KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli arkadaşlar, sevgili arkadaşlar; aslında sivil toplumdan gelen arkadaşlarımızın, bir iki arkadaşımızın farklı görüşüne karşın birleşen görüşlerini dinledik.

Şimdi, elimizdeki Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı başlığını taşıyan bu tasarıya ilişkin ben dün akşam bir hazırlık yaptım. Bunu yazılı hâle getirdim, arkadaşlarıma da ancak bugün verebildim, Cumhuriyet Halk Partisi İnsan Hakları Kurulu üyelerine. Bununla ilgili, ayrıntıya girmeden, söylemek istediğim birkaç nokta var. Yoksa her madde üzerinde ayrı ayrı çalışmak için emek verdim. Burada biraz önce sivil toplum adına konuşan arkadaşlarımın hemen hemen çoğuyla -Metin yirmi üç yıldır dedi- yirmi üç yıldır bu mücadele içinde olan ve ülkemizde insan hakları ihlallerinin korunması konusunda emek veren arkadaşlarınızdan biriyim. Şimdi bir milletvekili sıfatı taşıyorum. Şu anda yaptığımız işin, yirmi üç yıllık süreç de dikkate alındığında, en verimli sonuç alıcı ve doğru bir iş olması, doğru bir düzenleme için emek vermiş olmamızın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçmişte insan hakları danışma kurulları, insan hakları kurulları, buralarda verdiğimiz emek ve bunların herhangi bir biçimde mutlaka bazı katkıları olmuştur ama sonuçta, Türkiye'deki insan hakları ihlallerini ortadan kaldırıcı ya da en azından azaltıcı bir sonuç yaratmaya hizmet etmediğinin de bilinci içinde olan bir arkadaşınızım.

Şimdi, elimizdeki metin yönünden baktığımızda, durum nedir? Genel başlık çok iddialı bir başlıktır. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı. Oysa, gerek amaç maddesine baktığımızda gerekse tanımlara ve izleyen maddelere baktığımızda, özünde, burada, Türkiye'de insan hakları sorununun 3 başlık altında korunmasının amaçlandığını görüyoruz. Yani, biliyorsunuz, her hukuk kuralı, her yasa maddesi bir değeri korur, korunan bir değer vardır ve bu amaçla korunan değeri yaşamın içinde ilerletebilmek amacıyla düzenlenir. Biz ne yapıyoruz? O koskoca "İnsan Hakları" başlığının altına sadece "ayrımcılıkla mücadele", "işkence" ve "kötü muameleye karşı mücadele" konularını koyuyoruz. Bir de üstte bir kavramımız var: "İnsan haklarının korunması" kavramı. Bu 3 anlayış da, biraz önce Feray arkadaşımızın ve diğer arkadaşlarımızın ifade ettikleri gibi, tamamen apayrı alanlarda, ayrı bir biçimde de korunması gereken alanlar. Yani, örneğin, İşkencenin Önlenmesine İlişkin Sözleşme apayrı bir sözleşme. Bu "Sözleşme" başlığı altında da işkencenin önlenmesine yönelik kurumların da, gerek devlet ve sivil toplum ortaklığında olsun gerek sivil olarak düzenlenmiş olsun, ayrı ayrı yapılandırılması gerekir. Oysa, burada, bir ortak yapılandırmaya gidiyoruz ve metnin içinde, işkence ne demektir, hangi hâlde işkencenin önlenmesi konusunda ne gibi eylemler, etkinlikler yapılır, bu konuda bir tanıma rastlamıyoruz; aksine, "Tanımlar" bölümünde, hem yasa sistematiğine çok ayrı bir biçimde, çok aykırı bir biçimde, gelişigüzel, ayrı tutma, ayrımcılık talimatı, sonra başkan, sonra kurum, falan, böyle, kavramların birbiriyle ilintisinin de olmadığı, yani en azından neleri tanımlıyoruz, ayrımcılık nedir, işkence nedir, ihlal diye gördüğümüz bu kavramların alt alta yazılması, sonra bu ihlalin giderilmesi konusundaki kurumsal yapıya ilişkin sıfatların sıralanması gerekirken böyle bir karmaşık tanımlama sunuyoruz. Ama asıl eksiğimiz, bu konudaki asıl eksiğimiz ayrımcılık konusunda herhangi bir tanımın olmaması. Oysa alt başlığımız neydi? Ayrımcılıkla mücadeleydi. Biz ayrımcılık kavramını açık ve net olarak tanımlamadıktan sonra, burada, bu konuda herhangi bir düzenlemeyi geliştirmemiz de mümkün olmayacaktır.

Ayrıntılara girmeyeceğim çünkü bunun zaman alacağı inancındayım.

Ayrıca, ihlalin kim tarafından yapıldığını biliyoruz. İnsan hakları ihlalleri devlet kaynaklı ihlallerdir. Şimdi biz devlet kaynaklı ihlallerin ortadan kaldırılması görevini tümüyle devletin resmî kurumlarına teslim ediyoruz. Hem de öyle teslim ediyoruz ki, Hükûmet kanalıyla, var olan Hükûmetin ajanları kanalıyla bunu yaptırmaya çalışıyoruz. Böyle bir şey olamaz. Bu Paris ilkelerinin bize emrettiği şey nedir? Yapının da çoğulcu olmasıdır. Bu çoğulcu yapı içinde de gerçekten insan hakları mücadelesi konusunda eğitimli, bu konuya kendini adamış, bu konuyu ayırıp seçebilecek, yansız, bağımsız, herhangi bir etki altında kalmaksızın karar verebilecek olan kişilerin orada görevlendirilmesidir; yani, bazı kriterlerin konulmasıdır. Oysa burada ne görüyoruz? On yıllık devlet memuriyeti. Devlet memuru olmayan acaba insan hakları konusunda hiçbir yetişkinliğe, erişkinliğe sahip olmayacak mıdır? Maddelerden birinde bu var. Sayılan özellik olarak "on yıllık devlet memuriyeti." 657 sayılı Yasa'ya tabiiyet. Şimdi, bu iki kavram da gerçekten bizim insan hakları sorununu esasen insan haklarını ihlal eden kurumun kendi ajanlarına teslim ettiğimiz anlamına gelir ki bu bir meşruiyet kazandırmaz. Bu yapı, gerek içeride ulusal mekanizmalarımızda kendi yapımız içinde, halkın arasında, gerekse de uluslararası düzlemde yaptığımız şu düzenlemenin, bu tasarının ya da çıkaracağımız yasanın, yine ihtiyacı karşılamayacağı... Ki büyük şanssızlık, bunun bir vize sorununu çözmek için düzenleniyor olduğu iddiası zaten işin meşruluk temelini başlangıçtan ortadan kaldırmış gibi görünmektedir. Bu tablo karşısında, izin verirseniz tekrar, ayrıntıya girmeyeceğim dedim ama birkaç maddenin altını çizmek istedim, şunu yapalım: Daha önce, başlangıçta da ifade etmeye çalıştım, burada bir eksiğimiz var. O eksiğimiz nedir? Bu alanda çalışan insan hakları kuruluşlarından, bu konuyla ilgili kuruluşlarımızdan görüş ve öneri almamış olmaktır.

İkincisi: Bizim kendimizin, İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun önüne bu metnin hazır olarak gelmesidir. Biz ne güne duruyoruz arkadaşlar? Bu bizim görevimiz değil mi? Bizim de bu konuda Hükûmetçe görüşlerimize başvurulması, önerimizin alınması, sonra tekrar bize dönerek, birleştirilmiş bütün öneriler üzerinden burada bir sonuca varmamız gerekmez miydi? Bu eksikliği gidermenin yolu olarak, izin verirseniz, şöyle bir önermede bulunmak istiyorum: Biz, örneğin, Cumhuriyet Halk Partisi İnsan Hakları İnceleme Kurulu üyeleri, kendi aramızda bunun muhasebesini, tartışmasını yapamadık. Size ortak bir görüş sunmak isteriz. Bir süre verelim, bu süre içinde, bir eksikliği gidermek için -bu tümüyle ortadan kaldırıcı bir yöntem olmayacak- bu süreden sonra her birimiz görüş ve önerilerimizi, sivil toplum örgütlerinin bugün verdiği ya da vereceği... Belki onlar da alelacele yaptılar, ayrıntıları sunamadılar. Bir ara vererek, bir zaman ayırarak hepimiz önerilerimizi gerekiyorsa ve uygun görülüyorsa bir alt komisyonda bu arada oluşturarak çalışalım ve yeniden, daha düzgün, daha devamlı, sorunu çözecek, herhangi bir şekilde geçici bir merhem olmayacak, hastalığı tamamen tedavi edecek -tabii ki biliyorum, bu kurum kuruldu diye her şey de çözülmüş olmayacak, bunun da bilincindeyim ama- en azından "En iyisini yaptık." diyebileceğimiz bir yapıyı oluşturalım.

Şimdi, bakınız, burada "bireysel başvuru" gibi bir kavram kullanılıyor. Bu bir bireysel başvuru mu olacak gerçekten? Bu bireysel başvurunun sonucunda nereye gidilecek? Yaptırım sadece istihdam alanıyla... Ki, öyledir, bakın bizim Türk Ceza Yasamızda da böyle bir ayrımcılık konusunda hiç de insan hakları kavramıyla uyuşmayan, ayrımcılıkla uyuşmayan bir yasal düzenleme vardır. Biz bunu yaparken onu da değiştiremeyecek miyiz, yoksa ayrımcılığı insanların mal alıp vermedeki eşitliği, insanların işe alınıp çıkarılmalarındaki eşitliğiyle sınırlı mı sayacağız? Bütün bu anlayışları, bütün bu maddeleri tek tek, yeniden, hayata uygun bir biçimde gözden geçirme gereksinimimiz olduğu inancındayım. Önerimi sundum.

Saygıyla bilgilerinize arz ederim.

Teşekkür ederim.