KOMİSYON KONUŞMASI

TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Yani bir iki araya girdik diye bu kadar...

BAŞKAN CÜNEYT YÜKSEL - Burada partinizin Genel Başkan Yardımcısı da buradayken...

TURAN TAŞKIN ÖZER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlar; herkesi saygıyla selamlıyorum.

20 kanunun üzerinde, yürütme maddesi dâhil 38 maddede değişiklik yapıyorsunuz. Bugüne kadar dokuzuncu yargı paketi... Sekiz tane yargı paketi geldi, 373-380 üstü maddede, 70 kanunda değişiklik yaptınız; bu da "dokuzuncu yargı paketi" olarak önümüze geldi. Şimdi dokuzuncu yargı paketi olarak diğer paketlerle beraber önümüze gelen bu düzenlemede ülkedeki hukuk sistemini ileriye taşıyan, gerçekten ihtiyaç olan ve ihtiyaca dair yapılmış bir hamleyi göremiyorum; onun haricinde, adalete olan güveni artırmaya yönelik de bir hamle görmüyorum. Endeksler ortada; Adalet Bakanlığının kendi sitesinde bile yazıyor yani bunları biz Adalet Bakanının yüzüne Genel Kurul toplantısında, Genel Kurul salonunda söyledik. Vatandaşın adalete olan güveni her geçen gün daha da azalıyor.

Onun haricinde, bu düzenlemelerle açık bir biçimde şunu görüyoruz: Yani siyasetin hukuk düzeni üzerinde bir vesayeti var, bir eli var üstünde, onu ortadan kaldırmaya yönelik de bir düzenleme yapmıyorsunuz. Temel kanunlarımızı alıyorsunuz, İcra ve İflas Kanunu, Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu'nu alıyorsunuz; "reform" adı altında torba yasalarla böyle bir torbanın içine atarak âdeta delik deşik ediliyor yani bunu, buradaki herkes söyledi, ben de söylüyorum. Bunun gerekçesini de ortaya koyarken genel gerekçede diyorsunuz ki: "Anayasa Mahkemesi kararının uygulanması neticesinde oluşacak yasal boşlukları doldurmak adına yapıyoruz." Ama bakıyoruz -Anayasa'nın ortaya- Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortaya konan kararı dahi uygulamıyorsunuz.

Şimdi, bunu kimse söylemediği için söyleyeceğim yani özellikle de göstermek istiyorum "veya baba olduğunu iddia eden kişi" 18'inci madde, Medeni Kanunu'nun 291'inci maddesi... Anayasa Mahkemesi "'veya baba olduğunu iddia eden kişi' ibaresi yönünden iptal edilmiştir" diye karar vermiş. Yahu, gelen taslak metinde "baba olduğunu iddia eden kişi" diye aynısı yazıyor. Şimdi insan düşünmeden edemiyor yani Sayın Vekilim, Cahit Bey, biz farklı fakültelerde mi okuduk acaba? Ya, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği bir cümleyi aynen, aynı şekliyle buraya alıyorsunuz ve önümüze "Değiştirdik, Anayasa Mahkemesinin kararına uyuyoruz." diye getiriyorsunuz. Yani buna anlam vermek hakikaten imkânsız, bunun karşısında durmamak da imkânsız. Yani anlam da veremiyoruz, karşısında durmamayı da bizden beklemeyin diyorum. Çünkü bu gerekçelerle...

Kanunlar niye yapılır değerli milletvekilleri? Kanunlar zamanın ruhuna uygunluk için yapılır. Kanunlar toplumun ihtiyaçlarına uygunluk için yapılır. Kanunlar Anayasa Mahkemesi kararlarına mevcut metinleri uyarlamak için yapılır ama biz bakıyoruz, siz burada siyasi manevralar, Anayasa'nın arkasını dolanma; bu şekilde hamlelerle önümüzü torba yasayı getirip koyuyorsunuz ve hangi önemli sorunu çözdünüz? Bizce hiçbir önemli sorunu çözmediniz. Burada anlatılıyor işte, sabahtan beri milletvekillerimiz çırpınırcasına, yüksek sesle anlatıyor hangi önemli sorunu çözdünüz diye. Maalesef, hiçbir önemli sorunu çözdüğünüzü de göremiyoruz.

İkinci eleştiri şu: Kanun yapma tekniğine son derece aykırı bir durum. Torba kanun, al birbiriyle bağlantısız kanunları, at bir torbaya gönder; Meclisin yasama faaliyetini itibarsızlaştır, Meclisteki ihtisas komisyonlarını, yetkin komisyonları itibarsızlaştır, onları devre dışı bırak; her konuyu al getir, diğer paketlerde olduğu gibi, birbiriyle alakasız konuları al getir Adalet Komisyonunun önüne at. Süleyman Vekilimin söylediği gibi paket komisyonu hâline gelelim, kanunlar adsızlaşmış olsun, komisyonlar torba komisyonlar hâline gelmiş olsun. Bakın, örneği var, sekizinci yargı paketinde başımıza geldi, burada başımıza geldi; partili Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Ordu'da "Emekliye 3.000 TL maaş." dedi, iki saat sonra, baktık Komisyonda pat diye "emekliye 3.000 TL maaş" diye bir gündemimiz var. Şimdi, bunun konuşulması gereken yer Plan ve Bütçe Komisyonu iken tak diye bizim önümüzde buluyoruz veya başka bir konu başka bir ihtisas komisyonunda konuşulması gerekirken maalesef o ihtisas komisyonları işlevsizleştiriliyor, maalesef Meclisin yasama faaliyeti işlevsizleştiriliyor, maalesef Meclisin saygınlığı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Gelelim şu, kadının soyadı meselesine. Mevcut metinleri okuyarak veya detaylara girerek Komisyon meselesini çok uzatmak istemiyorum ama Anayasa Mahkemesinin net bir biçimde kararı var. 10'uncu maddesine göre, eşitlik ilkesine aykırı bulduğu için karar vermiş, "Kadın evlenmeden önceki soyadını kullanabilir." demiş. Bununla ilgili mücadeleler yapılmış, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bile buna dair bir karar vermiş. Bakıyoruz metne, işte bizim vekillerimizin söylediği gibi "veya"yı çıkarıyorsun "şu kadar ki" yazıyorsun "ancak"ı çıkarıyorsun "şu kadar ki" yazıyorsun, tekrar önümüze getiriyorsun. Şimdi, ne alakası var ya? Yani gerekçeye bakıyoruz, burada kanun metnindeki gerekçeyi açıp okuduğumuz zaman, baktığımız zaman net bir biçimde yazmış "Anne-babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek, çocuğun hangi soyadını kullanacağı ayrı bir tartışma konusu hâline gelecektir. Bu durum Türk toplumunun temeli olan aile bütünlüğüne zarar verebilecektir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesince iptal edilen..." vesaire devam ediyor genel gerekçe. Şimdi, gerçekten ne alakası var yani? Aile birliğinin kadının kimliğiyle, kadının hangi soyadını kullanmayı tercih etmesiyle ne alakası var? Kullanacağı soyadıyla ne alakası var? Çocuğun psikolojisiyle bunun ne alakası var? Şimdi, 1934 yılında Soyadı Kanunu'ndan önce aile birliği yok muydu? Yani toplum o aile birliğini korumuyor muydu? Soyadı Kanunu çıkmadan önce "Hiçbir soyadı yokken aile birliği yoktu." mu diyeceğiz yani böyle bir şey olabilir mi? Dolayısıyla bunu soyadına bağlamak, bunu çocuğun psikolojisi meselesine bağlamak belki de duyduğum en anlamsız gerekçedir. Kaldı ki en önemli şey şu yani: Burada eğer ki siz çocuğun psikolojisini bu kadar düşünüyorsanız gelin, adalet sistemini tartışalım. Gezi davası tutuklusu, hiçbir suçu günahı olmayan, dosyasında hiçbir delil olmayan Tayfun Kahraman sekiz yüz yedi gündür cezaevinde, çocuğu Vera cezaevi kapılarında. Şimdi, soyadı meselesinden mi çocuğun psikolojisi bozulacak, sekiz yüz yedi gündür babasını doğru düzgün göremeyen, sarılamayan, öpüp koklayamayan çocuğun mu psikolojisi bozulacak? Gelin, bunu tartışalım. Eşiyle birlikte cezaevi kapılarında sekiz yüz yedi gündür duruyor, bununla ilgili hiçbir düzenleme yapılmıyor, kadının soyadı meselesine takılmışız. Yani o kadar çok hukuki sorun varken getirmişiz, burada kadının soyadı meselesine takılmışız ilginç, ilginç gerekçelerle "Burada bir şeyleri çözdük." "Reform yapıyoruz." "Yargıya yenilik getiriyoruz." vesaire, şu bu; hiçbir yargı paketinde de olmadığı gibi bunda da yok. Yapılmak istenen de cinsiyet temelli bir eşitsizlik, bunu net olarak görüyoruz. Yani Anayasa'ya aykırı bir düzenleme, İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı bir düzenleme, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme'ye aykırı bir düzenleme yapıyorsunuz; bunun da farkındasınız. Ne yapılabilirdi? "Aile soyadı" kavramı konabilirdi, partimiz bunu söylüyor zaten. Ne yapılabilirdi? Kadına opsiyon sunulabilirdi "Kendi soyadını kullanabilirsin, evlenmeden önceki soyadını kullanabilirsin, kocanın soyadını kullanabilsin, ikisini bir kullanabilsin." denebilirdi ama arkadaki niyet farklı olunca, arkadaki niyet Orta Çağ niyeti olunca iş başka yere gidiyor; tabii, o yüzden bir şey demiyoruz.

Anayasa'nın açıkça ihlal edilmesi söz konusu. Bunu defaatle anlattılar burada, bütün milletvekili arkadaşlarımız anlattı. Hatta Grup Başkan Vekilimiz ne dedi? "Suistimalci anayasacılık yapıyorsunuz." dedi. Ne demek bu suistimal? Yasama çoğunluğuna dayalı olarak suistimal yapıyorsunuz. Anayasa'yı bilerek, isteyerek, kasten ve sistematik olarak ihlal ediyorsunuz. Biz yine de buradan bu uyarılarımızı yapalım, tutanaklara bu cümlelerimizi geçirelim, tarihe de not düşülsün. Sistematik şekilde Anayasa'yı ihlal etmeye çalışıyorsunuz, yasama çoğunluğunuza dayanarak yasama kurnazlığı yapıyorsunuz. Biraz önce gösterdiğim maddede olduğu gibi, kadının soyadı maddesinde olduğu gibi; yine teklif metninde geçen, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği ancak düzenlemeyi kendi kafanıza göre yaptığınız maddelerde olduğu gibi Anayasa'yı sistematik olarak ihlal ediyorsunuz, Can Atalay kararında olduğu gibi Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz. Tabii, normal, aslında çok normal bunu yapmanız, neden? Tabii, yürütme, yetkilerini yargı ve yasamayı kontrol altında tutmak için kullanırsa sonuçları böyle olur, katlanırız bu sonuçlara yani bu çok normal. Yani yasamanın üzerinde eli, mevcut Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine göre karşımdaki iktidar milletvekillerinin tamamını Cumhurbaşkanı yazdı çünkü aynı zamanda bir siyasi partinin Genel Başkanı, hepinizi tercih eden o, dolayısıyla yasama üzerinde bir eli var. Anayasa Mahkemesi üyelerinin birçoğunu Cumhurbaşkanı atıyor, Danıştay üyelerinin birçoğunu Cumhurbaşkanı atıyor, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını Cumhurbaşkanı atıyor, HSK üyelerinin birçoğunu Cumhurbaşkanı atıyor. Yargı üzerinde de bir eli var, yürütme de kendisi; oh ne güzel, yasama, yürütme, yargı tek elde toplanmış, kuvvetler ayrılığı Hak getire, kuvvetler birliği var; orada da ne bir denge mekanizması, ne bir denetleme mekanizması... Ondan sonra diyorsunuz ki: "Dış güçler vesaire, şu bu." "Avrupa bize şöyle yapıyor." E, siz daha Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorsunuz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına "Ey Avrupa!" diyorsunuz, Anayasa Mahkemesi kararına "Mahkeme yanlış karar vermiştir." diyorsunuz. Ondan sonra da ekonomi niye kötü? İşte, Mehmet Şimşek de uğraşıyor, Cumhurbaşkanının atadığı. memur olan Bakanlarımızdan Mehmet Şimşek de uğraşıyor düzeltsin. Ben hiç düzeleceğini sanmıyorum çünkü ülkede çok ciddi bir hukuk krizi var, ülkede çok ciddi bir öngörülmezlik var yani şu an ülkede gelecekte ne olacağına dair kimsenin bir öngörüsü yok. Yatırımcı zaten gelmiyor, yurt dışından da gelmiyor, yurt içinden de artık yatırım yapılmıyor. Ülkemizin gençleri asıl sorun. Bu ortamda, bu keyfîlikte, hukuki keyfîlikle ülkemizin gençleri ben bu ülkeden nasıl giderim, nasıl kaçarım... Garibim, onlar da gidemiyor artık yani vize vermiyorlar, vize vermiyorlar onlara da ve vizeyi vermezken gerekçeleri de şu: "Gelir, geri dönmez, kalır burada." diye vize vermiyor yurt dışı. Hadi diyelim vize verdi, bu sefer de -yine tartışmaya açmıştınız- "Yurt dışı çıkış harcı 1.500 lira mı olacak, 3.000 lira mı olacak?" diye onu aşamıyor. Çok ilginç yani dikkatle takip ediyoruz.

Baro konusuna gelelim. Büyük bir adaletsizlik var. Şimdi İstanbul'dan örnek verelim size. 1 No.lu Baro, İstanbul Barosunun 62.500 üyesi var-"2 No.lu Baro" dediğiniz, o 2 No.lu Baro ki bir vekilimiz söyledi "Aslında hedeflerine ulaşılamamıştır." diye, çok da doğru yani AK PARTİ'li avukatlar bile gidip 2 No.lu Baroya üye olmadığına göre istenen olmamıştır- 2 No.lu Baroda 3.100 kişi; ya, 20 kattan fazla fark var. "Adli yardım ödeneğini yüzde 40'tan yüzde 30'a çektik." diye... Hani ölçülülük ilkesi size göre yüzde 10. "Yüzde 40'tan yüzde 30'a çektik, bunu da eşit paylaştıralım." El insaf ya! "Adalet" diye bir şey var.

Dolayısıyla ben şimdilik bu kadar konuşayım Başkanım.

Teşekkür ediyorum. Komisyona çalışmalarında başarılar diliyorum.