| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 25 .01.2016 |
KADİM DURMAZ (Tokat) - Sayın Başkan, Sayın Bakanımız, Komisyonumuzun değerli üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri; 2016 yılı merkezî bütçemizin ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
"Bütçe" demek "Bazı kaynaklara vergilendirme yoluyla el konulup ve daha sonra bu kaynakların yeniden planlanarak kanun çerçevesinde dağıtılması" demektir. Yine bütçe, demokrasilerin temelini oluşturan kamu gelir ve giderlerini belirleyen temel unsurlardan biridir. Yine bütçe, bir insan hakkıdır, Türkiye'de yaşayan her ferdin geleceğidir. Yine bütçe, 78 milyonunun hakkı olup halktan da gizlenemeyen bir olgudur.
Bu yüzden kendi geleceğini belirlemede hak sahibi olmak için bütçede katılımcılık esas alınmalıdır. Bütçeler şeffaf olmalı, adaletli, yasalara, teamüllere de uygun olmalıdır. İnsanların, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının siyasal karar alma süreçlerine katılabilmeleri, bilgilenmeleri ve onların düşüncelerinin alınmasına ihtiyaç duyulmalıdır, olmalıdır. Biz "katılımcı demokrasi" derken bunu kastetmekteyiz.
Demokrasi tarihi vatandaşların bütçe hakkını elde edebilmek için yaptıkları mücadelelerle yazılmış. Yüzyıllar içinde halkın kendisini yönetenlere karşı bütçeye sunduğu talepleri dikkate alındığında o ülkelerin geliştiği, refah seviyesinin arttığı da görülmüştür.
Ekonomik kalkınma, istikrar ve eşit dağılım ve refah bütçelerin genel ilkeleri olmalıdır. Bugün halk, bu bütçe hakkını parlamentolar aracılığıyla yani bizlerin aracılığıyla kullanmaktadır. Bu nedenle Bütçe Komisyonu üyeleri ve milletvekilleri olarak bütçeyi denetlemek ve hakça bölüşümünü sağlamak için, vebal ve sorumluluğumuz büyüktür. "Ben yaptım, oldu." zihniyetiyle oluşturulan, önümüze koyulan kalın kitaplardan öte katılım sağlayamadığımız bütçelendirme süreci, AKP Hükûmeti tarafından tekelci zihniyetle, Parlamentonun iradesini yok sayarak oluşturulmaktadır. Yaşadıklarımız ve bugün ülkenin hâli bu yapılanların doğru olmadığını göstermektedir.
Bu yönüyle 2016 bütçesi antidemokratik, dayatmacı ve katılımcılıktan uzaktır. Artan enflasyon, düşürülen büyüme hedefi, büyüyen işsizlik, halkın altında boğulduğu gıda zamları bunları göstermektedir. Orta vadeli programların Türkiye'nin yapısal sorunlarını çözebilecek nitelikte olmadığının da açık göstergesidir.
Türkiye ekonomisinde ciddi problemler var, yapısal problemler var. Gerekli tedbirler keyfiyetçilikten sürekli, kalıcı çözümlere doğru bir türlü gidememektedir. Merkez Bankası siyasi kararlarla yönetiliyor. Plan Bütçe Komisyonunda çıkan yasalar, torbayla çorbaya dönmüş durumda, sorumsuz yöntemlerle çıkarılıyor. Her kanunun sonunda tüm yetkiler de Hükûmete veriliyor. Torbalarda onlarca yasa çıkardık. Denetim hakkımız elimizden alındı. Komisyon Parlamentoya saygınlık kazandıracak katkılarını bir türlü veremedi ve kabul görmedi. Meclisin iradesi de hiçe sayılıyor. Unutulmamalıdır ki, rakamlar ortadayken bunları ortak anlayışla tartışıp değerlendiremeden bu ülkeye yararlı olacak gerçek bütçeyi yapamayız ve yapılamaz.
Bu Orta Vadeli Program'ın günü kurtarma projesi olduğunu düşünüyorum. Bunun bir vizyonu yoktur, yapısal problemleri çözebilecek bir perspektif geliştirememiştir. Gerçekçi olmayan, denetlemeden kaçırılmış hedefler kamuoyunda göstermelik çözümleri daha da ağır bir sürece götürmektedir.
Büyüme hedefimiz aşağıya çekilmiştir. Geçtiğimiz dönemde orta vadeli projelerde 2015 için öngörülen büyüme hızı yüzde 5'ti, gerçekleşen yüzde 4 oldu. 2016 içinse yüzde 4,5 öngörülen büyüme oranı büyüme hedefimizin aşağı çekilmesi, gerçekleşecek oranın da yüzde 4 ya da altında olacağını göstermektedir. "Büyüme hedefini aşağıya çekmek" ne demektir? Türkiye'de ekonomi çarkının gerektiği gibi işlemediğini, Hükûmetin de öngörüsünün eksikliğini göstermektedir; "Gelecekten kaygılı bir ekonomik program ortaya koymuş olmak." demektir. Türkiye artık yüzde 6-7'lik oranları hayal gibi görmektedir.
Orta Vadeli Program'da iyimser olan Hükûmetin en iyimser olduğu yeri işsizlik. İşsizlik rakamının düşmesi içinse en az yüzde 5 büyümenin yakalanması gerekiyor. Görünen o ki yüksek işsizlik oranı önümüzdeki üç yıl Türkiye'nin kanayan yarası olmaya devam edecek ve Hükûmet, başta gençlerimiz, çalışma yaşamından uzaklaştırılan kadınlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımızın bu ülke için katma değer üreterek evlerine ekmek götürme kaygılarına seyirci kalacaktır.
Dünya tarihinin en büyük finansal krizini yaşayan birçok ülke işsizlik seviyesini beş altı yıl gibi kısa sürede neredeyse doğal işsizlik oranı seviyesine çekerken, Türkiye gibi on dört yıldır, mazeretsiz, tek başına iktidarın yönettiği, kendilerini başarılı ilan eden bir ülkede yüksek faiz ve işsizlik seviyesi oldukça kontrolsüz bir şekilde ilerlemektedir.
Bugün işsizlik rakamları -kayıt dışını saymıyorum- yüzde 10,3 oranındadır. Yine 10,2 olarak gerçekleşmesi öngörülen oranın daha üzerinde bir seviyede işsizlik oranının olduğu da herkesçe bilinmektedir. Yani büyümedeki zayıflığa paralel olarak yeterli istihdam da yaratılamamakta, işsizlik sosyoekonomik hayatın acı bir gerçeğine dönüşmektedir.
Ülkede gençler geleceğinden umutsuz, yanlış ekonomi politikaları, istihdam politikası yapılmadan mezun edilen gençlerle üniversiteli işsizler artık yüz binleri bulmaktadır. İşsiz üniversiteli sayısı AKP döneminde rekor kırdı. Bu tespit, şahsımızın ya da partimizin değil, Meclis tarafından hazırlanan bir raporda gözler önüne serildi. Her 4 işsizden biri üniversitelidir. 2015 yılına gelindiğinde Ağustos ayı itibarıyla 6 milyon 373 bin üniversite mezunu iş gücünün 774 bininin işsiz olduğu görülmektedir. Buna göre üniversite mezunu işsizlik oranı yüzde 12,1 olarak gerçekleşmiştir.
Bu işsizlik rakamları ekonominin öyle söylendiği gibi çok parlak olmadığını, önümüzdeki dönemin daha da sıkıntılı olacağını, Türkiye ekonomisinin hiç de iyi yönetilmediğini gözler önüne sermektedir. Bugün AKP iktidarının yanlış politikaları sonucunda karşımıza çıkan tablo, potansiyelinin altında büyümelere mahkûm edilmiş, işsizliği kadere dönüştürülmüş, orta gelir tuzağındaki kırılgan bir ülkeden başka bir şey de değildir.
Sürekli büyüyen ekonomiden bahsediyoruz. Bugün büyüme hedefi aşağılara çekilmiş bir ekonomi var, halk bunu bilmiyor. Bilinen sadece büyüyor olduğumuz. Peki, bu büyüme kimin için büyüme? Büyümeden çalışanlar, memurlar ne aldı? Asgari ücretli, taşeron işçi, küçük esnaf ve emekli ne aldı? Yoksulun sofrası bütçeden ne alacak? Halkın asıl merak ettiği konular bunlar. Büyüme birkaç zengini daha çok büyütecekse ne fayda? Yoksulun sofrası ne kadar büyüyecek, önce bunu açıklamak gerekir. Bu halkın manipüle edilmiş rakamlara değil, gerçeklere ihtiyacı var. Bu konuda Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti doğrudan ülkenin on beş yılından sorumludur.
Şimdi bakalım, değerli arkadaşlar, AKP iktidara geldiğinde, 2002 3 Kasımından bu yana ülkemizdeki diğer artışlara. 3 Kasım 2002'de ciddi ekonomik programı ve bunun disipliniyle övünen Hükûmetiniz döneminde kıymanın kilosu 8 lira, bugün 33 lira değerli arkadaşlarım. 300 gramlık ekmek -buğdayın kilosu 600 lirayı geçmemişken- 15 kuruşluk ekmek bugün 1 TL'dir. Benzin 1,69 kuruştan 4,90 liraya, dolar 1,6'dan 3 nokta küsura, euro aynı şekilde, tüp gaz 19 liradan 69 liraya, işsizlik oranı 10,3'den 11,2'ye... Bunları uzun uzun sayabiliriz değerli arkadaşlarımız.
Ülkemiz, bu kadar zenginlik kaynağı ve bu kadar verimliliğine rağmen dünyada hak ettiği noktada değildir, Avrupa ülkeleri arasında ise maalesef kaynaklarının doğru kullanılmaması noktasında üzücü bir durumdadır. Sayın Bakanımızın sunduğu bütçede verdiği Avrupa Birliği ülkelerinden örnek de Polonya'dır. Hâlbuki biz o örneği Avrupa'daki daha gelişmiş, kaynaklarını insanlarla bölüşen, bütçeleri şeffaf olan ülkelerden vermesini beklerdik.
Zengin kesim servetine servet katarken asgari ücretli vergi veriyor. Maaşlar enflasyon karşısında eriyor. Zenginlerin bu derece büyüdüğü bu ekonomide asgari ücretli vergiden muaf olmalıdır diyoruz. Vergilendirmede adaletsizlik çok net bir şekilde. görülmektedir.
Asgari ücrete zam yapıldı. Sanki Türkiye bütçesi bu zamla yer yerinden oynadı. İşverenler, Hükûmet yetkilileri zammın maliyetini tartışır; alan analizlerini, etki analizlerini sürekli bu komisyonlarda konuşur olduk. Değerli arkadaşlar, verdiğimiz zam bu insanları mutlu bir yaşam seviyesine asla götürmüyor ve buluşturmadı. Vicdanımız gibi gördüğümüz bu bütçeyi olması gerektiği gibi, yasalara uygun, doğru eleştirilerle düzelterek, değerlendirerek hazırlamak durumundayız. Bugün asgari ücretlinin, memurun, işçinin aldığı zamlar gıda zamları karşısında, enflasyon karşısında eridi gitti. Çalışan, zammı cebinde göremeden kaybetti.
Bugün kabuklu fındık üreticide 9,5 lirayken iç fındık piyasada 40 liradan satılıyor ama üretici perişan ve perişan olmaya devam ediyor. 2016'nın ilk ayında sadece ekmeğe yapılan zam bile asgari ücret artışını alıp götürmüştür.
Dünyada gıda fiyatlarının düştüğü, Türkiye'de buğday üretim rekorlarının konuşulduğu, tartışıldığı bir ortamda ekmeğe gelen bu aşırı zammın anlamını da çok merak etmekteyiz.
Zamlar dar gelirli, emekli, dul ve yetimin bir ekmeğini daha sofrasından almıştır. Son zamlarla birlikte ekmeğin kilogram fiyatı 5 lirayı bularak birçok temel gıda maddesini geride bırakmıştır. Ekmeği evde yapmak, satın almaktan çok daha ucuz hâle gelmiştir. Ekmek, piyasada 3,99 lira olan yerli muzu, 4,5 lira olan bisküvi fiyatını geride bırakmıştır değerli arkadaşlarım.
Asgari ücretin 1.300 TL'ye çıkması, alım gücünü arttıracağını düşündürse de gıdada yaşanan zam oranları tam tersini söylemektedir. 2013 yılı ve 2016 yılı ocak ayı fiyat değerlendirmesi yapıldığında, örneğin dana etindeki artış, mercimekteki artış, kuru fasulyedeki artış, zeytinde, zeytinyağında ve birçok temel gıdadaki artış Hükûmet hedeflerinin çok ve çok üzerinde olmuştur.
Her yıl asgari ücret miktarı artsa da geçimini bu yolla sağlayan bir çok çalışanın yıllara göre alabileceği gıda miktarları da giderek azalmaktadır. Örneğin, 2013 yılında bir aylık maaşı ile 32 kilogram et alabilecek bir çalışan, 2015 yılına geldiğinde iki yılda ete yapılan yaklaşık yüzde 82'lik zamla 26 kilo et alabilmektedir.
Günümüz şartlarında 4 kişilik bir ailenin yeterli ve dengeli beslenebilmesi için hanelerine 1.391 TL'nin girmesi gerekiyor. Haneye giren para bu miktarın altında ise hane halkının açlık sınırının altında yaşadığı anlamını taşımaktadır. Yoksulluk sınırı ise bugünkü şartlarda 4.530 Türk lirasıdır. TÜRK-İŞ'in açlık ve yoksulluk rakamları ile TÜİK'in eş değer hane halkı kullanılabilir gelir istatistiklerini karşılaştırıldığında, bu rakamlar daha da vahim bir tablonun ülkemizde olduğunu göstermektedir.
Sürekli üretim ve temel gıdaya üretim diyoruz arkadaşlar. Ülkemizde on binlerce veteriner hekim boş gezmekte, bölgesel kalkınma ajansları ve benzeri çalışmalar, teşvikler, yatırım programları olduğu hâlde, hedeflenen bölgelerde bir türlü kalkınma ajansları hedefini alamamaktadır. Bunun yolu, yeniden bu bölgesel kalkınma ajanslarının gözden geçirilip bütçelerinin yöre tarımsal değerleri ve hayvancılık potansiyeline göre gelişmesi de sağlanmalıdır.
Ve bütün yaşadıklarımız, 2016 yılı bütçesiyle ülkemizin çok iyi günleri beraberinde yaşamayacağını göstermektedir.
Olumlu eleştirilerin ve katkıların Sayın Bakan ve Hükûmet, yetkili Komisyon üyesi arkadaşlarımız tarafından gözden geçirilip gereğinin yapılması konusunda umut taşımak istiyoruz.
BAŞKAN - Arkadaşlar, çok uğultu var. Lütfen, sessizlik...
KADİM DURMAZ (Tokat) - Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.