında, 3-3,5 civarında bir büyüme ortalamasıyla Türkiye'nin karşı karşıya kaldığını görüyoruz. Bütün bu süreçte, özellikle krizden sonraki dönemde Türkiye'nin gelişmekte olan ülkelerden de ayrıldığını görüyoruz. Yani gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamalarını bir tarafa koyun çizin, Türkiye'nin büyüme ortalamalarını koyun çizin; krizden sonra aradaki farkın artmaya başladığını göreceksiniz. Yani bu Türkiye'ye ilişkin bir yapısal problemin, Türkiye ekonomisine ilişkin, sadece Türkiye'ye özgü bir hikâyenin ve problemin olduğunu bize söylüyor aslında. Aslında siz de tespit etmişsiniz. Bundan önceki sunuşlarda da, bundan önceki bakanlıkların bütçelerinde de üstü kapalı olarak aslında bu tespit ediliyor. "Türkiye acaba orta gelir tuzağına mı düştü?" diye bir tartışmayı da yürütüyoruz bu bağlamda. Yani krizden önceki seviyede kişi başına gelir ile altı yıl geçmiş olmasına rağmen bugün kişi başına gelir seviyesinin 10 binlerde çakılı kaldığını görüyoruz. Ama ben her koşulda ve her şartta Türkiye'nin aslında orta gelir tuzağına takılan bir ülke olmadığını düşünüyorum çünkü orta gelir tuzağı biraz daha farklı bir kavram. Özellikle yatırım harcamaları, yatırım harcamalarının büyümeye duyarlılığı, büyümenin yatırım harcamalarına olan duyarlılığı, yatırım harcamalarının ne kadar çok büyüme yarattığıyla ilgili bir şey ve Türkiye henüz o noktada değil. Ama Türkiye'ye ilişkin bir ekonomik problem alanının var olduğunu bize gösteriyor. Yani bir yandan Türkiye'nin tarihsel büyüme ortalamalarının altında bir büyümeyle var olması, son dönemlerde büyüme ortalamalarının düşmeye başlaması ve gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığımız zaman da daha düşük bir büyüme performansı sergilemiş olması bir problem alanını bize işaret ediyor.

Şimdi, istihdamla ilgili, buna paralel olarak işsizlik oranlarının arttığını da görüyoruz. Her ne kadar siz sunuşunuzda işsizlikten çok bahsetmeseniz de aslında istihdamın arttığını vurgulamaya çalışsanız da, hatta sunuşunuzun bir yerinde "Türkiye ekonomisi istihdam yaratıyor. İşsizlik oranlarının artışı tamamen iş gücüne katılım oranıyla ilgilidir. Dolayısıyla Türkiye'de düşük büyümelerle işsizlik oranlarının arttığını söylemek doğru değildir." demiş olsanız da bunun doğru bir değerlendirme olmadığını kabul etmek lazım. Dünyanın her yerinde işsizlik rakamlarına bakılır bir makrobüyüklük olarak. Eğer istihdam oranlarına bakacaksak, istihdam artış hızlarına bakacaksak o zaman Türkiye'nin istihdam oranlarının, iş gücüne katılım oranlarının neden gelişmiş ülkelerin çok çok altında olduğuna ilişkin bir karşılaştırma da yapmamız gerekir. O zaman ben de size şunu sorarım: OECD ortalaması ya da Avrupa Birliği ortalamalarına uygun bir iş gücüne katılım oranı olsaydı Türkiye'de işsizlik kaçtı diye sorarım. Yüzde 20'lerin üzerine çıkar Sayın Bakanım.

Dolayısıyla bu makro değişken yani Türkiye'de istihdama ilişkin işsizlik en önemli makro değişken olmaya devam ediyor ve Türkiye'de işsizlik oranları artıyor ve 2012 yılının sonbaharından itibaren artıyor. Bir trend değişikliği var burada. Bu da gayet normal çünkü büyüme oranları düşüyor. Yapılan çalışmalar şunu gösteriyor: Son bir yıl belki ayrıksı olabilir ama Türkiye'de işsizliği sabit tutabilmek için bile ekonominin en az 4,5-5 büyümesi gerekiyor çünkü genç bir ülke Türkiye. Her yıl 500 bin, 600 bin insan istihdam havuzuna giriyor. Dolayısıyla Türkiye'de yüzde 3'lük büyümeleri Türkiye ekonomisi kaldıramaz. Türkiye'nin bir an önce kendi potansiyeline dönmeye, hatta kendi potansiyelini de keşfederek onun ötesine yüzde 6'larda, 7'lerde büyümeye doğru gitmesi gerekiyor.

Bir başka nokta cari işlemler açığı. Şimdi Sayın Bakanım, cari işlemler açığının büyümeyle kurduğu ilişki Türkiye'de yine bir sorunlu alanı işaret ediyor. Şimdi, bir ülkenin cari işlemler açığı vermesi normal olabilir ama bir ülke büyümek için cari işlemler açığı vermek zorundaysa, ekonomik model böyle kurulmuşsa, böyle kurgulanmışsa burada bir problem var demektir. Üstelik birim büyüme başına verdiğimiz cari işlemler açığı miktarı da artıyorsa hem ekonomi büyürken hem küçülürken, bu başka bir yapısal soruna ve derinleşmekte olan bir yapısal soruna işaret ediyor demektir. Şimdi, biz, 2002 yılının başından beri söyledik: Yani Türkiye'de cari işlemler açığı büyümeye devam ediyor ama Hükûmet hep şöyle yaklaştı meseleye: "Cari işlemler açığı büyüyor ama biz bunu finanse ediyoruz. Finanse edebildiğimiz sürece cari işlemler açığı vermemiz bir sorun teşkil etmez." diyordu Hükûmet. Şimdi, biz burada zaman kaybettik. Ama özellikle son iki yılda sevinerek görüyorum ki özellikle cari işlemler açığının millî gelire oranı yüzde 10'lara çıktı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Hükûmet burada "Ne oluyoruz?" demeye başladı. Yani burada bir yapısal sorun var, Türkiye ekonomisi giderek daha fazla cari işlemler açığı veriyor ve bu açığı azaltmak için orta ve uzun vadede yapısal bir şeyler yapmak gerekiyor diye düşünmeye başladı. Ben mesela bu yatırım teşvik süreçlerini, girdi tedarik sistemini yani dışa olan duyarlılığı daha az kanayan bir ekonomik model kurgulayabilmek için içeride yapısal bir şeyler yapma ihtiyacının ortaya çıkmış olmasını da memnuniyetle karşıladığımı belirtmek istiyorum ama çok geciktik. Bakın, on iki yıllık bir iktidar, tek başına bir iktidar. Cumhuriyet tarihi içerisinde yaklaşık yüzde 15-16'lık bir döneme denk geliyor, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları ele alınabilirdi, çözülebilirdi, bugün başka şeyleri konuşuyor olabilirdik. Ama sürekli bunu görmezden gelen bir bakış açısı bizi buraya getirdi.

Mesela, Türkiye ekonomisinin çok ciddi bir dış finansman ihtiyacı var. Buna mesela sunuşunuzda hiç belirtmemişsiniz, hiç değinmiyorsunuz. Bakınız, önümüzdeki bir yılda vadesi gelen dış borçların ya da döviz cinsinden borçların miktarı 180 milyar dolar civarında. 50 milyar da cari işlemler açığı vereceksiniz, 230 milyar dolar. Millî geliriniz 822 milyar dolar. Yani millî gelirinizin dörtte 1'i kadar bir dış finansmanı bulmak zorunda bu ekonomi ve giderek bu küresel iklimin değiştiği bir ortamda bunu bulmak ve yaratmak zorunda. Yani likiditenin yönünün değiştiği, paranın yönünün değiştiği, dünyada ödünç verilebilir fonların daraldığı, paranın yeniden güvenli limanlara akma ihtimalinin yüksek olduğu bir konjonktürde Türkiye'nin bu kadar dış finansmanı nasıl sağlayabileceği ciddi bir soru işareti ve biz aslında bütün makro politikalarımızı da bu dış finansman ihtiyacı akışı üzerinden, bunun gerçekleşip gerçekleşmemesini temin etmek üzerine kuruyoruz. Aslında maliye politikamız da böyle, bütçemiz de böyle bugün tartıştığımız. Yani Türkiye'nin kırılganlıkları çok fazla. Bu kırılganlık içinden yeni bir kırılganlık daha yaratmayalım. Yabancı sermayeye sinyal verelim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sarı, toparlayabilirsek...

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ne yapacağız o zaman? İşte, yabancı sermayeye sinyal vermek için bütçelerimizi sıkacağız, daraltacağız, millî gelire oranı düşüreceğiz, borç stoklarımızın millî gelire oranını düşüreceğiz ama Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları var ve buralara kaynak ayırmak zorunda bu ekonomi. Bu ekonomi illa nihai istikrar programları uygulayarak gidemez. İstikrar programlarının ötesinde yapısal problemleri merkezine alan bir ekonomik modele, bir ekonomik kurguya ihtiyacı var. Dolayısıyla ben bu girdi tedarik sisteminin ya da bu yapısal sorunlara ilişkin atılan adımların ya da atılmaya çalışılan adımların bu genel çerçeve içerisinden bir anlam ifade ettiğini de görüyorum, buna da inanıyorum, bu çerçeveyi de destekliyorum. Ancak burada ciddi bir zaman kaybımızın olduğunu da belirtmek isterim.

Son bir şey Sayın Başkan affınıza sığınarak... Şimdi, dış ticaret hedefleri, özellikle ihracat ve ithalata ilişkin gelişmeler Bakanlığınızın doğrudan doğruya ilgi alanına giren konulardan. Şimdi, ben mevcut konjonktürde, dünyanın mevcut patikasında Türkiye'nin ihracat rakamları hedefini tutturabilmesini, orta vadeli hedeflerini tutturabilmesini de çok mümkün görmüyorum. Zaten geçen seneki OVP'de 166 milyar dolardı, bunu 160'a revize etmişsiniz ve 203 milyar dolar üç yıl sonra ki 43 milyar dolarlık bir ihracat artışını -ki bu yüzde 10'un üzerine denk düşüyor, yüzde 10 civarında bir artış anlamına geliyor yanlış hesaplamadıysam- bunu Türkiye ekonomisinin tutturması çok olanaklı değildir. Farz edelim ki bu mümkün, farz edelim ki böyle bir şey oldu, ama 2023 yılında 500 milyar dolar hedefini tutturmak da bugünden imkânsızdır.

Dolayısıyla ben bu 2023 hedefinin işte beklenti yaratmak açısından belki bir mantığı ve anlamı olabilir ama ortaya koyduğunuz hedeflerin gerçeklikle bağları kopmuşsa beklentiyi bir yerden yakalayıp bunu sürükleyemiyorsanız bunların da çok anlam ifade etmediğini belirtmek isterim, bu hedefleri çok gerçekçi bulmuyorum.

Mikro ölçekte de aslında yapacağım birçok değerlendirme vardı ama vaktim sona erdi. Daha fazla sabrınızı zorlamak istemiyorum. Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.