| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278) ve 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ile Sayıştay tezkereleri a) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı b) Mesleki Yeterlilik Kurumu c) Sosyal Güvenlik Kurumu ç) Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 13 .11.2024 |
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakanımıza ve heyetine hem hazırladıkları bütçe için -bizleri tatmin etmemiş olsa da- hem de yaptıkları sunum için teşekkür ediyorum. Diğer gruplardaki arkadaşlarımızdan da istifade ettik, hepsinin emeklerine sağlık.
Şimdi, Sayın Bakanımızı dinledik. Tabii, beklediğimiz çerçevede bir sunum yaptı. Parti grupları olarak da aşağı yukarı aynı şeylerden bahsediyoruz, benzer itirazları dile getiriyoruz hep birlikte. Kimimiz sesimizin seviyesinin yüksekliğiyle daha etkili muhalefet yaptığımızı düşünüyoruz, kimimiz yapıcı muhalefet yaparsak aslında daha etkili oluruz diye düşünüyoruz. Günün sonunda aslında hiçbirimiz sonuç alamıyoruz, konuşmuş olmakla kalıyoruz. Evet, sonuçta bir bütçeyi konuşurken hep paradan bahsetmek durumunda kalıyoruz. Yürütme erki de bize dönüp "Olsa dükkân sizin, kasada para var da biz mi dağıtmıyoruz, biz mi vatandaşımızdan esirgiyoruz? diyor haklı olarak.
Tabii, buna da itirazlarımız oluyor, diyoruz ki: "İşte, holdinglerin affedilen vergileri var, kamu-özel iş birliklerinin şeffaf olmayan sözleşmeleriyle sağlanan imtiyazları var." Bunun gibi vesaire, vesaire... Bu liste çok uzar gider. Bunlar olmasaydı, bu kara delikler oluşmazdı ve siz de bu mahcup durumda olmazdınız diyoruz, demenin de bir fayda getirmeyeceğini bilerek söylüyoruz.
Tabii, çalışma hayatı insan ömrünün çok uzun bir dönemine karşılık geldiği için Bakanlığın politikaları da hayatımızda o derece geniş bir alan kaplıyor. O nedenle, Çalışma Bakanlığının bütçesinin gündelik tartışmalardan ziyade aslında yapısal meseleler üzerinden değerlendirilmesi gerekir. Peki, biz iktidarıyla muhalefetiyle neden bunu yapamıyoruz? Çünkü iktidarın yapısal reformları yapmaya parası yok değil, enerjisi yok arkadaşlar. İktidar partisinden arkadaşlar belki şimdi bir itiraz dile getirecekler, geçtiğimiz günlerde Sayın Başkan Vekilleri Efkan Ala'nın makro verilerde yaşanacak birtakım iyileştirmelere atfen "2025 yılı yapısal reformların yılı olacak." ifadesini belki bana hatırlatacaklar. Eğer öyle olacaktıysa, bu gerçekten üzerinde çalışılmış bir söz olarak söylenmiş idiyse şu bütçede reformların kendisini değilse bile emarelerini görmemiz gerekirdi. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki reformist olmak ne güç meselesidir ne para meselesidir ne de yetki sahibi olma meselesidir. Bu, tamamıyla bir zihniyet meselesidir aslında. İktidarın içinden geldiği geleneğin de iz bırakan tüm siyasi kurumları, doğudan batıya akan nehir misali bir an dahi durmaksızın reformist çizgi ve tavrını sürdürmüş ve ileri taşımıştır geçmişte, tıpkı AK PARTİ'nin de son yıllarını yaşanmamış sayacak olursak geride bıraktığı tüm siyasi serüveni gibi diyebiliriz.
Bütün bu gelinen noktada tabii ki üzülerek ifade ediyoruz ki AK PARTİ önemli bir kısmında vebali ya da dahli olmadığı bir sistemin her zerresini kutsarcasına savunmak, sırtı çatlarcasına taşımak zorunda bırakılıyor. Önce bu vizyona geri dönmesi gerekir, bu vizyonu yeniden kuşanıp, reformist iradesini yeniden omuzlaması gerekir ki ancak ondan sonra gerçekten Türkiye Yüzyılı'na layık bir bütçe yapabilme noktasına gelelim.
Şimdi, evet, hepimiz verilerden vesaireden bahsedeceğiz, çok rakamlara da boğulmanın belki anlamı yok.
Şimdi, emeklilerimizle alakalı iki yıldır konuşuyoruz ve aslında "emekli aylıklarıyla ilgili doğru bilinen yanlışlar" ya da "emeklilerimizle ilgili doğru bilinen yanlışlar" diye bir başlık açsak burada herhâlde hepimizin örnek saymaya sayısı yeter. İki yıldır emekli sayılarının fazlalığı üzerinden kıyamet koparılıyor, EYT gösterilerek muhalefete yükleniliyor, yetmiyor, emeklilik kavramı şeytanlaştırılıyor, bundan da emeklilerimizin incineceği hiç hesaba katılmadan bu kadar hoyratça ifadeler kullanılıyor. Oysa hakikate bakıyoruz, aktif-pasif oranlarımızda 2023 Aralık itibarıyla 1.67. Bu, yıllar bazında gerileme eğilimi gösteren bir oran oysaki ve buna rağmen "Emekli aylıkları bütçeye yük oluyor." deniliyor. Oraya da bakıyoruz, orada da yine başka şeyler söyleniyor.
Şimdi, bütçeden SGK'ye transferler yapılıyor. 2007-2023 yılları arasında 2,9 puanlık bir gerileme olmuş aslında bu transferlerde yani bahsedildiği gibi böyle bir yük de yok. Bütçeden ayrılan pay emekli sayısı artmasına rağmen yine olduğu oranları aşağı yukarı sabit şekilde koruyor. SGK'nin gelir gider dengesine bakıyoruz, prim gelirlerinin emekli aylıklarını, sağlık giderlerini karşılama oranları 2002 yılında yüzde 61'ken, bu oran 2023 itibarıyla yüzde 76,4'e yükselmiş. Bu, evet, güzel bir gelişme ama demek ki elimizdeki mazereti de yani bu ifade edilen mazeretleri de elimizden alan bir oran. Yani kasa kazanmaya aslında devam ediyor da kasadaki paranın kime harcanacağı noktasında bir müteredditlik var iktidar tarafında.
Türkiye maalesef emekli aylığına sahip Avrupa ülkeleri içerisinde 2'nci sırada. 2002 yılıydı, asgari ücretin yüzde 22 üstünde bir aylıkları vardı, 2023'te yüzde 26 gerisine düştü maalesef. Yine, 2002'de ortalama emekli aylığının kişi başı gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 46'ydı, şimdi, 2024 itibarıyla bu oran yüzde 27,7'ye geriledi.
Yine, 2002'de çalışan ya da iş arayan emekliler -evet, arkadaşlarımızın da söylediği gibi, bu da yine bize has bir kavram, ya çalışıyorlar ya da iş arıyorlar- yüzde 36,6 iken bugün emeklilerin yüzde 55,3'ü çalışıyor ya da iş aramakla vaktini geçiriyor.
Emekli sistemindeki uygulamalar maalesef finansal bir hileye de dönüşmüş durumda. Yıllarca alın teriyle çalışan emekçilere "sürdürülebilirlik" adı altında daha geç emeklilik ve daha düşük maaş dayatması yapılıyor maalesef. Bireysel emeklilik sisteminin zorunlu katkılar yoluyla sürekli teşvik ediliyor olması da sosyal güvencenin, sosyal güvenlik sisteminin özel sektöre devredilmesine yol açıyor; bu da kamunun sorumluluktan elini çektiğini gösteriyor bize. Emeklilik bir hak değil de bir lütufmuş gibi âdeta. Böylece sosyal devlet ilkesinin içi boşaltılıyor, eğer bu şekilde devam ederse, içi boşaltılırsa ülkede sosyal barışın da sağlanmasının mümkün olmayacağını hepimiz görüyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlar, önemli bir meselemiz işsizlik. Üniversitede yüksek lisans ve doktora öğrencilerine hocalarımız hep "İşsizlik çalışmak isteyen kimse yok mu?" diye sorarlardı, hakikaten bu konuyu kimse çalışmak istemezdi akademide. Yani öyle büyük bir mesele ki Bakanlığımız da çalışmak istemiyor tsunamiye dönüşmüş bu meseleyi. İşsizlik sadece tabii, işsizleri ilgilendirmiyor, işsizlik arttıkça bir taraftan da genel çalışanların ücret seviyelerini de aşağıya çekiyor ve bu, ücretler genel seviyesini düşürme etkisinden dolayı da çalışma hayatımızın tamamına nüfuz eden bir mesele. Şimdi, her 4 gencimizden 1'inin işsiz olduğu bir denklemde genç işsizliği kronik hatta travmatik bir sorun hâline gelmeye başladı. Tabii, burada geniş tabanlı işsizlikten, iş arama ümidini yitirmiş olan gençlerimizden bahsettiğimiz için de herkesin hesaplamasına göre çeşitli rakamlar zikrediliyor. 4 ila 6 milyon arasında ev gencinden bahsediyoruz, gençlerimiz evlerine kapalı yaşıyorlar. Ve acı bir durum var ki eğitim durumu arttıkça genç işsizliği artıyor; bu, aslında daha travmatik bir mesele. Yani işte yapısal reform ihtiyacı asıl burada karşımıza çıkıyor, vasıfsız iş gücüne dayalı bir çalışma hayatıyla maalesef karşı karşıyayız. Tabii, bu "vasıfsızlık"ı da çok çalışıp az kazananlar için kullandığımız bir ifade olarak zikretmek lazım.
Hizmet ve tarım sektöründe, evet, istihdamda küçük artışlar söz konusu ama sanayi sektöründe maalesef gerileme yaşanıyor yani katma değeri düşük bir istihdam piyasası oluşuyor. Sanayi ve üretim odaklı, uzun vadeli bir istihdam politikası hayata geçirilmedikçe işsizliğin en kırılgan sorunlarımızın başında ilerlemeye devam edeceği önümüzde gün gibi aşikâr. Önümüzdeki on yılları etkileyecek bir durum, aslında ülkemizi batışa da götürecek bir durum; yeterince de ciddiye alınmadığını görüyoruz bu meselenin.
Yapay zekâ çağı, vasıfsız işçilerin işlerinin robotlar tarafından esir alındığı bir döneme götürüyor bizi. Tek mücadele kozumuz aslında nitelikli gençlerimiz, eğer yapay zekâyı biz esir alamazsak yapay zekâ insana galip gelecek ve bütün bu iş kolları elimizden gidecek. Beynin ve fikrin galip gelmesiyle ancak biz yapay zekâyı esir alabiliriz; maalesef, bunu da -bütçede görüyoruz, istihdam kaleminde- reel enflasyonun çok altında yani yüzde 38 düzeyinde artış gerçekleştiren bir bütçe planlamasıyla yapmamız mümkün değil.
Genç iş gücüne daha fazla istihdam yaratacak projelere ayrılacak kaynakların bütçede sınırlı olması uzun vadeli kalkınma hedeflerimiz açısından da maalesef büyük bir eksiklik. Sosyal güvenlik harcamalarında kesintiye gidilmeden istihdam yaratıcı politikalara, çalışma hayatını destekleyici kalemlere daha fazla kaynak ayrılması önemli bir zorunluluk ama İŞKUR bağlamında bile iş gücünün vasıflarını artıran yatırımların yapılmadığını görüyoruz; bütçenin etkin yönetilmesi ve ek finansman kaynaklarının yaratılması ancak bu yatırımlarla mümkün olabilir.
Şimdi, tabii, böyle bir şey söylediğimizde, tabana yayılan ilave vergilerle çözüm bulunmaya çalışılıyor hemen; biz bunun da karşısındayız tabii ki. Burada kaynak yaratılacaksa sermaye gruplarının artan verimlilik dolayısıyla sağladığı ek faydaların vergilendirilmesi üzerinden bir ek finansman sağlanabilir, uzun vadeli finansal sürdürülebilirlik planlaması da ancak bu şekilde mümkün olabilir. Katma değerli alanlara daha fazla bütçe ayrılması gerekiyor.
Bizim “meslek” kavramının üzerine gitmemiz gerekiyor arkadaşlar, bu alanın en önemli meselesi budur ama bizde dramatik bir şekilde bu kavramdan uzaklaşma sorunu yaşanılıyor, bir vasıfsızlaştırma hareketi yaşanıyor âdeta ve beşerî sermayemiz erozyona uğruyor; bunun da çok farkında olmadığımız kanaatindeyim.
Bizim, dünyaya bir şey teklif etmemiz gerekiyor yani Türkiye dünyaya ne teklif ediyor? Bakanlığımız Çalışma Bakanlığı olarak dünyaya ne teklif ediyor; daha fazla demokrasi ve özgürlük mü, daha nitelikli eğitim ve üretkenlik mi, daha adil bir dünya mı? Türkiye dünyaya mutlaka bir şey teklif etmelidir; patenti kendisinde olan “Türkiye Yüzyılı” mottosunun altını dolduracak bu teklifi Bakanlığımız, Hükûmetimiz inşa etmelidir.
Şimdi, bu meseleler tabii çok uzun yılların meseleleri. Bir nesil, imam-hatipleri bitirme iddiasının kurbanı oldu maalesef. İmam-hatipler meslek lisesi olduğu için tüm meslek liselerini kapsayan yasaklarla gençler boğuldu maalesef. Sanayide bugün en büyük problem iş gücü yani nitelikli pratisyen kişilerimiz yok. Hepimiz şehirlerimizde sanayiyi ziyaret ediyoruz ve en büyük problemin sürekli eleman eksikliği olduğu, kimsenin çalışmayı tercih etmediği söyleniyor; bu da meslek liselerimize gereken ehemmiyetin -şu son bahsettiğim- yıllardan beri yapılamamasından kaynaklı ve olanları da Almanya başta olmak üzere diğer Batılı ülkelere kaptırmış durumdayız maalesef.
Yani gençleri umutsuz, akademisi işlevsiz, sanayisi verimsiz, turizmi peşkeş çekilen, mizahını kaybetmiş 100 milyonluk bir ülkeyiz arkadaşlar. Bu ülkeyle mesela ne yapabiliriz? Bu şekilde bir ülke kimin ne işine yarayabilir? Tatsız, renksiz, tuzsuz… Bu, sizi de bizi de yaşayanları da maalesef mutlu etmiyor. Bunun için, iktidarın bir karar verip dünyaya bir şey teklif etmesi gerekiyor, bunu da inşa etmesi gerekiyor.
Şimdi, işsizlik meselesinde “İşsizlik Fonu” diye bir fonumuz var ve -bunu hep söylüyoruz ama- orada geçen yıldan bu yana adım atılmış değil maalesef. İŞKUR verileri işsiz vatandaşların işsizlik ödeneğine ulaşmasındaki güçlükleri ortaya koyuyor. İşsizlik ödeneğine başvuran 100 kişiden 22’si 25-29 yaş arasındaki gençlerimiz maalesef. Yine, işsizlerin bu oranda yüzde 22’si bir yıldan uzun süredir iş arıyor ve bu iş arama süreçlerinde çok büyük oranda işsizlik maaşından yoksun kalıyorlar.
Şimdi, biz “işverene teşvik” adı altında sosyal güvenlik sistemine fon aktarıyoruz, işveren de sisteme aktardığından daha fazlasını geri alıyor. İşsizlik Fonu işçilere destek sağlayacak bir fon olma amacından gerçekten çok uzaklaştı ve işverenleri destekleme kalemine dönüştü ve artık gördüğümüz şey şu ki işverenin sürekli işçiyi desteklemesi amacıyla kurduğumuz Fon, işçinin işvereni desteklemesi şeklinde bir misyonu kuşanmış durumda, bunun da geçen yıldan beri üzerinde bir çalışma yapılmadığını görüyoruz. İşsizler ordumuzun İşsizlik Fonu'ndan daha fazla faydalanmasını sağlayacak politikalara bir an önce hızlı geçiş yapmamız lazım.
Çok önemli bir meselemiz, iş sağlığı ve güvenliği; evet, 78 yaşında, emeklilik yaşının çok çok üzerinde birisi -mutlaka emekliliği olmadığı için bunu yapıyor, belki de yıllarca inşaatlarda çalıştığı için bu hakkı kazanamadı- gece bekçiliği yaptığı inşaattan düşerek hayatını kaybetti. Yani 78 yaşında birinin o yaşta çalışmak zorunda olmasına mı daha fazla üzülmemiz gerekiyor, bir iş kazasına kurban vermemize mi daha fazla üzülmemiz gerekiyor, bilmiyoruz.
Şimdi, Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye için en büyük eleştiri konusunu iş sağlığı ve güvenliği alanında yapıyor; yeterli uzmana sahip olmadığımız ve denetim sayılarında son sıralarda olduğumuz için Türkiye'yi eleştirdiği en önemli mesele iş sağlığı ve güvenliği meselesi. Evet, ILO'nun sözleşmelerini imzalıyoruz ama yerine getirme, uygulamaya koyma noktasında ciddi yetersizliklerimiz var ve bunu bize her seferinde raporlarla hatırlatıyor. Ölümlü iş kazalarında maalesef Avrupa'da 1'inciyiz, Çin verilerini açıklamıyor ama gerçekten, hani üzülerek bunun böyle olduğunu düşünüyorum, Çin bile bu verileri açıklasa bizim durumumuz Çin'den daha vahim bir vaziyet ortaya çıkaracaktır. Sayın Bakan geçen yıldan bu yana düşüş olduğunu söyledi; evet, 500 bin civarında bir iş kazası -511 bin- yaşanmış ama hâlâ 1.932 ölümlü iş kazamız var; bu çok ciddi bir rakam. Rakamsal bazda düşüş olabilir ama bunun bir de şu tarafını düşünmek gerekiyor: İşçilerimizin canını birinci derecede düşünerek onu ifade ediyoruz, bunun bir de ekonomiye maliyeti var. Bu iş kayıpları ve bunların onarılması yönünde yaklaşık 90 milyar dolarlık dolaylı ve dolaysız direkt olarak bir maliyet var ekonomimize. Bu paralar bizim Mecliste çok fazla kavgasını verdiğimiz paralar vergi yüklemeleri yapılırken. İşte, burada önleyici tedbirler alınsa, doğru bir yasa yani yasayı devam ettirebilsek... Onarıcı politikaların maalesef maliyetleri çok yüksek oluyor. Yani 2012 yılından beri -bunu yine daha önce de dile getirdik- İSG mevzuatımız maalesef düzenlenmiyor, uzmanlarımıza işvereni denetleme sorumluluğu yükleniyor ama "Sorumluluğun var ama yetkin yok." diyoruz ve on yılı, on iki yılı aşkın bir süredir pandemi derken, deprem derken, işte, personel yetersizlikleri derken maalesef sürekli bu süreci erteliyoruz. Kamuda İSG uzmanı çalıştırma konusunda hâlâ bir öteleme var, Sayın Bakan bu konuyu çok iyi biliyor. Ve kamunun öncü olması gerekirken burada sorumluluktan kaçarak özel sektörün gerisine düşmesi asla kabul edilemez.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Şimdi, Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz, dünya bunları çözmüş. Bir bağımsızlaşma süreci yaşatılıyor İSG mevzuatlarında, bizim de daha fazla vakit kaybetmeden, sorumluluk verip yetki vermediğimiz bu çelişkili uygulamalardan kurtulmamız gerekiyor.
En büyük iş kazalarını elbette madenlerimizde yaşıyoruz. Bakın, son yıllarda, 22 üniversitede maden mühendisliği bölümü varken 13 üniversiteye düştü ve buralarda bu bölümleri tercih edenlerin sayısı da kontenjanlar da azaldı. Bu bize şunu söylüyor: Sürekli iş kazalarıyla anılan, ölümlü iş kazalarıyla anılan, toplum tarafından lanetlenen maden sektörüne biz maalesef mühendis kazandıramıyoruz ülkemizde, yeni mühendisler kazandırmakta geri kalıyoruz. Şimdi, maden hem iş gücü anlamında hem de yan sanayileri anlamında ciddi katma değeri olan bir sektör. Dolayısıyla burada öncelikli görev Çalışma Bakanlığımıza düşüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Lütfen selamlayalım.
SEMA SİLKİN ÜN (Denizli) - Evet, vallahi konuşacak çok meselemiz var. Bunlardan bir tanesini de ben hep Aile Bakanlığına söylüyorum -yani konuları yetiştiremedik- ama sizi de ilgilendiriyor. Şimdi, iktidarımız her seferinde haklı da olarak aile bütünlüğünden bahsediyor ama 696 sayılı KHK'yle kamuda 4/D'li işçi olarak çalışan ailelerimiz, çiftler maalesef ayrı şehirlerde yaşıyor. Şimdi, burada hem iktidarın kendi içinde yaşadığı bir tutarsızlığı kendilerine hatırlatmak istiyorum hem de kendilerini vicdana davet ediyorum. Aradan yıllar geçmiş, evet, bir kadro alınmış ama üç yıl değil, beş yıl değil, sekiz yıl değil, bunun bir süresi olmalı yani bundan sonrasında artık bu ailelerin birleşebilmesi gerekiyor. Hepimizin çevresinde mutlaka sırf bu nedenle boşanmak zorunda kalan, ailesini, aile birliğini sonlandırmak zorunda kalanlar var yani daha kaç ailenin boşanması gerekiyor ki bu konuda Sayın Bakan bir adım atsın!
Çok teşekkür ediyorum.