KOMİSYON KONUŞMASI

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Tabii, aradan önceki konuşmaları dinlediğimizde sendikalar bu işe çoğunlukla karşı olduğunu söylüyorlar. Toplumsal bir mutabakatın olmadığı belli. Teknik bir konu. Bunun bir alt komisyonda görüşülmesiyle ilgili biz talebimizde ısrar ediyoruz, hatta Ekonomik Sosyal Konseyde bunun görüşülmesi lazım çünkü çalışma hayatının temelini ve bütün kesimleri ilgilendirecek bir olay. Bu şekliyle çıkması hâlinde toplumsal barışı bozacak bir olay. Biz bunu geçtiğimiz dönemlerde de söyledik ama dinlenmedi, sonradan tekrar Mecliste revize edilen kanunlar oldu yani hiç bunlara gerek olmadan aslında Mecliste bunu yapabiliriz.

Sayın Bakan, konuşmasında şöyle bir ifade kullandı: "Biz, seçim öncesi vaatlerimizde halkımıza verdiğimiz sözleri yerine getiriyoruz." Ben arada Adalet ve Kalkınma Partisinin 1 Kasım öncesinde seçim vaatlerine baktım. Acaba bu çalışma hayatıyla ilgili bir değerlendirmesi, halkımıza vermiş olduğu öyle bir vaat var mı diye baktım. Eğer öyle bir şey varsa, Adalet ve Kalkınma Partisi 1 Kasım seçimleri öncesinde çalışma hayatını temelinden değiştirecek kuralsızlığı, tamamen atipik çalışmayı artıracak bir düzenlemeyi eğer halkımıza vadetmiş, onlar da destek vermişse elbette ki bizim yapacak bir şeyimiz yok, bu konuda saygı duymak lazım. Bunu tabii 64'üncü Hükûmetin eylem planı için söylemiyorum çünkü o 64'üncü Hükûmetin eylem planı 1 Kasımdan sonra olan bir süreç yani güven oylamasından sonra olan süreçle ilgili bir durum. Baktığımız zaman şimdi ne demiş AK PARTİ 1 Kasım seçim vaadinde çalışma hayatıyla ilgili? Benim tespit ettiğim, eğer eksiklikler varsa lütfen düzeltin. "Asgari ücreti 1.300 TL net yapacağız." demiş asgari ücretle ilgili. "200 bin kişiye istihdam sağlayacak, Silvan'daki 200 bin hektar alanın sulandırılması projesi." demiş. Gene istihdamla ilgili öyle bir şey söylemiş. "Taşeron işçiler kamuda istihdam edilecek." demiş. Bir de emekliye 100 TL seyyanen zammı söylemiş. Yani bunun dışında esnek çalışma, kıdem tazminatı, ödünç işçilik gibi bir tanımlama 1 Kasım seçimleri öncesinde yok. Bir kere bunu burada düzeltelim. Sayın Bakan aynısını geçtiğimiz Çalışma Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde Plan Bütçe Komisyonunda da gene söyledi. Yani herkesin algılaması... Belki 64'üncü Hükûmet eylem planı olarak söylüyor olabilir ama şeyinde öyle çıkmadı yani tutanaklara baktığımız zaman bu, AKP'nin seçim vaadi olarak hep algılandı. Bir kere bunu düzeltelim yani halkımıza eğer öyle bir şey yapılmış olsaydı belki daha farklı bir sonuç olabilirdi AKP açısından diye düşünüyorum.

Şimdi, geldiğimiz noktada tabii ki özellikle bu özel istihdam bürolarıyla ilgili tartışma ilk defa oluyor değil. Ta 1926 yılından beri de bu tartışılmış hatta yasa teklifleri olarak Büyük Millet Meclisine gelmiş, sonra reddedilmiş. Yani sonuçta bu işte dayıbaşılık gibi, işçi simsarlığı gibi böyle birtakım uygunsuz çalışma yöntemlerinin kasışında olmak için yapmışlar bunu. Onun için İŞKUR olmuş. Elbette ki kayıt dışı istihdamla ilgili mücadele etmek, yeni iş alanları yaratmak gibi çalışmalar hepimizin görevi olmalı. Bu konuyla ilgili Türkiye'de işte daha dün açıklandı resmî rakamlar: Yüzde 10,5 olmuş işsizlik ama esasen öyle değil. TÜİK'in rakamlarının çok doğru olmadığını biliyoruz, işsizliğin daha yüksekte olduğunu biliyoruz hepimiz bunu, sizle de, AKP'li arkadaşlarımızla da konuştuğumuz zaman onlar da aynı şeyi söylüyorlar. Elbette ki yeni istihdam yaratmak için projeler üretmemiz lazım ama bunu özel sektöre devretmek yani devletin... Ki bu şeyleri belki madde madde konuştuğumuzda Anayasa'ya da aykırı olan birçok madde olduğunu görüyoruz burada, Anayasa'nın temel birçok maddesine de aykırı olduğunu görüyoruz. Yani sonuçta eğer yasallaşsa bile birçoğunun Anayasa Mahkemesinden döneceğini biz iddia ediyoruz.

Yani Sayın Bakanın şöyle bir şeyi var. Geçmişte Millî Eğitim bakanlarından bir tanesi "Ya şu okullar olmasa ben ne güzel Millî Eğitim Bakanlığı yaparım." demişti. Herhâlde Sayın Bakan da "Ya şu işçiler, işverenler olmasa ben ne güzel Çalışma Bakanlığı yaparım." anlayışıyla yani esasen Çalışma Bakanlığının yapması gereken bir işi özel sektöre havale etmek istiyor. Yani burada İŞKUR'un Türkiye'de 81 ilin -bilmiyorum, 950'ye yakın ilçemiz var- kaç tanesinde temsilcilikleri var? Yani geniş örgütlenme ağıyla aslında İŞKUR vasıtasıyla yapılabilecek bir olay. Yani buna niçin aracı bir kuruma ayrıca böyle bir para ödensin ki?

İşte, taşeron belasından hep beraber kurtulmanın yollarını arıyoruz. Sizin de vaatlerinizde var: "Taşerondan nasıl kurtuluruz?" diye. "Taşerona vereceğimiz parayı işçiye verelim." diye hep düşünüyoruz ama geldiğimiz noktada şunu görüyoruz: Bu işin içinde başka bir şey var Sayın Başkanım. Bu işin içinde ne var biliyor musunuz? Nemalanma var. Niçin dersiniz? Bakın, tabii, bu özellikle kapitalist ülkelere baktığımızda o sistemin getirmiş olduğu bir rant pazarı var burada. Sadece 2014 yılında bu alanda dünyadaki ciro 415 milyar dolar. 415 milyar dolar dünyada getirdiği 2014 yılında. ILO'nun resmî rakamlarından almış olduğum verileri söylüyorum ben size. Yani Türkiye'de yine böyle bir sistem getirilerek burada yeni bir rant alanı açılmasının, işçi üzerinden yeni bir rant alanı açılmasının yolu açılmış oluyor. Bu çok doğru değil ve ben siyasal görüşme olarak da çok ahlaki bulmuyorum bu olayı. Çünkü burada işçi simsarlarına verilecek paranın, geçim sıkıntısı çeken... Tıpkı taşeronlarda olduğu gibi İŞKUR vasıtasıyla yapılması ve bu yaptığımız düzenlemelerin aynısının ve devletin denetiminde olacak bir şekilde İŞKUR tarafından yapılmasının doğru olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, burada tabii işsizliğin önlenmesi, kayıt dışılığın azaltılması hedefleniyor ve Avrupa'dan da örnekler veriliyor. Ben de bu yasa geldiği zaman Avrupa'daki örneklerine baktım. Avrupa'da ne var, nasıl yapmışlar, bize uydurabilir mi? Tabii herkesin gelenek, görenek, yaşam biçimi farklı. Kendimize göre uydurabiliriz, birebir belki almayabiliriz. Şimdi burada esneklik özellikle dört unsurdan oluşuyor, bu dört unsuru şöyle söyleyebiliriz. Bir de bunların karşısında dört çeşit güvence var. Bir esneklik var, "güvenceli esneklik" diyoruz. Esnekliğin karşısında acaba Avrupalılar nasıl yapmış, nasıl sağlamış? Bir iş güvencesi var.

Bir: Esneklikte "dışsal sayısal esneklik" diyor yani iş alma ve işten çıkartmaların kolaylaştığı bir esneklik sistemi.

İki: "İş sayılan esneklik" diyor. Fazla çalışma, part-time, geçici gibi olan bir esneklik.

Üç: "İşlevsel esneklik" diyor. Bu, çalışanların yetkilerinin farklı şekilde kullanılabilmesini sağlayan bir şey.

Dört de, son olarak da "ücret esnekliği" diyor yani Avrupa'daki esneklik.

Peki, "güvenceli esneklik" dediğimiz zaman bunun karşılığında nasıl bir güvence sağlamış Avrupa? İş güvencesi var. Nasıl? Yani aynı işverene bağlı olarak belirli bir işte devam etmenin güvence altına alınmasını öngörüyor.

İki: "İstihdam güvencesi" diyor yani ücretli çalışmanın aynı iş veya aynı işverene bağlı olup olmamasına bakılmaksınız devamlılığı esas alıyor.

Üç: "Gelir güvencesi" diyor. Nedir bu? İşsiz kalınan sürede yeterli bir gelir seviyesinin garantiye alınmasını içeriyor.

Dört: "İş ve değer" yani aile ve sorumlulukları bir arada yürütebilme anlamına gelen iş-yaşam dengesi kavramıyla tartışılan bir güvence olarak sunuluyor. Yani burada evet Avrupa'da birçok örneğinde "güvenceli esneklik" dediğimiz bir esnek çalışma modeli var uzun yıllardır hatta İngiltere'de sınır yok, Almanya'da var, işte İtalya'da var ama şu anda mesela bunun en olumlu olanı ilk başta Danimarka ve Hollanda'da görülmüştü. Ama bugün bile orada yaşanan olumsuzluklardan, oradaki yaşam standartlarının, çalışma koşullarının, haftalık çalışma saatlerinin ne kadar insani olduğunu biliyoruz ama orada bile bunlar çok tartışmalı hâlde. "Bunları tekrar nasıl düzeltebiliriz?" derdindeler. Onun için bu olaya Türkiye'de "güvenceli esneklik" deniyor ama burada hiçbir güvence yok. Yani bir işçi bir istihdam bürosuna kayıt olduğu zaman, işsiz kaldığı zaman onun bir güvencesi yok çünkü bir istihdam bürosu açmanın kuralları bile çok zayıf burada yani burada bir güvence bedeli bugün bir araba yani lüks bir araba fiyatı bile değil. Düşünün, işçilerin parasını vermedi, ertesi gün kapıya kilit vurdu yani bir devletin güvencesi olmayan -bu belki daha ileride tartışılacak- böyle bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.

Yani burada işçi simsarlığı ve emeğin bir mal gibi alınıp satılmasını yasal hâle getiren bu düzenleme tüm işleri ve iş kollarını kapsar nitelikte geniş. Hiçbir iş ya da iş kolu istisna edilmemektedir bu düzenlemede. Bu yeni düzende işçilerin işverenlerden korunması mümkün değildir. İşçiler fiilen örgütlenme ve grev haklarından mahrum edilmektedir burada. Mesela şöyle düşünün: Bir iş yeri var, bir toplu iş sözleşmesi var, bir de Avrupa'dan örnek verirken bakın meslek standardı var. Daha bizim ülkemizde meslek standardı yapılmadı. Nasıl meslek standardı? Belki biliyorsunuzdur ama tekrar olsun diye izin verirseniz çok kısa bir şekilde anlatayım. Meslek standardı, örneğin Almanya'da bir kaynakçı düşünün, sınıflanmış, birinci, ikinci, üçüncü sınıf. Yani ben düz mantıkla söylüyorum. Şimdi, Almanya'nın hangi şehrine giderseniz gidin, işte bir istihdam bürosunda bir işveren birinci sınıf kaynakçıya eğer ihtiyacı varsa o kaynakçının asgari ücreti bellidir yani orada, bir ücret garantisi vardır yani kendi yapmış olduğu meslek standardına göre bir ücret garantisi vardır burada. Peki burada böyle bir şey var mı? Hayır, yok. Çünkü burada Türkiye'de daha henüz... Biz geçen sene eylül ayında, 2014 yılında taşeronların kadroya alınmasıyla ilgili, esas iş, yardımcı iş kavramıyla ilgili bakanlıklar bunu yapacak ve hangi bakanlığın esas işi nedir, yardımcı kavramını ortaya koyacaklardı ve daha sonra ihtiyaca göre de orada çalışan taşeron işçiler kadroya alınacaktı. Bakın, on altı, on yedi ay geçti Sayın Başkanım. Daha biz bakanlıklarda... Ben iddia ediyorum bir buçuk, iki aydır yapılması, çok rahat yapılması... Düşünün, şimdi, Sayın Çalışma Bakanımız burada. Çalışma Bakanımız yanındaki bürokratlarına talimat versin, on beş gün içinde Çalışma Bakanlığının esas iş, yardımcı iş konuları ortaya çıkar. Şimdi, eğer bunu yapamıyorsanız o zaman orada Sayın Bakanda kabahat yok, o zaman bürokraside kabahat var, çalışanlarda kabahat var. Yani bir bakanlıkta hangi işin esas iş olduğu eğer on yedi aydır tespit edilemiyorsa o zaman burada art niyet vardır yani sadece söylem ile eylem arasında farklılıklar olduğunu görüyoruz. Onun için burada getirilen düzenlemelere işte Avrupa'dan örnek veriyor çünkü Avrupa'da, orada bir Sanayi Devrimi yaşanmış, o Sanayi Devrimi'nde bütün kurallar olmuş, sendikalaşma, örgütlenme belli bir bedel ödenerek gelmiş ve oturmuş, yerleşmiş bir kural var. Oradaki kuralları da şöyle düşünün, hep örnek veriliyor. Örneğin gene Almanya'dan bahsedersek gidin Almanya'nın herhangi bir fabrikasına, Mercedes, Volkswagen, Siemens, hangi fabrikasına giderseniz gidin yönetim kurulunda işçi temsilcisi vardır. İşçi adına yönetim kurulunda o planlama sürecinde onlar otururlar ve birlikte karar verirler, o planlamayı... Bizde yönetim kuruluna, bırakın, müdürden bile işçi temsilcisi gidemiyor. Yani Avrupa ile Türkiye'yi kıyaslarken çalışma hayatı açısından -o biraz önce, en başta söyledim- gelenek, görenek ve geçmişte yaşanan tecrübeleri de dikkate aldığımızda bizim bu konuda daha çok yiyecek ekmeğimizin olduğunu düşünüyorum ama siz bu getirdiğiniz düzenlemeyle yani esas sistemde gerçekten olması gereken düzenlemeleri yapmadan yani bir gömleğin düğmesini ilk yanlış düğmelediğiniz zaman aşağıya kadar yanlış şey yaparsınız Sayın Başkanım yani burada gömleğin düğmesi yanlış ilikleniyor ve sonuçta bu yasanın yukarıdan aşağıya kadar yanlış olduğunu ifade etmek isterim.

Ayrıca, bu getirilen düzenleme Anayasa'mızın "Çalışma ve sözleşme hürriyeti" başlıklı 48'inci maddesindeki irade özgürlüğüne de uymamakta, onu yok etmektedir. Anayasa'ya göre "Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir." Ancak mesleki anlamda geçici iş ilişkisi özü itibarıyla Anayasa hükmüne aykırıdır burada. İşçinin yaptığı sözleşmeyle iradesi elinden alınmakta, herhangi bir üretim unsuru gibi değişik işverenlerin elinde dolaştırılmaktadır. Yani burada biz üretimi, işçiyi üretim, meta hâline koyuyoruz bu düzenlemeyle. Şimdi diyeceksiniz ki: Böyle bir şey olmayabilir ama şöyle bir şey var Sayın Başkanım: Bugün işsizliğin çok yüksek olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bugün "Sabahleyin ben evden işe gidiyorum." demek bile lüks olmuş. Yani siz bir işçinin önüne bir alternatif koyduğunuz zaman onu elinin tersiyle itecek durumda değil, mecbur. Yani siz bu mecburiyetten dolayı "İşte, biz bunun iş tanımlarının özelliklerine göre işe istihdam yaratma olanaklarını sağlıyoruz." demek gerçekten sadece kâğıt üzerinde kalan bir düzenleme Sayın Başkanım. Onun için bunun -yani eğer yapılmak isteniyorsa- alt komisyona gönderilmesi en azından Anayasa'nın bu ilgili maddesi gereğince bile gerekiyor.

Gene Anayasa'nın 49'uncu maddesinde "Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir." başlıklı temel düzenlemeye de aykırı. Anayasa'da "Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır." denilmektedir. Kim diyor bunu? Devlet diyor. Peki, burada örneğin kiralık işçilikle ilgili bir düzenleme getirdiğiniz zaman bugün iş kazalarını görüyoruz. İşte 6331 sayılı yeni İş Sağlığı İş Güvenliği Kanunu çıkarmıştık ve o gün kanun çıkartılırken o zaman da söylemiştik, demiştik ki: Bu yasa gene eksik. Yani niçin eksik? İyi niyet olabilir ama dinlenmiyor. Nasıl eksik? Çünkü siz bu denetimi, iş sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili denetim mekanizmasını eğer özel kurumlara verir, özel kurumlarda denetlenecek firmalar onların maaşlarını verirse burada sağlıklı bir denetim olmaz. O yasa çıkmasına rağmen, 6331 sayılı Yasa çıkmasına rağmen o günden bugüne kadar, işte sadece geçen sene yani 2015'te yaklaşık 1.800'e yakın işçi iş cinayetleri sonucunda öldü ve bunların hepsi de, aşağı yukarı yüzde 95'i, iş cinayetlerinin yüzde 95'i sendikasız iş yerlerinde, kuralsız iş yerlerinde oluyor. Yani burada yapılması gereken, esasen Türkiye'de çalışma hayatını daha verimli kılmak istiyorsak, üreten bir ülke, üreten bir iş yeri yaratmak istiyorsak örgütlenmenin önündeki engelleri aşmak lazım. Eğer bunu yaparsak iş kazaları... İşte ispatı: Çalışma Bakanlığının, TÜİK'in sayfalarına girdiğiniz zaman her gün 4 kişinin öldüğü, iş yerlerinin sendikasız iş yerleri olduğunu görüyoruz. Sayın Başkanım, onun için temelden bu yasanın bu şekliyle gelmesi yanlış bir düzenleme.

Bu düzenlemeyle çalışma yaşamının dengeleri bozulacaktır. Piyasa, satıcıların mal satmak için bir araya geldikleri pazarın adıdır. Burada malın fiyatı belirlenir. Pamuk, fındık, çiçek piyasalarından söz edileceği gibi, menkul kıymetler ya da iş gücü piyasalarından da söz edilebilir. İş gücü piyasalarında arz ve talep karşılanır ve ücret oluşur ama emek bir meta olmadığı için bir mal gibi alınıp satılamaz. İşçi emek gücünü belli bir iş karşılığında işverene sunar. Oysa bu ödünç iş ilişkisine işçinin emek gücü sunumu, ticari bir sözleşmenin ana konusu hâline getirilerek metalaştırılmak, bir mal hâline getirilmektir. Yani bir istihdam bürosu, hiçbir güvencesi yok. İşte insan, işte şeyi yok, gidecek, belki onunla iyi geçinmenin yollarını arayacak belki... Çünkü Türkiye'de istihdam yaratacak alanlar olmadığı için orada nasıl istihdam edilecek ki, nasıl şey yapılacak ki? Yani burada İŞKUR'un getirdiği o meslek edindirme projelerini geliştirmek bundan 10 kat daha iyi. Çünkü diyoruz ya: "Bizim ara eleman ihtiyacımız var." Şimdi bu ara elemanlarla ilgili çok bir sıkıntı yok. Yani eğer bir ara eleman konusunda yeterli bir mesleğe sahip olmuş bir işçi varsa iş bulma konusunda bir problem yok. Genellikle ne oluyor burada? Hizmet sektöründe daha çok şey oluyor. Hizmet sektöründe de asgari ücretle çalışıyor. İşte altı ay sonra asgari ücret artacağı zaman ya da ona başka, farklı bir ücret vereceği zaman zam yapmamak için onu bir yılda işten çıkartıp yerine tekrar... Çünkü kalifiyesiz bir şey yapmış oluyor. Yani bu uygulama Türkiye'nin yeni üretim alanlarını kalifiye hâline getirecek, dünyada marka hâline getirecek alanları yaratmada kullanılacak nitelikli elemanı yetiştirme konusunda bir şey değil, yanlış bir uygulama. Yani esasen yapılması gereken, gene söylüyorum: O imkânlar var, kaynak var, bu konuda daha şey var, devletin güvencesi var ve bunu İŞKUR vasıtasıyla yerine getirebiliriz, getirilmesi de lazım.

Şimdi, özel istihdam bürolarının mesleki anlamda geçici iş verebilmeleri yani işçi kiralayabilmeleri, emeği meta hâline geliyor. İşçilerin kazanç konusu olması, işsizlerin istismar edilmesi, işçilerin insan onuruna yakışmayacak koşullarda çalıştırılması, işçi simsarlığına yol açması, iş yeri kavramının ortadan kalkması, iş güvencesinin ortadan kalkması işçilerin örgütlenme hakkının ortadan kalkması, grev hakkının kullanılmaz hâle gelmesi, iş yerinde aynı işi yapan farklı statüde iki işçi grubu oluşması, göçmenlerin istismar edilmesi ki biliyorsunuz daha 15 Ocakta özellikle Suriyeli göçmenler için tarımda sınırsız bir çalışma şeyi getirildi. Siz biliyor musunuz Sayın Bakan? İsterseniz şöyle yapalım, ben bunda iddialıyım. Urfa'ya gidelim sizinle. Sayın Fakıbaba da karşımızda. Urfa'ya gidelim, orada bir işçi pazarı var, Urfa'da, Suriyeli göçmenlerin mafyası oluştu, mafyası oluştu orada. Bizim oradaki Suriyeli vatandaşlarımız oraya gidemiyor. Biz ile gittiğimizde şöyle bir şeyle karşılaştık: Gittik işçi pazarına. Bir işçi kardeşimiz, inanın Sayın Başkanım ağlıyor, "Bir haftadır bir iş bulamadım." diyor. Suriye pazarı açılmadan önce 70 liraymış günlük yevmiyeleri yani yaptığı işe göre -bana söylediklerini söylüyorum, Sayın Genel Başkanımızla gitmiştik- 70 liraymış. Şimdi 25-30 liraya şeyler çalışıyor ve bu Suriyeliler mafyalaşmış ve ancak o mafyalar vasıtasıyla gidiyorlar, oradan işçi alıyorlar yani bunlarla o rantın önünü kesecek düzenlemeler yapmanız mümkün değil. Bunu, bunları ancak İŞKUR'u daha aktif hâle getirerek... Çünkü bu işçi simsarlığına yol açacak. Bakın, üçüncü dünya ülkesi olmayı reddediyoruz, biz gelişmekte olan ülkeyiz diyoruz ama işçi simsarlığı geri kalmış ekonomilerde genellikle tarım alanlarında görülüyor. Yani simsar, satıcı ile alıcı arasında aracılık ederek belirli bir kazanç elde eden kimse. İşçi simsarlığı iş gücünün meta olduğu, diğer mallardan ayrılmadığı, insanların temel hak ve hürriyetlerini kullanmadığı, hatta bu temel hak ve özgürlüklerinin bilincinde dahi olmadıkları ekonomilerde var. Orada insanlar serfler gibi toprakla birlikte alınıp satılmasalar bile başka güçlerin altında oluyorlar. Türkiye'de bu tarımda yaşadığımız olay yani bu düzenlemeyle... Ki bir yönetmelik de çıktı biliyorsunuz, tarımda bu dayıbaşılıkla ilgili yönetmelik, Soma faciasından çıkan bir yönetmelik. Buradaki sorun denetleme. Ben geçen Plan Bütçede de konuştum. Bakın, 2002'de AK PARTİ iktidara geldiğinde yanılmıyorsam -rakamlar üç aşağı beş yukarı eksik olabilir Sayın Başkanım- polis teşkilatının sayısı 125 bindi ve bugün polis teşkilatının sayısı yaklaşık -geçen Sayın Bakan da istihdamla ilgili bilgi verirken "240 bin." falan dedi galiba- 240 bin yani on dört yılda yüzde 100 polis teşkilatında artış olmuş. Ne var? İhtiyaç var polisle ilgili, emniyetle ilgili, alınmış, doğru bir şey, tamam. Peki, Türkiye'de sadece Sosyal Güvenlik Kurumunda kayıtlı 13 milyon işçi var yani 27 milyon çalışma hayatında var -işçisi, BAĞ-KUR'u- ama Sosyal Güvenlik Kurumunda kayıtlı 13 milyon çalışan var. Şimdi, yaklaşık 1 milyon 750 bin kurulu işletme var, artı-eksi ve yaklaşık bu 1 milyon 750 bin kurulu işletmenin 650-700 bini tehlikeli ve çok tehlikeli işler yapan iş yerleri. Peki, bunları denetleyecek iş güvenliği uzmanımız ne kadar? Yani Çalışma Bakanlığında toplam -Sayın Bakanımızın verdiği rakamla söylüyorum- 1.550 galiba, o civarda ve 1.550'nin hangisinde, kaç tanesinde... Bildiğimiz kadarıyla 455 tane ağır ve çok tehlikeli işleri denetleyecek müfettiş sayısı. Yani şöyle düşünün: 500 bin iş yerini düşünün tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde. Bir müfettişin bu rakamlarla bir iş yerini denetleyebilmesi için tahminen yedi buçuk yıl sonra o aynı iş yerine bir kez daha sıra geliyor. Şimdi, siz orada toplumun güvenliğini sağlamak için 125 bin polisi 240 bine çıkartıyorsunuz, güzel, ihtiyaç var ama 2002'de çalışma hayatındaki işçi sayısıyla 2014'teki, 2016'daki çalışma hayatındaki işçi sayısının o kadar artmasına rağmen -ki sizin rakamlarınızla aşağı yukarı 4,5-5 milyon arttığı söyleniyor on üç, on dört yılda- 2002'deki denetim elemanının altında bir şeyle yapıyoruz. Peki, burada ihtiyaç nerede? Yani siz bu yasaları çıkarttığınız zaman bunların alt temelini iyi atamazsınız. Bu sonuçlarla daha farklı şeylerle karşılaşacağız. Yani burada ihtiyaç nedir ilk önce? Burada eğer 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası çıkmışsa ve bu yasanın uygulanmasını denetleyecek, iş yerlerini caydırıcı yapacak olan da denetim elemanlarıdır. Bunlar yetersizse ne olacak yani nasıl bunların üstesinden geleceğiz? Yani sorun... Burada çünkü o iş kazalarına bir baktığımız zaman -bu araştırmalar da onu gösteriyor- yüzde 98'i -bakın, yüzde 95'i, 96'sı, 97'si değil- tedbir alınsaydı önlenebilirdi, çok küçük tedbirsizliklerle çok büyük kazalarla karşı karşıya kalıyoruz. Ama tercih ne oluyor? Bunları, bu eksiklikleri düzeltmek yerine daha çok farklı konularda bizi zor duruma sokacak yasal düzenlemeleri önümüze getiriyorsunuz.

Sayın Bakanım, Sayın Başkanım; bu yasayla, bu yasal düzenlemeyle işsizler istismar edilecek. İşsizlik çalışma arzu ve iradesinde olan bir insan için elbette ki ceza değildir yani çalışma arzusu ve iradesinde olan bir insan çalışacak. İşçi çalışacak, üretecek ve üretime katkısının karşılığını da ücret olarak alacak, bu ücretle de yaşamını sürdürecek. Çalışma yaşamına katılmamış bir işsiz, sosyal güvenliğin koruyucu şemsiyesinin de dışındadır. Yani bunu nasıl şey yapacak? İşte, bakın, bu gene Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının da konusu. Yani yanlış söylüyorsam lütfen düzeltin, gene Bakanlığın verilerine göre 2014'te 20 milyon kişiye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı destek vermiş yaşama tutunabilmeleri için. Yani 78 milyonluk bir ülkede 20 milyon kişiye Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yaşama tutunabilmeleri, böyle yaşamaları için eğer vermişse... Ki bu da 22 milyar, bildiğim kadarıyla, aklımda kalan kadarıyla ödenen para bu sosyal yardımlarda. Geldiğimiz durumda bu işçinin yani bu işsizlikte, bu yoksullukta istismar edilmesinin yolunu açacak farklı bir yasal düzenlemedir bu Sayın Başkanım, burada sendikal örgütlenmeyi engelleyecek.

Şimdi, zaten Türkiye'de sendikal örgütlenme yeterli değil yani en son ocak ayı istatistiklerine baktığımızda yaklaşık 1 milyon 550 bin civarında...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - 1 milyon 512 bin.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Evet, o civarda.

Yani oransal olarak baktığımızda yüzde 10'un üzerinde görülüyor yani 13 milyon işçi ama toplu sözleşmeli işçilerin rakamı değil bu. Yani HAK-İŞ, TÜRK-İŞ, DİSK'in -ki burada temsilcileri var- 3 sendikanın, 3 konfederasyonun toplamı 750 bini bile geçmez, ki Çalışma Bakanlığında işverenle toplu sözleşme yapmış iş yerlerinin bütün listesi var. Peki, diyeceksiniz ki: "Öbür 750 bin nerede?" Öbür 750 bin de şu... Çünkü Türkiye'de yetki alabilmek için "Bir, eğer iş yeriyse o iş yerinde çalışanların yüzde 50 artı 1'ini alacaksınız; iki, o iş yeri işletmeyse yani başka yerlerde de o iş yerine ait işletmeler varsa yüzde 40'ını alacaksınız." diyor. Şimdi, adam bir iş yerinde daha önce bir sendikaya girmiş ama orada sendika yok, aynı iş kolunda olduğu için sendika üyeliği devam ediyor ama orada toplu sözleşmesi olmadığı için toplu sözleşme gibi öyle bir haktan yararlanma şansı yok. Yani bu da... Evet, sendikalaşma oranı olarak 1 milyon 550 bin sendikalı işçimiz var ama sendikal haklardan yararlanmaktır esas olan. Eğer siz sendikal haklardan yararlanmıyorsanız buna nasıl siz... Kâğıt üzerinde sendikalı yani sendika bir eylem yapsa -3 konfederasyon sonuçta örgütlü gücünü kullanacak- üyesi olduğu iş yerlerine yani toplu sözleşme yaptığı iş yerlerine orada yaptığı çağrıyı yapacak, öbürleri zaten bunu dikkate almazlar ki, orada öyle bir güvencesi yok çünkü ama kâğıt üzerinde bir baktığımız zaman onlar sendikalı görünüyor. Özellikle bu özel istihdam bürolarında bu işçilerin sendikalaşmasının mümkün olmadığını da görüyoruz. Yani örneğin büro tarafından istihdam edilmiş bir aşçı bir işverene, birkaç elektronik mühendisi bir başka işverene kiralanmış olabilecektir. Yani özel istihdam bürosunda nasıl örgütlenecek? Çünkü sonuçta burada bir meslek örgütlenmesi var. Sendikalaşmada yani herkes her istediği sendikaya üye olamıyor ki, hangi meslekteyse o meslekte kurulmuş olan sendikaya üye olabiliyor. Özel istihdam bürolarında da her türlü meslekten insanları çalıştıracaklar. Peki, orası nasıl çalışacak? O sendikalar özel istihdam bürolarıyla ki orası da bir iş yeri anlamı taşıyorsa eğer... Çünkü sonuçta bu ticaret siciline kaydolacak, sonuçta bunun kuralları var, bir iş yeri kuracak. Orada çalışan işçileri herhangi bir sendika nasıl örgütleyecek? Hangi iş kolunda olacak? Yani bu tamamen belirsizliklerle dolu bir şey. Ayrıca toplu sözleşme yapılan yerler var, sendikalı olduğumuz. Toplu sözleşme yetkisi almak zorlaşacak biraz önce saydığım oranlardan dolayı çünkü burada getirilen yüzde 25. Zaten sendikalar ilk örgütlenmelerinde yüzde 50 artı 1 ise ya da yüzde 40 artı 1 ise yani zor yetki alıyorlar yani ya 2 kişiyle ya 3 kişiyle ya 4 kişiyle, böyle örgütlenme şeylerine baktığımız zaman, 50 artı 1'i vurduğu zaman hemen Çalışma Bakanlığına yetki tespitinde bulunuyor ya da işletmeyse yüzde 40 artı 1 olduğu zaman hemen Çalışma Bakanlığına yetki tespitinde bulunuyor. Şimdi, burada siz yüzde 25 getirdiğiniz zaman yani orada yüzde 25'e kadar o işletmenin özellikle özel istihdam bürolarından kiraladığı işçiyi düştüğünüz zaman o sendika orada nasıl örgütlenecek?

Güven hakkının kullanılması... İşçiler örgütlü değilse toplu pazarlıktan, toplu iş sözleşmesinden söz etmek mümkün olmayacak. İşçiler ekonomik ve sosyal hak, menfaatlerini korumak ve geliştirmek için toplu iş sözleşmesi yapamayacakları gibi hiç şüphesiz toplu sözleşmeye erişmek için de gerektiğinde başvuracakları grev haklarını da kullanamayacaktır. Kiralık işçiler çalışmakta oldukları iş yerinde, asıl işlerinde başlattıkları bir greve de o iş yerinin işçileri olmadıkları için katılamayacaklardır. Yani tamam, orada kiralık işçi çalıştıramayacaklar ama ilk başta çalıştırırken yani toplu sözleşme sürerken çalıştıramayacaklar diye bir şey yok. Eğer greve çıkarsa şey yapılacak.

Bir de şu belirsizlik var: Mesela bir grev oylamasına gidildiği zaman o iş yerinde sendikalı veya sendikasız kim çalışıyorsa grev oylamasına katılma hakkı var. Peki, bunların grev oylamasına katılıp katılmama hakkı... Çünkü daha greve çıkmamış. Greve çıkmadığı için orada çalışıyor görünecek. Tamam, greve çıktıktan sonra belki onlar çalışamayacak. Ama nasıl olacak bunlar -grev oylamasında yüzde 25 böyle- özel istihdam bürolarında çalışan işçiler oradayken? Bu tamamen işçilerin aleyhine olan bir durum Sayın Başkanım. Ayrıca devredilen işçi için ücret ödeme yükümlülüğünün sadece grev ve lokavt hâlinde münhasır kılınması için işçinin daha fazla sömürülmesine yol açacaktır.

Emsal alınan AB direktifinde özel istihdam bürosunun işçiye iş bulamaması ya da bulunan işin sona ermesi hâlinde yeni bir geçici iş ilişkisi kurulana kadar belli bir ücret ödeme yükümlülüğü var, bizde yok yeni düzenlemede. Ne oldu? Şimdi, beni özel istihdam bürosu sizin şirketinize kiraladı. Süre bitti. Ben gittim geri, döndüm. Bana da yeni bir iş veremedi. Ne olacak Sayın Başkanım? Yani AB'yle mukayese ederken burada, oradaki çalışma şartlarıyla, yaşam koşullarıyla, iş güvenceleriyle birlikte değerlendirmek lazım. Yani şu anda biz, dediğimiz gibi, gömleği tersten düğmelemeye başladık ve sonucunda bununla ilgili çok çarpık bir şey çıkacak. Burada işçinin iş güvencesi ortadan kalkıyor.

Şimdi, biliyorsunuz, bir de bu grevlerle ilgili, bakın, zaten Türkiye'de greve çıkamıyorsunuz. AKP döneminde tam 8 tane grev ertelendi, "Bu, millî güvenlik ve genel sağlığı bozucu." diye. Allah aşkına Sayın Başkanım, ne olur, kurban olayım, cam üretmenin, çay bardağı üretmenin millî güvenliği bozucu ya da genel sağlığı bozucu olmasıyla ne alakası var? Ne olursunuz bir şey yapın. Ne alakası var? Ya da burada kaç tane lastik fabrikası var ya da bir lastik üreticisinde, bir lastik üreten fabrikada greve çıkıldığı zaman ertelenmesinin millî güvenliği bozucu ne gerekçesi olabilir? Yani bu anlaşılır bir şey değil. Yani işverenler baskı yapıyor, hemen Hükûmetimiz de ona destek veriyor. Ya, bir kere de ne olur, Allah rızası için... Bakın, bu gök kubbenin altında hep beraber yaşıyoruz, bu gemideyiz, bir kere de işçi lehine bir şey yapın ya, kurban olayım, ne olur. Vallahi billahi sizin adınıza helva dağıtacağım, yemin ediyorum yani bir kez Allah rızası için işçi lehine bir şey yapın. Bakın, geldiğiniz günden beri burada işçi lehine deyin ki, 10 kişinin çalışıp bacasının tüttüğü bir tane fabrika yaptığınızı söyleyin, 10 kişinin çalıştığı, bacası tüten tek bir fabrika, bir tane örnek. Diyemezsiniz... Aksini ispat ederim, diyemezsiniz. Yani şimdi, olabilir, bu politikanızdır, biz de bunun aksini savunuruz.

BAŞKAN - Sayın Akkaya, tam anlaşılmadı da son örneği bir daha sorar mısınız?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Sorayım.

On iki yılda Hükûmet olarak 10 kişinin çalıştığı, bacası tüten bir fabrika yaptınız mı?

BAŞKAN - Kamu olarak mı soruyorsunuz?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Evet, kamu olarak, kapanan iş yerlerini saymıyorum.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Açılan iş yerlerini saymıyor musunuz?

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Kamuda bir tane gösterin.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Kamuyu değil yani canım.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Sayın Vekilim, özel sektörde adam sermayeyi koymuş. Olur mu yani?

ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz de kamuda özelleştirme yapıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Tunç, istirham ediyorum, size söz vereceğim.

Benim kendi memleketimde var, 10 kişilik değil de 700 kişilik yer var, ben size söyleyeceğim onu.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Kamu mu?

BAŞKAN - Kamu.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Gidelim beraber ziyaret edelim.

BAŞKAN - Maden ocağımız var 700 kişilik, kamunun.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Efendim, madeni zaten yerliye vermiyorsunuz. Maden, yer altı zenginlikleri kanunen, Anayasa gereği devletindir, elbette ki yer altı zenginliklerini yapacaksınız, onu redevans olarak vereceksiniz.

BAŞKAN - İhale de edilebiliyor efendim.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Yani siz bana başka bir şey söyleyin, yer altı zenginlikleri devletindir. Zaten özel sektöre bir maden ocağı açması için bile izin vermezsiniz ki, devlet açar, ondan sonra onu kiralar yani onunla ilgili elbette ki olacaktır.

Şimdi, burada iş yeri kavramı ortadan kaldırılacak yani burada işçinin iş güvencesi ortadan kalkacak. Bakın, iş güvencesiyle ilgili gene 2002'de rahmetli Ecevit -nur içinde yatsın- Türkiye'ye İş Güvencesi Yasası'nı getiren bizim 3'üncü Genel Başkanımız, Allah rahmet eylesin, işçi babası, dostu. 2002'de iktidar oldunuz, ilk yaptığınız iş ne oldu biliyor musunuz Sayın Bakanım? Gerçi Sayın Bakan orada sohbet ediyor ama.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Bir şey sordum.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Peki, bitireyim isterseniz de yani çünkü sizi de şey yapıyor da.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI SÜLEYMAN SOYLU (Trabzon) - Konuyla alakalı bir şey sordum.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Tamam, peki.

Şimdi, 2002'de rahmetli Ecevit Türkiye'ye İş Güvencesi Yasası'nı getirdi, ilkti, Allah rahmet eylesin. İlk geldiğiniz 2002'de ilk yaptığınız iş o İş Güvencesi Yasası'nı askıya almak oldu. Çünkü İş Güvencesi Yasası'nın ilk başlangıcı 10 kişi ve üzerinde olan iş yerlerinde çalışanlara iş güvencesi getirmişti. Türkiye'deki kurulu işletmelerin yaklaşık yüzde 65'i 30 kişinin altında çalışan iş yerleri, rakam eksik, fazla. İlk geldiğinizde ne yaptınız biliyor musunuz Sayın Bakanım? İlk gelindiğinde o yasayı askıya aldılar, 30 kişi ve üzerinde çalışan iş yerleri yaptılar. Yani burada Allah rızası için işçi lehine yapmış olduğunuz bir şey söyleyin kurban olayım ya. Bakın, ilk geldiğinizde... Yazık, günahtır. Şimdi, burada Türkiye'de çalışan işçilerin ancak yüzde 30'u İş Güvencesi Yasası'ndan yararlanıyorlar. Bir de şey getirdiniz burada yani tamam, iş güvencesiyle ilgili tamam, işsizlik sigortası geldi. İşsizlik sigortasının koşullarını değiştirdiniz, 25/2 diye bir kanunda şey yaptınız.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Genel sağlık sigortası geldi.

YAKUP AKKAYA (İstanbul) - Geldi, hepsi işçilerin aleyhine.

Yani aslında İş Kanunu temelde art niyetli işverenlere karşı işçiyi koruyan bir kanundur ama şimdi işveren temsilcilerimiz de burada, o İş Kanunu çıktığı zaman -ben biraz önce söyledim, şey olduğu zaman helva dağıtacağım diye de- onlar kurban kestiler sevinçlerinden çünkü özellikle ilk defa AKP Hükûmeti döneminde, böyle, işverenler işçi sömürüsünün daha çok yukarılara tırmandığı kanunlara şey yaptılar. Biraz önce de işte gene bu özel istihdam bürolarıyla ilgili ne kadar güzel işverenlerimiz düşüncelerini ifade ettiler.

Şimdi, burada "iş yeri" kavramı da ortadan kalkacak ayrıca yani bu düzenlemeyle çünkü işçinin işverene iş görme borcunu yerine getirdiği yer iş yeridir. Kiralık işçinin işvereni özel istihdam bürosu olduğuna göre iş yeri de özel istihdam bürosudur. Ancak kiralık işçi özel istihdam bürosu iş yerinde değil, kiralayan işverenin iş yerinde çalışacaktır. Kaldı ki ödünç verilen işçilerin işçilik haklarını yani kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin, fazla çalışma ücretleri gibi haklarının... Nasıl olacak? Çalışıyor, yazık, günah. Nasıl şey olacak bu? Yok öyle bir şey çünkü orada "iş yeri" kavramı diye bir şey ortadan kalkıyor.

Efendim, kayıt dışı yasallaşacak aslında burada baktığınız zaman. Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtları işçilerin ezici bir çoğunluğunun asgari ücretle çalıştıklarını göstermektedir ki bu dünyanın... Yani gelişmiş ülkelerde, Avrupa'da baktığımız zaman toplam çalışanlarının yüzde 40'ının asgari ücretle çalıştığı başka, ikinci bir ülke yok, yok başka, ikinci bir ülke. Çünkü niye? Burada adaletsiz bir vergi sistemi var. Şimdi, ben ticareti hayatımda yapmadım. 11 yaşında çalışma hayatına başladım, bütün okulları gece okudum. Rahmetli babam da gece bekçisiydi ama o küçük yaşlarda çalışırken manifaturacıda, pazarda, bazen üretim yapan yerlerde "Ya, çok üretelim de sürümden kazanalım yani ucuz satalım, çok satalım, sürümden kazanalım." diye öyle bir şey vardı benim bildiğim, ticaret yapmadığım için belki işverenler onu düzeltirler. Şimdi, o kadar adaletsiz vergi sistemi var ki herkesi kayıt dışına kaçırıyorsunuz. Yani asgari ücret 1.300 lira değil mi? Bugün açlık sınırı 1.450 lira ortalama, 1.300 lira da gene bizim sayemizde oldu. Gene de teşekkür ederiz, az olsa bile, biz de iyi bir iş yapmanın sevinci içindeyiz o anlamda ama şöyle bir durum var: Bakın, işveren burada işçinin cebine giren 1.300 liraya bakmaz, kendi cebinden çıktığına bakar. Yani bugün işveren payıyla birlikte işverenin cebinden çıkan para yaklaşık 1.900 liradır, işverene maliyeti. Yani düşünebiliyor musunuz, 1.300 lira alıyor, 600 küsur lira vergi veriyor ve burada yapılması gereken -biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak onu da önermiştik- asgari ücretten... Çünkü asgari ücret temel bir yaşam ücreti diyoruz. Gelir vergisi artan bir yaşam ücreti olur mu? Yani o sistem yüzde 15'le başlıyor, eylül ayında yüzde 20'ye gelecek. Yani eylül ayında asgari ücretle çalışan bir işçi 1.300 lirayı alamayacak. Artan bir vergi sistemi olmaması lazım ve burada sürümden kazanın yani ticari anlamda. Ne yapmak lazım burada? Vergiyi düşürün, cezaları yükseltin, işverenler, böyle, asgari ücret ödeme ya da vergiden kaçırma gibi farklı yasa dışı yollara girmesinler. Bir deneyin en azından, göreceksiniz, bu sistem vergi dairelerinde daha çok vergi toplamaya yol açacak bir sistem olacaktır. Yani Hükûmet olarak, muhalefet partisinin bir milletvekilinden geldiğinde bunları olumlu bir şekilde değerlendirmeniz önemlidir yani sadece muhalefetten gelen birisinin konuşmasını "Bir kulağımızdan girip bir kulağımızdan çıkıp..." diye düşünmeyin. Genellikle on iki-on üç yıldır bunu yapıyorsunuz ve geldiğimiz noktada da tekrar düzeltmeye çalışıyorsunuz ama bu tür yerlerde eğer böyle konuşmaları değerlendirirseniz hepimizin menfaatine olur.

Şimdi, Sayın Başkanım, Sayın Bakanım; göçmenler, sığınmacılar kiralık işçi olarak çalıştırılacaklar burada. 15 Ocak 2016 tarihinde çıkartılan bir yönetmelikle iş yerlerinde yüzde 10 oranında, tarımda ise herhangi bir oran olmadan Suriyeli sığınmacıların çalıştırılabilmesine olanak sağlandı. Kiralık işçilik düzenlemesiyle birlikte bu durum da değerlendirildiğinde hiç kuşkusuz iş yerlerinde belirsiz süreli çalışmanın hayal hâline geleceğini söylemek yanlış olmaz. Ayrıca bu işçilerin de düşük ücretlerle çalıştırılacağı yönetmelikte de belirtildiği üzere aynı iş yerinde çalışmakta olan işçiler arasında ayrımcılığın yaygınlaşmasıyla karşı karşıya kalınacaktır. Bu düzenlemede bahsedilen işsizliğin azaltılması hedefi uygulamada işsizliğin artışına neden olacaktır. Her şeyden önce tarımda mevsimlik olarak çalışmakta olan ve günlük yevmiyeleri TÜİK'in ortalamasına göre 60-70 TL olan mevsimlik tarım işçilerinin yerine asgari ücretle veya daha altında göçmen işçileri çalıştırma tercih edilecektir ve yaklaşık 1 milyon kişi olan mevsimlik tarım işçileri gelirlerini kaybedecek ve göç edecektir. Yani bu şu anda bile oluyor, geçtiğimiz yıllarda bu yasa çıkmadan önce de özellikle Suriyeli işçilerin Hatay'da, Adana'da, Mersin'de... Adana'da o limon toplamayan işçilerin sorunlarını yerinde görelim diye sabahın beşinde gittik, bir otobüse bindik, yarıdan fazlası Suriyeli işçilerdi, küçük küçük çocuklardı. Yani, emeğin çok sömürüldüğü... Çünkü orada bir rant var yani bu düzenlemeyle onun önüne geçmeniz mümkün değil Sayın Başkan.

Sayın Başkanım, yani esas olarak burada en başta da söylediğim bir olay var. Yani bunda ısrar edilmesinin nedeni burada çok önemli bir rant kapısı var, bu çok önemli bir rant kapısı. Dediğim gibi, 2014 yılında ILO'nun bu konudaki raporundan dünyada özellikle bu geçici iş ilişkisi ve kiralık işçilerle ilgili özel istihdam bürolarının 415 milyar dolarlık bir kaynak yarattığı görülüyor. Ben şöyle söyleyeyim: Sendika genel sekreterliğim sırasında, İstanbul'da bu uluslararası özel istihdam bürolarının hem yabancı hem Türkiye'deki temsilcileriyle bir toplantı yapmıştık bundan yedi sekiz sene önce. Daha bu, o zamanlardan böyle Türkiye'nin gündemine gelmeye başlamıştı ve özellikle dünyada küresel şirketler hâline gelmiş kiralık işçilik büroları var. Yani yarın bu yasa çıktığında, göreceksiniz, nasıl bankalarımızın yarısından fazlası yabancı şirketlerin elinde ve oradaki -çünkü güçlü sermayeler bunlar- o yabancı şirketler de burada işçi simsarlığı için Türkiye'de ofislerini açmaya başladılar bile. Yani Sayın Bakanım, bilmiyorum, Türkiye'de şu anda yabancı sermayeli işçi büroları var mı? Yani yarın, işte, bu yasallaştığında uluslararası işçi simsarlarının da hizmetine açılacaktır, pazarına açılacaktır. Bu çok doğru bir yaklaşım değildir.

Yani şimdi, biliyorsunuz, bu AVM'lerde de biz karşı çıkmıştık, demiştik ki: AVM'lerin şehir merkezlerine yapılması Türkiye'deki üretime doğrudan etki edecektir, küçük esnafı bitirecektir. Bakın, gidin, iddia ediyorum, hangi büyük AVM'ye, alışveriş merkezine giderseniz gidin -buna her türlü iddiaya girerim- oradaki satılan ürünlerin en az yüzde 60'ı yurt dışından gelen ürünlerdir. Yani hem geliyor, sermayesini koyuyor yabancı firma hem kendi dışarıda ürettiği ürününü getiriyor, burada satıyor ve aldığı kârı da dışarı götürüyor. Yani işte, bizim buradaki feryadımız bunların önüne geçmektir. Çünkü bu ülkede yaşıyoruz, bu ülkede milyonlarca insan işsiz, açlık sınırının altında yaşıyorlar sosyal yardımlaşma ve dayanışmayla ki Allah'tan biz Türk ulusu olarak, milleti olarak biz dayanışma ruhunun geliştiği bir ülkeyiz. Yani ailenizde herhangi birisine bir şey olsa, işsiz kalsa hemen ona elimizi, kolumuzu uzatır, onun mağdur olmaması için çalışırız. Yani bir de o gelenek, göreneğimiz olmasa burada toplumsal olayların daha çok artarak süreceği bir ülke hâline geliriz. İşte, hep birlikte bunun önüne geçelim diyoruz yoksa hiçbirimizin böyle bir özel istihdam bürosu kurma niyeti yok, sizin tarafta varsa onu bilmiyorum yani öyle bir şeyimiz yok. Gelin, bu şeyden vazgeçelim ve bunu bir toplumsal barışı sağlamak...

Yani bakın, bu işe kırk yıldır, 11 yaşından beri çalışma hayatını vermiş, ta 1976 yılından beri sendikal hareketin içinde olmuş birisi olarak gene söylüyorum: İş barışı yoksa toplumsal barış olmaz. Onun için, gelin, toplumsal barışı hep beraber tesis edelim, hepimiz güzel bir yasa tasarısı hazırlayalım, bu sevdadan vazgeçelim. Gelin, İŞKUR'u güçlendirelim. İŞKUR bunu, inanın, samimi söylüyorum, hepsinden daha iyi yapar. Çünkü Sayın Bakanım, herhâlde biraz daha özerk İŞKUR değil mi sizin Bakanlığınız içinde, bütçesiyle? İŞKUR diyorum, daha özerk yani daha bağımsız bir yapısı var İŞKUR'un. Onun için onu daha güçlendirebiliriz. İŞKUR vasıtasıyla bunları yapabiliriz yani öyle bir düzenlemeye ihtiyaç varsa.

Çok teşekkür ediyorum sabırla dinlediğiniz için, saygılar sunuyorum.