KOMİSYON KONUŞMASI

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 2016 yılı bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonundaki çalışmalarının hayırlısıysa sonuna geldik.

BAŞKAN - Daha bir gün var aman Sayın Bakanım, dilinizi ısırın.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Maliye Bakanlığı ile ilgili bakanlık bütçesi olarak görmeyin. Aslında bakanlıkların uygulamaları üzerinden 64'üncü Hükûmetin bütçesini konuştuk burada. Eğer son beş bakanlığın bütçeleriyle ilgili olarak birkaç tane belirlemeyi anımsarsanız, sürekli olarak GAP'ı, KOP'u, DOKAP'ı görüştük. Orman ve Su İşleri Bakanlığında GAP'ı, KOP'u, DOKAP'ı konuştuk, Çevre Bakanlığında yine tarım alanlarının, ormanlarının beton yığınlarıyla doldurulmaması için alınacak önlemleri konuştuk. Dün Kalkınma Bakanlığı bütçesinde yine GAP'ı, KOP'u, DOKAP'ı konuştuk. Bugün Tarım Bakanlığında dolaylı olarak yine aynı şeyleri, daha doğrusu bütün bunların hepsinin yansımalarını konuşuyoruz.

Değerli milletvekilleri, 64'üncü Hükûmetin bütçesini de konuştuğumuz için bu kapsamda, bu bakanlıklar arasındaki bu giriftleşmeleri, iç içe girmeleri ve büyük ölçüde de görev örtüşmelerine dikkat etmişsinizdir. Bütün bunların hepsinin "Eğer bir konunun birden fazla patronu varsa, düzenleyicisi varsa o konularda asla düzen sağlanmaz." özdeyişine uygun olduğunu burada ifade etmek istiyorum. Eğer bu ülkenin, tarım ve tarımsal üretimle ilgili, tarımsal üretimin desteklenmesiyle ilgili, tarımsal üretimin verimliliğinin artırılması ve dünya standartlarında olmasıyla ilgili olarak 5 tane bakanlık -hatta dolaylı olarak çok daha fazla bakanlık- işlev görüyorsa bunların arasındaki iş bölümü ve koordinasyonun da çok farklı olarak sağlanması lazım. Aslında yapılması gereken, bu ülkenin kalkınma örgütünün, ülkemizin potansiyelini değerlendirerek dünya konjonktürünü de göz önüne alarak bir üretim potansiyelini ortaya koyması ve hangi ürünlerin üretilmesinin, Mukayeseli Üstünlükler Teorisi'ne göre bizim açımızdan ekonomik fayda sağladığını ortaya koyması lazım.

Bu potansiyelin kullanılması ve verimliliğin artırılması için Su İşleri Bakanlığının nerelerde, hangi barajları yapacağını; bir taraftan da Çevre Bakanlığının bu barajlara dolacak veya buralardan yapılacak suların temizliği, korunmasıyla ilgili olarak, çevreyle ilgili olarak hangi önlemleri alacağını; bir taraftan da özellikle Kalkınma ve Tarım Bakanlıklarının ortaklaşa olarak, desteklenecek tarım politikalarının ortak olarak desteklenmesini; iki ayrı bakanlığın konumunun aynı anda, farklı açılardan destekler vermek suretiyle desteklenecek alanlar konusunda bir karmaşa yaratmamasını kesin olarak burada gördük, bunların yapılması gerekiyor. Bütün bunların hepsinin de bir koordinasyon içerisinde yapılması elbette ki kaçınılmaz bir olay.

Değerli arkadaşlar, ülkemizin, tarım ürünlerinin üretimi konusunda hiçbir sorunu olmadığını hepimiz biliyoruz. Üretme konusunda gerçekten bir sorunumuz yok. Ne isterseniz üretebilirsiniz bu coğrafyada daha önceden, geçmişte üretilmiş olan. Hatta bu coğrafyada tanınmayan ürünler konusunda bile bizim topraklarımızın inanılmaz derecede verimli olduğu yapılan deneylerde ortaya çıkıyor. Ama buradaki sorun, ürettiğiniz ürünü ne şekilde değerlendireceğiniz konusunda gelip takılıyor. Daha önceki dönemlerde geleneksel tarım ürünlerinin desteği bir pazar sorunu yaratmadığı şeklinde algılanıyor idi, bu bir zorunluluktu.

Bizim, İzmir İktisat Kongresinde belirlediğimiz ilkeler çerçevesinde oluşturduğumuz tarım piyasaları ve tarımla ilgili üretim politikalarımızın, daha sonradan Avrupa Topluluğu kurulduktan sonra bire bir, fotokopi olarak onlar tarafından da benimsenmiş olması, bunun gerçekten bir örneğidir. Çok sağlıklı bir politika kuruldu ama hepimiz siyasetçi olduğumuz için çok rahatlıkla söyleyebilirim: Bu politikaların uygulanmasıyla ilgili olarak farklı davranışlar ve özellikle de bunların farklı amaçlar için kullanılıyor olması, maalesef bu sistemi belirli bir süre sonra çıkmazın içerisine soktu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, sorun, o zaman bu ürünlerin değerlendirilmesi noktasında yani üretilen ürüne talep olmaması noktasında düğümlenmeye başladı. Ve belirli bir süre sonra birçok alanda üretimden düşmeye başladık. Birden bire daha önceden Türkiye'nin gerçekten dünya piyasalarında aranan, örneğin susam... Fethiye'de, Denizli'de, o yörede yetişen susam, hâlâ Japonlar tarafından tek bir tanesi bırakılmadan ithal ediliyor. Çok değerli bir üründür. Yine, aynı şekilde Burdur'da yetiştirdiğiniz çörekotu, dünyada hem uçucu yağ hem sabit yağ içermesi nedeniyle inanılmaz derecede değerlidir. Bütün bu ürünlerin hepsi, Şam'dan gelen Nigella Damascus'un bu piyasalara hâkim olması nedeniyle yok oldu gitti. Değer olarak asla kıyaslanmaz. Dolayısıyla, şu anda bile "Siz ürettiğiniz çörekotunun tamamını şuralara vereceksiniz." şeklindeki bir teşvik bile yetiyor da artıyor bütün bunların hepsinin büyük bir hızla üretime geçmesine.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Cobweb Teoremi'ni tarımla uğraşanların hepsi bilir. Bilmeyenler açısından da en basit anlatımı şudur: Cobweb, tarım ürünlerinin arz ve fiyatları arasındaki dalgalanmalardan kaynaklanan zararları yok etmeye çalışır yani teorisi buna dayalıdır. Şöyle anlatılır: Eğer bir tarım ürünü para etmeye başlarsa, çiftçi milleti hep beraber o ürünü ekmeye başlar. Bu defa ürün çok fazla olur, fiyatlar dibe vurur, hepsi batar, dolayısıyla bu ürünlerin bundan etkilenmeden sürekli ve düzenli bir şekilde üretilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak, hasat sonu sendromunu da üstüne koyarsanız -yani bazı ürünlerin aynı anda hasat edilmesi nedeniyle hepsinin birden pazarlara inip fiyatlarının dibe vurması, dolayısıyla da büyük bir kısmının da oralarda kaybedilmesi olarak tanımlanır bu- bunu çözemeyen ülkeler işte bu üretim sorunlarına takılıp kalırlar, ellerinde kalıyor.

Aslında geleneksel olarak her türlü meyvenin taze olarak tüketilmesi doğru bir olaydır. Yine, bizim geleneksel olarak korumalarımızın içerisinde hepinizin bildiği bazı yöntemler vardır, biz o ürünleri koruruz. Örneğin Karadeniz'de nemden kesmek için kurulan, o 4 ayak üzerine yapılan serenderler, mısırın korunmasında falan idealdir, zaten içerisine sallandırılıp durur onların hepsi, korur. Bu şekilde bulunmuş olan çözümün bilimsel karşılığı modifiye atmosferli depodur. Bazı ürünlerimizin de götürülüp Ürgüp'te, Göreme'de yer altı mağaralarında saklandığını bilirsiniz. Niye? Çünkü o mağaraların dip kısmında oksijen oranı çok düşüktür. O düşük oksijen oranı ve karbondioksit yüksekliği nedeniyle yeteri kadar soluyamayan meyvelerin -çünkü meyvelerin büyük bir kısmı dalından koparıldıktan sonra da oksijen alıp karbondioksit solurlar yani yaşamaya devam ederler- yaşamları yavaşlar, aynen bizim bu Plan Bütçe Komisyonunda olduğumuz gibi. Yani 60 kişilik salonun içerisine 160 kişi doldurduğunuz zaman bir süre sonra karbondioksit soluyorsunuz, hepimizin yaşamı yavaşlıyor, uyumaya başlıyoruz. Pencereler açılsın diyoruz, sonra boynu ağrıyanlar "Pencere kapansın." diyor, kısacası bir kısır döngü, işte, Bakanımın durumu da bundan ibaret. Şimdi, değerli arkadaşlar, bunun yani meyvelerin solunumlarını yavaşlatarak uzun süre korumanın yani mağarada ürün saklamanın şu andaki bilim dünyasındaki adı da "atmosfer kontrollü depo" Yani dünya teknolojileri bu tür ürünlerin yaşamlarını yavaşlatmak suretiyle -sadece hasat sonunda, örneğin kirazda, on beş gün içerisinde tükettin tükettin, narda, hadi toplama zamanıyla beraber bir ay içerisinde tükettin tükettin- bunlara karşı üreticiyi korumak gerekiyor. Bu ürünler hasat sonu sendromundan kurtarıldığı takdirde ve özellikle de bu ürünlerin değerlendirilmesi konusunda bir stabilizasyon ve süreklilik sağlandığı takdirde Türk tarımının inanılmaz derecede ivme kazanacağı konusuna ben gerçekten inanıyorum.

Ürünün değerlendirilmesi konusunda da farklı bir kavramdan bahsettim geçen de sizlere çünkü aynı bütçeleri konuştuğumuz için oldu bu. O da tarım ürünlerinin değerlendirilmesi sırasında sıfır atık ilkesi, sıfır atık. Değerli arkadaşlar, tarım ürünlerinde atık olmaz, olmaması gerekir teorik olarak, zaten olmuyor da. Köylerde, şurada, burada, vesaire de çöp tenekeleri mi vardı eskiden? Kabuğundan çekirdeğine kadar her şeyin kullanıldığını gayet rahat bir şekilde bilirsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, buyurun lütfen.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Bu sıfır atık ilkesi daha çok taze satılamaması nedeniyle ister istemez sınaiye işlenmek üzere verilmesinden kaynaklanıyor. Sanayide işleniyor, örneğin narı nar suyuna işlenmek üzere veriyorsunuz, işleniyor, oradan sonra çıkan parçalarının tamamını atıyorsunuz. Bunları attığınız zaman ortaya çıkan çevre sorunlarından falan hiç bahsetmek istemiyorum. Hayvan yemi olarak da bu ıslak, küflü şeylerin kullanılmasının neler yarattığını da söylemek istemiyorum ama değerli arkadaşlar, burada asıl değerlendirilmesi gerekenin o atılan ürünler olduğunu kesinlikle ve kesinlikle göz ardı etmemeniz gerekiyor, kesinlikle. Domatesten salça yapıyorsunuz. Domates salçasından niye çekirdek ve kabuk kaldırılır, atılır, bilmem. Biz tam parçalar, olduğu gibi çekirdeğiyle kullanırdık eskiden domates salçasını, şimdi atılıyor. Domatesin içerisinden atılan çekirdek ve kabuk domatesin en değerli yeridir Sayın Bakanım ve domatesin değerli olmasını sağlayan "likopen" denen bir maddenin de barındırıldığı kısımlardır, attığınız andan itibaren onu atmış oluyorsunuz. Onu sağlıklı bir şekilde işleyebilirseniz, o çekirdekten likopen elde ederseniz 1 kilogram likopenden sağlayacağınız gelir 100 kilogram salçadan sağlayacağınız gelirden çok çok daha fazladır. İşte sıfır atık ilkesi olayı budur. Narda da aynı şekilde; narın suyunu sıktınız, çekirdeklerini attınız. Hayır, narın çekirdeğini eğer değerlendirirseniz, eğer onun yağını çıkartırsanız narın çekirdeğinde bulunan "punisik asit" denilen bir maddenin -ki vücuttaki serbest radikallerin atılmasında kullanılıyor- kilosuyla 100 kilogram, 200 kilogram nar satışından elde edemeyeceğiniz kadar gelir elde edersiniz. Dolayısıyla, tarımda sıfır atık ilkesi bu açıdan çok değerlidir.

Zaman kısıtlaması nedeniyle makineli tüfek gibi konuşup aklıma gelenleri hep sıralıyorum anlamında demiyorum, bunları sıraladıktan sonra ancak neleri söylemem gerekiyorsa bunları hızla söylemeye çalışıyorum. O nedenle arada tutarsızlıklar olursa kusura bakmayın.

Şimdi, bu ürünlerin sıfır atık ilkesiyle değerlendirilmesiyle ilgili olarak çok somut bir örnek vermek istiyorum sizlere değerli arkadaşlar. Kayısı üretiminde dünya 1'incisiyiz, yakında 1'inciliğimizi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız, ayrı bir olay, Türkmenistan geliyor büyük bir şeyle yuvarlana yuvarlana. Verdiğim rakamların hepsi alt sınırdan ve kötümser rakamlar, iyimser değil, en düşükleri. Türkiye'de aşağı yukarı 700 bin ton civarında kayısı üretiliyor, bunun 200 bin tonunun yaş olarak tüketildiğini varsayıyoruz. 500 bin ton kayısı kurutuluyor, 500 bin ton kurutulmuş kayısıdan 105 bin ton kurutulmuş kayısı çıkıyor. Buradan elde ettiğimiz gelir 180-200 milyon dolar. Peki, geriye kalan ürünleri ne yapıyoruz? Şimdilerde çekirdeklerle kayısı süsleyerek falan verilen kuruyemişvari şeyleri bir sınai ürün, üretim olarak düşünmüyorum. Değerli arkadaşlar, kötümser rakamlara göre 500 bin ton kayısı kurusu sırasında aşağı yukarı 60 bin ton civarında da kayısı çekirdeği çıkıyor. 60 bin ton kayısı çekirdeğinden en kötümser rakamlara göre 30 bin ton, ben 20 bin ton kayısı çekirdeği içi çıkıyor diyorum, 20 bin ton kayısı çekirdeği içinden de neredeyse 9 bin ton kayısı çekirdeği yağı çıkıyor. 9 bin ton kayısı çekirdeği yağı nereden bakarsanız bakın -ki bizim kayısı yağlarımız çok kalitelidir- bizim kuru kayısıdan elde ettiğimiz gelirin tam 2 katına tekabül ediyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, sözlerinizi tamamlamanız için ilave süre veriyorum.

Buyurunuz efendim.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Şimdi birkaç şey söyleyeceğim Sayın Başkan, özellikle Avrupa topluluğunun tarım politikasıyla ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Süre verirseniz onu anlatacağım, vermezseniz anlatmayacağım geçeceğim şeyle ilgili.

BAŞKAN - Estağfurullah, istirham ederim Sayın Bakanım. Sizin bu konuda, biliyorsunuz, geçiş önceliğiniz var her zaman olduğu gibi.

Lütfen buyurun, ben gerekli esnekliği göstermeye çalışacağım.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Peki, teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, bu tür ürünlerin yani sıfır atık ilkesine göre ortaya çıkacak ürünlerin değerlendirilmesiyle ilgili bütün görev Tarım Bakanlığının üstündedir. Bu ürünlerin gıda olarak ya da gıda desteği olarak kullanılması tamamen Tarım Bakanlığının vereceği ruhsatlar ve izinlere bağlı bir olaydır. Şimdiye kadar sıfır atık ilkesiyle ilgili olarak bir değerlendirme yapılmadığı sürece bu şekilde ürünün içerisinden çıkan çekirdeklerle ilgili olan kısımlar maalesef bizim tarımsal ürün listemizde yer almıyor. Nar var, nar çekirdeği yoktu, bunu daha yeni tescil ettirdik. Kuşburnu var, kuşburnu çekirdeği yok. Sayın Bakanım, dünyada kuşburnu diye bir meyve tanınmıyor, o üstündeki pulpa "Çekirdeğin korunması için." diyorlar, esas meyvesi kuşburnunun çekirdeği, onun içerisindeki retinoik asit peşinde herkes fakat kuşburnu çekirdeği Türkiye'de tarım ürünleri listesinde yok, dolayısıyla kuşburnu çekirdeğinden yapılacak olan ürünler burada değerlendirilemiyor.

Burada çok önemli bir konu var elbette ki bu ürünlerden sınai üretimde ürün elde edilmesinin ilkel yöntemlerle özellikle de solvent kullanılarak -genellikle alkol ve hekzan kullanılır- bunlar kullanılarak hele hekzan bıraktığı kalıntılarla üretilen bu ürünlerin bir değeri falan olamaz. Bu bir beladır. Dolayısıyla, bu ürünlerle ilgili olarak Bakanlığın kesin bir tanımlama yapması gerekiyor. "Ürünün içerisinde şu şu şu şu bileşenler olacak en azından. Şu yöntemle elde edilecek, CNP'li alanlarda yapılacak, sürekli kontrol altında tutulacak ve ilaç gibi de izlenecek." Bunun yanında, bu ürünlerden ne kadar kullanılacağına ilişkin olarak toksidite testlerinin de yapılması gerekiyor. Bunları üreticiye bıraktığınız zaman bunun altından hiç kimse kalkamıyor, yapamazsınız da. Yani ne kadar içilirse zararı olmaz? Bütün ilaçların hepsi dozajına göre ya zehirdir çok olduğu zaman ya da ilaçtır. Bunlara ilaç diyemezsiniz. İlaç dediğiniz anda Tarım Bakanlığının alanından çıkıyor.

Likopen, ciltteki kırışıklıkları gideriyor. Hani botoks iğneleri falan yaptırır ya insanlar gençleşmek için işte o likopendir. Likopen enjekte ederler insanların yüzüne ama kazara bir endikasyon söylerseniz bittiniz. Tarımsal üretim zaten yapamazsınız, bir de üstelik "Vay endikasyon belirtiyor." diyerek onları toplarlar. Bu arada Türkiye'de televizyonlar aracılığıyla inanılmaz şarlatanlıklarla bu toplumu zehirleyen insanlar da işte bundan yararlanarak giderler. Hâlbuki çok net bir şekilde "Bu ürün şöyle işlenecek, şu şekilde ekstre edilecek, içeriğinde bunlar olacak. Bunlardan daha aşağı olanları kesinlikle piyasaya vermeyeceksiniz." denildiği andan itibaren birdenbire önünüzde çok büyük bir tüketim alanı açılır. Bu, çok önemli bir konudur.

Değerli arkadaşlar, Avrupa topluluğu aynen bizim gibi 1992 yılında geleneksel tarım ürünlerinin desteğinden vazgeçti, aynen bizim gibi. Yağ bitkileri dâhil, şeker pancarı dâhil aklınıza gelen bütün ürünler bitti. Biz de bitirdik. Nedenlerine girmeye gerek yok. Fakat daha sonradan Avrupa topluluğu çok farklı alanlarda tarımsal destekler vermeye başladı çünkü bütçesi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, ne kadar bir süreye ihtiyacınız var?

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Beş dakika yeter Sayın Başkanım.

Sağ olun.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, müsaade ederseniz size de bir bilgi arz edeyim. Sayın Temizel yani hemşehrim olduğu, İzmir Milletvekili olduğu için değil de Söke'de gerçekten çok başarılı bir tarım işletmesi var, o bakımdan kalpten konuşuyor. Hakikaten biz de istifade ediyoruz görüşlerinden. Onun için kendisine böyle bir esneklik veriyoruz. Size de bilgi arz etmiş olayım. Çiftçi konuşuyor yani bir yerde, Komisyonda.

Buyurun Sayın Temizel.

ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Çiftçi konuşuyor, o doğru.

Teşekkür ediyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bundan daha önce, OECD'de çalıştığım dönemde bu insanlarla çok yakın ilişkilerim oldu, haberleşirim de hâlâ. Sonra, bundan birkaç yıl önce aklımıza geldi. "Ya, sizin bütçenizde tarım destekleri diye ciddi rakamlar gözüküyor. Siz neyi destekliyorsunuz?" dedik. "Ha, biz size gönderelim." dediler. Bir şifre gönderdiler, 2 tane de CD gönderdiler Sayın Bakanım. Özetleyerek söylüyorum.

Avrupa topluluğu birçok alandaki -AR-GE destekleri falan vesairelerini bir tarafa bırakıyorum- desteklerinin yanında üç temel alanda tarımsal üretim desteklemeye başlamış, üç temel alanda. Bunlar Kyoto Protokolü'nü imzaladıktan sonra çok daha büyük bir ivme kazanmış.

Bu birinci grubunu enerji bitkileri oluşturuyor. Bunları biliyorsunuz zaten. Soya, kanola, aspir gibi ürünler. Bunlar yetiştiriliyor, sonra biyodizel yapımında kullanılacak. Onu biliyorsunuz. Ancak daha önceden belirli avantajları nedeniyle ciddi anlamda bir potansiyel kazanmış olan bu ürünlere eşit ÖTV uygulanması nedeniyle altından kalkılamadı, yok oldu, gitti bu konuda üretim yapacak olan kuruluşların hepsi. Bunlar entegre projelerdir. Biyodizelin yapılması yanında aynı zamanda yem ya da hayvancılık beraber gelmek zorundadır, başka türlü olmuyor. Onu biliyorsunuz.

İkinci üretim ve destekleme alanı: Boya ve lif bitkileri. Biliyorsunuz, Türkiye boya bitkileri açısından dünyada gen merkezi. Buradan doğuya doğru gitmeye başlayın, şu yol üstünde Afyon'da Bayat'ta, Kastamonu'da, bir sürü yerde daha önceden yetiştirilen kök boyalarını, yaprak boyalarını, o boyaları görürsünüz. Dolayısıyla, "Kyoto Protokolü gereği gıda, kozmetik ve ilaç sanayisinde bundan sonra yapay boya da kullanılmayacak yani suni boya kullanılmayacak." denilmesinden sonra Avrupa oturmuş, boya bitkilerini desteklemeye başlamış. Ya, siz boyayı bilmezsiniz, ne olduğunu da bilmezsiniz. Dolayısıyla, en azından tarımda mukayeseli üstünlük denen bir olay varsa katılım sürecindeki bir ülkeyi desteklemeniz gerekir doğal olarak boya bitkilerini yetiştirin diye ama Avrupa bununla boğuşuyor. Lif bitkileri şu tepemizde gördüğünüz yalıtım ürünlerinin izocam, cam yünü, vesaire gibi petrol türevlerinden vazgeçilmesinin sonucu. Selüloz oranı çok yüksek olan ketencikten başlayarak, kenevirler vesaireler yetiştirerek onları presliyorlar, çok yüksek basınçlarla, su buharıyla pırıl pırıl yalıtım ürünleri yapıyorlar. İnşaat sektörünün yapısı değişti ve bunlardan ayrıca bir de özellikle ketenciğin üst kısımlarından, o tohumlardan hayvan yemi elde ediyorlar.

Üçüncü destekledikleri alan: Tıbbi ve aromatik bitkiler. Kyoto Protokolü'nün gereği olarak Avrupa topluluğu çok ciddi anlamda tıbbi ve aromatik bitki yetiştirmeye çalışıyor. Polonya'da verdikleri desteklerle binlerce dönümde devedikeni yetiştirilmeye başlanmış vaziyette, devedikeni. Devedikeni, silybum marianumyan yani karaciğer hastalıklarında şu anda Amerikalıların sahip oldukları üstünlüklere karşılık geliyor. Alkolden vesaireden değişik nedenlerle karaciğerleri mahvolmuş olan insanlara devedikeni vasıtasıyla çözüm oluşturmaya başlamışlar. Bu konuda yol alıyorlar.

Değerli milletvekilleri, bu tren kalkmış vaziyette. Bu tren yürüyor şu anda Kyoto Protokolü'nden sonra. Bu trenin vagonlarından birisine atlanmadığı takdirde bu trenin peşinden koşarak bir süre sonra yetişmek mümkün olmayacak. O nedenle bu kompartımanlardan bir tanesinde ülkemizin kendisine yer edinmesi gerekiyor çünkü ülkemizin bu konudaki potansiyeli inanılmaz derecede önemlidir.

Teşekkür ediyorum, sabrınız için de bir defa daha teşekkür ediyorum.