KOMİSYON KONUŞMASI

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar; Ekonomi Bakanlığının 2015 yılı bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönem performansı özellikle büyüme, Ekonomi Bakanlığının iştigal alanındaki başarıya bağlı görünmektedir. Ekonomi yönetimi, son dönemde büyümenin kaynağının ihracat olması gerektiğini, önümüzdeki dönemde iç talebe değil dış talebe dayalı bir büyüme kompozisyonu istediklerini sıklıkla dile getirmektedir. Bizim yıllardır dile getirdiğimiz bu değerlendirme doğru bir tespit, elzem bir hedef ve iyi bir temenni olmakla birlikte, sanırım AKP açısından küresel ve yerel dinamiklerin dayatması. Evet, AKP'nin yıllardır ısrar ettiği büyüme modeli açısından sona gelindi. Artık sürdürülebilir ve gerçekçi bir büyüme kompozisyonu şart gibi gözüküyor.

Ancak en az gerçekçi büyüme kompozisyonu kadar şart olan bir diğer husus da ekonomi yönetiminde uyumdur. Oysa son dönemlerde ekonomiye yeni bir risk unsuru eklenmiş, ekonomi yönetimi içinde bir çatlak olduğu artık herkesçe malumdur. Büyüme stratejisi ekseninde Merkez Bankasının faiz politikası nedeniyle sık sık ekonomi kurmayları karşı karşıya gelmektedir. Elbette bu durum piyasaları tedirgin etmekte, ekonomiyi olumsuz yönde etkilemektedir.

Bu noktada Sayın Bakana sormak isterim: AKP Hükûmetinin yekpare bir ekonomi politikası, büyüme stratejisi yok mudur? Eğer varsa sık sık basına yansıyan bu görüş farklılıkları nereden çıkmaktadır? Acaba ekonomik karar ve uygulamalara ilişkin tartışmalar Hükûmet içinde yeterince katılımcı ve etkin yapılmıyor mu ki dışarıya bu şekilde yansıyor? Doğrusu bilmiyorum ama bildiğim, bu görüntünün hoş bir görüntü olmadığı ve özellikle de Merkez Bankasını da zorda bıraktığı gerçeğidir.

Tabii ki faiz politikası tartışılabilir, evet. Ancak yüksek faiz daha pahalı kredi kullanılması, yatırımların ve dolayısıyla üretimin azalması, büyümenin düşmesi, işsizliğin artması ve de devletin daha yüksek faizlerle borçlanması suretiyle vatandaşların ödedikleri vergilerin daha fazla faize gitmesi, muhtemel vergi artışları demektir. Bunlara tamam ama faizlerin inmesinin yolu sipariş değil, icraatlardır. Yani Türkiye ekonomisinde kapsamlı ve kalıcı reformları yaparak, ekonomiyi sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde yöneterek risk algısını minimum düzeye çekmektir. Ama siz on iki yıllık bir tek parti iktidarı olarak hem bunları yapmayın hem küresel konjonktürü hem de ülke ekonomisinin mevcut durumunu göz ardı ederek faiz insin diye siparişte bulunun. Yok böyle bir ekonomi yönetimi!

Şimdi küresel likiditenin azaldığı bir döneme yurt içi tasarrufları dip yapmış hâlde yakalanan, dış tasarrufa bağımlı hâle gelmiş kırılgan bir ekonomiye sahip ülkede, bir de enflasyon çift haneye dayanmış ve üstüne jeopolitik ve siyasal riskler eklenmiş ise sırf iktidar istiyor diye, faizi aşağı çekerseniz piyasaların buna tepkisi sert olacaktır. Piyasa dövize yönelecek, kur artışı, maliyet artışı, enflasyonun daha da yükselmesi ve sizin de zorunlu olarak yüksek faiz artırımınız birbirini izleyecektir. Siz ne derseniz deyin, piyasa zaten kendi faizini yaratmaktadır. Her fırsatta söylediğim gibi, Merkez Bankasının politikalarını tartışabiliriz, eleştirebiliriz -ki banka son dönemlerde bunu fazlasıyla hak ediyor- ancak Merkez Bankasının bağımsızlığı tartışma konusu olmamalıdır. Türkiye ekonomisinin geçmişinin öğrettiği bir doğru olan Merkez Bankası bağımsızlığının kıymetini başta siyasal iktidar olmak üzere herkes iyi bilmeli, saygı duymalıdır. Aksi hâlde, bunun faturasını ülke ekonomisi ödeyecektir.

Gelelim dış ticaretimize. Türkiye'nin istihdama ve büyümeye ihtiyacı var. Bunun için ön koşul ne? Üretim ve bu üretimin tüketime dönerek devamlılık arz etmesi. Yani büyümek için mal ve hizmet üretmek, üretilen bu malları doğru pazarlarda satmak gerekiyor. Bu, iç pazar mı, dış pazar mı olacak? Yıllardır işi iç taleple götüren Türkiye için doğru yol dış pazar, yani ihracat. Peki, ihracatımız ne durumda, bu yükü taşıyarak büyümenin lokomotifi olacak durumda mı? Maalesef hayır. Gerek verilerden, gerekse de Orta Vadeli Program öngörülerinden anlıyoruz ki ihracatımız hem kalitatif hem de kantitatif bir yetersizlik içinde. Hele 500 milyar dolarlık 2023 hedefi kulağa hoş geldiği gibi içi de boş geliyor artık.

Bakınız, 152 milyar dolarlık ihracatın 500 milyar dolara ulaşması için 2013 ila 2023 yılları arasında ortalama yıllık yüzde 12,5 civarında bir ihracat büyümesi hızına ihtiyaç var. İhtiyaç var ama bu hızda bir büyüme yok ve olmadığını da Hükûmet rakamlarla itiraf ediyor. Geçen yıl yayınlanan Orta Vadeli Program'a göre ihracat 2014'te 166,5; 2015'te 184, 2016'da 202,5 milyar dolar olarak öngörülürmüş iken bu yılki Orta Vadeli Program'da bu rakamlar 2014 için 164,5; 2015 için 173, 2016 içinse 187,4 milyar dolar olarak revize edilmiştir. Yıl yaklaştıkça düşürülen bu hedefler tutsa dahi artış hızının yüzde 10'u bile bulmadığını görüyoruz. Geçen yıl kabul edilen Onuncu Kalkınma Planı'na göre 2018'de ihracatın 277 milyar dolara ulaşacağı söylenirken bu yılki Orta Vadeli Program'a göre 2017 sonunda ihracatın 203 milyar dolar olacağı öngörüsüne ise hiç girmek istemiyorum. Sormak isterim sayın Bakana, böyle mi ulaşacağız 500 milyar dolar hedefine? Şu öngörülen rakamlarla bize bir açıklayın lütfen. Yoksa bu 500 milyar dolar hedefi AKP'nin 2071 vizyonu olmasın!

İhracatımızın tek sorunu tutar artışı mı? Keşke öyle olsa. İhracatımızda daha büyük problem var: Teknoloji yoksunluğu, düşük katma değer üretimi ve ithal mallara bağımlılık. Yine Hükûmetin dokümanlarından söyleyeyim size: Türkiye'nin ihracatının yüzde 93'ü imalat sanayi sektörünün. Peki, bu imalat sanayisinin ihracatında yüksek teknolojili üretimin payı ne kadardır? Sadece yüzde 3,5. Evet, 2002 yılında bu oran yüzde 6,2 idi. 2002 yılını da siz beğenmiyorsunuz. Avrupa Birliği ülkelerinde ise yüzde 20. İmalat sanayinde ara mal ithalatı hâlâ çok yüksek. Toplam ithalatın yüzde 72'si ara mal ithalatına yönelik. Türkiye, üretiminde gerekli olan ara mal, yatırım malı ve teknolojiye sahip olmadığından bu malların üretilip ihraç edilebilmesi için ciddi miktarda ithalat kaçınılmaz olmaktadır. Bu durum ihracatı, ihracat için gerekli olan malların ithal edilmesine bağımlı kılmaktadır. Bu bağımlılık da hem yaratılan katma değeri sınırlamakta, hem de ülke kaynaklarının yurt dışına akıtılmasına sebep olmakta, ithalatımızı yukarıya taşımaktadır. Bu çerçevede, ithalata bağımlı sanayimizin ara mal tedarikinin yurt içinden yapılmasını sağlamakla yurt dışına döviz çıkışı durdurulmuş olunacağı gibi bu ara malların ülkede üretilmesi yeni bir üretim ve istihdam olanağını ifade edecektir. Ancak yıllardır bilinen ve sözüm ona teşviklerle, girdi tedarik stratejileri ile pek çok adım atılan ithal bağımlılığı alanında mesafe alınamadığı için olsa gerek geçen hafta sayın Başbakanın açıkladığı 9 reformun 1'inci sırasında ithal bağımlılığı gözükmektedir.

İhracatımızın bir diğer sorunu da küresel krizin dünya ticaretini negatif etkilemesidir. Yüksek borç stoku, ekonomik durgunluk gibi sorunlarla ciddi şekilde boğuşan ve ülkemizin en büyük dış ticaret partneri olan Avrupa'nın bu durumu ülkemizi etkilemeye de devam edecektir. Her ne kadar Euro bölgesi ekonomisi 2013'de cılız bir büyüme kaydetmiş olsa da...

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, lütfen toparlayın.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - ...henüz güçlü ve kalıcı sinyaller vermemektedir. Bu çerçevede Kuzey Afrika, Yakın ve Orta Doğu'nun Türkiye'nin ihracatındaki önemi daha da artmıştır. Ancak bu noktada da, Türkiye'nin artan jeopolitik riski ve komşularıyla arasındaki gergin ilişkiler olumsuz faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak bir hususa değinmek istiyorum. Ekonomi Bakanlığının 2015 Bütçe tasarısını incelerken gözüme çarptı. Tasarıda İhracat Genel Müdürlüğünün görev ve faaliyetleri bölümüne "ihracat performansımız" başlığıyla bir tabloda 2002'den başlayan 2015'e uzanan dönemdeki ihracat rakamlarına yer verilmiş ve hatta tablonun altına "Görüldüğü gibi 2002 yılında 36 milyar dolar ihracat 2013 yılı sonu itibarıyla 151,7 milyar dolara ulaşmıştır." notu yazılmıştır. Bütçe tasarısında böyle bir ibareye ne gerek var diye düşünürken hemen birkaç sayfa ötede yer verilen İthalat Genel Müdürlüğünün görev ve faaliyetlerine bakayım dedim. Ama her nedense orada 2002'den başlayan 2015'e uzanan dönemdeki ithalat rakamlarını içeren bir tabloya ne yazık ki rastlayamadım. Bu objektiflik midir? Zira yanlış hatırlamıyorsam 2002'de 52 milyar dolar düzeyindeki ithalat 2013'te yaklaşık 252 milyar dolar olmuştur. Yani AKP döneminde ihracat 3,3 kat artarken ithalat çok daha fazla, 3,8 kat artmıştır. Sayın Bakan, siz sadece ihracatın bakanı değilsiniz, ithalatın da Bakanı, dış ticaretin Bakanısınız. Ama AKP iktidarı boyunca bakıyorum ithalatı ağzına alan yok, ithalatın sahibi de yok. Dolayısıyla, bütçe tasarısında ihracatı yazıp ithalatı atlamak gibi şeylere gerçekten gerek yok.

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, saatin sahibi var. Toparlarsanız sözlerinizi...

AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Peki efendim, son paragraftan artık vazgeçiyorum.

2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.