KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum ve Sayın Bakana da yeni görevinden dolayı başarılar diliyoruz.

Tabii, bizim şöyle bir geleneğimiz var; yeni Bakan olan arkadaşlarımıza ilk dönemlerinde çok fazla eleştiri yapmamaya da özen gösteriyoruz ama Sayın Bakanın Bakan olur olmaz hemen yapmış olduğu, 17, 25 Aralık sonrası yapmış olduğu bazı açıklamalardan sonra ister istemez bugün biraz zülfüyâra dokunma gereğini duyuyoruz ve hissediyoruz.

AHMET ARSLAN (Kars) - Biraz mı?

MUSA ÇAM (İzmir) - Biraz, evet biraz.

BAŞKAN - Toleranslıyız.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Hemşehriyiz yani.

MUSA ÇAM (İzmir) - Yani tabii, biraz da hemşehrilik var anne tarafından, Gümüşhane-Kelkit, o taraftan bir yakınlık da var Sayın Bakanla; biraz değineceğiz.

Şimdi, Sayın Bakan bakan olur olmaz -biraz önce Sayın Çetin de söyledi- tapelerin montaj olduğunu söyledi ve bundan da çok emin olduğunu hatırlattı bize ama 26 Şubat 2014 tarihinde Sayın Bakan, Erdoğan'la oğlu arasında geçtiği iddia edilen görüşme kayıtlarının montaj olup olmadığına ilişkin bir soruya şöyle bir yanıt verdi: "Ben o ses kayıtlarını ilk dinlediğimde çok açık bir montaj olduğunu hissettim." Sayın Bakanın hissiyatları çok kuvvetli böyle, böylelikle bunu da öğrenmiş olduk.

MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) - Teknoloji ve hissiyat bakanı!

MUSA ÇAM (İzmir) - " ... Başbakan Konya'da olduğu hâlde Ankara'da olması, biri sessiz konuşurken diğerinin bağırması psikolojik olarak normal olamaz." diyor Sayın Bakan ve "Çok açık ve net bir montaj" açıklamasını yapıyor Sayın Bakan. Elinde hiçbir kanıt, bilgi, belge, ciddi bir kurumun raporu falan olmadan sadece "hissederek" gerçeğe ulaşıyor Sayın Bakanımız. Böyle olunca insan sormadan tabii ki duramıyor: Sayın Bakanın başında bulunduğu Bakanlık nasıl, ne iş yapar ve bunlar nasıl ispatlanır diye henüz Bakanlığının ilk günlerinde bunları öğrenebilmiş değildi ama Sayın Bakanın hisleri, duyguları çok kuvvetli olduğu için böyle bir yanıt verebiliyor.

Üstelik Sayın Bakanın geçmiş dönemlerde Millî Eğitim Komisyonunda görev yaparken, özellikle 4+4+4 yasasının çıkarılması süreci dâhil AKP grubunun ve Hükûmetinin eğitim sistemine vurmuş olduğu ağır darbede Komisyon görüşmeleri süresince Sayın Komisyon Başkanı ile birlikte birçok hukuksuz uygulamaya da imza attığına bizzat tanık olmuş ve orada, çok kötü şiddet olaylarının yaşandığı o Komisyonda bazı olayların da başlangıcı veyahut da müsebbibi olduğunu da söylemek isterim.

Türkiye'de öncelikli hedeflenmesi ve yapılması gereken bilime ve teknolojiye ve bu altyapının üreteceği zenginliğe ön açıcı kaynak ayırmak ve bu ayrılan kaynağın yurttaşların dişinden tırnağından geldiğini unutmadan hesabını verecek şekilde dağıtımını sağlamak olmalıdır.

Geçtiğimiz 6 Haziran 2014 tarihinde TÜBİTAK'ın (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) olayların tam üç ay sonrasında yayınladığı raporda, Başbakanın ve eski bakanlardan bazılarının ortaya çıkan ses kayıtlarının montaj olduğunun ispatlandığı belirtiliyor. Herkesin ulaşabileceği bazı yazılımlarla bu montajların tespit edilebileceği, bazı kelimelerin hece hece oluşturulduğu gibi savlara yer veriliyor TÜBİTAK'ın bu raporunda. Böylece Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında görevli Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu Savcısı Sayın Durak Çetin'in TÜBİTAK'tan istediği bilirkişi raporu tam da istenildiği gibi çıktı ve hafta sonunda başsavcılığa ulaştırıldı. Artık yeniden yapılandırılan yargı erkinin elinde kapı gibi bilirkişi raporu var: Ses kayıtları montajdır!.

Türkiye'nin en yetkin bilimsel kurumu, hele Ankara Hayvanat Bahçesindeki görevinden ilgili teknik biriminin başına getirilen Başkanın da katılımıyla yetkinliği daha da artınca AKP yöneticilerinin yolsuzluk davalarından aklanmalarının önü büyük ölçüde açılmış oldu. İşte, AKP döneminde ülkenin en saygın kurumlarından birinin geldiği nokta budur arkadaşlar. Her ciddi kuruma yaptığınız gibi TÜBİTAK'ın da içini boşalttınız ve TÜBİTAK'ı da bir arka bahçe hâline dönüştürdünüz. Hâlbuki biliyoruz ki TÜBİTAK, kuruluşundan bu yana önemli işlere imza atmış, önemli çalışmaları desteklemiş, ülkenin bilim ve teknoloji alanında yapılan gelişmelerine katkı sağlamış bir kurumumuz ancak üzülerek belirtmeliyim ki bu kurumumuz da ülkenin içerisinde bulunduğu sosyal, ekonomik ve politik dalgalanmalardan etkilenmiş ve Hükûmetin yargıdan kadın doğuma kadar her şeye müdahale eder hâle geldiği bir iklimde kendi niteliği ve işlevselliği tartışmalı bir hâle gelmiştir.

TÜBİTAK'ın vizyonu nedir arkadaşlar? TÜBİTAK'ın vizyonu, kendi ifadeleriyle, toplumumuzun ekonomik, sosyal ve çevresel yaşam kalitesinin çağdaş uygarlık düzeyine kavuşmasına hizmet eden, alanında uluslararası etkinliğe sahip bir kurum olmaktır arkadaşlar. Peki, misyonu? Ülkemizin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için toplumun her kesimi ve ilgili kurumlarla iş birliği içinde, ulusal önceliklerimiz doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları geliştirmektir.

Değerli milletvekilleri, olayların ve kurumların üstündeki yaldızları kazıdığımızda karşımıza çıkanları söylemek de bize düşüyor. Bu güzide kurumun, ülkenin refahını ulusal öncelikleri doğrultusunda geliştirmeyi kendisine şiar edinmiş bu güzide kurumun Oda TV davasında mahkeme tarafından kendisinden istenen raporu yüz gün geçmesine karşın göndermemiş olması da manidardır arkadaşlar. Mahkeme Başkanının beyanatını hatırlıyor musunuz? Sizlere hatırlatmak isterim. Sanık yoklamasının ardından Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci diyor ki: "TÜBİTAK raporu ulaşmadı. 4-5 kez telefonla, bir kez de müzekkere yazdık, 'Duruşmaya gelsin.' dedik ama gelmedi." demişti. Bir raporu yüz günde hazırlayamayan TÜBİTAK'ın en başta bilimselliği değil siyasiliği sorgulanmalıdır diye düşünüyorum.

Bizler biliyoruz ki bilim eğer hükûmetin, siyasetin, politikacıların etkisi altındaysa orada bilim yapılamaz. Orada yapılan şey siyasetin kendisi olur ki bunu AKP hükûmetleri döneminde TÜBİTAK'a yapılan tartışmalı atamalar ve müdahalelerle bolca görme şansızlığına maalesef eriştik. Bu şansızlığı yalnızca biz yaşamadık, o çok öykündüğünüz ve girmek için kapısında yattığınız Avrupa'nın en saygın basın yayın kuruluşları bile 2008'den sonra TÜBİTAK'ı sayenizde diline doladı. O zamana kadar saygın bir bilim kurumu olarak gösterilen TÜBİTAK sayenizde Hükûmete bağlandı ve ondan sonra da hem düşüşü hem işlevsizleştirme hem de kalitesizleştirme operasyonu ne yazık ki başladı.

Gelinen nokta ne TÜBİTAK açısından ne Türkiye açısından ne de Türkiye'deki bilimsel faaliyetlerin savunulabilirliği açısından hoş bir durum değildir. Bugün TÜBİTAK yönetimi problemlidir. Yönetimde bulunan bilim insanlarının yanlış tercihlerle oralara getirildiğini Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler daha önce de çeşitli vesilelerle dile getirdik. Bu yanlışlar sürmektedir ve bu düzeltilmediği takdirde sadece ülke içerisinde değil, uluslararası arenada da ülke olarak bilimsel çalışmaları büyük yaralar almaya aday görünmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmeleri önceleyen en temel göstergelerin başında, ülkelerin araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yani AR-GE'ye ayırdıkları kaynak geliyor. Türkiye, 2000 yılında ulusal gelirinin ancak yüzde 0,48'ini AR-GE faaliyetlerine ayırırken, Kore, ulusal gelirinin yüzde 2,30'unu, Japonya, yüzde 3,04'ünü, Çin ise yüzde 0,90'ını ayırmış. 2000 yılını izleyen yıllarda Türkiye'nin ulusal gelirden AR-GE'ye ayırdığı pay tüm yıllarda yüzde 1'in altında kalmış, âdeta durağanlığa itilmiş gözükmektedir. Oysa 2000'li ve izleyen yıllarda Kore ve Çin gibi yeni sanayileşen ülkelerin ulusal gelirden AR-GE harcamalarına önemli kaynaklar aktardıkları rakamlarla ortadadır.

Sanayileşme göstergeleri açısından 1960'lı yıllara Türkiye'nin gerisinde başlayan Kore, uyguladığı sanayileşme politikaları sonucunda önemli gelişmeler sağlayıp birçok sosyoekonomik göstergeler açısından gelişmiş ülkeleri yakalarken, Türkiye bu sürecin dışında kalmış, 2000'li yıllara gelindiğinde sanayileşme göstergeleri Türkiye'nin aleyhine dramatik düzeyde açılmıştır. Sayın Bakan, raporunda çok geniş bir şekilde bunları veriyor ama Kore ile mukayese ettiğimizde hiç de parlak bir tablo içerisinde olmadığımızı görüyoruz.

Tarihsel perspektifte Türkiye ve Kore'nin sanayileşme performanslarında meydana gelen gelişmeler; imalat sanayisinde yaratılan katma değer içerisindeki payı, yüksek teknoloji içerikli ihracatın toplam imalat sanayi ihracatı içerisindeki payı, gayrisafi sabit sermaye oluşumunun gayrisafi yurt içi harcama içerisindeki payı ya da kısaca sermaye birikim oranı ve ulusal tasarruf oranlarıdır.

Türkiye ve Güney Kore'ye ilişkin imalat sanayi katma değerleri ve dünya imalat sanayi katma değerleri içerisindeki payları, 1980 yılında Kore ve Türkiye'de imalat sanayinde yaratılan katma değerin düzey ve oran değerlerinin birbirine yakın gerçekleştiği, ancak 1990'lı ve izleyen yıllarda aradaki farkın dramatik düzeyde Türkiye'nin aleyhine açıldığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, 1980 yılında Türkiye imalat sanayinde yaratılan katma değer Kore'nin yüzde 84,7'si kadar iken 2010 yılına gelindiğinde söz konusu oran yüzde 39,3'e geriledi. Diğer yandan, 1980 yılında Türkiye imalat sanayisinin dünya imalat sanayi katma değeri içerisindeki payı yüzde 0,5 oranında gerçekleşirken, 2010 yılında yüzde 1,1'e yükseldi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, mikrofonunuzu açıyorum.

MUSA ÇAM (İzmir) - Aynı dönemde Kore'nin dünya imalat sanayi katma değer payı ise yüzde 0,6'dan yüzde 2,8'e yükselerek önemli bir sıçrama gösterdi. İki ülkenin sanayi performansı ölçümünde kullanılan gösterge ise yüksek teknoloji içerikli ihracatın toplam imalat sanayi ihracatı içerisindeki payıdır.

Kore başta olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkelerinin hızla sanayileşmelerinde yüksek tasarruf oranlarının öncelediği yüksek yatırım oranları stratejik bir işlev gördü. Yüksek ve tempolu bir yatırım politikası bir yandan sabit yatırımlara içerilmiş teknolojik ilerlemeye, bir yandan da yaparak öğrenme ya da içsel olarak genişleyen eğitim harcamaları nedeniyle de eğitim düzeyinin yükselmesine ve verimlilik artışlarına neden olmaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye ve Kore'ye ilişkin sermaye birikim oranları incelendiğinde, Kore'de 1970 yılında yüzde 25,6 olan sermaye birikim oranının, 1990 yılında yüzde 37,1 gibi son derece yüksek bir orana çıktıktan sonra 1998 Asya krizi ve izleyen yıllarda uygulanan kalkınma karşıtı politikalar sonucunda göreli olarak aşındığı, bunun sonucunda 2010 yılında yüzde 28,6 oranına gerilediği görülmektedir. Kore'nin aksine Türkiye'de birikim oranlarının son derece cılız kaldığı, 2010 yılında yüzde 18,8 oranında gerçekleştiği görülmektedir.

Refah düzeyleri sıralamasında 110 ülke içerisinde 75'inci sıradayız. Ünlü Dünya Ekonomik Forumu'nun 2010-2011 yılı Küresel Rekabetçilik Raporu'nda verilen rekabet gücü sıralamasında Türkiye, 139 ülke içerisinde 61'inci sırada. Dünya Ekonomik Forumu'nun yukarıdaki 2010-2011 yılı raporunda, üniversite-sanayi iş birliği konusundaki sıralamada Türkiye, 139 ülke içerisinde 82'inci sırada. 2009-2010 Küresel İnovasyon Endeksi Raporu'nda verilen inovasyon sıralamasında Türkiye, 132 ülke içerisinde 67'nci sırada. Yine 2009-2010 Küresel İnovasyon Endeksi Raporu'nda verilen Beşeri Kapasite Alt Endeksi sıralamasında Türkiye, 132 ülke içerisinde 89'uncu sırada.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatılıdı.)

BAŞKAN - Sayın Çam...

MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.

BAŞKAN - Kaç sayfa kaldı?

İZZET ÇETİN (Ankara) - 6 sayfa.

MUSA ÇAM (İzmir) - AB İnovasyon Karnesi'nde verilen inovasyon sıralamasında Türkiye 33 ülke içerisinde 32'nci sırada. Geçen sene de 33 ülke içerisinde 32'nci sıradaydık. Aynı raporun İnsan Kaynakları Alt Endeksi sıralamasında Türkiye, 33 ülke içerisinde 30'uncu sırada.

Unutmayınız ki Sayın Bakan, dünyaya iki şey hükmeder; biri kılıç, diğeri ise bilimdir ve kılıç, eninde sonunda bilime ve düşünceye yenilir. Artık, iktidarla birlikte kendinize hak gördüğünüz kılıcı elinizden bırakınız. Dünyanın daha çok bilime ve düşünceye ihtiyacı olduğu şu zamanlarda barışa, bilime ve özgür düşünceye yönelik atacağınız her adım yalnızca sizi değil, ülkemizi ve bölgemizi de huzurlu kılacaktır.

Dolayısıyla ülkemizin sizin sunduğunuz gibi, raporda, çalışma raporunda güllük gülistanlık olmasını arzularız. Türkiye'nin dünya ülkeleriyle rekabet edecek bir noktaya gelmesini gönülden arzularız ve isteriz. Muhalefet partisi olarak da bizim üzerimize düşen görevi ve sorumluluğu yerine getirmek isteriz.

Son cümlem şudur: Bin yıllık cihat denemesinin kanıtladığı gibi 1,5 milyar Müslüman'ın 5,5 milyar Müslüman olmayana -ötekileştirme anlamında söylemiyorum- köle olmamasının tek aracı bilim, teknoloji, doğru düşünmek, sorgulamak, kul ve yetim hakkı yememek, doğru ahlaklı olmaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (İzmir) - Topluma vermemiz gereken mesajda bunun olması gerektiğini düşünüyorum ve 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.