KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, saygıdeğer kamu görevlileri ve değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyor, iyi akşamlar diliyorum.

BAŞKAN - Çok özür diliyorum, bir şey daha söyleyeyim: Mesaj attırıyorum, yarın 12.00'de başlatacağız ve öğle yemeği arası vermeden devam edeceğiz.

MUSA ÇAM (İzmir) - Süpersiniz.

Kalkınma Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Bakanlığın 2016 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

BAŞKAN - Onun için, konuşmalar rahat yani sabah 05.00'e kadar çalışabiliriz.

AHMET YILDIRIM (Muş) - İkinci defa söz de var mı?

BAŞKAN - Var, sıkıntı yok. Daha soru işlemi var.

MUSA ÇAM (İzmir) - Kalkınmışlık, tek başına, bir ülkenin millî gelirinin büyüklüğü ya da kişi başına düşen geliriyle ölçülemez. Kalkınma, vatandaşların yaşam standartlarının yükselmesiyle ölçülebilir. Yaşam standardını yükseltmek ülkenin ekonomik büyümeyle sağladığı kaynakları toplumsal ve sosyal gelişme için kullanmasıyla mümkündür.

Kalkınmak, üretimi ve tasarruf gücünü artırmanın yanı sıra, daha kaliteli bir demokrasiye, çağdaş bir hukuk devletine, insan haklarına saygıya, kaliteli bir eğitim sistemine ve sağlık hizmetleri altyapısına sahip olmaktır.

Bugün bütçesini görüştüğümüz kurumlardan biri de TÜİK'tir. TÜİK bir süredir İnternet sitesinde uluslararası bazı karşılaştırmalara yer vermektedir. Bu veriler kalkınmışlık açısından Türkiye'nin gerçekte yerinin neresi olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Bunlardan biri, OECD'nin Daha İyi Yaşam Endeksi. OECD'ye üye 34 ülke ile Rusya ve Brezilya'nın olduğu 36 ülke, bu endekste barınma, gelir, istihdam, eğitim, çevre, sivil katılım, sağlık, yaşam memnuniyeti, iş yaşam memnuniyeti açısından değerlendiriliyor. Barınma ile ilgili göstergelerde Türkiye, temel donanımlardan yoksun konutlar sıralamasında bu 36 ülkenin Rusya'dan sonraki en kötü durumdaki ülkesidir. Konut harcamaları, kişi başına düşen oda gibi göstergelerde en kötü ülkeler arasında yer alıyor. Kullanılabilir net gelir rakamında Türkiye en sonuncu, hane halkı mali zenginliğinde yine Türkiye bu ülkelerin en sonuncusudur. Yaşam memnuniyetinde Türkiye, 36 ülke arasında 31'inci sırada, istihdam oranında Yunanistan'dan sonra en kötü 2'nci ülke, istihdam edilenlerin ortalama kazancında Türkiye, Meksika'dan sonra 2'nci en kötü ülke durumda. Eğitimle ilgili göstergelerde Türkiye yine en son sıralarda yer almaktadır.

Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA'da Türkiye programa katılan 64 ülke arasında matematik alanında 44'üncü sırada, okuma becerisi alanında 40'ıncı sırada, fen okuryazarlığı alanında ortalaması ise 43'üncü sırada yer almaktadır. Bu sıralama OECD ülkeleri arasında yapıldığında Türkiye en sonlarda yer almaktadır.

2015 yılında yapılan 2014 yılı İnsani Gelişme Endeksi'nde Türkiye 188 ülke içerisinde 72'nci sırada yer almaktadır. Aynı yılda satın alma gücü paritesi cinsinden kişi başına gayri safi gelire bakıldığında verisi olan 190 ülke içerisinde 60'ıncı sırada yer almaktadır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Türkiye'nin insani gelişmişlikte, yaşam standartlarında böylesine berbat bir yerde bulunmasının tek sorumlusu, başta, son on üç yıldır iktidarda bulunan AKP olmak üzere, genel anlamda sağ iktidarlardır.

Planlı kalkınmayla "Plan mı, pilav mı?" diye dalga geçen bu zihniyetin bugünkü temsilcisi AKP, Türkiye demokrasisini yok ederek, hukuku ayaklar altına alarak, yargıyı saraya bağlayarak, tarafsızlığını bitirerek, eğitimi bilimden uzaklaştırıp dinselleştirerek ve yolsuzluğu darbe diye halka yutturarak bu berbat yere getirmiştir.

Türkiye ekonomisi büyümeyi unutmuştur. Son dört yılda yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 3 civarındadır. Cumhurbaşkanı bile yılın ilk çeyreğindeki ortalama yüzde 3,4 büyümeyi, kürsüden yüzde 4 diye çarpıtabilmektedir.

İlk kez bir Hükûmet kişi başına geliri hesaplamaya utanmıştır. Ekim 2015'te açıklanan Orta Vadeli Program'da cari fiyatlarla kişi başına düşen geliri hesaplamaya utanan bu Bakanlıktan, ne yazık ki Türk halkının refahını artıracak, insani kalkınmışlığını yükseltecek bir planlama performansını da boşuna beklemekteyiz.

Bizim ekonomi yönetimimiz, hatta Cumhurbaşkanı bile gelişmiş ekonomilerin yüzde 2 büyüdüğü bir ortamda Türkiye ekonomisinin yüzde 3 civarında büyümesiyle övünüyor. Türkiye'nin yüzde 3 civarında büyüdüğünü tahmin ettiğimiz 2015 yılında Türkiye'nin millî geliri 799 milyar dolardan 722 milyar dolara geriledi yani 77 milyar dolar küçülmüş. Yüzde 2 büyüyor diye küçümsediğiniz Amerika'nın millî geliri ise 17 trilyon 350 milyar dolardan, 17 trilyon 970 milyar dolara çıkmış. 2014 yılında Türkiye'nin millî geliri ABD'nin yüzde 4,6'sı kadarmış, 2015 yılında yüzde 4'üne gerilemiş.

Gelişmiş ülkeler zaten gelişmiş. Önemli olan, bizim bu gelişmiş ülkelere ne kadar yaklaştığımız. Yüzde 3'Iük büyümeler, millî geliri trilyon dolarlarla ölçülen gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı küçültmek bir yana, korumak için bile yeterli değildir.

Ne yaparsanız yapın Türkiye ekonomisindeki kötü gidişi daha fazla gizleyemeyeceksiniz. Çünkü, artık insanların refahı artmıyor. AKP'ye yakın birkaç inşaatçı ve birkaç siyasetçi dışında kimsenin refahı artmıyor. Nüfusun yüzde 1,3 büyüdüğü, hatta devletin biraz daha hızlı büyüsün diye teşvik ettiği bir dönemde yüzde 3'Iük büyüme kimsenin refahını artırmaz, aksine daha çok da yoksullaştırır.

Türkiye yeniden planlı ekonomiye dönmelidir. Kalkınma Bakanlığı diye kocaman bir Bakanlığımız var, yatırımları izlemek dışında bir işe yaramıyor. Türkiye'nin gerek ekonomik gerekse de insani olarak kalkınmasına yol gösterecek doğru dürüst bir plan ve programı ne yazık ki yok. Çok büyük paralar harcanarak yapılan büyük kamu yatırımlarının kararları tek bir adam tarafından alınıyor.

Türkiye, Kalkınma Bakanlığı aracılığıyla bazı bölgesel kalkınma programları yürütüyor. Güneydoğu Anadolu Projesi, Doğu Anadolu Projesi, Doğu Karadeniz Projesi, Konya Ovası Projesi gibi projelerin ne işe yaradığını, bu bölgelerin kalkınmasına katkı sağlayıp sağlamadığını, bu bölgelerle diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının hangi yönde değiştiğini, hatta değişip değişmediğini bilmiyoruz. Çünkü, Türkiye İstatistik Kurumu her ne hikmetse bölgeler arasındaki ekonomik farklılıkları ortaya koyacak istatistikleri üretmiyor. Uygulanan teşvik mevzuatı, illerin gelişmişlik düzeyini esas alıyor ancak illere göre gayri safi yurt içi hasıla ve dolayısıyla illere göre kişi başına düşen millî gelir istatistikleri 2001 yılından bu yana üretilmiyor. Neden acaba? Bunu sormak istiyoruz. Yatırımlarda 2001 yılının yani tam on beş yıl öncesinin rakamlarına göre daha az ya da daha çok teşvik etmenin doğru bir yanı olabilir mi sizce?

Son yıllarda İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması'na göre gayri safi yurt içi hasıla hesaplanıyor. Şu ana kadar açıklanmış en son istatistik 2011 yılını gösteriyor. Yani, tam beş yıl öncesinin verilerine bakıyoruz. Beş yıl öncesinin verilerine bakarak herhangi bir ekonomik karar almak ne kadar doğru sonuç verir, bunu da sizlerin takdirlerine bırakıyorum.

2015 yılında cari işlemler açığı küçüldü diye seviniyoruz. Ham petrol fiyatları düşmeseydi cari işlemler açığı düşmez, aksine artardı. Artardı diyorum çünkü ihracatımız da azaldı. Cari işlemler açığını azaltan şey ithalatta yaşanan azalmanın büyük ölçüde enerji ithalatı faturasının azalmasıdır. Yani Türkiye'de yapısal olarak bir şeyler değişmiş de cari işlemler açığı azalmış değildir arkadaşlar. Üstelik bu yıl azalan cari işlemler açığına rağmen, açığın finansmanında neredeyse dibe vurmuşuz. Türkiye 21 milyar dolardan fazla finansman açığı vermiş. 32 milyar dolara inen açığın 12 milyar dolarını döviz rezervinden karşılamışız. Olması gereken şudur: Cari işlemler açığınız azalıyorsa döviz rezerviniz artmalıdır. Ama bizde cari açık azalıyor buna rağmen döviz rezervi de azalıyor. Bu yıl yani 2016 yılında da ihracatımız azalıyor. Büyük ihtimalle bu yıl da cari işlemler açığı döviz rezerviyle finanse edilecektir.

Dış dengede bu kadar büyük dengesizlikleleri yaşayan, dışarıdan gelebilecek şoklara karşı oldukça dayanıksız durumdaki Türkiye'nin planlamadan sorumlu bakanlığının, cari işlemler açığını kalıcı olarak düşürecek elle tutulur bir planını programını ne yazık ki görememekteyiz.

Yine, TÜİK'in işsizlikle ilgili verileriyle ilgili kısa bir değerlendirmeyi de yapmak istiyorum.

Resmî işsizlik oranı yüzde 10,5 ile geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre 0,2 puan gerilerken işsiz sayısı 29 bin kişi artışla 3 milyon 125 bine ulaştı. İşsiz sayısında Kasım ayı dönemi için rekor kırıldı. İşsizlik oranında geçtiğimiz yılın aynı ayına göre göreli azalış, kayıtlı işsizlerin çalışma hayatından uzak kalmaması amacıyla uygulamaya sokulan Toplum Yararına Çalışma Programı kapsamındaki kişilerin sayısındaki devasa artıştan kaynaklandığının altını çizmek istiyorum. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde bu kapsamda çalıştırılan işsiz sayısı 10 kat artarak 28 binden 300 bine yükseldi. Toplum Yararına Çalışma Programındaki bu yükseliştir arkadaşlar. Bu kişiler hakları söz konusu olduğunda işçi kapsamında değerlendirilmiyor ve en temel haklardan yoksun bırakılıyor. Bu kişiler en güvencesizler kapsamında yer alıyor. Programın amacı da istihdamında zorluk çekilen işsizlerin çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engellenmesi olarak ortaya konuluyor. Buna karşın işsizlik verilerinde bu kişiler "çalışan" kategorisinde değerlendiriliyor.

Söz konusu kişiler işsiz kapsamında değerlendirilseydi resmî işsizlik oran yüzde 11,5'e yükselecekti. Resmî işsiz sayısı ise 3 milyon 333 bin olacaktı. Bu sayı Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsiz sayısıdır değerli arkadaşlar.

TÜİK yeni serisinde daha önceki seride olan ve anket soru formunda yer alan işin sürekliliği -bu nokta çok önemlidir arkadaşlar- ile ilgili verileri dinamik sorgulamadan çıkarttı arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, bir dakika lütfen.

İki dakika ek süre veriyorum, lütfen toplayın.

MUSA ÇAM (İzmir) - Geçici çalışanların sayısındaki gelişim istihdam niteliği açısından son derece önemli bir değişkendir. Bu verinin web sitesinde ve dinamik sorgulamada artık paylaşılmaması, daha önce kolayca ulaşılan bir bilgiye ulaşmak için bürokratik süreçler başvurulması zorunluluğu getirilmesi büyük bir eksikliktir.

Sonuç olarak, TÜİK İşgücü Anketi Kasım 2015 dönemi verilerine göre de işsizlik rakamları bir önceki döneme göre toplum yararına çalıştırılan işsizlerin istihdamda görünmesi nedeniyle gerçek verilerin altında çıktı. Bu durum işsizliğin etkisini azaltmıyor. Hükûmetin bu programları siyasal amaçları için kullandığı sıklıkla gündeme gelen iddialar arasında. Toplum yararına çalışma programları kapsamında çalıştırılan işsizler bir yandan istihdamda görünürken öbür yanda işçilerin sahip olduğu haklara sahip değiller. Bu kişilerin aracı kurumlar eliyle çalıştırılmaya başlanmaları ise ayrı bir problemdir. İşsizlik rakamları açısından toplum yararına çalışma programları değişkeni de dikkate alındığında kriz derinleşerek sürmektedir. Bu tehlike gençler, kadınlar, geçici çalışanlar açısından ciddi boyutlardadır. 64'üncü Hükûmet Eylem Programı uzun çalışma süreleri, düşük ücret dayatması, taşeronluk, güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması temelinde şekillenen istihdam politikalarında ısrarın sürdüğünü göstermektedir.

Suriye'deki savaşın sonucunda iş gücü piyasalarına önemli oranda göçmen işçi dâhil olmuştur. Göçmen işçilerin iş gücü piyasalarında karşılaştıkları zorluklara ilişkin olarak TÜİK'in özel bir çalışma yapması bir zorunluluk hâline gelmiştir ve bunu da mutlaka yapmalıdır.

Bu dileklerle 2016 yılı bütçesinin ülkemize ve Bakanlığı hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.