KOMİSYON KONUŞMASI

UĞUR POYRAZ (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan ve kıymetli bürokratlar; bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum. Hepiniz hoş geldiniz.

2025 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı tahminî olarak yüzde 1,4 olduğunu görmekteyiz. Bu bütçe payıyla yerlilik ve millîlik hedeflerine ulaşabilmek mümkün müdür? Genel bütçe içinde Millî Savunma Bakanlığı payının sistematik olarak düştüğünü de görmekteyiz. 2023 yılında yüzde 7'ye yakın olan pay, bugün için yüzde 4'ler düzeyine kadar gelmiştir. OECD ortalamasında 2,4 olan askerî harcamalarımızın gayrisafi yurt içi hasılamıza oranı yüzde 1,5 seviyesindedir; Yunanistan'da bile bu oran yüzde 2,4.

Bölgemizin ateşle imtihanı ortadayken, kuzeyimizde Ukrayna ve Rusya savaşı, Büyük Orta Doğu Projesi'nin başkan ve eş başkanlarının eseri olan lidersizleştirilmiş Orta Doğu'da terör devletçiklerinin kurulma çabası, terörle mücadelemiz, Kıbrıs, Ege Adaları, Doğu Akdeniz derken şimdi bir de İsrail gözü bize dikti. Rusya'nın nükleer savaş tehdidi açıklamaları iktidarın günlük açıklamalarının olağanı hâline gelmişken, savunma ve askerî harcamalar yönünden bütçenin yeterli olup olmadığı hepimiz için büyük bir soru işareti hâline geliyor. Keza, eş zamanlı Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir yemin töreni üzerinden başlatılan cadı avı da sözde sivil anayasa gündemi de teröristbaşı İmralı canisinin özne olduğu davet ve önermeler de başka soru işaretlerini tetikliyor. Yani kısacası ülkemiz bir ateş çemberinde ise bu iç politika gündemleri doğru mudur? Yoksa bu ateş çemberine ilişkin açıklamalar sarayda hazırlanan iktidar hesaplarına ilişkin midir? Yeri gelmişken, Sayın İçişleri Bakanımıza da sormuştum. İmralı canisi teröristbaşının Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, büyük Türk milletinin seçtiği milletvekillerinin, yine büyük Türk milletine seslendiği millî iradenin tecelligâhında terör örgütüne her ne sebeple olursa olsun çağrıda bulunmasına ilişkin sizin bir bilginiz, dahliniz, talebiniz olmuş mudur? Sayın Bakan, bunu da cevaplamanızı istirham ediyorum.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin envanterinde ordumuzun iskeletini oluşturan aktif muharebe tankı sayısı 2.200 civarında; bunun da büyük bir kısmı 80'lerden kalma M60 ve M48'lerden oluşmakta. Günümüz savaş alanında kullanımı uygun olan Leopard 2 A4'lerden ise sadece 340 tankımız bulunmaktadır. Mevcudu değerlendirme saikiyle eski model tankların modernizasyonu, gelişen savaş ve savunma teknolojisi hızının çok gerisinde kalmaktadır. Sınır ötesi operasyonunda kayıplar yaşamamız ve şehit vermemiz olasılığını arttırmaktadır. Mayıs 2024'te Savunma Sanayii Başkanı Sayın Haluk Görgün yerli ve millî tankımız ALTAY'da seri üretime geçildiği açıklamasına karşı, geçtiğimiz günlerde tank fabrikasının 2025'te biteceği haberi verildi. Bu kez başkaca bir erteleme söz konusu olacak mıdır? Bu sorunun cevabının bizden daha ziyade Sayın Haluk Görgün için önem arz ettiğini düşünüyorum. Ordumuz gerçekten 2025'te yeni ALTAY tankına kavuşabilecek midir?

İklim değişikliği sonucu yoğun göçmen akınının olacağına dair projeksiyonlar her gün önümüze dökülürken, bunlarla ilgili çözümlerin alınması gerekiyorken, yanlış politikalar neticesinde Türkiye bambaşka sebeplerle "ensar muhacir" düşüncesiyle en büyük göç dalgalarından birine muhatap oldu. Dünyada en fazla sığınmacı Türkiye'de, üstüne kaçak göçmenleri de eklediğimizde ülkenin gelecekteki demografik yapısının bozulacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Sınırlarımız kevgire dönmüş durumda, elini kolunu sallayan TikTok videosu çeke çeke, hoplaya zıplaya, güle oynaya ülkemize girebiliyor. Ekonomimiz üzerinde oluşturdukları yükün yanı sıra, sosyal dokumuza, demografik yapımıza ciddi tehlikeler yaratıyor. Bugün en büyük beka sorunu olarak hudutlarımızın hâlini ortaya koyabiliriz. Açık kapı politikası gibi bir garabeti uygulayarak sınırlarını ardına kadar açan başka bir ülke de olmamıştır. Bu noktada çözüm içeride. Tüm kaçakların derhâl gönderilmesi, yasal yollarla ülkemizde bulunan sığınmacıların ise geri dönüş imkânlarının ivedilikle sağlanması. Ancak, bunlardan öte gelecekte daha büyük sığınmacı akınlarının olacağı öngörüldüğünden "Hudut namustur." şiarıyla hareket edilmesi Millî Savunma Bakanlığının ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin en önemli ve birinci vazifesi.

15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında ne yazık ki tüm kodlarımız bunların başında da ordu ve millet parolamız büyük oranda tahrip edildi. Bu hain darbeye yol açan sürecin iktidarı AK PARTİ mal bulmuş Mağribî olarak bu durumu kullandı. Askerî liseler, harp akademileri, askerî hastaneler hepsi kapatıldı. Ordumuzun temelini oluşturan, yetişmiş personel kaynağı olan askerî liselerin, harp akademilerinin kapatılması stratejik bir hata olarak bugün karşımızda. Askerî hastanelerin kapatılması da vahim bir hata. Bir ismi hatırlatacağım buradaki bütün hazıruna. Burak Tortumlu, hatırlıyor musunuz bu ismi? Şehit. Neden şehit? Yaralı olarak hastaneye taşınamama rezaleti sebebiyle. Askerî hastaneler aynı zamanda ordunun operasyon gücünü artıran değerlerdir. Bu hatadan ne zaman dönülecek? Ne zaman askerî hastaneler açılacak? Ne zaman Türk ordusu Türk milletinin gönlünde hak ettiği yeri, Türk milletinin gönlünde olduğu gibi iktidar tarafından da hak ettiği değeri görecektir? Hak ettiği değer demişken, bu sene de gazilerimizin sorunlarına ilişkin bir arpa boyu yol alınamadı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında da diğer tüm birimler için de söylüyorum; o yüzden bugün Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde Millî Savunma Bakanlığının da doğrudan bu konunun takipçisi ve müdahili olması gerekmektedir. Şehadet mertebesine erişmiş kahramanların bize emanetleri olan aileleri, kanını bu toprağa akıtmış gazilerimizin günbegün daha fazla yalnızlığa mahkûm edilişi...

Mevzuatta belirtilen şartları sağlamadığı için gazi olarak kabul edilemeyen gazilerimiz var. Oysa biz bu vatan için dökülen her bir damla kanın kutsal olduğunu kabul eden, buna iman etmiş bir milletiz. O kanlarla toprağın vatan olduğuna, bu millet için, bu devlet için canını verenlerin, kanını dökenlere borcumuz olduğuna iman etmiş bir milletiz, bu borcun ödenemez olduğuna iman etmiş bir milletiz. Ne yazık ki iktidar bu imandan ve inançtan kaynaklı gereği yerine getirmekte ya yetersiz ya da kasten bunu yapmıyor. Bir kişinin gazi olup olmadığını mevzuattaki hesaplamalarla belirleyemeyiz. Bu konuda tüm gazilerimizi kapsayan bir yasal düzenleme yapılması acil ve ivedidir. Bununla ilgili herhangi bir çalışma mevcut mudur? Ünlü bir ekonomistin meşhur bir sözü var: "İtibardan tasarruf olmaz." Bir devletin itibarı Cumhurbaşkanlığı konvoyunun kaç araç olduğu değil, kaç uçağa sahip olduğu değil, Külliye'nin ne kadar büyük olduğuyla ilgili değil. İtibar nasıl olur biliyor musunuz? Bu ülke için vücudunun bir parçasını vermiş insanlara en kaliteli yaşam standardını sağlamakla o ülkenin itibarı olur, bir protez için bin tane naz etmemekle o ülkede itibar olur. O gazilerin eksik uzuvlarını bire bir geri getiremeyeceğiz ama en ucuzunu, en kalitesizini, en kullanışsız aletleri de kendilerine hak göremeyiz. Bu ülkede elini, kolunu, bacağını kaybetmiş kaç kişi vardır ya? Koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti o insanların elini, kolunu yerine getiremeyecekse, onları en yüksek teknolojiye kavuşturmak mecburiyetinde değil midir? Bu hepimizin onlara, ailelerine, sevdiklerine karşı sorumluluğumuz değil midir?

Sürem kısıtlı olduğu için bazı yerleri atlayarak devam edeceğim. Bu sürece ilişkin İYİ Parti Grubumuz adına Türkiye Büyük Millet Meclisinde üstümüze düşen her vazifeyi yerine getireceğimize parti grubumuz adına söz verebilirim. Biz buna varız, tüm partileri davet ediyoruz, Millî Savunma Bakanlığını da bu konuda öncülükle ilgili tekrar davet ediyoruz.

Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönetmeliği'nde gaziler ve şehit kardeşi, şehit babası, şehit annesi ve şehit çocuğu istediği yere 2 defa atanma hakkı oluyor "Kendi isteğiyle atandığı hizmet yerlerinde süre sınırı yoktur." deniliyor. Millî Savunma Bakanlığı Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinde ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Subay ve Astsubay Atama yönergesinde ise gaziler ile şehit eşleri istediği yere atanabiliyorken şehit kardeşler ise sadece 1 defa atanma isteğinde bulunabilmekte fakat garnizon süresi kadar kalabilmektedir. Bu düzenlemeyle ilgili gazilerimiz ile şehit yakınlarımız arasında bir ayrım çıkmasına sebebiyet oluşuyor. Bu konuya ilişkin çok ciddi başvurular var, sizlerde de vardır. Bununla ilgili gerekli değişiklikleri yaparak bu eşitsizliğin düzeltilmesi gerektiği hususunda talepleri size iletiyoruz.

Emekli astsubaylarımız da hayat kavgası vermeye devam ediyorlar; görev tazminatı alamadıklarından düşük emekli maaşları sebebiyle başka işlerde de çalışmak zorunda kalıyorlar. Subaylara verilen görev tazminatından astsubaylarımızın da faydalanmaması kabul edilemiyor. Açlık sınırına yakın emekli maaşıyla yaşamaya çalışan emekli astsubaylarımıza verilen sözlerin yerine getirilmemiş olması da büyük bir ayıp. Ağır şartlar altında çalışmalarına karşılık almış oldukları maaş da bu çalışmanın karşılığı olarak kabul edilemez. Bu hususlarla ilgili olarak da ne gibi önlemler alma düşünülmektedir?

Saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum sabrınız için.