KOMİSYON KONUŞMASI

İSA MESİH ŞAHİN (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

Bütçedeki Komisyon görüşmelerimizin sonuna geldik, hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Tabii ki bugün genel siyasi bir değerlendirme yapacağım. Bugün, maalesef, Türkiye'de siyasi iklim değişikliğinin bir faturasını ödemek zorunda kalıyoruz. Yapıcı eleştiriler sunmaya çalışacağım. Bu görüşmelerde milletimizin huzur bulacağı bir bütçeyi konuşmak ve Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, sizinle bir keyif kahvesi içmek isterdik ama maalesef, milletimizin acı bir reçeteyle muhatap olduğunu gördüğümüzde acı bir kahveyi de zül görüyoruz.

Emekli, sabit gelirli, dar gelirli ve asgari ücretli vatandaşlarımızın üzerinden maalesef silindir gibi geçen bir yılı geride bırakıyoruz. Kurumlarımızın bütçeleri büyürken vatandaşımızın bütçesinin giderek daraldığını görüyoruz. Bugün Türkiye ekonomisinin üçüncü çeyrek büyüme verileri açıklandı. Türkiye'nin yüzde 2,1 büyüme kaydettiği görülüyor. Makroekonomik verileri incelediğimizde farklı bir Türkiye var ama vatandaşın cebindeki verilerine baktığımızda bambaşka bir ülke görüyoruz. Ülkenin bir bölümünde peri masallarındaki gibi bir hayat yaşanırken -"AVM'ler dolu" kavramı buradan çıkıyor, tırnak içinde- bir yanda ise "Okulda oğluma tost veremiyorum." diye esnaf gezisinde bizzat gördüğümüz ağlayan babalar ve "Torunuma köfte alamıyorum." diye boynu bükülen babaanneler. Bakın, 2024 itibarıyla 14,8 milyon kişi düzenli yardıma muhtaç hâle gelmiş. Sosyal yardımı artırmayı bir başarı olarak görmemeliyiz, azaltmanın bir başarı olduğunu görmeliyiz diye düşünüyorum.

2024 yılının ilk yarısında kredi kartı borçları sebebiyle icraya düşen kişi sayısı 1 milyon 63 bin 379, ilk yarısı için konuşuyorum. Avrupa'nın en büyük adalet sarayı olarak Çağlayan Adliyesi 2012 yılında açılmıştı. Çağlayan Adliyesine son yıllarda bir ek hizmet binası açıldı. AK PARTİ'li arkadaşlar bunun açılışını yapmadılar ama... Niye açıldı? İcra daireleri yetmediği için açıldı Sayın Bakanım. Sosyal bir yıkımı, maalesef, göz göre göre yaşıyoruz. Genel bütçede faiz giderleri için toplamda 1 trilyon 950 milyar gibi bir kalem görünüyor. Bakın, bu tutar birçok bakanlığın, en başta Millî Eğitim Bakanlığının, Millî Savunma Bakanlığının -sayıldı burada- bütçelerinden daha yüksek. Şimdi sormak istiyorum: Faize ödenen bu miktarla kaç okul, kaç havaalanı, kaç organize sanayi bölgesi yapabilirdik? Kaç vatandaşımızın istihdamına çare bulabilirdik? Kaç üniversitemize araştırma fonu aktarabilirdik? Kaç şehir hastanesi yapabilirdik? Uzatabiliriz bunu. Bununla ilgili bazı bakanlarımız EYT'nin ve Maraş depreminin yük olduğundan bahsettiler. Elbette ki bu bir yük kalemidir ancak -depremi, EYT'li vatandaşlarımızı yük olarak görüyoruz- bu faiz rakamları da yük değil midir? Dışişleri Bakanımız, Millî Savunma Bakanımız üçüncü dünya savaşı ihtimaline dikkat çektiler. Yani biz bu kalemle kaç tane TCG ANADOLU uçak gemisi yapabilirdik, savunma sanayimize daha neler aktarabilirdik?

Büyümeden bahsediliyor bütçede. Evet, bir yandan büyüyoruz ama maalesef, istihdamla, yatırımla büyümüyoruz; borçlanarak büyüyoruz, daha doğrusu borcumuz büyüyor, biz ise ha bire faiz ödemek zorunda kalıyoruz. Yatırım durmuş, istihdam durmuş; KOBİ'lerimiz, esnafımız can çekişiyor.

Bakın, yılların lokomotifi tekstil sektörü kan ağlıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, iki hafta önce Merter'de tekstilcileri ziyaret ettim. Büyük firmalar ülkeyi terk etmeye başlamış, siparişler eskisi gibi değil her gün bir firma tabela indiriyor. Ben Merter'i arkadaşlarımızın da ziyaret etmesini özellikle öneriyorum tabloyu görme açısından. Bizim için çok önemli bir sektör maalesef çıkmazda; işvereni ayrı dertli, işçisi ayrı dertli.

"İşçi" demişken, şu anda asgari ücret tartışmalarının şafağındayız. Kelli felli ekonomistler başladılar "İşçiye hedef enflasyona göre zam vermeliyiz." demeye. Vatandaşın cebinin enflasyonu zaten TÜİK'in enflasyonunun çok üzerindeyken biz nasıl olacak da sabit gelirli vatandaşa bunun çok altında bir rakamı reva göreceğiz? Yani burada vatandaşın içinde bulunduğu tabloya dikkat çekmeye çalışıyoruz biz. Yani "Allah aşkına, bir asgari ücretlinin yiyeceği ekmek mi veya çocuğuna alacağı bir kıyafet mi artırıyor bu enflasyonu?" diye sormadan edemiyoruz. Biz bu insanların hangi şartlar altında yaşadığını düşünüyoruz? Esasında bu Komisyondaki görevli arkadaşların şöyle bir hafta, iki hafta bir asgari ücretlinin evinde ya da bir emeklinin evinde kalması sanırım bir öneri olarak da sunulabilir diye düşünüyorum tabloyu görme açısından. Tabii, Sayın Cumhurbaşkanımızın meşhur çay, simit hesabı aklımıza geliyor. Asgari ücretli şu anda sadece simit yiyebiliyor zaten bu hesaba göre. E, kirası var, mutfağı var, faturası var, çocuğunun okul masrafı var, var yani var da var. Bütün bunları düşündüğümüzde Çağlayan ek hizmet binasının neden açıldığı sorusu da önümüze çıkıyor diye düşünüyorum. Bu tabloda asgari ücretin insan onuruna yakışır bir rakam olması önem arz etmektedir.

Peki, emekliler... Emeklilerimizin, maalesef, ruhuna el Fatiha diyoruz. Emeklimiz simit bile yiyemiyor bu hesaba göre. Değerli Başkanlarım, Değerli Cumhurbaşkanı Yardımcım; bir insan 12.500 lirayla nasıl geçinebilir? Bu sorunun cevabı önemli. Ya, buradaki bürokrat arkadaşlarımız hesaplasın, yazsın çizsin, makul bir şey bulsunlar, bizim önümüze... Yani "Benim emeklim işini bilir." diyemeyiz. Bu tabloda, maalesef, geçinmek mümkün değil 12.500 lira rakamla.

Bakın, yıllar önce paradan 6 sıfır atmakla övünen bir iktidar vardı, haklıydı; hukuk devleti olmakla övünen bir iktidar vardı, sonuna kadar haklıydı; ekonominin evrensel ilkelerini uygulamakla övünen, istikrarla, büyümekle övünen bir iktidar vardı, haklıydı; demokrasiyle, şeffaflıkla övünen bir iktidar vardı, haklıydı; vesayetlere kafa tutmakla, hesap sormakla, hatta yok etmekle övünen bir iktidar vardı, sonuna kadar haklıydı ama üzülerek görüyorum ki biz artık o iktidarı göremiyoruz. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." diyen bir iktidar vardı, bu felsefeyi parti programının merkezine koyan bir iktidar vardı; maalesef, şimdi devleti önceleyen bir iktidar var karşımızda. Ben şimdi şunu söylemek istiyorum: Yukarıda övündüğünüz hasletlerin yerini tam tersi uygulamalar aldığında -işte, iklim değişikliği dediğim şey bu- ortaya çıkan enflasyon yüzünden, maalesef, bugün fiyatlara 1 sıfır daha eklendi. Peki, bizim gelirlerimiz ne oldu? Banka hesabına para geldiğinde borçları ödemeden önce o meblağı gördüğümüz birkaç saniye var ya, işte o rakama göre söylüyorum: Gelirlerimiz neredeyse yok oldu. Acilen müdahale edilmezse, doğru politikalar ortaya konulamazsa korkarım ki başka sıfırlar da eklemek zorunda kalacağız.

Şimdi, şapkayı önümüze koyup düşünme vaktidir. Biz çok söyledik, demek istemiyorum ama hakikaten çok söyledik Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, ben ve benim gibi kalbi bu ülke için atan samimi kardeşlerimiz, kardeşleriniz çok söyledi. Samimi olarak uyardık, "Bu ekonomi politikası doğru sonuç vermez." dedik. "Aklınıza ihtiyacımız yok." cevaplarını aldık. "Ekonomi bir bilimdir, kurallarına göre hareket edilmezse sonu iyi olmaz." dedik. Bizi faiz lobisi olmakla suçladılar. Geldiğimiz noktada ise bugün dünyanın en yüksek faiz veren ülkeleri arasındayız. Umuyorum, listenin 1'inci sırasındaki Zimbabve'yi de geçme başarısını göstermeyiz.

Samimi eleştiriler geldikçe -bunların hepsi samimi, yapıcı eleştirilerdi aslında- hep mazideki başarılara atıfta bulunuldu. "Biz mega projelerin iktidarıyız." denildi, elhak doğrudur. AK PARTİ bu ülkede mega projeler yapmıştır, büyük işler yapmıştır ama bugün ise karşımızda mega bir faiz borcu vardır, mega bir kamu borcu vardır. İşte, eleştirdiğimiz nokta, Türkiye'nin o büyük hikâyeden geldiği bu noktadır. Biz kamuda şatafattan, lüksten tasarruf edelim, israf etmeyelim derken yani ülkemizi gerçekten samimi bir şekilde dert edinirken Tarım Bakanlığında eski Bakan ile yeni Bakanın Audi A8 Long kavgasını gördü bu gözler maalesef. Tüm samimiyetimle soruyorum: Neden bizi dinlemediniz? Hadi bizi dinlemediniz -bu sözüm de AK PARTİ sıralarındaki arkadaşlarımıza- içinizden bir babayiğit çıkıp da "Sayın Cumhurbaşkanım, yanlış yapıyoruz." diye neden itiraz edemediniz? Bunu da sormak istiyorum. Yani değer miydi emeklimizi bu hâle düşürmeye; işçimizi, esnafımızı, memurumuzu bu hâle düşürmeye? Değer miydi gençlerimizin hayallerini söndürmeye? Değer miydi vatanlarında paşalar gibi yaşamak varken gençlerimizi, yetişmiş insan kaynağımızı el kapılarına muhtaç etmeye?

Bakın, bu iktidarın yedi sekiz yıl öncesinden bahsediyorum. Bir memur maaşıyla 1 ev alınabiliyordu yani planlamayla 1 ev, 1 araba alınabiliyordu; bir aylık maaşı kastetmiyorum. Yani bir memur, maaşıyla eve, arabaya girebiliyordu ama bugün geldiğimiz noktada, şimdi, 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücretli çalışsa yoksulluk sınırına ancak yetişebiliyor. Soruyorum: Değer miydi vatandaşımızı insan onuruna yakışmayan bu tabloya mahkûm etmeye?

Bakın, biz sizin, ekonomi ekibinin samimi gayretlerine şahidiz, bu çabalara şahidiz. Ancak kayıt dışı ekonomiyi bitirmek için, para politikasını yönetmek için, ekonomiyi Sayın Şimşek'in de deyimiyle rasyonel bir zeminde tutmak için çok uğraşıyorsunuz, bunu görüyoruz ancak kayıt dışı ekonomi sadece küçük esnafı denetleyerek olmaz, büyük küçük demeden herkes bu denetime tabi olmalı, özellikle de kamuya iş yapanlar bu hesabı daha detaylı vermeli. Bu krizi sadece gariban vatandaşın sırtına vergi yükleyerek çözmek düşüncesi de doğru değildir. Para politikası da sadece yüksek faizle yönetilemez.

Ben sahada olmaya gayret gösteren bir milletvekiliyim. Eşim, dostum, çevrem, herkes maalesef kan ağlıyor. Ekonomi -az önce de ifade ettim- durma noktasında, etrafımda duyduğum tek söz: "Kimsede para yok, herkesin parası faizde." Kamuda tasarruf ve en önemlisi yapısal reformlar mutlaka ama mutlaka hayata geçirilmeli, kamuda tasarruf konusunda gerçekçi bir politikaya ihtiyacımız var. Az olan az, çok olan çok tasarruf etmeli.

Evet, ekonomik tablonun vahameti maalesef sosyal hayatta da farklı krizleri beraberinde getiriyor. Maalesef, bu tabloda sosyal bir patlamanın eşiğine gelmiş durumdayız. Toplumsal bir cinnet ülkeyi esir almış durumda. Ülkenin dört bir yanında şiddet, cinayet olayları duyuyoruz. Sokakta yaşanan en ufak bir tartışma bir yol kavgasına, bir park kavgasına, bir sınav kavgasına, bir alacak kavgasına, ocakları söndüren bir trajediye dönüşebiliyor maalesef. Borç batağına düşen vatandaş, kendisine çıkış yolu bulamayan vatandaş çareyi daha büyük bir çözümsüzlükte arayabiliyor.

Bir başka sosyal sorunumuz sanal kumar ve bahis; bu, artık bir millî güvenlik meselesidir. Evet, her cep telefonu bir kumarhaneye dönüşmüş durumda yani her vatandaşımızın cebinde artık bir kumarhane geziyor maalesef. Oyun görüntüsü altında küçücük çocuklar büyük bir tehlikeye atılıyor. Ne yazık ki sosyal medya platformlarında on-line reklamlar cirit atıyor ve buna bir müdahale gelmiyor. Bakın, şu reklamlar, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, sosyal medyada o kadar rahat geziyor ki yani buna acil ve sert önlemler alınmalıdır. Bir ülkenin geleceğinden bahsediyoruz. Eğer devlet bir sertlik gösterecekse bu tehlikelere karşı sertlik göstermelidir diye düşünüyorum.

Bahis demişken, bakın, az önce bütçeden bahsettik, şu anda en küçük bir gelire dahi ihtiyaç varken neden spor müsabakalarına dayalı müşterek bahislerde vergi oranları yüzde 10'dan yüzde 5'e indirildi? Neden birilerinin vatandaşların bağımlılığı üzerinden para kazanmalarına göz yumuluyor? Neden emekliden, asgari ücretliden, memurdan esirgenen, şans oyunu simsarlarına veriliyor? Sonra, vatandaş neden devletinden ümidini kesiyor? Neden gençler yabancı ülkelere gitmek istiyor? Neden insanlar çözümü kolay para kazanma heveslerinde arıyor? Ya, bu sorular art arda geliyor. Eğer biz vatandaşı kumardan koruyamazsak çetelerden kim koruyacak?

Türkiye'nin son yıllarda sadece fiyat enflasyonu yok, bir de çete enflasyonu var. Her sektörün ayrı bir çetesi oluşmuş. Yenidoğan çetesi, bahis çetesi, organ çetesi, tapu çetesi; çoğalıp gidiyor. Çeteleşme konusunda öyle uzmanlık alanları çıktı ki normal silahlı çeteler yanında sönük kalıyor. Bir de buradaki çeteler yetmiyor gibi yurt dışından çete liderleri de Türkiye'yi tercih ediyor. Haberlerde bir gün "Sırp uyuşturucu baronu yakalandı." bir gün "Hollandalı silah baronu yakalandı." derken kamu düzenimizin zedelediğini, parça parça dağıldığını üzülerek görüyoruz. "Neden?" sorusunun cevabı işte burada: Bozulan kamu düzeni. Oysa mafyayı bitiren bir iktidar, kamu düzenini sağlayan bir iktidar vardı geçtiğimiz dönemlerde.

Toparlarsak Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, bu faiz bütçesiyle, yanlış politikaların sonucu ortaya çıkan enflasyonist ekonomi modeliyle sadece para kaybetmiyoruz, ekonomik kriz yaşamıyoruz, toplumsal ahlakımızı kaybediyoruz, adalet kurumumuzu kaybediyoruz, toplumsal barışı kaybediyoruz, kamu düzenini kaybediyoruz; kısacası, bir nesli ve ülkemizin geleceğini kaybediyoruz.

Acilen yapmamız gereken şeyler var. Mesele iklim meselesi, konuyu oraya bağlayacağım. İhtiyacımız olan şey, böyle bir tabloda Türkiye'de yeni bir iklim tesis etmektir. Esasında, daha önce var olan iklimi yeniden Türkiye'ye getirebilmektir. Daha önce var olan iklim neyle olmuştu Türkiye'de esasında? Adaletle, liyakatle, şeffaf bir kamu düzeniyle. Şimdi, bizim ihtiyacımız olan şey; sadece ekonomiyi verilerle yönetemiyoruz, sıkı bir para politikasıyla yönetemiyoruz, bu iklimle de desteklemek zorundayız. Dolayısıyla, bizim ihtiyacımız olan şey, adaletli bir düzen, liyakatli bir sistem, şeffaf bir devlet, toplumsal barış, tam demokrasi ve eksiksiz kamu düzeni.

Bir hukukçu olarak üzülerek söylüyorum ki bugün Türkiye'nin en önemli sorunu adalet sorunu. Az önce size bir yıllık konuşmalarımızı içeren bir kitabımızı takdim ettim, en çok "adalet" vurgusu yapmışım Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım. Sosyal medyada bir anket yayınladım, bayağı da 6.125 kişi tercihte bulunmuş. "Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?" diye sordum, yüzde 75 "adalet" demiş. Yani şu anda toplumda adalete olan bir güven sorunu var. Burada da ekonomiyle bağlantılı olarak şunu söyleyebilirim: Sayın Cemil Çiçek'in bir sözünü birkaç kere vurguladım Mecliste, yine vurgulayayım; Sayın Cemil Çiçek geçtiğimiz yıllarda bir televizyon programında şöyle bir ifade kullandı, çok değerli bir devlet adamıdır, sevdiğim, saydığım birisidir: "Ben Adalet Bakanıyken yabancı bir yatırımcı Türkiye'ye geldiğinde ilk uğradığı mekânlardan biri Adalet Bakanlığıydı." Neden? Çünkü yatırımcı hukuka bakar, hukuk varsa gelir, hukuk güvenliği varsa gelir, yatırımcıyı yoksa tutamazsınız. Yani gelmediği gibi var olanı da tutamıyoruz. Hukuk güvenliği böyle bir şey. Yani, bizim, Türkiye'de, adaletin gerçekten devletin temeli olduğu bir sistemi inşa edebilmemiz lazım. Yani adalet konusunda -dün Adalet Bakanlığında da konuştuk- bir yargı reformuna ve ciddi kitlesel mağduriyetleri çözen bir adalet reformuna ihtiyacımız var.

Liyakatli bir sistem dedik yani kamuda esas alınması gereken şey liyakatli bir sistemin tesis edilmesi. Onun için, ben, mülakat konusuna çok sık dikkat çektim, geçen sene siz geldiğinizde de dikkat çektim. Kanun teklifi verdim kamuda mülakatın kaldırılması için, bu kanun teklifi reddedildi, sağ olsun, AK PARTİ'li arkadaşların oylarıyla reddedildi. Yani isteğimiz şu: Ya, ben kamuya birini alacaksam, bir mahkemeye hâkim, savcı alacaksam bana ne AK PARTİ'li mi, Gelecek Partili mi; bir tek şeye bakman lazım, liyakatli mi ve adil karar verecek mi yani işini doğru yapacak mı. Bakmamız gereken şey bu olmalı ama maalesef, kamuda bu liyakat konusunda kaybettiğimiz için de biz ekonomide bu sorunları yaşıyoruz. Geçtiğimiz dönemlerde piyasalar için... Piyasanın başında, hazinenin başında kimin oturduğu çok önemlidir. Onun için, ben sizin gibi, Mehmet Şimşek gibi isimlerin -evet, eleştiriyoruz ama- bu isimlerin piyasaya güven vermesi de önemli bir şey. Geçtiğimiz yıllarda biz bu tür şeylerin faturasını da ödedik maalesef, bu açıdan da liyakatli bir sistem önemlidir.

Şeffaf bir devlet vurgusu yaptım yani TÜİK verileri ile vatandaşın verilerinin, diğer kurumların verilerinin uyuşmadığı bir tabloda maalesef şeffaflıktan da bahsetmiyoruz ve vatandaşın da devlete olan güven ilkesi maalesef zedeleniyor.

Toplumsal barışa dikkat çektim. Türkiye'nin önemli sorunları var, kucaklaşması gereken kitleler var devletin. Biz maalesef devletin hep o çatık kaşlı baba rolünü tercih etmeye çalışıyoruz son dönemlerde, devletin bir de ana rolü vardır. Devlet Ana kitabından hareketle, devletin bir de ana rolü vardır; kucaklayan, merhamet eden, saran rolü de vardır. Dolayısıyla, Türkiye'de bazı kitlelerle kucaklaşmak şarttır. Son dönemde Sayın Bahçeli'nin açıklamalarıyla yürütülen bir süreç var, biz bunu önemsiyoruz. Türkiye'de sorunların çözümü adına ortaya konulacak siyasi iradelere destek verilmesi gerektiğini de düşünüyoruz. Sadece terör örgütü liderinin Mecliste konuşulması konusunu bir mübalağa sanatı olarak gördüm, onu da ifade edeyim ama onun haricinde ortaya konulan çözüm iradesini değerli buluyoruz, bu çözüm iradesine de sahip çıkılması gerektiğini ifade ediyorum. Sembolik olması adına da bununla ilgili de bir kanun teklifi verdim. Nevruz Bayramı Türkistan'dan Anadolu'ya, Mezopotamya'dan Rumeli'ye kadar hepimizin ortak sevincidir, ortak kültürüdür. Nevruz Bayramı'nın millî bayram ilan edilmesi için de bir kanun teklifi verdim. Bu henüz reddedilmedi Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım yani bunu bir kucaklaşmaya, kardeşliğe vesile olması adına inşallah Meclise getireceğiz, onu da ifade etmiş olayım.

Yine, kucaklaşma adına bir başka kitle Türkiye'de KHK mağdurları. Önemli bir kitle, aileleriyle birlikte milyonlarca insanı ilgilendiren bir kitle. Buradaki temel kriterimiz bizim suçlu ile suçsuzun ayrılmasıdır. Elbette suç işleyenler var ama bir de masum olanlar var, mahkemelerin "Suçsuzdur." dediği kişiler var. Bunların kesinlikle görevlerine iade edilmesi şarttır. Bunun yanında da yargılamalarda adil olmayan kararlar, hukuki temeli olmayan kriterlerden verilen hukuksuz kararlar var. Bu konuda da devletin bir kucaklaşmaya, insanımıza el uzatmaya ihtiyacı olduğunu ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun lütfen, iki dakika ekliyorum.

İSA MESİH ŞAHİN (İstanbul) - Son olarak, tam demokrasi ve eksiksiz kamu düzeni dedik. Kamu düzeninin nasıl bozulduğunu az önce ifade ettim. Kamu düzeninin bozulmasının sonuçlarının sokaklarda nasıl yaşandığına örnekler verdim. Burada tabii ki kamu düzeninin tesis edilmesi önemlidir. Tam demokrasi Türkiye'nin geleceği açısından, iklimi yeniden şekillendirme açısından önemlidir. Bu konuda da son dönemde tartışılan bir konuya dikkat çekerek kapatmak istiyorum: Kayyum uygulaması. Kayyum uygulamasının millî iradeye ve hukuk devleti ilkesine ben zarar verdiğini düşünüyorum ama oradaki terör dengesini de koruma gerekliliğine de inanıyorum. Bu anlamda biz bir kanun teklifi verdik Saadet Partisi olarak. Bu kanun teklifinde kayyum uygulamasına sebep olan 2016'daki KHK'yle gelen maddenin kaldırılmasını öngördük, onun haricinde de bir belediye başkanının görevden alınmasının mahkeme kararına dayandırılması gerektiğini ifade ettik. Yani bir belediye başkanı mahkeme kararı olmadan görevden alınmamalı, görevden alınıyorsa da yerine yine millî iradenin tecelli ettiği bir belediye meclis üyesi seçilmeli, kanun teklifimiz bunu ifade ediyor.

Evet, bu konuya da dikkat çektikten sonra, Değerli Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, 2025 yılı bütçesinin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Umarım bu gayretler Türkiye'de -az önceki ifade ettiğim- adalet için, liyakat için, tam şeffaf bir devlet için, toplumsal barış için, eksiksiz demokrasi ve kamu düzeni için yeni bir iklimi inşa etmemize vesile olur diyorum.

Bu duygularla herkesi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum.