KOMİSYON KONUŞMASI

SÜMER ORAL (Manisa) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri; bugün ekonomik politikaların temelde oluşturulduğu, izlendiği, takviye ve dönüşüm ihtiyaçlarının tespitinin yapıldığı bir kuruluşun, teşkilatın bütçesini tartışıyoruz.

"Burada aradıklarımız ne olacak?" dediğimizde, her şeyden önce, ekonomik çarkın işleyişi, dönüşü nasıl oluyor? Sağlıklı mı? Plan, program ve bütçelerle belirlenmiş hedeflere uygun bir seyir içinde mi? Dış ekonomik ve finansal dalgalanmalara karşı mukavemeti nedir? Bu mukavemeti, direnci sağlayan ekonomik yapıların gücü hâlen ne noktada? Bu ve buna benzer konuları gözeten fevkalade önemli bir bakanlığı ve onun bütçesini görüşüyoruz.

Sayın Başkan, ekonomi yönetimlerinin, dolayısıyla hükûmetlerin ekonomik açıdan 2 ana eksende oluşan ciddi sorumlulukları vardır. Hükûmetler bu sorumluluğu göreve başladığı andan itibaren üzerlerinde taşır. Bunlar da şudur: 1) İstihdam, yatırım ve büyüme; bugün ve yarın olarak ele alınır. İkincisi de kamu maliyesini sağlam bir yapıda tutmak ve ona belli bir esneklik kazandırmak. Bu 2 eksenin birlikte ele alınması ve bu alanda yoğunlaşacak çabaların bu anlayış içinde sürdürülmesi son derece önemlidir.

Kamu açığını artırmadan ihtiyaç duyulan büyümeyi sağlamak. Tabii bu çok mu kolay? Kuşkusuz değil ama bu istikamette tedbirler araştırılacak, bulunacak ve uygulanacak. Tüm ekonomik faaliyetlerin temel amacı olan sürdürülebilir büyümenin elde edilmesinin yolu da buradan geçer. Nitekim, Avrupa'nın, özellikle euro bölgesinin önde gelen ülkeleri bugün yaşamakta oldukları ekonomik güçlüklerin üstesinden gelmek için bu istikamette çaba sarf ediyor, hepsinde de çaba bu.

Sayın Başkan, 2015 yılı bütçe tasarısı Komisyonumuzda görüşülürken sürpriz bir şekilde 6 Kasımda ortaya bir Eylem Planı çıktı. Orta Vadeli Plan, bilindiği gibi, 13 Ekim 2014 günü açıklanmış, 2015 bütçe tasarısı 17 Ekimde Meclise sevk edilmiş, 23 Ekim 2014 tarihinde Sayın Maliye Bakanının sunuşu ile Komisyonumuz bütçe tartışmalarına başlamıştı. Müzakereler sürerken 6 Kasımda birden bu Eylem Planı açıklandı. Söz konusu planın Orta Vadeli Program ve bütçe tasarısı ile birlikte değil, müzakerelerin başlamasından çok kısa bir süre sonra ve şaşaalı bir açıklanmış olmasını, ayrıca Orta Vadeli Program'da yer alan bazı makroekonomik büyüklük ve hedeflerle Eylem Planı'nda öngörülen beklentilerin örtüşmemiş olmasını yadırgamamak mümkün değil. Tercihin bu şekilde yapılmış olması, ekonomik gereklerden çok, farklı amaçlara dayandığı kanısını güçlendirmektedir.

Sayın Başkan, "Aklınız başınıza yeni mi geldi?" dedirtecek tarzda, birden ortaya çıkan Eylem Planı'nın açıklanmasında, geride bırakılan on iki yıl reformlar açısından, altyapı düzenlemeleri açısından "altın on iki yıl" olarak isimlendiriliyor. Durum gerçekten keşke böyle, Sayın Davutoğlu'nun tanımladığı gibi olsa idi. Eğer öyle olsa idi kesintisiz ve tek başına uzun bir on iki yıl geride bırakıldıktan, 2 tane beş yıllık kalkınma planı tamamlandıktan sonra böyle kapsamlı yeni bir eylem planına niçin aniden ihtiyaç duyulsun? Çünkü bunların esası -arkadaşlarımız da ifade ettiler- Onuncu Beş Yıllık Plan'da yer alan konular.

Karşılaştığımız bu tablo, geride bırakılan on iki yılın yapısal reformlar ve makroekonomik hedefler açısından, ne yazık ki, yetersiz kalınmış bir dönem olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bizim görüşümüz de esasen tamamen bu istikamettedir.

Sayın Başkan, ekonomimizin bugün en büyük açığı yapısal açıktır. Her zaman bunun üzerinde durduk, yapısal düzenlemelerin süreklilik arz eden bir süreç olduğunun altını çizdik.

Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği tarihte, kamu maliyesi ve bankacılık kesiminde önemli yapısal düzenlemeler büyük ölçüde tamamlanmış ve ekonominin makroekonomik göstergelerinin tamamında eğilimler olumlu bir çizgiye girmişti. Bir başka ifadeyle, ekonominin tüm beklentileri yerine getirilmişti. Ancak bunların sürekliliği ve geliştirilmesi büyük öneme sahipti. Bu sürecin sağlanamaması hâlinde Türkiye'nin ihtiyacı olan yıllık büyümeyi sürdürülebilir tarzda sağlamanın mümkün olmayacağı, ayrıca 2001-2005 yıllarını kapsayan kalkınma planı ile öngörülen, daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından da benimsenen, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100'üncü yılı olan 2023 tarihinde en büyük ekonomiye sahip 10 ülke arasına girme hedefine ulaşılamayacağı çok açık bir gerçektir. Hükûmetin de artık bu gerçeği gördüğü anlaşılıyor. Görülmüştür ki hedefleri benimseme başka şeydir, onu gerçekleştirmek ise daha başka bir şeydir.

Sayın Başkan, konuşmamın başında belirtmiş bulunduğum, hükûmetlerin önde gelen iki sorumluluğu üzerinde kısaca durup sözlerimi bitirmek istiyorum. Geride bıraktığımız on iki yılda ekonomide yılda ortalama yüzde 5 civarında bir büyüme elde edilmiş ; 2008-2013 arasında bu oran yüzde 3,3 seviyesinde kalmış ve son üç yılda ise arka arkaya potansiyel büyümenin altında bir düzeyde seyretmiştir. 2012'de yüzde 2,2; 2013'te yüzde4 ve 2014'te de yüzde 3,4. Hepimizin bildiği ve şu on-on beş gün içerisinde de defalarca arkadaşlarımız tarafından tekrarlanan bir konu. Ayrıca, yıllık büyüme beklentileri yıl nihayetinde ciddi sapmalar göstermiştir.

Neticede, Türkiye Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri boyunca ancak potansiyeli kadar büyüyebilmiştir. Üstelik büyüme istikrarsız bir çizgi göstermiştir. Ayrıca, büyüme işsizliği de azaltmamıştır. Böyle bir büyümeyle karşı karşıya olduk. Netice itibarıyla ortada büyümede bir başarı öyküsü de bulunmamaktadır. Çünkü geçmiş dönemlerde de hep bu oranda büyüme zaten yakalanmıştır, bazı dönemlerde de bunun üzerine çıktığı çok görülmüştür.

Bu gelişmelerin nedeni için birtakım gerekçeler ortaya konulabilir, nitekim de konuluyor. Başka ülkelere dönük bazı mukayeseler de yapılabilir, nitekim onlar da yapılıyor. Ama bunların hiçbiri neticeyi değiştirmez. Kaldı ki koşulları bize benzeyen ülkeler arasında da durumumuzun iyi olduğu ileri sürülemez. Bu kırılgan beşli konusunda da çok fazla girmek istemiyorum, zaten bütün arkadaşlarımızın bildiği bir konu.

Sayın Başkan, ekonominin yapısal nitelikteki bir diğer önemli sorunu, hiç kuşku yok ki büyüme ile de çok yakın irtibatı olan yurt içi tasarruflarda gözlediğimiz olumsuz gelişmedir. 2002 yılı sonunda yüzde 19'lar seviyesinde olan toplam iç tasarruf oranının geçen on iki yılda yüzde 13,4'e düşmesi ekonominin büyüme hedefini yakalaması açısından negatif bir gelişmedir. Özel kesim tasarruf düzeyindeki gelişme ise çok daha endişe verici bir boyuttadır. Türkiye'nin en önemli sorunu kaynaktır ama bu tasarruf eğiliminin yönü on iki yıldır bir türlü yukarı istikamete de dönüştürülmemiştir. Kendi kaynağımızı artırmak mecburiyetindeyiz, bunun başka çaresi yok.

Yurt içi tasarruflar yeterli düzeyde olmayınca büyüme ve ekonominin çarkları bugün büyük ölçüde dış kaynakla dönüyor. Böyle bir tablo kuşkusuz bünyesinde ciddi riskleri beraberinde getirir. Kolay parayı her zaman bulmak da mümkün olmaz, nitekim bunun işaretlerini de çok yakından hep birlikte izliyoruz.

Kamu tasarruflarında ise son yıllarda bir düşme eğilimi görülüyor. Kamu borç stokunda bir gerileme olduğu gerçek. Bu iyi de bir sonuç, ancak kamu tasarruflarının azalma seyri burada önemli bir soruna işaret ediyor. Borçlarımız iyi bir düzeyde ama kamu tasarruflarının düşmesi burada bir sorunun devam edeceğini göstermektedir. Ayrıca özelleştirme gelirlerinin kamu borç stokuna katkıda bulunduğu da bir gerçek.

Değinmek istediğim bir diğer konu da kamu maliyesi ve kamu disiplindir. Küresel ekonomide oluşan bozulmalar genelleşerek ve hızlı cereyan ediyor. Hiçbir ülke bu gelişmeler karşısında güvenli bir sığınağa da sahip değildir. Mali yapıları sağlam ve güçlü tutmak bu kapsamda alınacak önlemlerin başında gelir. Sağlıklı bir ekonominin zemininde güçlü bir kamu maliyesi ile kaliteli bir mali disiplin vardır. "Kalite"nin altını kalın çizgiyle çiziyorum. Sürdürülebilir bir büyümeye giden yolun da önemli kilometre taşı budur.

Bugün bütçemizin giderler ayağının esnekliğini büyük ölçüde yitirdiğini görüyoruz. Giderek de katı bir yapıya dönüştü. İleriye dönük sorunlar birikmeye başladı. Bütçenin diğer ayağı olan bütçe gelirlerinin içinde ise bir defaya mahsus gelirlerin, yani özelleştirmenin, 2/B arazi gelirlerinin, vergi afları ve yıl içi vergi düzenlemelerinin paylarının gittikçe ağırlık kazandığı izleniyor. Bunların hepsi sürekli ve asli gelir olarak kabul edilecek kalemler değildir. Bunları çıkararak nitekim IMF tanımlı faiz dışı bütçe dengesinde de bunlar bir tarafa konur. Bunları çıkararak bir değerlendirme yaptığımızda bütçenin yapısındaki bozulmaları çok daha net görürüz.

Hiç kuşku yok ki bütçe dengesi mali politikalar açısından büyük önem taşır. Bütçe dengelerinde yaşanan bozulmalar kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır.

Dile getirdiğim bu gelişmeler bütçenin her iki ayağında yapısal düzenleme ihtiyacını açık bir şekilde ortaya koyuyor.

6 Kasımda açıklanmış bulunan Eylem Planı, gerek kamu maliyesinde gerek ekonominin diğer alanlarına dönük alt yapı düzenlemelerinde Hükûmetin bu kez çok daha kararlı bir tutum içinde bulunduğu izlenimini veriyor.

Mevcut dış ve iç konjonktürün zorluklarına rağmen umutlu olmaktan başka çare de yok. Umarız belirtilenler ve beklenenler gerçekleşir.

Bütçenin ekonomimizin daha güçlü hale gelmesine katkıda bulunmasını diliyorum ve teşekkür ederim Sayın Başkan.