Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a)Millî Savunma Bakanlığı b)Akaryakıt İkmal ve NATO POL Tesisleri İşletme Başkanlığı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 16 .11.2023 |
DURSUN ATAŞ (Kayseri) - Sayın Başkanım, değerli Komisyon üyeleri ve milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakanım, Değerli Bakan Yardımcıları, değerli askerî ve sivil bürokratlar; Millî Savunma Bakanlığının 2024 yılı bütçe teklifini görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Bu vesileyle başta 7 iklim 3 kıtaya barışı, huzuru ve adaleti götüren, atalarımızdan aldığı ilhamla bölge ve dünya barışına katkıda bulunmak için ülkemizde ve dünyanın dört bir yanında kahramanca mücadele eden Mehmetçik'e en derin saygı, sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. Ayrıca bu toplantının ülkemize, milletimize, kahraman ordumuza ve Millî Savunma Bakanlığına hayırlar getirmesini diliyorum.
Toplumsal ihtiyaçların başında huzur ve güvenlik gelmektedir. Güvenliğin olmadığı yerde özgürlükten ve demokrasiden söz edilemez. Her devlet var olma mücadelesini sürdürebilmek için güvenliğini sağlamalıdır. Orta Doğu gibi sıkıntılı bir coğrafyada ise bu çok daha önemlidir. Bu yıl cumhuriyetimizin 100'üncü yılını kutluyoruz, bizden sonra gelecek evlatlarımızın cumhuriyetimizin nice yüzyıllarını kutlamasını istiyorsak ülkemizin güvenliğini sağlamak zorundayız. Bunun için de en önemli şey ordunun gücüdür ve güçlü bir orduya sahip olmaktır. Bu nedenle biz Millî Savunma Bakanlığının ve diğer güvenlik güçlerimizin bütçesi konusunda çok hassas ve yapıcı davranıyoruz. Millî Savunma Bakanlığının her bütçesinde "Yetmez ama evet." dedik, bugün de bu tavrımızda bir değişiklik bulunmamaktadır.
2022 yılı bütçesinde Millî Savunma Bakanlığına 80,5 milyar lira ödenek tahsis edilmişti, ek bütçeyle 447,8 milyar olmuştu. 2023 yılında 182,7 milyar lira ödenek tahsis edilmişti, o zaman da Komisyonda bu miktarın yetersiz olduğunu belirtmiştim, nitekim 30,8 milyar liralık ek bütçeyle bu miktar 213,5 milyar lira olmuştu. 2023 yılı yıl sonu gerçekleşme tahmini ise 256,4 milyar lira olarak görülüyor. 2024 yılında ise Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 440,5 milyar liradır, genel bütçeye oranı ise yüzde 3,97'dir.
AKP iktidarı savunmaya önem verdiğini, yerliliği ve millîliği artırdığını söylese de Millî Savunma Bakanlığının bütçesinin genel bütçedeki oranı sistematik bir şekilde düştüğünü gösteriyor. Bakınız, 2003 6,9 iken bütçedeki oranı, 2012 yılında 5,2'ye, 2019 ve 2020 yıllarında 4,9'a, 2021 yılında 4,5'e, 2022 yılında 4,6'ya, 2023 yılında 4,07'ye kadar gerilemiştir, görüştüğümüz 2024 bütçesinde ise oran 3,97'ye kadar düşmüştür. Bu düşüşü her yıl dile getiriyoruz fakat yine hâlâ devam ediyor. Ayrıca savunma harcamalarımızın gayrisafi yurt içi hasıladaki payının yüzde 2'ye yükseltilmesine yönelik 2014 yılında ülkemizin NATO'ya verdiği bir taahhüt vardır, hâlen yerine getirilmemiştir. Bunu beş yıldır tekrar ediyoruz, her seferinde farklı tarihler veriliyor. Bu taahhüt ne zaman yerine getirilecektir? Tüm bu nedenlerle savunma bütçemizin yeterli seviyede olmadığını, özellikle savunma yatırımlarımızı artırmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Öncelikle Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, ordumuzun küresel savaş güçlerine göre ülke sıralamasında nerede olduğuyla ilgili devam etmek istiyorum. Küresel güç sıralamasında Türkiye 2017'de 8'inci sıradayken, 2023 yılında 11'inci sıraya gerilemiş durumdadır. Hava kuvvetleri sıralamasında 9'uncu sırada görünüyoruz ama savaş uçağı gücü sıralamasında 15'inci sırada görünüyoruz. Üstelik F-35 projesinden çıkartıldığımızı da hatırlatmakta fayda var. Savunma bütçesi sıralamasındaysa 16'ncı sıradayız. Şimdi, bu veriler ne yazık ki çok iyi görünmüyor, daha doğrusu düşüşler çok iyi görünmüyor, bunların bir an önce yükseltilmesi gerekiyor.
Yıllardır terörle mücadele, etrafımızda sıcak savaşlar varken işte Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin savaşı, İran'daki ayaklanmalar, Yunanistan ve Kıbrıs'la süren sürtüşmeler, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarıyla ilgili yaşadığımız hukuki sorunlar, Suriye'deki sınır ötesi operasyonlar şüphesiz bizim hep teyakkuzda olmamız gerektiğini gösteriyor. Bu yüzden askerî gücümüzün önemi son derece büyüktür ancak burada önemli bir konu var ki sık sık tekrar ediliyor olsa da önemli olduğunu düşündüğümüz S-400 ve F-35'lerdir. Türkiye, S-400 sistemini 2019'da teslim aldı ancak hâlâ aktive edilebilmiş değil. S-400 siparişi Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasına ve ortaklığına mal oldu. Bu da yetmedi, Türkiye S-400 sipariş ettiği için yaptırımlara maruz kaldı. S-400'lerin aktive edilmesi durumunda ise ABD, Türkiye'yi ağır yaptırımlar uygulamakla tehdit ediyor. Bu sisteme toplamda 2,5 milyar dolar da para ödendi. F-35 projesine yatırdığımız 1,4 milyar dolar da gitti; 1,4 milyar doları geçtim, F-35 üretim sisteminde yıllar içinde bize getirisi olacak 11 milyar dolardan da olduk. Üstelik savaş uçak gücümüz yeterli değilken bunlar oldu. Burada şunları sormak istiyorum: Bunlar bir devlet aklıyla mı yapıldı? Eğer ki devlet aklıyla yapılmadıysa -ki devlet aklıyla yapılmışa benzemiyor- bundan sonra bu konuda ne yapılacak? F-35 projesine dönme ihtimalimiz var mı? Ayrıca, yine F-16 satın alma ve modernizasyonu konusunda son durum nedir? Nitekim ABD, miadı dolmak üzere olan F-16'ları bile bize vermek istemiyor. Maksadım eleştiri yapmak değil, zaten yeterince eleştiriler yapıldı bu konuda ama ortada ölü bir yatırım, büyük bir zarar ve zafiyet var. Bunun telafi edilecek projeler olması lazım ya da en azından önümüze bir yol haritasının konması lazım. SİHA'larla, İHA'larla muharip uçakların yeri doldurulamaz, bunun da bir sefer bilinmesi gerekiyor.
Diğer yandan, ordumuzu güçlendirmeye yönelik savunma sanayisinde bu zamana kadar atılan adımları da görmezden gelmiyoruz ki bunu her konuşmamda söylüyorum. Nitekim bu hususta çalışan firmalardan yatırımcılara, mühendislerden işçilere kadar daha iyilerini yapabilmeleri için vereceğimiz partilerüstü desteği önemli buluyorum ama savunma sanayisinde yüzde 80'lik yerlilik oranının sağlandığı ifadesi "Yüzde 80'e ulaştık." ifadesi de bana göre biraz politik ve doğru olmayan bir açıklama gibi geliyor. Gönül ister ki yüzde 100 olsun ama "yüzde 80" oldu demekle de yüzde 80 olmuyor. Bu oran neye göre hesaplanıyor? Bunu kaç yıldır soruyorum ama cevabını da alamıyorum.
Ayrıca, son seçim kampanyasında, kampanya sürecinde gördük ki savunma sanayisi yatırımları seçimin ana gündemi yapıldı, iktidar partisinin politik propaganda malzemesine çevrildi. Burada bence ciddi bir hata yapılıyor. Şimdi, şöyle ki: Ulusal bir sevinç kaynağının belli bir propaganda doğrultusunda politize edilmesi, ulusal sevince gölge düşürürken millî birlik ve beraberlik dokusunu da ciddi şekilde zedelemektedir. "Şu parti gelirse savunma sanayisi yatırımları biter." "Bunlar gelirse savunma sanayisine yapılan her şey boşa gider." gibi aslı olmayacağını en iyi sizlerin bildiği bu şeyler seçim sürecinde bolca kullanıldı. Şahsen beni seçim kaybetmekten daha çok üzen bu söylem, bu milletin gözünde bizi getirmeye çalıştıkları konumdur; bu, millî birlik ve beraberliğimizi de çok zedelemektedir, bunu da belirtmek isterim.
Ordumuz bunun dışında kalmak zorunda. Ordumuzu siyasi söylemlerin dışında tutmak zorundayız. Bakın, erken cumhuriyet dönemlerinde tesis edilen onlarca fabrika var, belki tarihte, o dönemin şartlarında yapılan sanayi devrimi gibi bir devrim bir daha asla yapılamayacaktır. Ancak CHP tarafından reklam edilemez durumu vardır, bunun reklamı yapılamaz; o, ulusal birliğimizin bir tezahürü, medeniyetler seviyesinde en üste çıkma ülkümüzün bir yansımasıdır. Yine, Türk ordusu Kıbrıs'ta destan yazmıştır ama Bülent Ecevit Kıbrıs çıkarmasını kendisine atfetmedi. "Ayşe tatile çıksın." sözü bütün bir milletin istiklali için, vatan bildiği toprak için yapacaklarının dile yansımasıydı. Reklam yapılamaz şeyler vardır. Savunma sanayisinde atılan adımlar da siyaset ötesi devlet kazanımı bir mahiyete sahiptir. AKP'nin benimsediği bu militarist söylem, yapılan yatırımları devlete ait olarak görmektense parti başarısı üzerinden değerlendirmektedir. Üstelik, savunma sanayisi yatırımları da yeni başlamamıştır. ASELSAN 1975 yılında kuruldu, HAVELSAN 1982 yılında, ROKETSAN 1988 yılında kuruldu, Makine Kimya Endüstrisinin tarihi çok daha eski ama 1950'de Makine Kimya ismini aldı, TEI 1985'te, TAI 1973 yılında kuruldu. Hiçbir hükûmet bunları seçim malzemesi yapmadı çünkü bazı şeyler siyaset malzemesi yapılmaz, Silahlı Kuvvetlerin mahremi bu kadar göz önüne serilmez; caydırıcılık için tatbikat yapılır ama iç siyasete alet edilmez.
Ne yazık ki AKP iktidarında bu anlayışta olan bozulma dış politikada da kendini göstermektedir. AKP iktidarında Türkiye ciddi bir itibar kaybıyla karşı karşıyadır. Müzakere yeteneğini kaybetmesi ise bu itibar kaybının en önemli sonuçlarındandır. Türkiye, ulusal çıkarlarını ilgilendiren konularda diplomatik olarak yalnızlaştı. Doğu Akdeniz başta olmak üzere Türkiye'nin diplomatik güçsüzlüğünü fırsat bilen tüm muarızlar Türkiye'ye karşı birleşti. Yunanistan, hakkı olmayan adalarda hak iddia etti. Dış politika sürekli U dönüşlerinin yaşandığı bir zemine dönüştü. Türkiye, 6 milyar avro için milyonlarca Suriyeliyi kabul eden bir ülke hâline geldi; sınır güvenliği yanlış politika yüzünden hiçe sayıldı; rüşvetçi bakanların ülkeyi temsil ettiği, büyükelçiliklerin istenmeyen kişi ilan edildiği, bakanların Avrupa kapılarında bekletilip ülkeye alınmadığı bir ülke oldu. Obama beyzbol sopası gösterirken Trump "Aptal olma." dedi. Onlarca askerimiz Suriye'de katledildikten sonra Putin Erdoğan'ı kapıda bekletip Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye'nin itibarını canlı yayınla tüm dünyaya rezil etme cüreti gösterdi. Tüm dünya ABD'ye, Trump'ın "Ermeni soykırımı" demesi nedeniyle bir tepki göstermesini beklerken Erdoğan "Hamdolsun, hiç gündeme gelmedi." dedi. NATO'nun yetmiş yıllık etkin ve saygın bir üyesi olan ülkemizin dış politikada geldiği nokta da son İsveç ve Finlandiya üyeliğiyle görüldü. Bunlara örnekler saymakla bitmez ama zamanım kısıtlı olduğu için kısa geçiyorum.
Sonuç olarak, AKP dış politikayı millî çıkarların egemen olması gereken bir zeminden çıkarıp siyasi iktidar aracı hâline getirerek yandaşların ve kendi iktidar elitlerinin dış politikası hâline dönüştürdü. Bunun en iyi örneği, ABD askerleri Süleymaniye'de askerimizin başına çuval geçirdiğinde ABD'ye nota vermeyip bir de üstüne "Ne notası, müzik notası mı?" diye dalga geçenlerin, üst düzey siyasilerle yakın ilişkisi olan Reza Zarrab'ın can güvenliğinden endişe ettiği için ABD'ye 2 defa nota vermesidir. Başka bir örnek: Cumhuriyet birikimlerimizin göz bebeği Tank Palet Fabrikası yok pahasına Katarlılara peşkeş çekildi, bunun adı "yerlilik" olamaz, bunun adı "millîlik" olamaz arkadaşlar.
Ordumuzun en önemli görevlerinden biri de hudut güvenliğini korumaktır. Bu konuda da Türk ordusu diğer konularda olduğu gibi üstüne düşenin en iyisini en iyi şekilde yapmaktadır ancak başarısız olan iktidardır. Nitekim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hareket tarzını siyasi irade belirlemektedir. Türkiye Cumhuriyeti bugün mülteci kampına dönmüş durumdadır. Ülkemizde her milletten, her anlayıştan, bize uygun olmayan kültürlerden pek çok sığınmacı bulunmaktadır. Bu hem ekonomimize hem sosyal doku ve demografik yapımıza ciddi zararlar vermektedir. Bu konu belki de cumhuriyet tarihinin en önemli, en tehlike yaratıcı beka konusu hâline gelmiştir. Bugün bu ülkede kayıtlı veya kayıt dışı toplamda kaç sığınmacı var bilmiyoruz. Kaç sığınmacı hukuka aykırı şekilde vatandaş yapıldı bilmiyoruz. Kaç tane uluslararası terör örgütüne mensup kişi var bilmiyoruz. Kaç uyuyan hücre var bilmiyoruz. Bakın, hem her yıl "Binlerce kaçak sığınmacı yakalandı." deniliyor hem de "Sınırlarımız çok güvenli hâlde." diyoruz. Eğer bu kadar güvenliyse bu kadar kaçak sığınmacı nasıl bu ülkeye girdi? Bundan sonrası için sınır güvenliği tam anlamıyla "Hudut namustur." düsturuyla sağlanmak zorundadır.
Sayın Bakanım, biraz da kurumlardan, özellikle yıllardır söylediğimiz askerî okullar ve askerî hastaneler meselesinden bahsetmek istiyorum. Artık inat etmeyi bırakıp bir an önce el birliğiyle bunu halletmemiz gerekiyor. Askerî okulların kapatılmasıyla iki yüz yıllık bir gelenek yok edildi. Bugün denenen sistemlerin hiçbiri eski sistemin verimliliğini sağlamıyor. Nitelikli personel ihtiyacı had safhadayken belki sayıyı artırıyoruz ama gün geçtikçe eğitim ve nitelikte düşüş görüyoruz. Ordusu ve askeri olan her ülkenin askerî sağlık sistemi vardır ama bizde bu sistem 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimiyle son buldu; GATA ve askerî hastaneler Sağlık Bakanlığına devredildi. Bu konuda çalışma olacağı söylenmişti ama hâlâ somut bir adım atılmamıştır. Üç yıl önce askerî doktor sayısının 2.043 olduğu bize bir komisyonda bildirilmişti; emeklilik ve istifalar sonrasında bu ne durumda, bunu bilmiyoruz. Türkiye'ye modern tıbbı getiren GATA'nın, askerî hastanenin, askerî sağlık sisteminin bir an önce yeniden kurulması ve eski hâline getirilmesi gerekiyor. Ki bugün görüyoruz, verdiğimiz şehitlerle bunun bedelini ağır ödemeye başladık.
Diğer bir konu kurumlarla alakalı. 15 Temmuzun ardından Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığından alınıp Millî Savunma Bakanlığına bağlanmıştı. Genelkurmay Başkanlığı ile kuvvet komutanlıkları ayrı ayrı Millî Savunma Bakanlığına bağlandı. Sayın Bakanım, burada hiyerarşik bir sıkıntı oluştuğunu görüyoruz çünkü Genelkurmay Başkanlığı açısından, aynı makam üzerinde iki ayrı makamın emir ve talimat verme yetkisine sahip olması karışık bir durum değil mi? Eski bir Genelkurmay Başkanı olarak, sizce bu durumlar Genelkurmay Başkanlığını işlevsiz hâle getirmiyor mu? Yine aynı şey kuvvet komutanlıkları için de geçerli; subay, astsubay ataması dahi yapamayan kuvvet komutanlıkları nasıl olacak da bir harbe hazırlık ve harekât planı yapabilecek? Bunu da yeniden eski hâline getirmek zorundayız diye düşünüyorum. Bu noktada, kuvvet komutanlarının eskisi gibi yeniden Genelkurmay Başkanlığına bağlanması ve kendi harekât tarzını kendinin belirlemesi gerekiyor. Ayrıca, Jandarma, biliyorsunuz ki Türkiye'de en fazla örgütlü bir teşkilat ve bu teşkilat Kurtuluş Savaşı dâhil, Çanakkale dâhil bütün harplerde çok büyük görevler yapmıştır. Bu Jandarma Genel Komutanlığının ve Sahil Güvenlik Komutanlığının yeniden ana gövdeye bağlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Yine, askeriye, MGK ve YAŞ yapısı değiştirilerek başka bir alana taşındı. Sivillerin elinde bir ordu tahayyül edilemez. Bırakın, askerlik işini askerler yapsın. Bugün, bakıyoruz, terfi, tayin ve diğer konularda siyasilerin kapısı aşındırılmaya başlandı; orduya siyaset girmemesi gerekiyordu. Diğer önemli sıkıntıların biri de siyasetin orduya girmesiydi. Tarikat ve cemaatler ordu içinde yapılanmamalıdır. Tarihimizde bunun neden olduğu iki önemli olay biliyoruz; biri Balkan Harbi, diğeri ise 15 Temmuzdur ve ne yazık ki hatadan ders alınmazsa tarihin tekerrür etme gibi bir huyu vardır. Birinci Balkan Harbi'nde kışlaya siyaset girdiğinde, doğru düzgün ordusu bile olmayan milletler, ne yazık ki yapılan hatalarla o savaşçı milleti ne hâle getirdi. Balkan Harbi'nde bu zafiyeti gören ülkeler bizi ittifakına bile almadı ve yanlış yerde yer almak zorunda kalmamızdan dolayı ülkemizden olduk, devletimizden olduk. Şükür ki ordumuzdan bir Mehmet çıktı, sarı saçlı, mavi gözlü bozkurt "Ya istiklal ya ölüm." dedi de Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduk. Askeri siyasallaştırarak, orduyu siyasete sokarak, bugün her şeyi borçlu olduğumuz cumhuriyete ihanet etmiş oluyoruz. Bugün -biraz önce de bahsettim- rütbe almak için, terfi etmek için, tayin için hepimizin kapısı çalınıyor; bu doğru bir şey değildir.
Yine buradan uyarıyorum: Tarikatlar ve cemaatler orduya girdiğinde ise 15 Temmuzu yaşadık ve başımıza bombalar yağdı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Sayın Ataş, lütfen toparlayalım.
DURSUN ATAŞ (Kayseri) - Bunu yaşamak istemiyorsak personel alımlarına da dikkat ederek cemaatlerin tekrar ordu içine yerleşmesini engellemek zorundayız. Sözlerime son verirken -kalan konuları inşallah Genel Kurulda konuşuruz- Anadolu'yu bize yurt olarak sunan Sultan Alparslan'dan, bu topraklardan bizi atmaya çalışanlara en gür sesle "Bin yıldır buradayız; gitmeyi, esir olmayı asla kabul etmeyeceğiz." diye haykıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e kadar bugünlere gelmemizde emeği geçen, katkı sağlayan bütün devlet büyüklerimize, komutanlarımıza ve asil milletimize şükranlarımı sunuyor, aziz şehitlerimize, ebediyete intikal etmiş kahramanlarımıza, gazilerimize Allah'tan rahmet diliyor, bütçemizin Silahlı Kuvvetlerimize, kahraman ordumuza hayırlı olmasını diliyorum. Yetmez ama evet diyoruz.