KOMİSYON KONUŞMASI

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Sayın Bakan, sayın bürokratlar, değerli milletvekili arkadaşlarım, sevgili basın; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, Sayın Bakanım, öncelikle şunu belirtmem gerekir ki çok önemli bir bakanlığı idare ediyorsunuz, önemli bir bakanlığın başındasınız. Bakanlığın isminin bilim ve sanayiye ek olarak yani hem bilimi hem sanayiyi hem de teknolojiyi içermiş olması başlı başına önemli bence. Dolayısıyla geçen sene bu konuyla ilgili değerlendirmeler yaparken de bunu söylemiştik, bunun önemli olduğunu söylemiştik. Çünkü Türkiye'nin gerçekten yapısal ekonomik problemlerinin çözümü konusunda bir bakış açımız ve stratejimiz varsa özellikle bilim ve teknolojiye ilişkin üretim süreçlerinin desteklenmesi ve Türkiye'nin katma değeri yüksek ürünler üretebilmesi, küresel ölçekte mal ve hizmet üreten bir ekonomiye dönüşmesi ve bu ürünleri de satan bir ekonomiye dönüşmesi buradaki en yapısal sorunlarımızdan biri ve en önemli ayaklarından biri bu işin. Kuşkusuz böyle bir dönüşüm tek başına Bakanlığınızın uhdesini de aşar, tek başına Bakanlığınızın yapacağı bir iş değil ama bu süreçte önemli bir işlev edindiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye'nin gerçekten yapısal problemi dışa olan bağımlılığıdır, ithalata olan bağımlılığıdır. Öyle bir ekonomik model düşünün ki üretim yapabilmek için ara girdiye muhtaçtır, ara girdiyi temin edebildiği sürece üretim yapabilmektedir. Ara girdi üreten ürünün katma değeri de çok yüksek olmadığı için dolayısıyla dış ticaret açığı verebildiğimiz sürece büyüyen bir ekonomik modeldesiniz ve dış ticaret açığınız da cari açığa dönüşüyor çünkü hizmet gelirleriniz bu açığı kapatacak nitelikte değil. Dolayısıyla cari açık verebildiğiniz sürece büyüyebilen bir ekonomik modeldesiniz. Dünyada büyümek için cari açık vermek zorunda olan ülke sayısı çok azdır. Her ülke cari işlemler açığı verebilir ancak kendisinin büyüme dinamikleri cari işlemler açığına bağlanmış ülke sayısı dünyada çok azdır. Üstelik bu cari işlemler açığını finanse edebilmek için de dış kaynaklara ihtiyaç duyuyorsanız ki bu kaynakların önemli bir kısmı da borç yaratan kaynaklarsa o zaman sorun daha büyük bir hâle geliyor. Türkiye, kabaca 50 milyar dolar cari işlemler açığı verirken bunun ancak beşte 1'ini doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla karşılıyorsa ki bu beşte 1'nde "greenfield" doğrudan yabancı sermaye yatırımları olmadığını biliyoruz. Yani Türkiye'deki şirketlerin satın alınması ya da gayrimenkul satın alınması kısmını da biz doğrudan yabancı sermaye yatırımı kabul ettiğimiz için ülkenin büyüme ve istihdam dinamiklerine katkı sağlayan miktarın 10 milyar doların altında olduğunu da biliyoruz. Farz edelim ki böyle olsun, 10 milyar dolar olsun ama kabaca 50 milyarlık cari işlemler açığının sadece 10 milyarını biz borç yaratmayan kaynaklardan finanse ediyorsak ve çok büyük bir kısmını borç yaratıcı kaynaklardan finanse ediyorsak gerçekten problem var demektir. Hele ki bu borçlar da kısa vadeliyse ya da Türkiye'ye kısa vadeli birtakım beklentilerle ve motivasyonlarla geliyorsa o zaman büyüme modeliniz sizin dışarıdan taze kaynak girişine bağlanmış bir büyüme modeli hâline dönüşüyor. O yüzdendir ki Amerika Birleşik Devletleri faizi yükselttiğinde ya da küresel likiditede problemler ortaya çıktığında biz burada problem yaşıyoruz bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ama Türkiye'nin de ayrıca bu yüksek dış finansman ihtiyacı ve açığı bizi ayrıca hassas hâle getiriyor.

Demek ki böyle bir ekonomik model ve bu ekonomik model sürdürülemez, biz bunu yıllardır söylüyoruz ve en başta Sayın Hükûmet, daha önce Ekonomi bakanlarıyla burada sohbetlerimizde ve görüşlerimizi açıklarken de söylemiştik. Biz bunları hep söylediğimizde Hükûmet hep şöyle yaklaşıyordu: "Yahu, cari işlemler açığı ne ki? Problem değil, finanse edilebildiği sürece cari işlemler açığı bir sorun yaratmıyor." diye bakıyordu. Ama ne zaman ki car işlemler açığının millî gelire oranı yüzde 10'lara ulaştı, işte, o zaman denildi ki: "Ya, burada bir hata var ve bu sürdürülemez." Ama ciddi zaman kaybettik yani on sene geçti bunun üzerinden. Yani on sene sonra Hükûmetin bu noktaya geliyor olmasını sevindirici bulduğumu belirtmek isterim. Yani bu ekonomik model sürdürülemez, Türkiye ekonomisi bir yol ayrımındadır, bu yol ayrımında doğru istikamette ilerleyebilmek için Türkiye ekonomisinin dışa olan bağımlılığını azaltmak bir zorunluluktur. İşte, burada katma değeri yüksek ürünler üretmek, küresel ölçekte bütün küreyi bir pazar olarak görmek, küresel ölçekte mal ve hizmet üretmek, nitelikli insan gücü yaratmak, bütün makropolitikaları yani hem maliye politikasını hem para politikasını hem iyi bir dış ticaret stratejisini birlikte tasarlamak, ülkenin bütün zenginliklerini görerek hepsini sürecin içine katan, hiç kimseyi dışlamayan bir ekonomik modeli Türkiye'nin önüne getirmek büyük bir öncelik olarak ortaya çıkıyor.

Şimdi, burada sizin Bakanlığınızın çok stratejik ve önemli bir yerde bulunduğunu belirtmek isterim ancak bütçenizin de yetersiz olduğunu belirtmek isterim. Yani bu kadar önemli işlevlerle donatılmış ya da en azından benim öyle gördüğüm, öyle olmasını temenni ettiğim bir Bakanlığın 3 milyar lira, 4 milyar lira paralarla böyle bir yönlendirmeyi yapması, Türkiye'nin büyüme modelini, üretim modelini, istihdam stratejisine katkı sağlayacak şekilde yeniden tasarlaması ve böyle bir dönüşümü gerçekleştirebilmesi için çok yeterli görmüyorum.

Şimdi, dolayısıyla sizin en önemli işlevlerinizden biri bu anlamda teknoloji üretmek ve burada sunuşunuzda da belirtmişsiniz... Bu arada sunuşunuzda çok mikrodetaylar var, bunların hepsi tabii, arkada bir yere değiyor, o anlamda güzel bir sunuş olduğunu da söylemek isterim. Orada da açık yüreklilikle itiraf ettiğiniz bir şey var, özellikle AR-GE harcamalarının ulaştığı seviye ve daha katetmemiz gereken çok yolun olduğunu anlatmak için bunu söylemişsiniz. Gerçekten millî gelirin 0,52'sine, 0,92'sine kadar AR-GE harcamalarının çıkmış olması son on-on iki yılda önemlidir ancak 2023 hedefleri bu konuda ihtiraslı değildir. Yani bugünden gelişmiş ülkelerin ya da Türkiye'ye rakip olabilecek ülkelerin AR-GE harcamalarının millî gelir içindeki payı bizim 2023 hedefimiz kadar. Yani dolayısıyla burada biraz daha ihtiraslı çalışmaya, buralara daha büyük kaynaklar ayırmaya ihtiyaç var. Yani Türkiye'nin AR-GE harcamalarının millî gelir içindeki payını süratle ve hızlı bir biçimde yüzde 2,5-3 seviyelerine çıkarmaya ihtiyacı var.

Aynı zamanda AR-GE harcamalarının kendi içindeki kompozisyonu da önemli. Şimdi, buna sunuşunuzda girmemişsiniz ama AR-GE harcamalarının daha çok özel sektör eliyle yapılıyor olması önemlidir.

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Şu anda kamu ağırlıklı.

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Evet, şu anda kamu ağırlıklı. Yani dünyada 70-30 dengesi bence ideal bir denge. Kamunun tamamen dışarıda olması söz konusu olamaz çünkü kamunun yönlendiriciliği var. Türkiye'de bu oran bilebildiğim kadarıyla daha ters, 60-40 gibi...

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - 60-55 şu anda.

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Evet, daha çok kamunun yaptığı... Bunu hızlı bir biçimde özel sektörü birtakım teşviklerle sürecin içine sokmanın önemli bir politik öncelik olduğunu düşünüyorum.

Yine, araştırmacı sayısı, patent sayısı buralarda ilerlemeler olduğu hâlde çok çok daha gerideyiz, daha ihtiraslı birtakım politikalara burada ihtiyaç var çünkü gerçekten Türkiye'nin demografik fırsat penceresi kapanıyor yani az bir süre var, çok fazla vaktimiz yok. Yani 2030'ların başında, 2020'lerin sonunda bu pencere kapanacak. Şimdi, Türkiye gibi genç bir ülkenin, genç nüfus barındıran bir ülkenin... Üstelik enteresandır, örneğin Türkiye'de istihdamın ortalama eğitim yılı işsizlerin ortalama eğitim yılından düşük. Yani dışarıda daha eğitimli bir iş gücü var ve biz bunları sistemin içine sokamıyoruz, sokamamışız. Demografik fırsat penceresi konusunda sorunlarımız var, problemlerimiz var ve Türkiye'yi bütün bu potansiyeliyle, bu genç nüfusuyla, bu eğitimli nüfusuyla yani istihdamla karşılaştırdığımız zaman hâlâ 10 bin dolarlarda millî gelirde tutmak çok büyük bir risk içerir. Dolayısıyla Türkiye'nin bunu kabul etmesi mümkün değildir, bunu hızlı biçimde aşmaya ve açmaya ihtiyaç var. Bu anlamda burada daha ihtiraslı hedefler görmek istiyorum ben. Yani daha yüksek bütçelerle, daha ihtiraslı hedeflerle bu konulara girmek ve buradaki politikaları hızlı bir şekilde geliştirmek gerekiyor.

Son belirtmek istediğim nokta Sayın Bakanım, sanayinin millî gelir içindeki payıyla ilgili. Şimdi, bakın, bu, kabul edilemez yani Türkiye gibi bir ülke için kabul edilemez. Şimdi, toplumları tarihsel olarak transformasyonuna baktığımız zaman, genel olarak, kabaca 3'e ayırabiliriz belki: İşte, tarım toplumları, sanayi toplumları, sanayi sonrası toplumlar. Toplumlar böyle bir süreçten geçerek bir yerlere doğru gelirler. Şimdi, Türkiye aslında her boyutuyla ve her yönüyle sanayileşmiş toplum olmaklı duruma kavuşmuş değildir. Dolayısıyla mesela on yıl, yirmi yıl önce ben hatırlıyorum ders kitaplarında "yarı sanayi toplumu" derlerdi Türkiye için. Bu konuda mesafe katettik ama hâlâ Türkiye için sanayileşmek en önemli önceliklerden biri olmalıdır. Çünkü bugün bakıyoruz mesela imalat sanayisi bizim ihraç ürünlerimizin yüzde 90'ının üzerindeki kısmı imalat sanayi ürünleridir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Yani mal ihracatımızın 94 -yanlış hatırlamıyorsam- imalat sanayisinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin biraz önce bahsettiğim bu dönüşüm programını başarıyla sonuçlandırmak için bile imalat sanayisinin millî gelir içindeki payını yükseltmeye ihtiyacı var. Yani Türkiye hizmet sektörüyle büyüyemez, tabii ki hizmet sektörü de büyüyecek, tabii ki tarım sektörü de büyüyecek ama Türkiye sanayi ürünleri üretmelidir, katma değeri yüksek sanayi ürünleri üretmelidir ve bu sanayi ürünlerinin millî gelir içindeki payının aşağıya düşmesini Türkiye'nin mevcut gelişmişlik seviyesi içerisinde kabul etmemiz mümkün değil.

Bakınız, 1987-1990 ortalamamız bizim 22,5 millî gelir içinde yani millî gelirin kabaca beşte 1'ini biz imalat sanayisinden sağlamışız. Mesela 1991-2002, bütün 90'lı yıllar boyunca ortalamamız 21, sizin Hükûmetinizin döneminde 16,3. Yani 2003'ten 2014'e ortalamayı aldığımız zaman, millî gelir içinde imalat sanayisinin payı yüzde 16,3. Bakınız, 2009'da 15,1'e düşmüş, 2013'te 15,3'e düşmüş. Bu sene altı ayda biraz kıpırdanma var yukarı doğru. Yani Türkiye'nin bütün bu dönüşümü tamamlayabilmesi için imalat sanayisinin millî gelir içindeki payının yüzde 20'nin altına düşmemesi gerekir, bu çok önemli. Bence sizin Bakanlığınızın performans kriterlerinden biri bu olacak önümüzdeki dönem. Yani sadece teknoloji...

BİLİM, SANAYİ VE TEKNOLOJİ BAKANI FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Bu, biraz hizmet sektörüne de bağlı olduğu için...

MÜSLİM SARI (İstanbul) - Ama işte, sanayi burada hareket etmeli. Yani diğer bakanlıkların tabii ki etkisi var burada ve katkısı olacak ama yani bir ayağı bu işin AR-GE ise, teknoloji üretmekse, bilim üretmekse bir diğer ayağı mutlaka imalat sanayisinin hem niteliğini değiştirerek hem de yani içindeki kompozisyonu değiştirerek hem de bunu nicel olarak büyütmek bence Bakanlığınızın en önemli görevlerinden biri.

Böyle hedefler koyarsanız Türkiye daha sağlıklı bir yere gelir diye düşünüyorum. Dediğim gibi, bütün bu işlevlerle ben bütçenizin yetersiz olduğunu düşünüyorum yani en azından benim yüklediğim işlevlerle. Ben hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.