KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım; diyoruz ki: Güvenceli esnek çalışma. Şimdi, ben kanuna bir baktım, inceledim, işin açıkçası bir güvence göremedim bu kanunda. Neden güvence göremedim? Şimdi, dört aylık bir çalışma diyoruz yani maksimum dört aylık devam edecek olan bir çalışma. O dört aylık süre bittikten sonra işçi ne olacak? Tekrar özel istihdam bürosuna gelecek, ona yeni bir iş bakılacak, öyle değil mi? Bir yılda dört defa bu adam iş yeri değiştirecek. Ve hatta ve hatta belki maksimum dört ay diyoruz ama belki bazı yerde bir ay çalıştırılacak, belki iki ay çalıştırılacak. Yani bir yılda belki on defa iş yeri değiştirecek. Peki, güvence bunun neresinde? Her işsiz kaldığında -yılda dört defa kalacak- on defa kaldığında bu adama iş bulunabilecek mi? Bence bulunamayacak. Dolayısıyla, ben buraya bakıyorum, bir güvence göremiyorum. Şimdi, geçici işçinin hem istihdam eden, istihdam bürosuna karşı hem de işverene karşı da herhangi bir güvencesi yok. Yani burada bakıyorum, aslında, işverene bir güvence veriliyor. Bakın, bu güvence kime veriliyor dersek, işverene bir güvence veriliyor. Nedir işverene verilen güvence? "Sizi, 4857 sayılı Yasa'nın yükümlülüklerinden kurtarıyoruz." diyorsunuz. Çünkü 4857 sayılı Yasa, bizim, bütün çalışanların yaşamını ilgilendiren temel yasanın bazı kuralları var. Şimdi, bir işçinin bir haktan faydalanabilmesi için 4857 sayılı Yasa'ya göre en az altı ay çalışması lazım. Altı ay çalışan bir işçinin eğer iş akdi haksız olarak feshedilirse ihbar tazminatına hak kazanır. Kıdem ve yıllık izin ücretini alamaz. Bir işçinin yıllık izin ücretini alabilmesi için, kıdem tazminatını alabilmesi için, diğer haklarını alabilmesi için en az altı ay ve bir yıl gibi süreler gerekiyor. E, bakıyoruz, burada, bu işçi için böyle bir hak yok. Dört ay sonra bu adam kapının önüne konulabiliyor. Şimdi, hiç iş aradınız mı bilmiyorum Bakanım. İş arayan bir insan öncelikle şuna bakar: Bütün hayatını güvence altına alacak bir iş bakar yani öyle dört aylık falan bakmaz. Der ki: "Ben, en az üç yıl, beş yıl, on yıl hatta bütün yaşantımı idame ettirebileceğim." diye bir iş arar. E, dört aylık işi kim arayacak? Ben dört aylık iş arayacak bir adam göremiyorum. Dolayısıyla, baktığımız zaman, bu güvenceli esnek çalışmanın güvence kısmı işverene veriliyor, işçiye verilmiyor. Yani kamuoyuna, birazcık, işte, bir parmak bal çalmak için, biraz etkilemek için konulan bir güvence. İstihdam güvencesi yok burada. Dolayısıyla, ben, özellikle bu kanundan bu güvence kısmının kaldırılmasını talep ediyorum.

Öte yandan, bakıyoruz, az önce "Alt komisyona havale edelim." dedik. Şimdi, sorun, 2002 yılından bugüne kadar sürekli gündeme taşınmış, sürekli işçi tarafı da, işveren tarafı da ve Hükûmet tarafı da, muhalefet olarak bizler de bu konu üzerinde konuşmuşuz. Ama, işte, Anayasa Mahkemesine gitmeden daha Cumhurbaşkanı tarafından geri gönderilmiş. İşte, bir önceki yasama döneminde kadük kalmış, geri çekildi, şu oldu, bu oldu ama yine bakıyoruz, ısıtılıp, ısıtılıp yine gündemde, bugün karşımızda. Peki, güvenceli esnek çalışmaya dayanak teşkil ettiğimiz Avrupa Parlamentosunun 2008/104 no.lu Direktifi nasıl çıkar? Bir defa Avrupa'da sosyal taraflarla bu geniş bir şekilde istişare edilerek çıkar. Yine, az önce bir sendika temsilcisi de açıkladı, 20 tane direktiften sadece 1 tanesini getirmeye çalışıyoruz. Ne oluyor? Dolayısıyla, demek ki hedefimiz Avrupa Birliği direktiflerini yerine getirmek değil, bir direktifle birden çok kuş vurmak. Kimin lehine? İşverenlerin lehine. Benim anladığım bu.

Dolayısıyla, alt komisyona havale edilmemesi bu işleri bilen kişiler tarafından, işin uzmanları tarafından bu işin konuşulmaması yanlış olmuştur. Bu Komisyonun üyelerinin büyük bir çoğunluğu, yüzde 90'ı doktor kökenli, sağlık kökenli, eczacı, doktor. Ben, buradaki konuşmaları, diğer arkadaşlarımızın tam anlamıyla anlayamadığını düşünüyorum. Çünkü uzmanlık alanları değil. Ama bunu sosyal taraflarla, işveren tarafıyla, işçi tarafıyla, sivil toplum örgütleriyle, tamamıyla, meslek odalarıyla, Tabipler Birliği gibi birliklerle bunlar konuşulsaydı, tartışılsaydı, uzman olan kişilerle görüşülseydi çok daha belki sağlıklı bir sonuç elde edilebilirdi diye düşünüyorum.

Peki, 10 milyon kişiyi ilgilendirdiğini düşünüyoruz bunun çünkü kanunun kapsamına baktığımız zaman son derece geniş. Bakın, iş ve çalışma yaşamını bozacak, iş barışını bozacak, iş hukuku ilkelerini temelinden sarsacak bir yasadan bahsediyoruz. Neden bundan bahsediyoruz? Çünkü kanunun sınırlandırmasına bakıyoruz. Nedir kanunun sınırlandırması? Maden ocaklarında çalışanlar için bu kanun geçerli değil, kamuda çalışanlar için bu kanun geçerli değil. Onun dışındaki bütün iş yerleri için geçerli bir defa. Yani iş yerlerinin yüzde 90'ını ilgilendiren bir kanun.

Onun dışında, bir alt sınırlandırma daha var. 10 kişi çalıştıran KOBİ'lerin ve daha az çalıştıran KOBİ'lerin tamamını ilgilendiriyor. 10 kişiyi geçtiği zaman da yüzde 25'ini ilgilendiriyor. Ama geçmişte uygulamalarda gördük, işverenler maalesef birçok yasa hükmünü kötüye kullanmışlardır. Bu hükümle, ben, yüzde 90'ının, maden ocaklarında dahi bunun kullanılabileceğini düşünüyorum. Çünkü uygulamaya baktığımız zaman, maalesef -işveren temsilcilerimiz de burada, sözümüz meclisten dışarı- kayıt dışı çalışanlar için bunu kastediyorum, buradaki işveren temsilcisi değerli arkadaşlarımıza herhangi bir sözümüz yok ama işverenlerin büyük bir çoğunluğunun mantığı şudur: Kâr odaklı olduğu için işçiyi bir maliyet unsuru olarak görür ve bu şekilde işçi maliyetlerini düşürmek için bir hedefleme yapar. Nedir bu? Kıdem tazminatından nasıl kurtarırım, yırtarım? Efendime söyleyeyim, işten atarsam işe iade tazminatından nasıl yırtarım? Yıllık izin ücretini nasıl vermem? Hafta tatil ücretini nasıl vermem? Hatta ve hatta SGK'sından nasıl yırtarım?

Şimdi, bütün bu sorulara cevap veren bir kanun var önümüzde. İşverenin bütün istediği kâr odaklı hedefi ortaya koyabilecek bir kanun var. Bu kanunla işveren istediği bütün bu hedeflerine ulaşabilir. Öyle bir mekanizma veriyoruz işverenin eline. Oysa, İş Kanunu'nun temel amacı, vahşi kapitalizmden sonra çıktığı ve geliştiği için, büyüdüğü için, ilerlediği için ekonomik olarak güçsüz olan işçiyi ekonomik olarak güçlü olan işverene karşı koruma amacını taşır. Burada, işçiyi değil işvereni koruyoruz. Neye karşı koruyoruz? 4857 sayılı Yasa'nın işçi lehine getirdiği düzenlemeleri şey yapıyoruz. Deyim yerindeyse, burada, 4857 sayılı Yasa'dan işverenleri kaçırıyoruz, kurtarıyoruz. İşçiye diyoruz ki: "Sen burada güvencesiz bir şekilde çalış." Şimdi, kıdem tazminatını alamayacak, fazla çalışma ücretini alamayacak, hafta tatil ücretini alamayacak, yıllık izin ücretini alamayacak bir yıl çalıştığı hâlde, belki tamamlayamayacak bunu. Çünkü dört ayda bir, hatta daha fazlada bir şey isteyecek. Dolayısıyla bunların iyi düşünülüp değerlendirilmesi gerekirdi diyorum. İşte, az önce, TÜRK-İŞ yetkilisi açıkladı. "Sosyal taraflarla görüştük." dediniz. "Çağırdık işçi temsilcilerini." dediniz. Kendisi ifade etti burada, dedi ki: "Biz Bakanlığa davet edildik. Doğru, Bakanlık bizi çağırdı, konuştuk. Neyi konuştuk? 2'nci maddeyi konuştuk. Bu kanunun 2'nci maddesini konuştuk. 2'nci maddesini tartıştık, bir metin ortaya koyduk ve o metni çıkar zannediyorduk ama geldik, baktık, burada o 2'nci madde yok. Bizim hazırladığımız 2'nci madde yok. 1'inci madde ve asıl esnek çalışma dediğimiz maddeyi hiç görmedik. Şu anda burada gördük." dediler. Dolayısıyla sosyal taraflarla konuşulmadan, tartışılmadan getirilen bir kanunla karşı karşıya kalmış olduk. Şimdi burada baktığımız zaman tabii İş Kanunu'nun temel felsefesine de çok açık ve net bir şekilde aykırı olduğunu da söyledik. İş hukukunun temel ilkesi emeğin korunmasıdır. Oysa bu kanuna bakıyorum. Emeği koruması mümkün değil, işçiyi koruması mümkün değil, dediğim gibi işvereni koruyor. Böyle bir kanunu da bizim kabul etmemiz mümkün değil. Yanlış oluyor çünkü.

Meselenin bir başka boyutunu da ifade etmek istiyorum. İşçi iş yerinde özel istihdam bürosuna gitti ve orada çalışmaya başladı. Özel istihdam bürosu dedi ki işçiye: "Git kardeşim, falanca yerde iş yeri var, orayla anlaştım, oraya git, çalış." Ne kadar çalışacak? Dört ay çalışacak. İşçi şehrin o bölgesindeki iş yerine yönelik olarak, efendime söyleyeyim, evini tuttu, oraya yerleşti, dört ay sonra bu adamın iş akdi feshedilecek, istihdam bürosu diyecek ki "Kardeşim, bu sefer seni oradan değil de kentin tersi bir yere göndereceğim." Ne yapacak bu adam? Evini tutmuş, yerleşmiş, okulu var, çocuğunun okulu var, o var, bu var, mahalleyi tanımış. Ne olacak bu adam? Bunun bir cevabı yok.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - Hem iş vermişler hem konuşuyorsunuz Allah aşkına! Bu CHP'yi anlamak mümkün değil!

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Evet.

Yani burada çok farklı bir durum söz konusu. Yani bu şekilde işçiyi, deyim yerindeyse -Bakanım, siz o kelimeden rahatsız olduğunuzu ifade ettiniz ama- bir mal gibi görme anlayışı var. Çok açık. Yani üretimin parçası olan bir mal gibi görme anlayışı var. Şimdi şehrin bir tarafından öbür tarafına gitti. Ya özel istihdam bürosu "Arkadaş, ben seni burada çalıştırmak istemiyorum, Ankara'da çalışmıyorsun, İstanbul'a göndereceğim." derse ne olacak? Bunlar yok kanunda. Yani işçinin hiçbir şekilde güvencesi yok. Şimdi tabii baktığımız zaman dediğimiz gibi, biz bunu, kiralık, işçiyi mal gibi gören bir anlayış diye nitelendiriyoruz. Kaba kaçıyorum ama maalesef durum bu. Çünkü insani ihtiyaçlarını, insan olarak gören bir anlayış yok burada. Üretimin bir parçası gibi görülüyor.

Yine meselenin bir başka boyutu: Sayın Bakanım, özellikle geçen de ifade etmiştik, iş kazaları. Bakın, iş kazalarının en büyük temel sebeplerinden birisi taşeronlaştırmadır; asıl işveren, alt işveren ilişkisidir. Bunu açık tecrübelerle gördük. Bakın, 2015'te 1.830 işçimiz yaşamını yitirdi. Siz dediniz ki: "Bu veriler doğru değil." Bu rakamların içerisinde kamyon kasalarında ölen -evet, doğrudur, kamyon kasalarında- trafik kazalarında ölen mevsimlik tarım işçileri de vardı. Şimdi, siz burada tabii "Biz mevsimlik tarım işçilerini korumak amacıyla, evde çalışan temizlik işçilerini korumak amacıyla getiriyoruz." diyorsunuz. Ama bakıyoruz ki bu tarım işçilerine yönelik özel bir düzenleme yok, evde çalışan kadınlarla ilgili özel bir düzenleme yok, hiçbir şey yok. Yani siz ne yapacaksınız da bu tarım işçilerini kayıt içine alacaksınız. Dayıbaşı sistemi diyoruz. Bakın, dayıbaşı sistemi elbette son derece yanlış ve 2016 Türkiye'sine yakışmayan bir sistem. Kölelik sisteminin bir başka versiyonu. Ama bu hâliyle özel istihdam bürosuna bakıyoruz, özel istihdam bürosu da dayıbaşı sisteminin bir başka parçası. Yasal bir dayıbaşılık sistemi geliyor çünkü işçi orada duracak, istihdam bürosunun listesinde duracak, işveren gelecek, bakacak, şunu, şunu alıyorum deyip götürecek. Yani bu resmen yasal bir dayıbaşı sistemi. Amele pazarı gibi bir durum yani bu durum. Ulus'taki bildiğimiz amele pazarının yasallaşması bu durum çünkü sistem böyle çalışacak, bu şekilde hazırlamışsınız. Dört aylık kısa çalışma, hatta bir aylık, iki aylık kısa çalışmalar bu şekilde oluyor. Ulus'taki amele pazarında da günübirlik, iki günlük, üç günlük işlerle alınıyor, götürülüyor. Aynı o pazarın bulunduğu yeri özel istihdam bürosu yapacak çünkü oradaki, Ulus'taki amele pazarındaki işçinin de hiçbir güvencesi yok, İş Kanunu kapsamı dışında, o mevsimlik tarım işçisinin de bir güvencesi yok, bunun da yok. Sonuç bu. Şimdi, iş cinayetlerine baktığımız zaman, dediğim gibi, taşeronluk sisteminden kaynaklanıyor. Taşeronluk sistemi elbette geçmişten bugüne kadar Türkiye'de uygulanmış, 1970'li yıllarla 1980'li yıllarda taşeronluk sistemi varmış, eski kanun döneminde. TİSK temsilcisi ifade etti ama o dönemde bakın, çalışanların büyük bir çoğunluğu kamu işçisiydi, özel sektör bu kadar gelişmemişti. Özel sektörün bu kadar çok iş sahası yoktu. Dolayısıyla taşeronluğun uygulanması çok sınırlı sayıdaydı. Taşeronluk rahmetli Özal'dan sonra Türkiye'de yaygınlaşmaya başlamıştır ve sizin iktidarınızla beraber zirve yapmıştır. Şu anda 1,5 milyon işçi, siz iktidara geldiğinizde, 2002 yılında 350 bin civarında taşeron işçisi vardı, şu anda 1,5 milyon taşeron işçisi var.

Şimdi, bakın, arkadaşlar, burada anlatmaya çalıştığım nokta şu. İşçi ile işveren arasına, yani emek ile sermaye arasına taşeronu koydunuz. Şimdi, "Taşeronu da çıkartalım, araya özel istihdam bürosu koyalım." diyorsunuz. Yani neden işçi ile işveren arasına özel istihdam bürosunu koyuyorsunuz? Taşerondan daha kötü, daha ilkel, tam bir kölelik düzeni yaratacak özel istihdam bürosu koyuyorsunuz.

Şimdi, ben size bir şey daha söyleyeyim Sayın Bakanım. Bize göre bu tam bir kölelik. Neden tam bir kölelik: Eskiden TRT'nin ilk çıktığı dönemde -siz de seyretmişsinizdir, yaşınız bizimle aynı, yaşıt sayılırız sizinle- Kökler dizisi vardı, Afrika'dan Amerika'ya götürülen köle Kunta Kinte'nin hayatını anlatıyordu. Bakın, şu anda 10 milyon tane Kunta Kinte olma ihtimali var burada. Kölelik sistemi. Güvencesi yok. Onun için dört ay bir yerde çalışın, iş akdiniz feshedilsin, gidin sokaklarda iş arayın, o zaman ajitasyon olup olmadığını anlarsınız, ben sadece onu söyleyeyim. Çocuklarınıza ekmek götüremeyin, anlarsınız.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Bütün işçilere oluyormuş gibi söylüyorsunuz. Burada yüzde 2'lik, yüzde 1'lik bir alanla ilgili.

BAŞKAN - Size de söz vereceğim Sayın Tunç, müsaade edin.

AYTUĞ ATICI (Mersin) - 10 milyon işçi. Keşke öyle olsa. Niye tartışalım yüzde 1-2'yi.

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - 10 milyon işçiyi ilgilendiriyor. Bakın, burada amaç kayıt dışılığı önlemek değildir. Bakın, buradaki amaç kayıt içindeki işçileri köleleştirmektir. Bu kadar basit. Çünkü kayıt dışında çalışan işçiyi siz zaten kayıt içine çekmek için çalışmıyorsunuz. Onun başka yöntemleri var. Bakın, denetleme yaparsınız, başka formüller bulursunuz. 1.500 tane müfettişle mevcut kayıtlı iş yerlerini denetleyemiyorsunuz. Bakın, 1 milyon 750 bin iş yeri var. 1 milyon 750 bin iş yerini 1.500 tane müfettiş kadrosuyla denetlemeniz mümkün değil. Kayıtlı olan bunlar, 1 milyon 700 bin. Bir de kayıt dışı olan var. Siz şimdi kayıt dışını nasıl alacaksınız? Yani bir tarım işçisi, mevsimlik tarım işçisi nasıl gelecek de özel istihdam bürosundan iş isteyecek? Okuryazar değil veya ilkokul mezunu bir adam veya özel istihdam bürosu tarım sektöründe kime bunları gönderecek? Ben bunu anlamadım. Şimdi ev işleri diyoruz, ev işlerinde kime gönderecek? Yani ev sahipleri, hepimiz evimizde temizlikçi çalıştırıyoruz. Gidip bir özel istihdam bürosundan mı isteyeceğiz? Böyle bir şey bir defa işin pratiğine aykırı. Bunlar, bakın tarımda çalışanları ve temizlikte çalışanları örnek göstererek kayıt içinde çalışan işçilerin haklarını sıfıra indiriyorsunuz. Şimdi, bakın, bir işletme düşünün organize sanayi bölgesinde, 7-8 tane işçi çalıştırıyor. Telefon açacak, özel istihdam bürosundan kaynakçı getirecek, onu getirecek, bunu getirecek; üç ay sonra veya dört ay sonra onu gönderecek, bir başkası gelecek, o gidecek başkası gelecek. E denetleme yapmıyorsunuz. Yasayı çıkarmışsınız ama denetleme yok. 1.500 tane müfettişle bunu denetleme şansınız yok. Kötüye kullanılacak Sayın Bakanım. Bu aynı, taşeron işçiliğinde kullanıldığı gibi -sözümüz Meclisten dışarı, buradaki işveren temsilcilerini demiyorum ama- Türkiye'de yaygınlaşan bir gerçek var, acı bir gerçek. Dolayısıyla biz bunu kabul etmiyoruz.

Öte yandan, burada, daha önce Sayın Abdullah Gül bu yasayı iade etmiş. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanının 836 tane onayladığı giden kanun var, 4 tanesini iade etmiş. 4 tane iade ettiği kanundan 1'isi de bu. Bakın, çok önemli. Yani her şeyi onaylıyor ama bunu onaylamıyor. Bu çok önemli. Bu gerekçeler giderildi mi şu anda? Bu yasayla bu gerekçeler giderilmemiş, iade gerekçeleri şu anda giderilmemiş Sayın Bakanım. Açık ve net. Eşitlik ilkesi yok burada. Eşitlik ilkesinden iade ediyor. Eşitlik ilkesi giderilmemiş. Bakın, bu Anayasa Mahkemesinden döner. Bakın, Anayasa'nın direkt ilgilendiren maddelerini şuradan çıkardım, 48, 49, 50, 51, 53, 54, 55 ve 60'ıncı maddelerini direkt ilgilendiriyor, iş ve çalışma yaşamına yönelik. 5 ve 17'nci maddelerini de dolaylı olarak ilgilendiriyor. Bu kanun Anayasa Mahkemesinden döner, bu hâliyle döner çünkü her yönüyle amaç tabii ki burada iş ve çalışma barışını korumak olsaydı, kayıt dışını kayıt içine almak olsaydı başka çözüm önerileri getirilirdi.

Yine Sayın Başkanımız da ifade etti, İŞKUR'u özellikle bu tarımda çalışanlar için, özellikle bu evde çalışma yapanlar için, işte bu tür kayıt dışının olduğu yerlerde daha aktif çalıştırabiliriz. Bunun için daha fazla kaynak ayırabilirsiniz. Elinizde, İŞKUR'un elinde İşsizlik Sigorta Fonu'nda olmak üzere 93 katrilyonluk kaynak var. Bu kaynakla bu kayıt dışılığını çok rahat bir şekilde engelleyebilirsiniz. 93 katrilyon bugün 15-20 tane bakanlığın bütçesinden çok daha büyük bir katkı. Bu da neticede istihdam politikalarıyla ilgili bir şeydir; İşsizlik Sigorta Fonu'ndan yaratacağınız kaynaklarla kayıt dışılığı engelleyebilirsiniz, denetimleri artırarak, başka formüller bularak ama bu kanunla kayıt dışılığı önleyemezsiniz. Açık ve net.

Yine bir başka konu: Burada ben bu yasa çıkarsa kul hakkının yeneceğini düşünüyorum Sayın Bakanım. AK PARTİ'li arkadaşlarımız, kul hakkı yenmesine müsaade etmeyin. Kul hakkı yenilecek.

Hepinize saygılar sunuyorum.