KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyor ve iyi akşamlar diliyorum. Bütçenin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum şimdiden.

Türkiye ekonomisinin son on yıldaki en temel problemini dış açıklar oluşturuyor. Türkiye dış dengede çok büyük açıklar veriyor ve bu açığın en temelini de dış ticaret açığı ve faiz ödemeleri meydana getiriyor. AKP döneminde Türkiye ekonomisinde hızlı büyüyen kalemlerin başında ne yazık ki ithalat geliyor. 2002-2013 yılları arasındaki dönemi karşılaştırırsak, Türkiye'nin ihracatında yüzde 321 oranında artış yaşanırken, ithalatında gerçekleşen artış yüzde 388 olmuş. Bu yüzden de dış ticaret açığı yüzde 545 oranında artmıştır.

2002-2013 yılları arasında Türkiye'nin ihracat ve ithalatının toplamı yani dış ticaret hacmi 316 milyar dolar büyümüş ve 403 milyar dolara kadar yükselmiş. Dış ticaret hacminde yaşanan artışın tam 200 milyar doları ithalattan kaynaklanmıştır. İhracatın katkısı ise 116 milyar dolarda kalmış. AKP'den önce 100 dolarlık ithalata karşılık 70 dolarlık ihracat yapabilen bir ülke iken, Türkiye 2013 yılında 60 dolarlık ihracat yapabildi ancak. 2014 yılında ekonominin büyüme hızı düştüğü için ihracatın ithalatı karşılama oranı da biraz yükseldi.

Türkiye, öyle garip bir ekonomik model içerisinde hapsoldu ki dış açıkları biraz azaltalım dediğinizde ekonomi küçülüyor, ekonomiyi biraz büyütelim diye yola çıktığınızda ise dış açık patlıyor. AKP hükûmetleri, bu kısır döngünün yapısal sorunlardan kaynaklandığını yıllarca kabul etmedi. Şimdi ise göstermelik ve çalakalem hazırlanmış dönüşüm programı, projeleri ve eylem planlarıyla bu kısır döngünün kırılacağını savunmaya başladı. Şimdiye kadar kalkınma planları, orta vadeli programlar ve yıllık programlarda klişe halinde tekrarlanan ancak uygulanması yönünde herhangi bir somut adım atılmayan vaatler, bu kez "dönüşüm programı" adıyla ortaya sürülmeye başlandı. Böylesine hiçbir somut eyleme dönüştüremeyeceğiniz metinlerle ekonomiyi değil, ancak, ancak algıyı yönetebilirsiniz. Biz de merak ediyoruz, ülkeyi değil de algıyı yöneterek daha ne kadar gidebilirsiniz, bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

"Dostlar bizi pazarda görsün, Hükûmet bir şey yapmıyor denilmesin." diye hazırlanmış görünümü veren ve Sayın Başbakanın geçen hafta açıkladığı programın önemli bir ayağını "ithalata olan bağımlılığın azaltılması programı" oluşturuyor. Bu programın koordinasyon görevi de Ekonomi Bakanlığına teslim edilmiş, oraya verilmiş.

Türkiye ithalata bağımlılığı azaltma ihtiyacını dün hissetmedi, yıllardır böyle bir ihtiyaç var ve AKP Hükûmetleri bunu ne yazık ki görmezden geldi. İthalata olan bağımlılığın azaltılması programının amacı anlatılırken şöyle bir tespitte bulunulmuş; "Üretim sürecinde ithal girdi kullanımı artarken, giderek yurt içi ara malları üretimi aleyhine bir ortam oluşmuştur." denilmektedir. Biz yıllardır bunu söylüyoruz. Çok uzağa gitmeyin, Ankara'da -hemen burada- Siteler'e gidin, beş on yıl önce üretim yapan işletmelerin önemli bölümü şimdi üretimini durdurmuş, onun yerine, Çin, Hindistan ve benzeri Uzak Doğu ülkelerinde üretilmiş ürünleri satmaya başladılar, üretim yok.

AKP iktidarları, uluslararası piyasalardaki para bolluğunu fırsat bilip tüketimi sürekli körükledi, ülkenin üretim gücünün gelişmesini de böylece engelledi, rekabet gücünü azalttı, özel tasarruf oranını tarihin en düşük noktasına indirdi ve Türkiye dış kaynak müptelası hâline dönüştürüldü. Ağustos böceği gibi yazın saz çalıp şarkı söyledi. Şimdi uluslararası piyasalarda para azalma eğilimine girince Hükûmet de kara kara düşünmeye başladı. Açıklanan programlar da öyle atla deve değil. Bu yıl yüzde 65 civarında olması beklenen ihracatın ithalatı karşılama oranını 2018 yılına kadar yüzde 70'e çıkarılacak. Yani, eski Türkiye'nin oranlarına geri dönülecektir. Orta ileri teknoloji ürünlerinin ithalattaki payı azaltılıp, ihracattaki orta-yüksek ürünlerin payı artırılacak, tüketim malı ithalatının payı azaltılacak, kimya, ana metal, motorlu kara taşıtları gibi sektörlerin yüzde 70'li oranlarda seyreden kapasite kullanım oranları yüzde 80'e çıkarılacak. Bütün bunlar da önümüzdeki üç yıl içerisinde yapılacak.

Türkiye'nin, içerisine girdiği bu kısır döngüden kurtulabilmesi için, yüksek katma değer yaratacak ileri teknoloji ürünü üretip ihraç etmesinden başka hiçbir çözüm ve hiçbir kurtuluş da görülmüyor, görmüyoruz. Bunun için de yatırım yapmak, insanımızı eğitmek gerekir. Eğitim sistemimiz tam bir faciaya dönüşmek üzere değerli arkadaşlar. Sadece imam ve hatip yetiştirerek bırakın yüksek teknolojiyi, düşük teknolojili ürün üretimini bile sürdüremeyebiliriz artık.

Çinli Ozan Kuan-Tzu'nun bir şiiri var, diyor ki Tzu: "Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek. Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın. Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit." Ne yazık ki bugünkü eğitim sistemi, Türkiye'nin sadece bugününü değil, geleceğini de tehdit eden bir yapıya bürünmüş durumdadır. Bu eğitim sistemi Türkiye'yi sadece ucuz iş gücü cenneti hâline getirir. Başka ülkelerin artık tenezzül etmediği, çevreyi kirleten, insan sağlığını tehdit eden alanlar bize kalır. Biz ancak bu tür mallar üretip satabiliriz. Bu eğitim sistemi, işçimizin, çiftçimizin, mühendisimizin emeğini ucuzlatarak başka ülkelere sömürtmekten başka bir işe yaramaz bu eğitim sistemiyle.

TÜİK'in açıkladığı verilere göre, Türkiye'nin imalat sanayi ürünleri ihracatı içerisinde ileri teknolojili ürünlerin payı yüzde 3,3 civarında. İmalat sanayi ürünü ihracatının yüzde 31'i orta-yüksek, yüzde 32'si orta-düşük, yüzde 35'i yani en büyük bölümü ise teknoloji ürünlerinden oluşuyor.

Eurostat'ın rakamlarına göre Türkiye'nin toplam ihracatı içerisinde ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde 1,7 düzeyinde kalıyor. Mesela Almanya'nın toplam ihracatının yüzde 14,2'si, Fransa'nın yüzde 20,3'ü, Hollanda'nın yüzde 17,7'si, İngiltere'nin yüzde 15,4'ü, İsviçre'nin ihracatının yüzde 13'ü ileri teknoloji ürünlerinden meydana geliyor. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde en az ileri teknoloji ürünü ihraç eden ülke Türkiye;1,7.

Mesela Güney Kore'nin ihracatının yüzde 25'ini ileri teknoloji ürünleri oluşturuyor. Güney Kore'nin son yıllarda dünyada eğitime en fazla önem veren bir ülke olmasıyla bu oranın çok yakın bir ilişkisi vardır.

Türk sanayisinin üretiminde teknolojik bir dönüşüm yapabilmek için yeni yatırımlar yapmak gerekiyor. Ancak AKP iktidarları uyguladıkları politikalarla Türkiye'de yatırım yapacak tasarrufu da bırakmadı. Tasarruf oranı yüzde 12-13'lere kadar düştü. Olan tasarruflar da imar rantı peşinde koşanların üretken olmayan inşaatlarına gidiyor. Türkiye millî gelirinin yüzde 20'si kadar yatırım yaparak bu sorunları aşamaz. Benzeri ülkelerde olduğu gibi Türkiye'nin de her yıl milli gelirinin yüzde 30-35'i kadar yatırım yapması gerekmektedir.

Sayın Başbakanın açıkladığı son dönüşüm programı, Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda yer alan 25 başlık arasından seçilmiş, o 25 başlık arasında bir de "yurtiçi tasarrufların artırılması" diye bir başlık da var. Türkiye'nin düşük tasarruf sorunu çözülemediği sürece bugünkü sorunlarına kalıcı çözüm bulmak mümkün gözükmüyor. Eğer öncelikli bir program uygulanacaksa tasarrufların artırılması diğer bütün alanlardan önce gelmeliydi.

Türkiye'nin sürdürülebilir refah artışının hakça paylaşıldığı bir büyüme sürecine girmesi gerekiyor. Bunun için de ülkenin rekabet gücünü artıracak, ekonomide istikrarı sağlayacak, sosyal devleti yeniden diriltecek ve inşa edecek, toplumun korunmaya muhtaç bütün kesimlerini kucaklayacak gerçek bir ekonomik programa ihtiyacı bulunmaktadır. Tasarrufları artırarak dış açıkları azaltacak, yatırım ve üretim iklimini canlandıracak, çalışabilecek durumdaki herkese istihdam yaratabilecek bir stratejinin gerekliliğine inanıyoruz ve bunun mutlaka da böyle gerçekleştirilmesi gerekir.

Ne yazık ki Türkiye, son on iki yıldır üretimin yerine tüketimi koydu, üretken yatırımlar yerine sadece yandaşa rant yaratmaya dönük verimsiz yatırımları teşvik etti. Gelir ve tasarrufu artırmak yerine harcamayı ve borçlanmayı özellikle özendirdi. Bu görüşleri ilk defa dile getirmiyoruz, bütün bütçe görüşmelerinde ve önceki yıllardaki görüşmelerde buna benzer görüşleri sürekli dile getirdik ve dile getirmeye devam ediyoruz. Ancak, AKP Hükûmeti, cari işlemler açığını azaltmayı Rıza Sarraf'a, imar rantlarını bölüştürmeyi de Bilal Erdoğan'a havale ettiği için söylediklerimize fazla kulak asmadı. Umarım bundan sonra söylediklerimizi dikkate alırsınız.

İhracat için üretim yapmak gerektiğini söylüyoruz. Ama AKP ne yapıyor? Mesela zeytin ve zeytinyağı Türkiye'nin ihracatında önemli kalemlerden biri ve Türk çiftçisinin de önemli bir gelir kaynağı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi toparlar mısınız lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.

"Yandaşa elektrik santralı kurduracağım." diye, Soma'nın Yırcalı köyünde binlerce zeytin ağacının zorbalıkla kesilip, yıkılıp yok edilmesine çanak tutarak ne yapmaya çalışıyor? AKP'lilerin dillerinden düşürmediği bir söz var, "Milletin hizmetkârıyız." dersiniz, Soma'nın Yırcalı köyünde bu iktidarın kimin hizmetkârı olduğunu da çok yakından gördük.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin 18 Temmuz 1986 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla kurulan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), yirmi sekiz yılı aşan deneyimiyle Türk iş dünyasının yurt dışındaki faaliyetlerini destekleyici ana unsur olmuştur.

2004 yılında TOBB Kanunu'nun yenilenmesi çalışmaları kapsamında DEİK'e ayrı bir tüzel kişilik kazandırılmasını sağlamak üzere, 5174 sayılı TOBB Kanunu'na DEİK'e ilişkin özel hükümler konulması önerisi Meclis tarafından kabul gördü. Böylece, 1986'dan 2004'e kadar TOBB'un bir parçası olarak faaliyet gösteren DEİK, özel sektör kuruluşlarının ortaklaşa kurduğu ve yönettiği kurumsal bir yapıya kavuştu.

Yaşanan en masum olaylardan bile kendisine bir "darbe mağduriyeti" çıkaran AKP Hükûmeti, özel sektörün, yabancı özel sektör kuruluşlarıyla bire bir ilişki kurmasını sağlamak amacıyla kurulan, kısa adı "DEİK" olan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulunu torba yasayla bir anda devletleştirerek, özel sektöre âdeta darbe yapmıştır.

Özel sektörünün dış ekonomik ilişkilerini yürütme görevini üstlenen 750 üye şirketi, 42 kurucu kuruluşu, 115 iş konseyi, 148 ticaret ve sanayi odası ve borsa oda temsilciliği, 3 yurt dışı temsilciliği bulunan bir kuruluş böylece Hükûmete bağlanmış ve başına da yandaş bir isim getirilmiştir.

Bir hükûmet niçin bunu yapar? Çok açık, hükûmetin iş dünyasını kontrol etme mekanizmasını güçlendirmek, sermaye grupları üzerindeki baskıyı yasa ve yönetmeliklerle biraz daha artırmak amacıyla yapar.

TOBB'un yanı sıra, "TİM, TÜRSAB, MÜSİAD, ASKON" gibi iş dünyası örgütlerinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, son cümlenizi alayım lütfen.

MUSA ÇAM (İzmir) - ...içinde yer aldığı DEİK'i Ekonomi Bakanlığına bağlamak bu iktidarın sivil toplum örgütlerine nasıl şaşı baktığının da önemli bir göstergesidir.

Geldiğimiz noktada, 11 Eylül 2014'te yasalaşan 6532 sayılı Kanun Parlamentodan geçmiş ve 20 Eylül 2014'te Ekonomi Bakanlığımızın yayınladığı yeni yönetmelik ile de Ekonomi Bakanlığımıza bağlı olarak faaliyet gösterecek yeni DEİK'in yapısı şekillenmiştir.

Bu arada tabii ki merak ediyorum ve soruyorum: On iki yıldır Türkiye'de cumhuriyetin kazandırmış olduğu bütün kamu kurumlarını özelleştiren, satan iktidarınız, şimdi bir kurumu kamulaştırıyor. Oysa şu anda kamulaştırılması gereken DEİK değil, kamulaştırılması gereken Soma'daki madenler, Ermenek'teki madenler ve bu ülkenin telekomünikasyonudur, madenleridir, petroldür, TÜRK TELEKOM'dur. Bunlar kamulaştırılması gerekirken DEİK'in kamulaştırılması bir arka bahçe yaratmaktan başka bir şey değildir.

2015 bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum, saygıyla selamlıyorum.