KOMİSYON KONUŞMASI

HAMZA DAĞ (İzmir) - Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Bakanım, bakanlarım, değerli bürokrat arkadaşlar, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; ben de hepinizi gecenin bu saatinde tekraren selamlıyorum.

Öncelikle Türkiye İnsan Hakları Kurumu konusunda kısaca düşüncelerimi paylaşacağım, daha sonra Diyanet, reformlar ve süre de kalırsa en son görüşlerle alakalı düşüncelerimi paylaşacağım.

Türkiye İnsan Hakları Kurumu... Geçen dönem İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi olarak ilk defa... İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bir kanun tasarısını görüştü ve ilk görüştüğü kanun tasarısı da Türkiye İnsan Hakları Kurumuydu ve burada ben de alt komisyon başkanlığı yaptım, hatta tasarının geldiği şekliyle Meclisten geçtiği şekli arasında çok ciddi bir farklılık vardı. Bu anlamda Meclisin aktif çalışması noktasında ve muhalefetin katkısı noktasında önemli bir çalışma o dönemde gerçekleştirmiştik. Burada, idari ve mali özerklik çok ciddi anlamda eleştirilen bir konuydu. Özellikle muhalefet tarafından İnsan Hakları Kurumunun mali özerkliği olmayacağı hususu sürekli dile getirilmişti. Burada aslında şu anda İnsan Hakları Kurumunu ayrı bir bütçe olarak görüşüyor olmamız, inşallah mali özerkliği sağlama konusunda önemli bir etkendir diye düşünüyorum.

İnsan Hakları Kurumu 11 üyeden oluşuyor. Bunların atama şekilleri kanunda ayrıntısıyla bahsedilmiş ve İnsan Hakları Kurumu ulusal önleme mekanizması olarak Birleşmiş Milletlere bildirilmiş bir husus, bir durum. Tabii, burada İnsan Hakları Kurumunun işkenceyi önleme mekanizması olarak öncelikle tayini ve buradaki işkenceyle alakalı olmuş olabilecek durumları engelleme noktasında düzenli düzensiz ziyaretler yapması hususu var. Faaliyetlere de baktığımızda çokça hem mültecilerle ilgili hem de cezaevlerinde, nezarethanelerde, yargılama için çıkılan, çıkılması gereken, beklenilen adliye koridorlarında, adliyedeki yerlerde birtakım ziyaretler yapıldığını görüyoruz. İnşallah bundan sonra da İnsan Hakları Kurumu şu anki hâlinden daha aktif bir şekilde çalışmasına devam edecektir.

Bugünkü, bu oturumdaki görüşmelerde, tabii, konu genelde Diyanet üzerinde yoğunlaştı. Ben de Diyanetle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Aslında Diyanete çok uzak biri değilim. Ben de baba itibarıyla Diyanet mekanizması içinde büyümüş ve üniversitede de Diyanet bursuyla okumuş bir kardeşinizim. O açıdan, Diyanetin çok önemli bir kurum olduğunu ve bu ülkenin birçok açıdan önemli hususları yerine getirdiğini, bu ana kadar birçok konuşmacı da ifade etti, ben de ifade etmek istiyorum. Özellikle, toplumda dinin öğrenilmesi, dinin algılanması ve radikalleşmenin önündeki en büyük engel ve bu konudaki doğru bilincin yansıması konusunda en büyük ve en önemli kurumlarımızdan birisidir. Yine aynı şekilde, çok zor dönemlerde dahi birtakım baskıların olduğu, birtakım değişik fetvaların söylenmesi gerektiği ve istendiği zamanlarda dahi Diyanetten o tarzda fetvaların, İslam'a aykırı fetvaların çıkmadığını her zaman görebiliriz.

Son dönemde, Diyanetin aktiviteleri noktasında önemli gelişmeler var. Özellikle, Diyanet TV ve Diyanet Radyonun kurulması. Esasında 2011 yılına kadar, AK PARTİ dokuz yıldır iktidar olmasına rağmen 12 yaşından küçük çocukların yaz kurslarında dinî ve ahlaki eğitimi alması konusunda düzenleme yapılması mümkün olmamıştı. 2011'den bu yana yaz kursları konusunda çok önemli ivmeler, çok önemli çalışmalar yapıldı ve inşallah da bu konuda yaz kurslarıyla birlikte dinî ve ahlaki konularda, çocuklarımızın, gençlerimizin yetişmesi konusunda Diyanet kurumumuz yine önemli vazifeleri yerine mutlaka getirecektir.

Cuma hutbeleri konusu gündeme geldi. Cuma hutbeleri noktasında ciddi bir değişimin olduğunu görebiliyoruz. Benim perşembe akşamları yaptığım bir iş de özet çıkarmaktı, cuma hutbeleri konusunda ve genelde Kooperatifçilik Haftası falan, o tarzda şeylerle ilgili özetler çıkartırdım ama son dönemde güncel olaylarla ilgili ve birçok bu anlamdaki hususlarla ilgili hutbelerin olduğunu da görüyoruz. Özellikle, zaman zaman muhalefet milletvekili arkadaşların basına da yansıyan eleştirileri, radikalleşme, DAİŞ konusundaki hususlar. Bir cuma günü 20 milyon insan camilere gidiyor ve 20 milyon insan bu hutbeyi dinliyor arkadaşlar. Dolayısıyla, burada söylenen birçok şeyin dışarıda söylenenden çok daha etkisinin olduğunu, çok daha yansımasının fazlalıkla olduğunu bir kere değil belki birden fazla bunun söylenmesi mutlaka gerekli ama burada söylenen hususların, toplumun neredeyse yarısından fazlasına ulaştığını net bir şekilde görebiliyoruz. Bu açıdan, Diyanetin bununla ilgili de tavrı çok açık ve nettir.

Ülkemizde, en son açıklanan rakamlara göre 184.684 camimiz var ama bir orantısızlık var. Özellikle, bundan yirmi yıl önce yüzde 70'i köylerde yaşayan halkımızın -yüzde 70 köylerde, yüzde 30 şehirlerde yaşarken- şimdi yüzde 30'u köylerde, yüzde 70'i şehirlerde yaşıyor. Ama cami oranına baktığımızda camilerde tam tersi bir durum yani camilerin yüzde 70'nin köylerde, yüzde 30'unun ise şehir merkezlerinde olduğunu görüyoruz. Bu konuda da bir stratejik planımızın mutlaka olması gerekiyor.

Yurt dışı hizmetler konusu da, Avrupa'da yaşayan vatandaşlarımız şu anda dördüncü kuşaktalar ve dördüncü kuşaktaki vatandaşlarımızın ülkeyle ünsiyet bağının devam etmesi konusunda, Diyanet İşleri Başkanlığımızın önemli vazifeleri, önemli çalışmaları var. Bu konuda da inşallah daha aktif çalışmaları önümüzdeki süreçte görmek isteriz.

Açıkçası, dün yaptığım çalışmada Diyanetin bu fetvalarıyla ilgili de birtakım şeylere değinmek, öncesinde düşüncemdi. Ama muhalefet partisi milletvekili arkadaşlar bu konuya çok fazla değinmediler. Ancak, yine birkaç defa üzerinden geçme durumu oldu ama burada benim de "Acaba böyle mi?" dediğim ve aklıma takılan önemli hususlara değinmek istiyorum. Çünkü, daha önce de gündeme geldi, "Alevilik bizim kırmızı çizgimizdir.", Diyanet İşleri Başkanının böyle bir ifadesi olduğu arkadaşlar tarafından söylendi ama dün biraz araştırma yaptığımızda işin böyle olmadığını, aynen birçok milletvekili arkadaşımızın karşılaştığı gibi, konuşulan bir sözün mıknatısla bir bölümünün belki alınmasıyla basına bu şekilde yansıtıldığını görüyoruz. Bu konuyu Diyanet İşleri Başkanımız çok açık bir şekilde daha sonra dile getirmiş, bunu kısaca okumak istiyorum. Gerçekten doğrusunu öğrenmek açısından, doğrusunun ne olduğunu bilmek açısından bundan bahsetmek istiyorum: "Ben 'Biz dinî statü veremeyiz.' dedim, birinci cümlem bu. Statüyü ancak bu yolun bizatihi sahipleri belirleyebilirler yani Alevi olan vatandaşlarımız belirleyebilirler statünün ne olacağını. Alevilik meselesini teolojik bir tartışma zeminine çekmeden... Çünkü teolojik zeminde anlaşmak mümkün olmaz, Alevilik meselesini teolojik zeminde tartışarak bir neticeye varamayız. Sadece sosyal, hukuki zeminde ve özgürlükler çerçevesinde konunun ele alınması gerektiğini hep ifade etmişimdir. Bizim daima iki kırmızı çizgimiz olmuştur: Bir tanesi, Aleviliğin İslam'ın dışında bir yol olarak tarif edilmesi. Diyanet İşleri Başkanı olarak söylediğim bu sözüm Avrupa'nın değişik mahfillerinde, Alevilik mühendisliğiyle uğraşanlaradır. Alevilik, İslam dışında bir şey değildir, bin yıllık tarih var, bunu yok sayamayız. İkincisi de: Cemevlerinin, caminin alternatifi, İslam'dan başka bir inancın mabedi olarak gösterilmesidir. 'İslam'ın dışında başka bir inancın mabedidir.' diyen var mı? Hiçbirisi demiyor. Alevi ocaklarının talepleri doğrultusunda özgürce, kendi geleneklerini, kendi inançlarını, kendi kültürlerini yaşamaları İslam'ın ve hukukun, Alevi vatandaşlarımıza verdiği bir hak olduğunu düşünüyorum. Bir Alevi hanımefendiyle evliliğin caiz olmadığı fetvasını Diyanete atfetmek doğru değildir, iftiradır." Bu da Diyanet İşleri Başkanlığımızın çok açık bir şekilde aslında bu konuyu tavzih etmesi ve açıklaması olarak bahsetmek isterim, belirtmek isterim.

Baba kız konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının basın açıklamasına bakarsak orada aslında konunun ayrıntısına girilmek istenmemiş, bu konudaki fetvanın da birileri tarafından... Diyanet İşleri Başkanlığını -biraz önce bütün milletvekili arkadaşlarımızın dediği gibi- bu kurumu hepimiz kollamak, korumak zorundayız. Bu kurumu korumanın dışında, tamamen üzerinde soru işaretleri oluşturmak için ortaya atılan bir iftiradır. Buna da çok ciddi bir şekilde cevap verildiğini görüyoruz.

Son sürece gelmişken birkaç hususa daha özellikle değinmek istiyorum. Şu anda belki İslam tarihi yapacak değiliz ama İslam'ın birçok sıkıntılı dönemleri oldu, dinimizin, Müslümanlığın çok sıkıntılı dönemleri oldu. Onlardan birini yaşıyoruz, dördüncü kriz dönemi, esasında, yaşıyoruz. Bu anlamda da Diyanet İşleri Başkanımızın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dağ, lütfen tamamlayınız.

HAMZA DAĞ (İzmir) - ...yapmış olduğu bazı faaliyetler oldu. Özellikle İran'a ziyaretleri, Suudi Arabistan'a ziyaretleri. Bunların da inşallah son dönemde bu krizi, Şii-Sünni çatışması, Selefi çatışması şeklinde oluşturulmak istenen ve birçok, burada milletvekillerimizin bahsettiği, Orta Çağ'da Hristiyan âleminde bir Yüzyıl Savaşları vardır, bir Otuz Yıl Savaşları vardır. İslam'a bir Orta Çağ yaşatmaya çalışanlara en güzel cevabı yine biz, bir ve beraber olarak ancak verebiliriz. Bu anlamdaki çalışmalarımızı da bu noktada devam ettirmemiz gerektiği kanaatindeyim.

Sayın Lütfi Elvan Bakanımız, reformlar konusunda aslında birtakım notlar almıştım ama süre çok fazla yok. Sadece şeyi sormak istiyorum: Kentsel dönüşüme engel olmamak şartıyla elektrik, su bağlanması. İzmir'de birçok konutun böyle sıkıntıları var. Biz de bölgemize gittiğimizde çokça taleple karşılaşıyoruz. Bu konuda bir zaman durumu söz konusu olabilir mi veya ne zaman böyle bir kanun çıkabilir?

Son olarak da, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterini burada sivil olarak görmek beni ziyadesiyle memnun etmiştir, vesayeti ortadan kaldıran göstergelerden birisidir diyorum, hepinize teşekkür ediyorum.