| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 12 .11.2014 |
MÜSLİM SARI (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakanım, değerli bürokratlar, milletvekili arkadaşlarım, sevgili basın; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Vakit bir hayli ilerledi, yorulduk hepimiz. Ben de çok fazla uzatmadan genel çerçeveye ilişkin birkaç tane düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tabii, bu dördüncü ekonomiyle ilgili bakanlık. Dolayısıyla her bakan geldiğinde bir makro çerçeve çizip bir makro çerçeve için kendi bakanlığının görüşlerini ve düşüncelerini anlatıyor, biz de her seferinde o makro çerçeveye karşı başka bir şeyler söyleme gereği duyuyoruz. Dolayısıyla bazen kendimizi tekrar ediyormuşuz gibi oluyor ama siz her seferinde aynı şeyleri söylediğiniz için biz de her seferinde durumu dengelemek için kendimizce bir şeyler söylemek zorunda kalıyoruz.
Şimdi, Sayın Bakanım, Türkiye'nin büyümesine, işsizliğine, cari açığına, enflasyonuna ilişkin, bunların hedeflerine ve gerçekleşmelerine ilişkin birtakım değerlendirmelerde bulundunuz bu makro çerçeve içinde. Ben de birkaç şey söylemek isterim.
Bir defa, büyümeden başlayacak olursak büyümeyle ilgili olarak birkaç tane tespit yapmak isterim. Bunlardan birincisi şu: Türkiye'de büyüme oranları düşüyor, bir defa bunu kabul edelim. Türkiye'nin büyüme oranları AKP iktidarı dönemi boyunca da tarihsel ortalamaların da altında. Bu da bir gerçek. Yani 2002 yılına kadar Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyümesi yüzde 5. Bunun içinde savaşlar var, krizler var, çok parti dönemleri var, tek parti dönemleri var, istikrarsızlık dönemleri var ama Türkiye ekonomisi ortalama yüzde 5 büyümeyi tutturmuş. Aslında yapılan çalışmalar, Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyeli kaçtır diye yapılan çalışmalarda 5 civarında bir büyümenin olduğunu gösteren çok çalışma var.
2002'den sonra bir algı yönetimi stratejisi çerçevesinde AKP "Türkiye'de büyüme mucizeleri gerçekleşti, ekonomik mucizeler gerçekleşti, çok büyüdük, büyüme rekorları kırdık, Çin'le yarışıyoruz." gibi birtakım söylemler üzerinden bir algı üretme süreci yaşattı Türkiye'ye ama gerçek bu değil. AKP Hükûmetleri dönemi boyunca, 2002'den bu yana Orta Vadeli Program hedeflerinin tuttuğunu varsaysak bile büyüme ortalamalarımız yüzde 5'in altında. Dolayısıyla, her şey iyi olsa bile, hadi çok az altında, diyelim ki tarihsel ortalaması kadar büyüme gerçekleştirebilmiş AKP dönemi boyunca da Türkiye. Bir defa bu tespiti yapalım. Ortada bir büyüme mucizesi yok.
Bunu söylediğimizde şu söyleniyor bize hep, deniyor ki: "Ya, işte küresel koşullar değişti. Bu dönemde bu kadar büyümek bile iyidir." Tabii, bu şu anlamda sevindirici: "Kriz bize teğet geçecek. Küresel gelişmelerden etkilenmeyeceğiz:" anlayışından buraya gelmiş olmamız bir anlamda başarı. Yani ilk başta böyle bir şey de düşünmüyorduk. "Kriz bize teğet geçer, bize hiç uğramaz." diyorduk ama en azından şimdi şunu diyebiliyoruz: "Küresel likidite koşullarının değiştiği böyle bir konjonktürde bu kadar büyümek iyidir." Ama o zaman da şunu sormak lazım: Küresel koşulların çok iyi olduğu zamanlardaki yüksek büyümeleri nereye koyacağız? Yani koşullar 2007'den, 2008'den sonra değişti, tamam ama 2008'den önce de yüksek büyüme dönemleri var, hani 6-6,5 ortalama. Dolayısıyla, bütün dönemi birlikte ele aldığımız zaman böyle bir değerlendirme yapabiliriz.
İkinci tespit büyümeyle ilgili: Türkiye'nin büyüme ortalamalarını, özellikle krizden sonra, gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığımız zaman da açıldığını görüyoruz aradaki farkın. Yani gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamalarıyla bu dönem Türkiye'nin büyüme ortalamalarının, özellikle son birkaç sene üst üste koyup çizdiğiniz zaman farkın açılmaya başladığını görürsünüz. Son üç yıl neredeyse büyüme ortalamalarımız 3'ün biraz üstünde. Dolayısıyla, bunun çok Türkiye'ye özgü bir sıkıntı olduğunun habercisi aslında bu. Türkiye'ye ilişkin yapısal bir sıkıntı var. Tek başına konjonktürle de ilgili değil. Yani konjonktürün, büyümenin, Türkiye'nin potansiyelini değerlendirebilmesi açısından problemli bir alan yarattığı doğru ama Türkiye'nin başka ülkelere kıyasla bundan daha çok etkileniyor oluşu Türkiye'ye özgü bir sorunun olduğunu da bize gösteriyor. Bunların hepsini tespit etmek lazım.
Şimdi, bununla paralel olarak, işsizliğe baktığımız zaman işsizlik oranlarında da bir artış olduğunu görüyoruz. Şimdi, her ne kadar Sayın Bakanlar buraya geldiklerinde işsizlikteki artışın aslında iş gücüne katılım oranındaki artıştan kaynaklandığını söylüyorsa da şöyle bir gerçeği de hepimizin hatırlaması gerekir. Türkiye gibi, 500-600 bin insanın istihdam havuzuna girdiği bir ülkede her yıl yüzde 4,5-5 büyümeler sağlanırsa ancak işsizlik sabit kalabiliyor. Yani dolayısıyla yüzde 3'ler, yüzde 4'ler Türkiye'nin sürdürebileceği büyümeler değil. Yani Türkiye'de işsizlik probleminin, istihdam probleminin, özellikle toplumsal transformasyonla beraber, kırdan kente göçle beraber, insanların yaşam biçimlerindeki transformasyonla beraber, yaşam biçimleri değişmekle beraber iş talep edeceklerini de önümüzdeki dönem düşünecek olursak, Türkiye'nin ulaşmak istediği Batı ülkelerindeki iş gücüne katılım oranlarıyla kendi ülkesi arasındaki iş gücü katılım oranları arasındaki farkın eninde sonunda kapanması gerektiğini, oraya doğru yakınsayacağımızı düşünecek olursak Türkiye gibi genç bir ülkenin kendi kaynaklarını harekete geçirir ve büyümesini yüzde 5'lerin üzerinde tutar bir ekonomik politikayı önüne bir an önce koyması gerektiği durum da kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla, işsizlik oranları 2012 yılının sonbaharında bir trend değişikliği yaşamıştır, aşağıya doğru, krizden sonra 14'lerden aşağıya doğru inen işsizlik, bir trend değişikliği, yeniden yukarı doğru tırmanmıştır. Bu yılı kuvvetle muhtemel çift haneli işsizlik rakamlarıyla tamamlayacağız.
Dolayısıyla, ben bu vesileyle Orta Vadeli Plan'daki işsizlik ve büyüme hedeflerinin de çok gerçekçi olmadığını değerlendirmek isterim. Daha önce buraya geldiğinizde, daha önceki OVP hedeflerini de değerlendirdiğimizde aynı şeyleri söylemiştik, siz ısrarla bunun böyle olmayacağını söylemiştiniz. Anlıyorum, Hükûmet beklentiyi yönetiyor. Piyasaya sinyal veriyor. Bunların hepsinin anlaşılabilir bir tarafı var ancak gerçeklikle bağınızı çok koparırsanız beklentileri bir yerden yakalama şansınız olmayacağınız için onları yönetme şansınız da olmaz. Dolayısıyla, iyimser planlar, iyimser hedefler, iyimser perspektifleri toplumun önüne sunmak anlamlıdır ama bunların çok iyimser olmamasına da dikkat etmek gerekir. Büyümeler tıpkı geçen planda olduğu gibi, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi, sanki hiçbir şey konuşmamışız gibi 4-5-5, ondan önce de yine 4-5-5. Ya, bu sene 4, ondan sonraki seneler 5. Yani dünyanın koşullarında mesela, önümüzdeki sene nasıl iyileşmeler meydana gelecek ki Türkiye tarihsel ortalamalarına yakın bir büyüme gerçekleştirecek 2016'da, 2015'te ya da. Yani bunları konuşmak lazım.
Şimdi, sunumunuzda da söylüyorsunuz, daha önceki bakanların sunumlarında da var. Yani likidite açısından problemli bir dönem. Gelişmekte olan ülkelerin de gelişmiş ülkelerin de büyüme oranları düşüyor, aşağıya doğru revize ediliyor. Dış ticaret artış hızı, dış ticaretteki büyüme hızı dünyanın düşük seviyelerde, kriz öncesi seviyelerin çok gerisinde ama Türkiye'nin büyümesi artacak ve tarihsel ortalaması kadar büyüyecek. Hangi varsayımla? Bunların çok gerçekçi olmadığı ortadadır. Umarım, biz yanılırız ama biz yanılmadık birkaç senedir, hep siz yanıldınız. Hani önümüzdeki dönem buraya geldiğiniz zaman, belki olmayız biz, bilmiyorum ama tutanaklardan bizim yerimize gelen arkadaşlar bakacaktır. "Biz söylemiştik." demek istemiyoruz ama "Biz söylemiştik." oluyor her seferinde.
Şimdi, cari işlemler açığı önemli problem alanlarından biri. Esasen Türkiye ekonomisinin en önemli problem alanı cari işlemler açığı. Bu büyüme modelinin sorunu. Bu aslında AKP Hükûmetlerinin sorunu da değil. Bu daha önceden gelen bir problem ama AKP Hükûmetlerinin elinde derinleşen bir problem. Bunu hep söylüyoruz. Yani 2001'den sonra bu konuda ciddi bir kırılma var. Yani bir büyüme modeli düşünün ki büyümek için cari işlemler açığı yaratmak zorunda. Dünyada her ülke cari işlemler açığı verir ama büyümeleri cari işlemler açığı vermelerine bağlanmış ülke sayısı azdır. Yani bir üretim yapmak için ithal girdiye dayanan, dolayısıyla üretim yapabilmek için, büyümek için ithalatı artırmak zorunda olan ve dış ticaret açığı veren, bunun üzerinde cari işlemler açığı veren ve hele ki bu cari işlemler açığını da borç yaratıcı kalemlerle finanse eden ve hele ki bu borç yaratıcı kalemlerin de daha çok kısa vadeli borçlar olduğu üzerinden şekillenen bir büyüme modeli sürdürülemez.
Şimdi, kötü olan şey şu, yani AKP'nin bu sürece kattığı şey, sizin hükûmetlerinizin bu sürece kattığı şey şu: Sizin döneminizde birim büyüme başına verdiğiniz cari işlemler açığı miktarı artıyor, giderek büyüyor. Yani mesela, 90'lı yıllarda da Türkiye bir büyüme dönemi yaşamış ama o dönemdeki yüzde 4'lük, 5'lik büyüme ortalamaları için vermiş oldukları cari işlemler açığı yüzde 1-2 millî gelire oran olarak. Ama şimdi ekonomi 5 büyüyebilmek için, 4 büyüyebilmek için yüzde 5 cari işlemler açığı vermek zorunda kalıyor ve bunun giderek derinleştiğini, ekonomi büyürken de küçülürken de derinleştiğini görüyoruz. Yani şimdi, büyümelerimiz 8'lerden, örneğin krizden hemen sonra 8'lerden, 9'lardan 2'lere, 3'lere düşüyor ama cari işlemler açığımızın millî gelire oranı, örneğin 10'lardan 6'lara, 7'lere düşüyor. Bu hâlâ bir sıkıntının derinleşerek devam ettiğini gösteriyor. Bu, tek başına enerjiyle de açıklanamaz. Dolayısıyla burada çok ciddi bir yapısal problem var. Cari işlemler açığı büyümeden yaptığımız fedakârlığa oranla o kadar hızlı düşmüyor ve yüzde 5'lik cari işlemler açığı da kabaca dünya için çok yüksek bir cari işlemler açığıdır. Yani Türkiye gibi millî gelirinin dörtte 1'i kadar dış finansman ihtiyacını her yıl sağlamak ve tutturmak zorunda olan bir ülke için yüzde 5'lik, 50 milyar dolarlık bir cari işlemler açığı yüksek bir cari işlemler açığıdır.
Bakınız, hep söylüyorum, yine söyleyeceğim kayıtlara geçsin diye: 230-240 milyar dolar dış finansmana ihtiyacınız var önümüzdeki bir yılda. 80 milyar dolar borcun vadesi geliyor, 50 milyar da cari işlemler açığı ve giderek küçülen bir pastadan bunu finanse etmek ve bulmak zorunda olduğunuz bir ekonomi var elinizde. Bunların hepsi Türkiye ekonomisinin kırılganlıkları ve bunlar için de yapısal önlemler almak, yapısal yol haritaları belirlemek, bütün bu sorunların dışa olan bağımlılığı azaltılmış bir ekonomik model tasarlamak çok önemli. Hükûmetin buralara doğru gelmeye başladığını görüyorum, bu beni mutlu ediyor. Ama burada gerçekten, Sayın Bakanım, zaman kaybettik. Yani on iki yıldır tek başına bir iktidar dönemi ve hemen hemen on yılında bu sorunlarla ilgilenmeyen, "Cari işlemler açığı finanse edildikçe sorun yok." anlayışıyla idare edilen bir Türkiye'yle karşılaştık ama son birkaç sene artık bunun sürdürülemez olduğu görülmeye başlayınca, büyüme oranları düşmeye başlayınca, cari işlemler açığının millî gelire oranı yüzde 10'lara dayanmaya başlayınca Hükûmet bunu bir problem olarak algılamaya başladı.
Dolayısıyla, enflasyona da bir iki şey söyleyeyim. Enflasyondaki sapma 2 katı. Bu tek başına Merkez Bankasının başarısızlığı da değil, Hükûmetin de başarısızlığı çünkü hedefleri ortak belirliyorsunuz. Yani Merkez Bankası ile Hükûmet hedefleri ortak belirler, Merkez Bankası oraya nasıl ulaşacağına kendi araç bağımsızlığı çerçevesinde karar verir. Dolayısıyla, hedefler şaşmışsa, hedefler tutmamışsa bu Hükûmetin de başarısızlığıdır. Daha bugünden söyleyebiliriz ki 2015 yılının 6,3'lük enflasyon hedefinin de çok gerçekçi olmadığını. Buna sadece ben değil, piyasa da inanmıyor, Merkez Bankasının kendisi de inanmıyor yani hem piyasa beklenti anketleri hem Merkez Bankası tahminleri hem Türkiye'ye yatırım yapan yabancı yatırımcılar, Türkiye'yle ilgilenenler ve özellikle orta vadeli programda koyduğunuz kur varsayımı... Türk lirasının değerleneceğini varsayıyorsunuz yani bu koşullarda Türkiye'ye ihtiyaçtan fazla finansman geleceği varsayımını yapıyorsunuz bir yandan, bir yandan iç talebi canlandırarak ya da potansiyel büyümeye yaklaşmak için bir iç talep canlılığının olması gerektiği bir konjonktür belirliyorsunuz ama ondan sonra diyorsunuz ki: "Fiyatlar genel seviyesi düşecek." Buna kimse inanmıyor Sayın Bakanım. Dolayısıyla, enflasyon hedefleri, fiyat hedefleri bu programın en zayıf yanlarından biridir.
Son olarak şunu söylemek isterim Sayın Bakanım: Şimdi, Hükûmet açısından öngörülebilirlik çok önemli, piyasalara vereceğiniz sinyal açısından öngörülebilirlik çok önemli ama bu öngörülebilirlik için en önemli şey Sayın Bakanım, tutarlı olmaktır. Şimdi, bakın, geçen senenin ortalarında bir kalkınma planı açıklıyorsunuz ve o kalkınma planında diyorsunuz ki: "2018 yılında Türkiye'nin işsizliği 7,2; millî geliri 1,3 trilyon dolar olacak." Sonra aradan bir yıl geçiyor, yeni bir OVP getiriyorsunuz 8 Ekimde, daha bir yıl iki ay geçmişken diyorsunuz ki: "Türkiye'nin 2017 yılında millî geliri 971 milyar dolar olacak, bir yıl sonra da 1,3 milyar dolar olacak, işsizliği de 9,1 olacak 7,2'yken." Bir yıllık bir fark var sadece. Şimdi, zaten bir yıl sonra getirdiğiniz OVP'yle beş yıllık kalkınma planını zaten ortadan kaldırmış oluyorsunuz, oradaki hedefler zaten anlamsız kalıyor bir anda. Hadi diyelim böyle, hadi diyelim ufkunuz bir yıl ve bunu öngöremediniz, peki, geçen açıkladığınız neydi? Yani OVP'yi 8 Ekimde Sayın Başbakanın başkanlığındaki bir Hükûmetle açıklıyorsunuz, siz de orada Bakansınız ve diyorsunuz ki: "971 milyar dolar 2017'de, ondan sonra Sayın Başbakan 11 bakanıyla beraber bir paket açıklıyor ve orada tekrar şeye dönüyor, diyor ki: "1,3 trilyon dolar millî gelir, 7,2 işsizlik." Bu tutarsızlığı nasıl açıklıyorsunuz? Biz burada Sayın Babacan'a sorduk, "Hata yaptık, hata yapmışız." dedi. Yani tutarlılık son derece önemli.
BAŞKAN - Sayın Sarı, lütfen, dördüncü kez uzatıyorum.
MÜSLİM SARI (İstanbul) - Dolayısıyla, artık uygulanamayacağı neredeyse kesin olan, hedeflerinin tutmayacağı neredeyse kesin olan ve kendinizin de tutmayacağını ikrar ettiğiniz rakamları Sayın Başbakanın önüne koyuyorsunuz ve 11 bakan bir araya geliyorsunuz ve bunları piyasaya açıklıyorsunuz, kamuoyuna açıklıyorsunuz. Kimse inanmıyor Sayın Bakan, tutarlı olmak çok önemli. Bu konudaki düşüncelerinizin de ayrıca ne olduğunu çok merak ediyorum, soru-cevap kısmında da soracağım ama şimdiden de söylemiş olayım.
Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.
Teşekkür ederim.