| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri a) Türkiye Büyük Millet Meclisi b) Sayıştay Başkanlığı c) Cumhurbaşkanlığı ç) Kamu Denetçiliği Kurumu d) Başbakanlık e) Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı f) Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği g) Diyanet İşleri Başkanlığı h) Türkiye İnsan Hakları Kurumu ı) Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü i) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 26 .01.2016 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın bakanlar, kamu kurum ve kuruluşlarının değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; gecenin bu saatinde hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Elvan'ın sunumunu gerçekleştirdiği kitapçığın 17'nci sayfasında "Türkiye tüm dünyada barışın ve demokrasinin hâkim olmasından yanadır. Bu kapsamda, 'Yurtta sulh cihanda sulh' vecizesini karışma, bulaşma, ilişme, görme gibi algılayanların aksine dünya barışına katkı sağlayan bölgesel ve küresel bir aktör olduk." diyor. Ben Sayın Elvan'ın bu konularda ne kadar titiz olduğunu bilirim, bunu mutlaka okumuştur ama burada sunumda gerçekleştirmedi bize, atlayarak gitti. "Karışma, bulaşma, ilişme, görme" ve "bölgemizde küresel bir aktör" olduğumuzu söylüyor. Vallahi Sayın Bakan bana şimdi etrafımızdaki komşulardan barışık olduğumuz bir ülke söyle, ben de çıkayım şuradan, 1'inci kattan kendimi alaşağı atayım yani. "Yurtta sulh cihanda sulh" doğru, büyük kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk bize eser bırakmış, biz de onun takipçisiyiz.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Bir tane var; kürdistan federe bölgesi.
MUSA ÇAM (İzmir) - E, şimdi ne içeride barışık durumdayız ne de komşularımızla barışık bir durumdayız. Barışık bir durumda olmadığımızı da herkes biliyor. Dolayısıyla bunu yadırgadığımı söylemek istiyorum.
Burada Türkiye İnsan Haklarıyla ilgili açıklamalarda ve bütçesinde söylediniz. Türkiye İnsan Hakları Kurumu, bildiğiniz gibi 2012 yılında yasalaştı. Bu komisyonlarda görüşülürken Türkiye İnsan Hakları Kurumunun yapısı, işleyişi, yönetim tarzı, temsiliyle ilgili birçok eleştirilerde bulunduk ve komisyonlarda dedik ki: Bunun kamuoyunda, sivil toplum örgütlerinde, meslek örgütlerinde, sendikalarda, barolarda sosyal taraflarca iyice tartışılması, konuşulması ve temsilde adaletin sağlanması gerekir. Ama ne yazık ki bu dinlenilmedi ve orada çıkarıldı. Şimdi 11 kişilik yönetiminin 7'sini Bakanlar Kurulu, 2'sini Cumhurbaşkanlığı atıyor; böyle bir kurum oluşturuldu.
Geçtiğimiz günlerde, 11 Ocak 2006 tarihinde Hükûmet sözcüsü Sayın Numan Kurtulmuş da Bakanlar Kurulu toplantısının gündeminde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun kurulması hakkında kararları basınla paylaştı sanıyorum ve kurumun bir paket içinde görüşüldüğünü ifade eden Hükûmet sözcüsü vize muafiyeti koşulu olarak tasarlanan bu kurumun işkenceyi önlemek amacıyla birlikte kamu, özel sektör içerisinde karşılaşılabilecek ekonomik ve sosyal haklara erişimdeki ayrımcılığa dayalı olası hak ihlallerine karşı kurulacağını ve asla yasama, yürütme ve yargıya müdahale etmeyecek nitelikte olacağını belirtti. Siz belirttiniz Sayın Bakan. Ama Türkiye'de işkencenin, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, insan hakları ihlallerinin ne kadar büyük boyutta olduğunu her geçen gün izliyoruz ve kimi uluslararası incelemelerde ve kimi uluslararası kurumların yaptığı araştırmalarda da Türkiye'de büyük çaplı insan hakları ihlallerinin olduğunu da yine hep birlikte izliyoruz. Bu bizi gerçekten yaralıyor. Özellikle bu yüzyılda ülkemizde faili meçhul cinayetlerin olması, işkencenin olması ve kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri ve buna benzer hak ihlallerinin olmuş olması gerçekten üzücü. Bunlarla ilgili muhalefetin görüş ve önerilerini mutlaka dikkate alınması ve onların tasarladığı şekilde görüş ve önerilerin de mutlaka oraya dercedilmesi gerekir.
Diğer bir bütçe MİT'le ilgili. Suruç olayı olduğunda Suruç'a gittim. Yaklaşık olarak 32 insanın hayatını kaybettiği bir katliamdı. Oraya 2 canlı bomba geliyor ve patlatıyor bombayı ve 32 masum insan hayatını kaybediyor. Düşünüyorum ben, 1927 yılında kurulmuş, seksen dokuz yıllık bir örgüt, MİT, Millî İstihbarat Teşkilatı. Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: "Biz Kemal Kılıçdaroğlu'nun nefes alış verişini bile takip ediyoruz." Ama Suruç'ta 32 insan, gencecik insan hayatını kaybediyor, devlet bunu bilmiyor. Bizim nasıl bir Millî İstihbarat Teşkilatımız var? Veya Ankara'da... Tesadüfen bugün buradayım. Ben de o gün oradaydım bir sendikacı olarak, bir işçi olarak, barış ve kardeşlik için, insan hakları için ben de oradaydım; 20 metre ilerimde patladı. Bir tesadüf eseri buradayım. Nasıl oluyor ki canlı bomba geliyor, orada patlatılıyor, 105'e yakın insan hayatını kaybediyor.
Peki, bizim Millî İstihbarat Teşkilatı ne yapar? Ne yapar yani? Görevi nedir? Tırlarla silahları Suriye'ye, oraya buraya göndermek midir yoksa içeriye sızan IŞİD ve farklı örgütlerin ne yapacağıyla ilgili incelemeleri, araştırmaları yapmak, muhtemel böyle cinayetleri önceden tespit etmek midir?
Şimdi, sordum Suruç'ta cumhuriyet savcısına ve kaymakama, dedim ki: Bu kadar, 32 insan hayatını kaybetti. Herhangi bir güvenlik görevlisinin olmaması sevindirici ama aynı zamanda merak ediyorum, bu insanlar burada toplanacaklar, etkinlikler yapacaklar, sunumlar yapacaklar, basın açıklaması yapacaklar ve burada bir tek güvenlik görevlisi yok. Neden? Savcının ve kaymakamın söylediği cevap şu: "Efendim, bizden güvenlik görevlilerinin yakın olmasını istemediler, uzak kalmasını istediler çünkü yakın olsa bir tahrik unsuru dediler ve bu nedenle biz emniyet güçlerini o gençlerden uzak tuttuk." Ben kırk yıldır sendikal mücadele veriyorum, basın açıklamaları yapıyoruz, şunları yapıyoruz; biz 20 kişiysek 500 polis vardır arkadaşlar, 500 polis vardır. Her seferinde biz de söyleriz: Aman polisi uzak tutun. Sivili, resmîsi, kameraya çekeni, kayıt yapanı, fotoğraf çekeni, dinleyeni, içimize gireni dâhil olmak üzere bir ton polis vardır arkadaşlar ama Suruç'ta polis yok, ama Ankara'da Gar Meydanı'nda polis yok arkadaşlar. Neden? O zaman, insanın aklına şöyle bir şey geliyor: Türkiye bir noktaya çekilmek isteniyor, terörün zirve yapması isteniyor, suçsuz günahsız insanların ölmesi isteniyor ve oradan da bir yere gidilmek isteniyor. İnsanın aklına gelen bu. Evet, Millî İstihbarat Teşkilatı bunu önleyemiyorsa, gerekli tedbirleri almıyorsa orada bir kusur var arkadaşlar, bir görev ihmali var.
Ama ben artık MİT'in MİT olmaktan çıktığını, "KİT" olduğunu düşünüyorum. "KİT" nedir? Kişisel istihbarat teşkilatı. Sayın Cumhurbaşkanının kişisel istihbarat teşkilatı oldu ve çıktı. Bilemiyorum, varsa söylesin buradaki arkadaşlarımdan herhangi birisi Millî İstihbarat Teşkilatında görev yapıp da en zirveye kadar çıkan, en alttaki istihbarat elemanı dâhil olmak üzere emekli olduklarında kimse onların isimlerini bilmez, hatırlamaz; nerede yaşarlar, ne yaparlar, nasıl geçinirler hiç kimse bilmez ama Türkiye'de Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanı herhangi bir siyasi partiden milletvekili adayı oluyorsa o kurum bitmiştir arkadaşlar, bitmiştir ve tekrar geri göreve geliyorsa ve tekrar Millî İstihbarat Teşkilatının Başkanlığına getiriliyor ise, kusura bakmayın arkadaşlar, o iş bitmiştir arkadaşlar.
Millî İstihbarat Teşkilatının bu kadar politize edilmesi, bu kadar siyasallaştırılması hiçbirimizin, hiç kimsenin, hiçbir siyasi partinin hayrına değildir arkadaşlar ve olamaz.
Diyoruz ya, Diyaneti gözümüz gibi korumamız gerekiyor. E bu ülkenin de başka Millî İstihbarat Teşkilatı yok. Savaşta, barışta, içeride, dışarıda koruması, korunması gereken, korumamız gereken teşkilat siyasetle uğraşıyor, Başkanı milletvekili adayı olmak için başvuruyor, istifa ediyor, sonra tekrar geri geliyor arkadaşlar. Bu, kabul edilebilir bir tutum ve davranış biçimi değildir arkadaşlar. MİT'in üstünde bir siyasi örtü vardır arkadaşlar, orası tamamen siyasallaşmıştır. Bunun altını çizmemiz gerekiyor ve MİT, sanki bir siyasi partinin, bir iktidarın âdeta arkabahçesi olmuş durumdadır. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Evet, Diyanet; hepimizin korumamız gereken, kollamamız gereken bir teşkilat. Tamam, bir itirazımız yok. Bugün bu salonda bulunanlardan hiçbirimiz ne dinimizi ne mezhebimizi özel olarak seçmedik arkadaşlar, hiçbirimiz. Doğuştan: doğduk Müslüman. Doğuştan annemiz veyahut da babamız hangi mezheptense o mezhebe tabi olduk arkadaşlar. Bunun dışında herhangi bir tercihimiz olmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayalım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bu da bizim şerefimiz, onurumuz; hangi dinden hangi mezhepten olursak olalım o insanın onurudur, şerefidir ve onu korumamız ve kollamamız gerekir ama şimdi düşünün: Bir ülkede geçmişin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı seçim meydanlarına çıkıp meydanda miting yapıyor ve çıkıyor konuşuyor, diyor ki: "Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu biliyorsunuz, Dersimli, Kürt." Buraya kadar bir şey yok. "Ve üstelik Alevi." "Yuhhh..." diye miting alanında bulunan insanlara yuhalatıyor arkadaşlar.
30 ilde yapılan mitinglerde bunların hepsi yaşandı arkadaşlar. Bir ülkenin Başbakanı seçim meydanlarında ana muhalefet partisi liderini bu söylemle konuşup yuhalatabilir mi?
Dönüyor dönemin Başbakanı, bir başka siyasi partinin genel başkanına diyor ki: "O Zerdüşt'tür."
Şimdi, arkadaşlar, Diyanet ne yapar o zaman? "Sayın Başbakan, Diyanetin şöyle bir kutsal görevi var; insanları ırk, dil, din, mezhep, inanç olarak böyle bir ayrıma tabi tutması mümkün değildir, yanlış yapıyorsunuz." demesi gerekmez mi? Yok.
Peki, bir ülkede Başbakan eline Kur'an-ı Kerim'i alıp da miting alanında Kur'an-ı göstererek seçim çalışması yapabilir mi arkadaşlar ya? Yapabilir mi bunu? Ama bu ülkede oluyor ve bu yapılıyor, yapıldı, haziranda yapıldı, insanlara el bastırıldı. Şimdi, böyle bir Diyanet istemiyoruz biz. Diyanetin vatandaşlara karşı adil ve eşit olmasını istiyoruz. Farklı mezheplerden, farklı inançlardan toplanan vergilerle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, son cümlelerinizi alayım lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - ...sadece bir inanca, sadece bir mezhebe hizmet etmesine, o mezhebin insanlarının rahatsız olması gerekir, o mezhebe ait olan insanların rahatsızlık duyması gerekir. Ben öyle düşünüyorum ama bunlardan rahatsızlık duyulmuyor ise o zaman demek ki yanlış bir şey var arkadaşlar. Bu ülkede farklı inançlara, farklı mezheplere ait insanlar var. O insanlara bizim saygı duymamız ve o insanlara da bizim inançları ve mezhepleri doğrultusunda ibadetlerini özgürce yapacak koşulları ve şartları hazırlamamız gerekir. Aksi hâlde, burada Başbakanın, Cumhurbaşkanının seçim meydanlarında insanları kilitleyerek bu şekilde davranmasını doğru bulmuyorum.
Sayın Diyanet İşlerinin değerli temsilcileri, sayın bakanlar; gerek 7 Haziranda gerek 1 Kasımda gerekse geçtiğimiz yıl yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde bizzat Lyon'da, Strazburg'ta, Stuttgart'ta ve Almanya'nın birçok illerinde Diyanetin otobüs tutarak, orada ikamet eden insanları götürüp AKP'ye oy verdirdiklerini biliyorum. Yurt dışında bulunan Diyanet görevlilerinin bu işlerle uğraştığını ve resmen, aleni bir şekilde propaganda yaptıklarını gördüm, tanık oldum, konsolosluklarda bulunan Diyanetin bu otobüslerle seçmen taşıdığına şahit oldum. Doğru bulmuyoruz. Diyanet, hiçbir siyasi partinin arkabahçesi değildir ve bu şekilde seçmen taşıyamaz.
Görüyoruz, Bergama'nın Örlemiş köyünün imamı şimdi görevden alındı. Sadece orada Alevi vatandaşlar var diye cenaze namazını kıldırmıyor. Var mı böyle bir şey arkadaşlar? Cenaze namazını kıldırmıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, son bir dakika daha uzatma veriyorum, lütfen toparlayın.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yetmez.
BAŞKAN - Efendim?
MUSA ÇAM (İzmir) - Yetmez.
Kimi Alevi vatandaşlarımızın cenazelerinde sela vermeyen imamlar var arkadaşlar. Ne kadar acı bir olay, ne kadar üzücü bir olay. Alevi vatandaş diye onun selası verilmiyor, onun cenazesi kılınmıyor. Böyle mi bir Diyanet olacak? Bizim imamlarımız, hocalarımız böyle mi olacak? Vatandaştan vergiyi alacak, onun maaşıyla, onun ödediği vergiyle maaş alacak ama onun cenazesini, onun selasını verdirmeyecek arkadaşlar. O zaman bizim topyekûn Diyanet İşleri Başkanlığını gözden geçirmemiz, Diyanet İşlerini yeni baştan reorganize etmemiz gerekir. Aksi hâlde, sadece bu şekliyle yürümesi mümkün değil diye düşünüyorum.
BAŞKAN - Sayın Çam, teşekkür ediyorum.
MUSA ÇAM (İzmir) - Mobbing uygulamaya son Sayın Başkan.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Hayır, mobbing değil ama yani biraz daha devam ederseniz bizim sela okunacak.
MUSA ÇAM (İzmir) - Peki, teşekkür ederim.