KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, kamu kurum ve kuruluşlarının çok değerli yöneticileri, değerli basın mensupları; hepinizi selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum.

Ekonomi Bakanlığımızın bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz ama Sayın Bakan, bütçenin arka tarafında bütçenizin miktarı olurdu, bu sene yok. Bunu bekliyoruz yani bütçeniz ne kadardır, nedir, ne değildir, personel giderleri nedir; onları göremedik burada. Yani mümkünse bir fotokopi de olsa onları bize iletin lütfen.

Çoğu zaman ekonominin büyümesiyle kalkınma birbirine karıştırılıyor. Bizde de iktidar sahipleri Türkiye'nin 800 milyar dolar civarında millî gelirini göstererek, dünyanın 17'nci büyük ekonomisi olmakla övünürler. Bunu söylerken, mesela Türkiye'nin kişi başına düşen gelirde dünyada ilk 50 ülke arasına bile giremediğini nedense söylemezler veyahut da görmezler.

Kalkınmışlık tek başına bir ülkenin millî geliri ya da kişi başına düşen geliriyle ölçülmez. Kalkınma esasında vatandaşların yaşam standardının yükseltilmesidir. Yaşam standardını yükseltmek ise ülkenin ekonomik büyümeyle sağladığı kaynakları toplumsal ve sosyal gelişme yönünde kullanmasıyla ancak mümkündür. Kalkınmak, üretimi ve tasarruf gücünü artırmanın yanı sıra, daha kaliteli bir demokrasiye, çağdaş bir hukuk devletine, insan haklarına saygıya, kaliteli bir eğitim sistemine ve sağlık hizmetleri altyapısına sahip olmaktır.

Uzmanlar, ekonomik büyümeyi kalkınmaya dönüştüremeyen ülkelerde hukukun gelişmediğini, sosyokültürel ilerlemenin gerçekleşmediğini, iş gücünün nitelik ve nicelik itibarıyla yetersiz kaldığını, suç oranının arttığını, bazı suçların cezasız kaldığını, bazı suçlara verilen cezaların da hukuki ve insani boyutlardan uzaklaştığını ileri sürmektedirler.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütünün her yıl açıkladığı insani gelişmişlik endeksi ülkelerin kalkınmışlığını ölçme açısından önemli bir veridir elimizde. Kalkınma Örgütünün hesaplama yönteminde yaptığı değişiklikler nedeniyle önceki yıllarla artık karşılaştırma şansı kalmayan 2013 yılına ilişkin yeni endekste Türkiye 187 ülke arasında 69'uncu sırada yer almaktadır. Ancak, eğitimde eşitsizlik, gelirde eşitsizlik, doğumda ortalama yaşam beklentisindeki eşitsizlik gibi insani gelişmedeki eşitsizlik ve cinsiyet eşitsizliği gibi alanlar dikkate alınarak hesaplanan insani gelişmişlik endekslerinde Türkiye oldukça, maalesef, gerilere düşmektedir. Bu ve buna benzer uluslararası göstergeler Türkiye'nin kendi halkına sağlıklı bir yaşam, bilgiye erişim ve insana yakışır bir yaşam standardı sağlayabilmek için katetmesi gereken daha uzun bir yolunun olduğunu bizlere işaret etmektedir.

İnsani gelişmişlik açısından Türkiye'nin bölgeleri arasındaki eşitsizlik hâlâ ciddi bir sorun olarak durmaktadır. Eğitimden sağlığa, kişi başına düşen gelirden istihdama kadar birçok alanda eşitsizlikler yaşanmaya devam etmektedir. Örneğin, her bin canlı doğumda Doğu Marmara Bölgesi'nde 5,5 olan bebek ölüm hızı Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 11,9'a kadar çıkıyor. Her bin canlı doğumda anne ölüm oranı Batı Karadeniz Bölgesi'nde 8,8 iken Orta Anadolu Bölgesi'nde 26,3'e yükseliyor. Korkunç rakamlar. Mesela Batı Anadolu'da 100 bin kişiye 159 uzman hekim düşerken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 62 uzman hekim düşüyor. Kalkınmışlık bunlarla ölçülecekse durumumuz gerçekten bir felaket.

Türkiye, insani gelişmişlikte ekonomik büyüklüğüne göre oldukça gerilerde kalıyor. Neden? Çünkü eğitimi kalitesiz, sağlık hizmetleri kalitesiz, hukuku ayaklar altına alınmış -işte bugün Adalet Komisyonunda, her yıl 1 Eylülde Yargıtayda kutlanan yargı yılının başlangıcı AKP oylarıyla kaldırıldı arkadaşlar, böyle bir hukuk düzeni olabilir mi?- gelir dağılımı bozuk, işçilerin çalışma koşulları kötü -madenlerde yüzlerce insan hayatını kaybediyor- çalışma saatleri uzun, çocuk işçiliği yaygın, kadınlar istihdama katılamıyor, bölgeler arasındaki farklılıklar devasa boyutlarda geziniyor.

Türkiye bugün insani gelişmişlikle ilgili olarak karşılaştığı sorunları ancak planlamayla aşabilir. Türkiye'nin bugün bir planlama sorunu vardır ve plan ve programlar âdeta kâğıt üzerinde kalsın diye kaleme alınan metinler hâline gelmiştir ne yazık ki.

2013 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi 2014 yılı başından itibaren yürürlüğe girecek ve 2014-2018 döneminde uygulanacak Onuncu Kalkınma Planı'nı kabul etti. Planın bir yılı geride kaldı Sayın Bakan. O planda yer alan 25 öncelikli dönüşüm programı Hükûmetin hatırına ancak geçen hafta geldi ve geçen hafta Sayın Başbakan 25 öncelikli programın sadece 9'unu bir paket olarak getirdi ve açıkladı. Bu alanlar sahiden öncelikli ise bir yıl neden bekletildi ve geri kalan 16'sı ne zaman açıklanacak?

Onuncu Kalkınma Planı'nda Türkiye'nin plan döneminde yıllık ortalama yüzde 5,5 oranında büyüyeceği hedeflenmişti. Kalkınma planının kabul edilmesinden bir iki ay sonra hazırlanan 2014 yılı programında, Türkiye ekonomisinin 2014 yılında yüzde 4 büyümesi hedeflendi. Sonraki yıllar belki yüksek büyüme hedeflenir diye bekledik. Bir de baktık ki aslında 2014 yılı büyümesi yüzde 3,3 olacakmış, 2015 yılı için de yüzde 4, 2016, 2017 yıllarına ilişkin tahmin de yüzde 5, 2014-2018 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 5,5'luk büyüme hedefine ulaşmak için 2018 yılında yüzde 10'un üzerinde bir büyümeye imza atmak gerekiyor ki bunu herhâlde hiçbirimizin söyleme şansı yok.

Onuncu Kalkınma Planı'nın bütün hedefleri daha planın uygulandığı ilk yıldan itibaren rafa kalkmış durumdadır Sayın Bakan. Kamu yatırımlarının ülke ihtiyaçları ve gerekleri yerine yandaş iş adamlarına iş yaratma ihtiyacına göre belirlendiği, ihalelerin yeterliliğe göre değil havuza aktardıkları paranın miktarına göre verildiği bir ülkede planlı kalkınmadan söz edilebilir mi, bunu gerçekten merak ediyorum. Böyle bir yatırım anlayışının bölgeler arasındaki eşitsizliği azaltmasını, eğitim, sağlık, adalet, güvenlik ve daha birçok kamu hizmetinden vatandaşların adil bir şekilde yararlanmasını sağlamasını bekliyor musunuz, bunu da gerçekten merak ediyorum.

Ucuza kömür üretmek için yoksul insanları madenlere göz göre göre ölüme gönderen, yandaşa elektrik santralı kurdurmak için yoksul köylülerin binlerce zeytin ağacını yok etmeyi umursamayan, ekmek teknesini yandaşın kâr hırsından korumak isteyen vatandaşı yerlerde sürükleyen, yapılan bu zulmü "Dağ taş zeytin ağacı dolu." diye savunabilen bir Hükûmetten insani gelişmeyi dert etmesi beklenebilir mi? Yırca'daki zeytinliklere termik santral kurulmasına göz yuman, böyle bir yatırıma vize veren bir planlama örgütüne nasıl güvenebiliriz, bunu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Bir ülkenin gelişmişliği, bence, o ülkenin ölçülebilirliğiyle çok yakından ilgilidir. Atatürk'ün daha cumhuriyetin ilk yıllarında Merkezî İstatistik Dairesini kurdurması da kanımca bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. Dünyadaki gelişmiş ülkeler akla gelebilecek her şeyi istatistiki olarak ölçmektedirler. Hakkını yemeyelim, TÜİK de istatistik kapasitesini yıllar itibariyle önemli ölçüde artırdı. Ancak, bütçenin tümü üzerinde görüşmeler yapılırken TÜİK'in özellikle gelir dağılımı araştırmasıyla ilgili olarak ciddi şüphelerimiz olduğunu dile getirmiştim. TÜİK bir süredir, "Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması" adıyla bir araştırma yapıyor. Doğru mudur Sayın Başkan? Bu araştırmanın 2013 yılı sonuçlarını ele aldığımızda şöyle bir manzara ortaya çıkıyor: Türkiye'de toplam 20.625 aile var aşağı yukarı. Doğru mudur Sayın Başkan? Bu ailelerin yıllık harcanabilir geliri ortalama 29.479 lira. Dolayısıyla Türkiye'deki hanelerin 2013 yılındaki yıllık harcanabilir gelir toplamı bunların çarpımıyla yaklaşık 608 milyar lira ediyor.

TÜİK bir başka istatistik daha açıklıyor. Harcamalar yöntemiyle gayrisafi yurt içi hâsıla. Orada ise Türkiye'deki hanelerin 2013 yılındaki toplam harcaması 1 trilyon 109 milyar lira.

İki istatistiği birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir görüntü çıkıyor: Türkiye'deki aileler 2013 yılında 608 milyar liralık bir harcanabilir gelir elde ettiler, ancak 1 trilyon 109 milyar lira harcadılar. Yani Türk halkı 100 lira kazanıyor ama her ne hikmetse 182 lira harcıyor. Bu istatistik de Türkiye'de yıllar itibariyle gelir dağılımındaki adaletsizliğin azaldığını gösteriyor bize. Buna kim inanır, onu da sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Buna rağmen, Türkiye Avrupa'nın gelir dağılımı en bozuk ülkesi olma sicilinden ne yazık ki kurtulamıyor. Bize göre, yaygın kayıt dışılık yüzünden TÜİK'in gelir dağılımı araştırması anket yöntemiyle yapıldığı için zenginlerin gelirini tam olarak yansıtmıyor. Anket yapılan zengin aileler gelirlerini tam olarak beyan etmiyor olabilirler. Gelirleri kayıt dışı ya da yasa dışı olduğu için vergiden, hapse girmekten, yakalanmaktan korkup eksik beyan ediyor olabilirler. Bu nedenle de gelir dağılımındaki adaletsizliğin boyutu olduğundan küçük gözüküyor olabilir. Bu da ülkedeki gelir dağılımı adaletsizliğinin gerçek boyutunu gizlemekte ve saklamaktadır.

TÜİK'i bu hesaplamalarını yeniden test etmeye çağırıyorum ve buradan bir kez daha altını çizmek istiyorum. Diğer ülkeler millî geliri birçok değişik yöntemle hesaplıyor. TÜİK ise sadece üretim ve harcama yöntemiyle hesaplama yapıyor. TÜİK'in gelir yöntemiyle millî gelir hesaplamasını ne engelliyor, bunu öğrenmek isteriz Sayın Bakandan ve hatta ilgili yöneticilerimizden.

Ayrıca, TÜİK yıllar önce illere göre millî gelir hesaplayıp kamuoyuna açıklıyordu. Niçin bundan vazgeçti? Son yıllarda bölgesel gayrisafi millî hasıla hesaplanarak açıklanıyor. Ancak 2014 yılını bitiriyoruz, TÜİK bölgesel gayrisafi yurt içi hasıla hesaplamalarının bırakın 2013 yılı sonuçlarını, 2012 yılını bile hâlâ açıklayabilmiş değil.

Bir paragraf da TÜİK'in yoksulluk hesaplamalarına açmak gerekiyor. En son 2012 yılının fert yoksulluk oranlarını açıkladı TÜİK. O araştırmada 2,15 dolar ve 4,3 dolar sınırları esas alınarak bir hesaplama yapılıyor. Buradaki dolar kuru da bildiğimiz cari kur değil, satın alma gücü paritesine göre dolar kuru esas alınarak hesaplama yapılıyor. 2012 yılı için satın alma gücü paritesine göre dolar kuru 1 lira olarak esas alınmış. Yani 2,15 dolar sınırına göre ayda 65 lira; 4,3 dolar sınırına göre de ayda 125 liranın üzerinde bir gelirin varsa TÜİK seni yoksul saymıyor. Böylece Türkiye'de yoksulluk oranı gizleniyor, örtülüyor ve saklanıyor. Bir insanın simit ve çayla karnını doyurmasına bile yetmeyecek bir rakamı yoksulluk sınırı olarak öne sürüp "Yoksulluğu ortadan kaldırdık." diye övünmek ne kadar doğrudur, bunu da yine sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insan kaynaklarımız başıboş ortalıkta dolaşıyor, çoğu da mutsuz. Hepsi iyi bir iş istiyor, yani üretmek istiyor diyebiliriz.. Yeteneklerini, üretme enerjisini hayatta gerçekleştiremiyor. Bu açıdan büyük bir kaynak hebası söz konusu. Planlama olmazsa bu güçler boşa akan nehir gibidir. Üretimi planlayamazsanız, insan yeteneklerinizi de planlayamazsınız. Bugün net olarak bu fotoğrafı görüyoruz. Planlamazsanız yetenekli beyinlerinizi de ya işlevsiz bırakırsınız ya da onları dışarıya yolcu edersiniz. Bugün olan ne yazık ki o, Türkiye'de önemli çapta bir beyin göçü yurt dışına gidiyor.

Fırsat eşitliği 75 milyonun ülkeye değer katkısını üst düzeyde gerçekleştirmek için önemli konu olabilir. Gelir dağılımındaki büyük dengesizlikler, gelişmişlik uçurumları, yetenekli milyonlarca insanın ülkeye yapabileceği büyük katkıyı engellemektedir.

Bizim gibi ülkelerin ileriye doğru önemli sıçramalar yapabilmesi için önlerinde gerçekleştireceği büyük ulusal hedeflerin olması gerekmektedir ama bu hedeflerin ayağının yere basması gerekiyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayınız.

MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum.

...Sayın Bakanın okuduğu kitaptaki bazı hedefler gibi değil.

Ülkelerin en önemli zenginliği olan insan yeteneklerini, insan güçlerini de bu hedefler doğrultusunda örgütlemek zorundalar. O hâlde hem büyük hedefler hem de zincire vurulmamış özgür beyinler gerekiyor. Biz önümüzdeki dönemlerde bunların olması için muhalefet partisi milletvekilleri olarak elimizden gelen bütün çabayı ve gayreti göstermeye ve destek olmaya hazırız.

2015 yılının bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.