KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) - Evet, evet.

Sayın Bakan Yardımcıları, değerli bürokratlar; ben de hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Öncelikle sunum için çok teşekkür ediyorum. Tabii, Sayın Bakanım buraya gelmiş olmanız çok kıymetli gerçekten ama bize göre, bizim siyasal tercihlerimize göre zaten olması gereken tablonun da böyle olması lazım. Sonuçta Bakanların Parlamentodan çıkması lazım, bu Komisyonlara ve denetim biçimlerine tabi olması lazım. İnşallah bunu da gerçekleştireceğiz yani bir dahaki dönemde Bakanlar burada olacaklar, Parlamentodan çıkacaklar ve Parlamentonun denetimine tabi olacaklar, onu öncelikle ifade edeyim.

Sayın Bakanım, yani şimdi sunumu dinledim gerçekten ama ortaya konan sunumla Türkiye gerçekliği gerçekten birbiriyle örtüşmüyor. Yani sonuçta biz, bunu, muhalefet partileri olarak söylüyoruz belki ama Türkiye'yi izleyen, takip eden uluslararası derecelendirme kuruluşları var tıpkı Maliye Bakanımız nasıl işte, Moody's'in raporunu büyük bir övgüyle "A+'dan B+'ya geçtik." falan diye sunuyorsa Twitter hesabından sonuçta insan hakları konusunda da uluslararası kuruluşlar var ve bunların yaptığı değerlendirmeler var. Yani onu dikkate alacaksınız maliye açısından diğerlerini almayacaksınız, olmaz. Şimdi, hızlıca baktım, ben, mesela Freedom House'un sivil özgürlükler alanındaki değerlendirmesinde geçtiğimiz 169 ülke arasında 134'üncüyüz yani 169'dan 130'lara düşmemişiz, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında 60-70'lerden bu kadar yükselmişiz iyi olma anlamında. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 142 ülke arasında 117'nciyiz ve basın özgürlüğü anlamında -ki bugün de Basın Özgürlüğü Günü aynı zamanda- 180 ülke arasında 158'inciyiz, evet, 158'inciyiz. Böyle bir tablo var. Şimdi, Türkiye'yi takip eden ülkeler ya da içinde bulunduğumuz uluslararası konjonktür Türkiye'yi değerlendirdiği zaman evet, bu raporu okurlar ama aynı zamanda bu dediğim oranlara bakarlar yani Türkiye'nin durumu nedir diye. Şimdi, bunu iyileştirme konusunda eğer bir çalışma yoksa, sonuçta istediğimiz her türlü raporu yazarız, sunumu yazarız ama bunun iç kamuoyunda önemli ölçüde dış kamuoyunda bir etkisi olmaz. Dolayısıyla, mesele yani sadece eğitim, işte bu mekanizmaların iyi hâle getirilmiş olması değil ama gerçekten, işlemeyen bazı mekanizmalar var. Ben, bütün bu eleştirileri, Sayın bürokratların ve sizin şahsınızdan öte Adalet ve Kalkınma Partisinin yirmi iki yıllık bu alandaki siyasal tercihinden ve kurumsal işleyişinden dolayı yapıyorum, bunun da bilinmesini isterim.

Şimdi, böyle bir tablo var karşımızda. Bu tablo, 2002 yılından bu yana Adalet ve Kalkınma Partisinin siyasal tercihinden kaynaklandı. Şimdi, insan hakları kavramının toplum tarafından içselleştirilmesi lazım, bir, yani bütün toplum bakımından buna devletin organları da dâhil olmak üzere. İki, bunu denetleyen kurumların da güçlü olması lazım, denetleyen kurumların güçlü olması lazım. 90'lı yıllardan bu yana yani en azından bu ortamın içerisinde birisi olarak avukat, baro başkanı, insan hakları savunucusu olarak karşılaştırma imkânına sahibim ve bu Komisyonunda yaklaşık yedi, sekiz yıldır, belki on yıldır üyesiyim. Bu dönemde insan hakları ihlallerini denetleyen, bu kavramı içselleştirilmesini sağlayan kurumlar zayıflatıldı yani zayıflatılınca da sonuçta denetim mekanizmaları ortadan kalktı, kalkınca da olmuyor şimdi. Neden olmuyor? İşte, bir yerlerden bir şey işlemiyor. Mesela benim saptadığım yani bilimsel bir yazıya da dönüştürdüğüm en azından 6 mekanizma var yani 6 denetici mekanizması var. Bir tanesi, içinde bulunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi ve İnsan Hakları Komisyonu, 90'lı yıllarla karşılaştırdığımız zaman sonuçta bu Komisyonun etkinliği zayıflatıldı, zayıflatıldı, 90'lı yıllar gibi çalışmıyor. O zaman Başkan Vekili hiç izin almadan karakollara gidiyordu, işkence aletleri topluyordu ama şimdi, ben, kendim yani bir karakola gidemem.

BAŞKAN DERYA YANIK - Şimdi olmadığı için toplanmıyor, yok.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) - Evet, neyse yani o da bir bakış açısı ama o değil. Ama işkence, adı geçen, işkence kavramı geçen, sanki Ceza Yasası'nda bu kavram tanımlanmamış gibi geçen bir soru önergesini...

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) - İşkence yok değil üstat Anayasa Mahkemesinin kararları ortada ya, yapmayın yani.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) - Evet, bir soru önergesini Meclis Başkanlığına vermemiz mümkün değil, iade ediliyor, kaba ve yaralayıcı diye. Yani işkence kavramı geçen, Ceza Yasası'nda suç olan bir şeyi... Mesela atıyorum "Çankırı'da şuna kötü muamele ve işkence yapılmıştır." dediğimiz bir soru önergesi iade ediliyor bize yani böyle kaba, yaralayıcı bir kavram kullanamazsın. Yani TBMM etkinliğini görece olarak yitirdi o yıllara... Yargı, 90'lı yıllarda her şeye rağmen yine bağımsız ve tarafsız değildi ama hiç olmazsa kapısını çalacağımız başsavcılar ve bu alanda daha etkili yargıçlar vardı fakat yargı tamamen yürütme organına bağımlı hâle geldi yani bu, yapısı ve işleyişi bakımından siyasal bir tercihti aynı zamanda; ikinci mekanizma bu.

Üçüncü mekanizma medya. Bakın, o yıllarda Cizre'de dışkı yedirilen köylülerin haberini merkez medya, yaygın medya manşet yapıyordu ve her yerde yayınlanıyordu ama şimdi sosyal medya olmasa bunları duymak, okumak falan hiç mümkün değil; hele hele ana eksen medyada insan hakları ihlaliyle ilgili bir şey göremeyiz yani medyanın bu denetleyici, koruyucu mekanizması da ortadan kalktı.

Dördüncü olarak sivil toplum... Bu alanda çalışan sivil toplum örgütleri maalesef zayıflatıldı yani terörle eş görüldü, ondan sonra ötekileştirildi, kriminalize edildi ve çalışmaları büyük ölçüde zayıflatıldı, kurumsal olarak zayıflatıldı ve denetleme mekanizmaları devlet kurumları nezdinde daha az hâle geldi.

Beşincisi üniversiteler yani şu anda üniversitelerde insan hakları hukuku alanında gerçekten etkili doktora tezi veya yüksek lisans tezi yazmak neredeyse imkânsız hâle geldi, insan hakları savunucularına yol gösteren mekanizmalar da ortadan kalktı bilimsel anlamda.

Son olarak, uluslararası mekanizmaların yazdığı raporlar "Elimizin tersiyle iteriz, dikkate almayız, zaten bizi sevmiyorlar." falan denip değersizleştirildi. Oysa, 90'lı yıllarda böyle değildi, bakanlar ve bürokratlar tarafından dikkate alınırdı ve buna uygun bir gelişme sağlanırdı ama bütün bunlar olmadı. Dolayısıyla, bu mekanizmalarla beraber ancak insan hakları kavramı içselleştirilir ve korunur. Bu mekanizmalar, bilinçli bir siyasal tercihle zayıflatıldı. O yüzden, bütün bunları daha fazla konuşuyoruz.

Şunları söyleyeceğim, çok fazla zamanınızı almayacağım: Mesela -şimdi baktım, bir de rapora baktım- 2021 CPT Raporu'ndaki -ki gelişi ertelenmişti, raporun yayınlanması ertelendi falan- kolluk gözetim yerlerindeki eksiklikler şimdi karşılaştırılsa giderilmiş midir veya 2021'den bu yana gerçekten gelmek istediler mi, gelebildiler mi, gelemediler mi? En son 2019'da gelmişlerdi, 2020'de raporları yayımlandı, aradan beş yıl geçmiş yani normalde rutin ziyaretlerini yapmaları lazım. Ne oldu yani o eksiklikler giderildi mi, giderilmedi mi? Gelseler, bu eksiklikler... Hâlbuki çok kapsamlı eleştiriler ve Hükûmetin verdiği cevaplar vardı. Bütün bunları bu şekilde sıralayabilirim.

Şunu da ifade edeyim, ifade edildi ama ben de ifade edeyim: Iğdır Emniyet Müdürü, yurttaş olarak benim, orası Iğdır olmasa yani yer adı olmasa hepimizin yüzde yüz destekleyeceği söylemler söyledi gerçekten. Bir Emniyet müdürünün toplantı yapan, hak arayan, protesto hakkını kullanan, şiddete başvurmayan insanlara "Hukuk kuralları içerisinde bu eylemi yapın, koruyucunuz biziz." demesi lazım. Peki, 80 ilin Emniyet müdürü böyle mi davranıyor gerçekten? Bence o konuşmayı alın, sadece sesli gösterin, Emniyet müdürlerini bu şekilde eğitin yani böyle söylenmesi lazım gerçekten ama eylem yapılan yer, eylemcilerin kimliği, muhatap bu şekilde söylemeye elverişli hâle getiriyor. Gerçekten bütün Emniyet müdürlüklerinde, bütün Emniyet müdürleri bakımından aynı söylemin olması lazım, bu şekilde yaklaşılması lazım yani yerden bağımsız olarak söylüyorum ve o şekilde de bir paylaşım yaptım.

Cumartesi Anneleriyle ilgili olarak ben de 27 Mayıs 1995'ten beri takip eden, katılan birisiyim. Sonuçta Anayasa Mahkemesi kararı var. 10 kişiyle sınırlama olmaz yani bu, özgürlüğün kullanıldığı anlamına gelmez. Anayasa Mahkemesinin 2 kararı var ve oraya ilişkin var yani oradaki ilana ilişkin var. Anayasa Mahkemesi bir olaya özgü karar verirken ihlalin devam ediyor oluşu da çok enderdir. Burada 2 karar var, 2 kararı verdiği zaman da ihlal devam ediyor. Dolayısıyla, bu şekilde yerine getirilmiş olması Anayasa Mahkemesi kararına uyulması anlamına da gelmiyor. O talebi de sizlere buradan iletmek istiyorum.

Bir de şunu söyleyeceğim.

BAŞKAN DERYA YANIK - Sezgin Bey, toparlayın.

MUSTAFA SEZGİN TANRIKULU (Diyarbakır) - Bitiriyorum.

Şunu söyleyeceğim: Bakın -farklı bir yere taşınmasını istemem ama- 1980 yılında Diyarbakır Cezaevindeki hak ihlalleri sırasında nelerin yaşandığını yani tutukevlerinde, cezaevlerinde ve insanların kendi iradesi dışında özgürlüğünden yoksun bırakıldığı ortamlarda hangi uygulamanın kötü muamele olduğu, hangisinin olmadığı konusunda bence bir skala yapmanız ve bütün Emniyet müdürlüklerinden şey yapmanız lazım. Yani özgürlüğünden yoksun bırakılan her ortamda Emniyet müdürleri, güvenlik güçleri kendi tercihlerine göre haklarını kullanamazlar, bunun adı kötü muameledir, İşkence Yasası olmasa bile kötü muameledir. Buna ilişkin olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin benim bildiğim ve benim başvurduğum kararları vardır. Dolayısıyla, kişisel tercihlerimiz nedeniyle hoş görebiliriz ama standart o değil yani onun bilinmesini özellikle isterim çünkü daha sonra bu ihlalin etkin bir biçimde devam etmesini sağlar, öyle olmaması lazım.

Dün bana ifade edilen bir şeyi paylaşamadım ama şimdi sizi görünce paylaşmak istiyorum. Mesela, dün Batman'dan İzmir'e giden bir yolcu otobüsünde, Siverek'te ailesiyle beraber seyahat eden bir hemşehrimiz bana şunu iletti: Kontrol yapan güvenlik güçleri yolcuları aşağı indirmemiş, çocuklar var, küçük çocuklar da var ailesiyle beraber seyahat ediyor, polis veya jandarma -bilemiyorum artık o noktada kimin olduğunu- köpekle beraber otobüsün içine girmiş ve o koridorda yani köpekle beraber arama yaptırmış, oradaki çocuklar da ürkmüşler. Yani bunun yanlış bilgi olması, yalan bilgi olması mümkün değil, beni arayan şahsın hitabından. Böyle bir şey olamaz yani. Bir de demişler ki: "Görüntü almayacaksınız, kimseye söylemeyeceksiniz." Yani bu bireysel uygulamaların yapılmayan insanlarda bıraktığı algıyı, olguyu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Bir de Kolluk Gözetim Komisyonu burada aktardınız, uzun zamandır takip ettiğimiz şeydir ama yani bu bağımsız ve tarafsız değil, Paris ilkelerine uygun değil. Dolayısıyla, bunun o Paris ilkelerindeki ihtiyaçları giderecek bir komisyon yapısında değil hem seçilme biçimleri hem mali yapısı hem idari yapısı nedeniyle Paris ilkelerine uygun hâle getirilmesi lazım ama bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet sisteminde de bunun o ilkelere uygun hâle getirilmesi de hukuken ve siyaseten de mümkün değil diyorum.

Çok teşekkür ediyorum efendim.