KOMİSYON KONUŞMASI

SELCAN TAŞCI (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Bakanlık bürokratları; hoş geldiniz.

9 yaşında epilepsi hastası bir çocuğun üstelik devlet korumasındayken dövülerek öldürülebildiği -öncesinde yaşadıklarını söylemek bile istemiyorum- böyle bir ülkeye dönüştük biz. 2 yaşında bir bebeğin tecavüz edilerek öldürüldüğü ve annesinin buna sustuğu, 8 yaşında bir çocuğun öldürüldüğü ve koca bir köyün buna sustuğu, 15 yaşında bir çocuğun -bu, yıllar önce oldu- kaldığı yurtta sayısız kişilerin defalarca tecavüzüne uğradığı ve polis eliyle, savcı eliyle, hâkim eliyle, vali eliyle yani devletin sustuğu ve devletin üzerini kapattığı, en son 5 çocuğun İzmir'de -hep beraber çok üzüldük, hepimiz üzüldük- âdeta ölüme sürüklendiği böyle bir ülkeye dönüştük. Dayıları, ağabeyleri, amcaları, dedeleri, öz babaları tarafından tecavüze uğrayan çocuklarımız var bizim; öz kardeşini, kendi öz kardeşini doğurmak zorunda kalan çocuklarımız var. Bir köyün tecavüz ettiği çocuklarımız var, İstanbul'un göbeğinde bir sanayi mahallesinde, sanayide koca bir sanayi sitesinin sırayla tecavüz ettiği çocuklarımız var ve bunlara susan, bunlara alışmaya başlayan artık bir toplum yapımız var. "Bir kereden bir şey olmaz." deniyordu; "Bir kere olduysa, madem bir kere oldu artık o çocuğa hep olabilir." diyerek âdeta kurban seçilen çocuklarımız var. Allah insanı iddiasından vuruyor gerçekten yani bizim birer kültürel kod olarak övündüğümüz ne varsa hepsinden vurulduğumuz bir çağ yani bir yeryüzü cehennemine döndü gerçekten çağımız ve onu yaşıyoruz, çok travmatik şeyler yaşıyoruz ve her gün bu olduysa yani kopsun kıyamet dediğimiz olaylar ve hiçbirimiz bu acıyla, bu ürküntü seviyesiyle, bu tiksinti seviyesiyle yaşayamayız; bu, sürdürülebilir bir şey değil. Dolayısıyla her birimizin, burada siyasi görüşümüz, geleneğimiz, ideolojimiz, ülkümüz ne olursa olsun her birimizin gerçekten öfkesi taşma noktasında, acısı taşma noktasında. Son çeyrek asrın bütün günah keçisi ilan edecek değiliz sizi, bu size de insafsızlık ama şöyle bir durum da var: O koltukta siz de otursanız, ben de otursam, hangimiz oturursak oturalım karşımızda hep beraber çok mahcup olmamız gereken bir tablo var, çok endişe etmemiz gereken bir tablo var. Yani burada uzlaşabilirsek belki çözüm noktasında da bir gün uzlaşmayı başarabiliriz diye ümit edebiliyorum, ümit etmek istiyorum.

Ayrıca, bu bütçeyi hazırlayanlar da sizden çok utanmalı bence çünkü şimdi 2008 yılına bakıyorum, 5. Aile Şûrası, o zaman Sayın Erdoğan Başbakan sıfatıyla konuşuyor: "Türkiye'nin dünyayla beraber yeni sorunların, yeni sıkıntıların eşiğinde olduğu dönemde aile yapımızı korumak için çok acil, her zamankinden çok acil politika üretmeliyiz." diyor. 2009 yılında 7. Şûra'da bu defa Cumhurbaşkanı olarak konuşuyor: "Ailede çözülme olursa millet olarak varlığımızın tehlikeye girmesi de kaçınılmazdır. Nesli muhafaza etmenin yolu da aile kurumuna sahip çıkmaktan geçiyor, keza devleti korumak da ancak aileyi korumakla, kollamakla mümkündür." diyor. 2023'te 8. Şûra'da yine Cumhurbaşkanı olarak "Aile toplumun temelidir ve temeli sağlam olmayan toplumlar ayakta kalamaz. Bu bakımdan, aile toplumun çelik çekirdeği, özü, nüvesi ve güç kaynağıdır." diyor ki hepsine katılıyorum ama dönüp geldiğimizde, toplumun, devletin varlık/yokluk ölçüsü hâline getirdiğimiz aileyi yaşatacak politikalar üretmekle yetkili kıldığımız Bakanlığın merkezî bütçedeki payı maalesef yüzde 2,76; 407 milyar 10 milyon 727 bin. Siz başlangıçta bir konuşma yaptınız yani o konuşmadaki bütün hedeflerinizi, yaptığınızı ya da yapacağınızı iddia ettiğiniz şeyleri gerçekten bu bütçeyle yapabilirseniz yani sihirbaz olmanız gerekiyor, mümkün değil. Şimdi, burada da uzlaşmamız gerekiyor bence ve bu, istikrarlı şekilde düşüyor yani bu Bakanlığın bütçesi 2022'de düşmüş, 2023'te biraz daha, 2024'te biraz daha, önümüzdeki yıllarda aile kurumunun sonuna benzemez inşallah bu Bakanlığın bütçesinin sonu da.

Şimdi, Bakanlığın aldığı bütçe ne kadar garabet ise o bütçe içinde Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Programı'na ayrılan pay da o kadar garabet, yüzde 4,09. Genel politika oluşturucular Bakanlığı yok sayıyor, Bakanlık da belki bu dar alanlarda asıl politika üretmesi gereken alanları yok saymak durumunda kalıyor gibi gözüküyor bizim baktığımız yerden. Bu yozlaşmaya karşı, toplumun nüvesi dediğimiz, çelik çekirdeği dediğimiz kuruma Bakanlığın bu bütçeyle gerçekten yatırım yapabilme imkânı var mı? Zira, yapılamadığı da bütün verilerle sabit aslında yani 2006'da binde 9,37 olan evlenme oranı 2023'te binde 6,63'e gerilemiş, son yirmi iki yılın en düşük 2'nci oranı. En düşük oran 2019'da, Covid yılı olduğu için yani kapanma yılı olduğu için onu çok da böyle kale alamayız herhâlde. Aile ve Gençlik Fonu oluşturuldu ve gençlere daha kolay evlenebilsinler diye "İki yıl geri ödemesiz 150 bin lira kredi." denildi. Ben borçlandırarak evlendirmeye de karşıyım ama İstanbul Planlanma Ajansının araştırmasına göre 2024'te İstanbul'da evlenme maliyeti ne kadar biliyor musunuz? Yaklaşık 1 milyon lira yani o 150 bin lira gençlerin sadece çeyiz alışverişlerini bile bugünün fiyatlarıyla maalesef karşılamıyor. Ev kiralama maliyeti yine, İstanbul'da -yani ilk kiralama, emlakçıya ödediğiniz, depozitoyu ödediğinizle- gerçekten neredeyse 100 bin lira, düğün salonuna yetmiyor bu 150 bin lira bugünün koşullarında.

Evlendiremediğimiz gibi evlenenlerin boşanmalarına da engel olamıyoruz. Boşanma hızı 2001'de binde 1,41 iken 2023'te binde 2,01. Dolayısıyla, biz, aile danışmanlığının gerçekten çok ciddiye alınmasını ve çok nitelikli eğitimden geçirilmesini, aileler, eşler arasında ve gençler ile aileler arasında da ara buluculuk ve danışmanlık hizmetinin işlevsel şekilde gündeme alınmasını istiyoruz.

Aile toplumun, kadın da ailenin kalesi aslında ama Kadının Güçlenmesi Programı için ayrılan pay da maalesef bunun çok da böyle algılanmadığını gösteriyor. Artışa bakınca yüzde 68,42 gibi bir oran görüyoruz ve bir farkındalık hissi oluşmuş gibi hissediyoruz ama bu artışla ulaşılan meblağ Bakanlık bütçesi içinde ancak yüzde 1,20'ye tekabül ediyor. Siz "Yarısından fazlasını kadına harcıyoruz." dediniz ama program bazında biz öyle göremiyoruz bizdeki verilerde. Benim bir Türk kadını olarak referansım bambaşka yani Tomrisler, Terkenler, Sabiha Gökçenler, Haymeler... Dolayısıyla kadının güçlendirilmeye muhtaç sayılmasını bile bir hakaret kabul ediyorum, bambaşka bir yerden bakıyorum ama kadının fıtratına biat, kölelik yüklenen bir zihniyet çerçevesinde oluşturulan iklim maalesef buna yani kadına el uzatmaya muhtaç hâle getirdi herkesi. Biraz bakış açısıyla ilgili bu yani siz "Türkiye'de okuryazar kadın oranı yüzde 96." diye övünmeyi de tercih edebilirsiniz ama "Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 99,9'larda, yüzde 100'lerde." der ve "Niye bizim hâlâ yüzde 4 oranında okuma yazma bilmeyen kadınımız var." diye dertlenmeyi de tercih edebilirsiniz; dediğim gibi, tamamen bakış açısıyla ilgili.

Türkiye kadının toplumdaki rolünü yerleştirmekle ilgili aslında zirvede başladı mücadeleye, modern var sayılan birçok ülkenin önünde başladı ama gelinen noktada eşitsizlik bütün verilerde aşikâr. İstihdam oranında yüzde 30,4'le kadınlar geride, iş gücüne katılımda yüzde 35,1'le geride, erkeklerden önde olduğu tek veri işsizlik kadınların. Keza, uluslararası araştırmalarda da öyle; Dünya Ekonomik Forumu 2024 Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'na göre 146 ülke arasında 127'nci sırada Türkiye. Suudi Arabistan -yani "Suudi Arabistan bile" demek istiyorum- bizim üzerimizde, biz Fiji, Hindistan, Pakistan, Çad, İran, bunlarla aynı ligdeyiz artık maalesef. 2006-2024 karşılaştırması; ekonomik katılımda 10'unculuktan 133'üncülüğe gerilemiş, siyasi güçlenmede 96'cılıktan 114'üncülüğe, sağlık ve hayatta kalmada 85'incilikten 98'inciliğe gerilemiş Türkiye. Bakın, hayatta kalmada diyorum yani hayatta tutamıyoruz biz, ne çocukları ne kadınları yaşatamıyoruz; en temel problemimiz.

Kadının iş gücüne katılımında OECD ülkelerinin en kötüsü durumundayız. TÜİK'in II. Çeyrek istatistikleri baz alındığında yüzde 36,8'le son sıradayız. TÜİK istatistiklerine göre değerlendirdiğimizde bile hayatında en az bir kere şiddete maruz kalmış olma oranı en yüksek ülkeyiz şu anda, her gün en az bir kadın cinayeti işleniyor. Mesela, bugün biz burada konuşurken de bir kadın ölecek, yarın da bir kadının öleceğini biliyoruz. Dolayısıyla bu, yönetenler açısından nasıl bir duyguya karşılık geliyor, samimiyetle bunu da merak ediyoruz. Biz ne zaman "İstanbul Sözleşmesi" desek, bunu bir ihanet belgesi gibi işte, böyle millî şuurla vesaire harmanlayarak önümüze koyuyorlar ama bunu biz imzaya açmadık ki bu imzalanırken okunmadı mı? Yani uluslararası sözleşmeler bu ülkede imzaya açılırken okunmuyor ve ancak on yıl da mı idrak ediliyor karşılığının ne olduğu? Eğer öyleyse bu da zaten ayrı bir vahamet. Kadınların güçlendirilmesi ise mesele biz, uzaktan çalışma, kısmi süreli çalışma ve gelir kaybını önleyici tedbirler üzerinde daha fazla durulmasını istiyoruz. Kadınları korumaktan çok aslında çünkü bu onları hayattan da alıkoyan bir şey yani biz, sadece kadını sığınmaevine alalım, koruyalım, kapatalım, kaçıralım şeklinde değil de daha biraz faile dönük tedbirler üzerinden gidilmesini istiyoruz. Faillerin rehabilitasyonu, failin eğitilmesi, ona belki psikolojik destek, yani biri hayattan çekilecekse failin çekilmesi gerekiyor, şiddetin mağdurunun değil.

En en acı yanımız çocuklar, Çocukların Korunması ve Gelişiminin Sağlanması Programı yüzde 10,7'lik bir pay alıyor bütçenizden, yarı yarıya da artmış gözüküyor destek ama bütçe o kadar dar ki dolayısıyla neye yeter, gerçekten bilemiyoruz. Çocuğun genel nüfusa oranında Avrupa birincisiyiz biz şu anda, yüzde 26'lık çocuk oranı, eğer gerçek bir refah politikası geliştirebilirsek aslında, bizim güçlü, aydınlık, müreffeh yarınlarımız olabilir, bunun garantisi olabilir ama bu çürüme, güvensizlik, asayişsizlik ortamında tam tersi, geleceğimize dönük en büyük tehdit hâline de gelebilir çocuklarımız. Ben Avrupa'dan karne almayı çok böyle haz ettiğim bir şey değil ama Avrupa Komisyonunun da Parlamenter Meclisinin de bütün raporlarında Türkiye ve çocuğun yan yana geldiği her cümle "yetersiz ve eksik" diye bitiyor; bunu da not olarak belirteyim. OECD ülkelerinin çocuk yoksulluğu ortalaması yüzde 12,4; Türkiye'nin kaç? Yüzde 22,6, Kosta Rika'nın önünde, sondan ikinci sıradayız. AB ülkelerinde yoksulluk ve sosyal dışlanma riski oranı ortalama yüzde 24,8, 2023 verilerine göre bizde yüzde 40; Avrupa'nın en kötü durumundaki ülkesiyiz bu konuda da. TÜİK'in 2022 çocuk araştırması, bu geçen yıl çok tartışılmıştı. Her yıl, çocukların yüzde 62,4'ü bu ülkede ekmek, makarnayı her gün yiyor ama TÜİK'e göre bile -yine vurguluyorum, TÜİK'e göre bile- her gün et, tavuk ya da balık yiyen sadece yüzde 12 ki aslında bunun çok daha düşük oranda olduğunu tahmin edebiliyoruz. Yine, TÜİK'e göre ailelerin maddi imkânı olmadığı için çocukların yüzde 40'ı bir kere bile sinemaya, tiyatroya gidemiyor. Yani, aslında bunlar bize artık böyle çok fantastik... Geçen Kültür Bakanlığı bütçesinde de söyledim, böyle lüks tüketimmiş gibi geliyor ama yani bu, çocukların kendilerini gerçekleştirmelerinde çok önemli, sosyalleşebilmeleri, kültürel faaliyetlerde bulunabilmeleri ama maalesef yüzde 40 oranında şu anda; bir defa bile, bir yıl içinde bu etkinliklerden yararlanamamış çocuklar var. Bir de biz çocuk refahından ne anlıyoruz, bunu gerçekten sorgulamamız gerekiyor. Yani sadece karınlarını doyurmayı mı, yoksa beslenmeyi dâhil edecek miyiz günün birinde? İşte yarı aç, yarı tok, gece karanlığında, 60 kişilik sınıflarda yollara dökerek böyle eğitim aldırdığımızı var sayarak mı çocuk refahı politikasını inşa ettiğimizi düşünüyoruz? Bizim analizlerimiz gerçekçi bulunmuyor ama gerçek ne, hangi veriye dayanalım? O konuda da bir tavsiye bekliyoruz açıkçası sizden. Mesela, binlerce çocuk kayboluyor bu ülkede, biz sadece bulunan çocuk sayısı verisine ulaşabiliyoruz. Dolayısıyla, hangi veriye göre, neyi analiz edeceğiz? Kayıp çocuk sayısını bilmeden bulunan çocuk sayısını bilmek bize neyi gösterecek? Niğde Çocuk Evi'nde yaşananları başlangıçta da söyledim. Gerçekten, özellikle sosyal hizmet kalitesiyle ilgili bu ve benzeri olaylar bizi biraz daha düşünmeye teşvik etmeli. Sosyal çalışmacıların eğitimine uygun olan sosyal inceleme ve sosyal hizmet müdahalesi maalesef, sadece dört yıllık üniversite diplomasıyla istihdam edilmiş ve bu alanlarda yetkin olmayan kişilerce yapılabiliyor. Kapasite sorununun mutlaka çözülmesi gerekiyor. Özellikle yabancı uyruklu çocukların Bakanlığa bağlı kuruluşlarda kalması ve bu sayının da giderek artması bizim çocuklarımızın bu hizmetlerden faydalanamamasını ne oranda etkiliyor, bunu da bilmek istiyoruz? Herkesin tekrarladığı veriler var, suç oranları ile çocukların suça karışmalarıyla ilgili. Yüzde 11,8'dir suç mağduru çocukların, cinsel suçların mağduru çocukların oranı. Adalet Bakanlığı istatistiklerini ben özellikle söylemek istiyorum çünkü 2015-2023 yılları arasında çocukların cinsel istismarı suçuna ilişkin dosya endeksi yüzde 94 artmış. 14.184 dosyada "Kovuşturmaya gerek yok." kararı çıkmış. Bir çocuk istismar ediliyorsa kovuşturmaya nasıl yer olmayabilir, bununla ilgili bir takip sisteminiz var mı? Hep söylüyoruz, ceza alınmamış ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur ve aslında bugüne kadarki bütün çocuk istismarı vakalarında faillerin daha önce mutlaka benzer bir başka suça da bulaştığı görülüyor. Dolayısıyla vaka sayısı artarken kovuşturma ve mahkûmiyet oranlarının azalmasını biz mahzur yani tuhaf buluyoruz; siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, merak ediyoruz.

OECD'ye üye AB ülkeleri arasında çocuk evliliklerinde ilk sıradayız. Neden evlendirilmiş bu çocuklar? Yani tecavüzcüsüyle mesela evlendirilen kaç çocuk var ülkemizde, bilmek istiyoruz? Sadece çocuklar için değil kadınlar için de engelliler için de yaşlılar için de bütün kuruluşlardan veri alacak bir bilgi sistemi oluşturulmasını da elzem görüyoruz. Çok acil bir Çocuk Koruma Eylem Planı hazırlamak zorundayız. Çocuk Koruma Kanunu'nun revize edilmesini ve yetkinliği olmayan mesleklerin sosyal çalışmacı gibi çalıştırılmasına son verilmesini talep ediyoruz. Çocukları ailelerinden de koruyacak bir perspektif bekliyoruz çünkü Tekirdağ'daki -ben Tekirdağ Milletvekiliyim- Sıla olayını biliyorsunuz ve orada failler de çocuk yani Sıla'yı biz koruyamamışız ama failleri de aslında koruyamamışız ki suça sürüklenmiş bu çocuklar.

Şimdi, ben bunu hemen birçok konuşmada tekrarlıyorum, yine tekrar edeceğim çünkü önemli buluyorum: Kimi tecavüzcü olan kimi katil kimi gaspçı kimi darpçı olan binlerce çocuk da kendi aileleri de dâhil olmak üzere onları kötülükle enfekte eden ortamlardan söküp çıkaramamızın sonucu aslında yani biz katillerimizi büyütüyoruz, kendi tecavüzcülerimizi büyütüyoruz ve meselenin bu boyutunu göz ardı ettiğimiz sürece de her gün bir yeni olayla karşı karşıya kalmak bizim için kaçınılmaz.

İster buna bölgesel bakın ister küresel, ulusal, fark etmiyor; ortaya konulan bütün veriler bizim -başta da dediğim gibi- çok endişelenmemizi gerektiriyor. İlkesel olarak hasta çocuklarını koruma iradesi olan bir ülkeyiz. Dediğim gibi, Çocuk Koruma Kanunu'muz var ama yine çok tekrarladığım bir şey: Yani o Çocuk Koruma Kanunu'na aykırı şekilde bizim mahkeme salonunda tecavüzcüsüyle karşı karşıya getirildiği için bu stresi kaldıramayıp kalp krizinden ölen çocuğumuz var. E, o zaman kanunun var olması bir şey ifade etmiyor maalesef.

Özellikle son dönemde dijital işgal, artık küresel salgın olarak değerlendiriliyor, biliyorsunuz, özellikle çocukları tehdit eden. Siz konuşmanızda değindiniz ama program bazında ben bütçenin dağılışında Bakanlığınız içinde bununla ilgili somut bir şey maalesef göremedim. İnsan kaçakçılığı mağdurlarının yine yüzde 28'i çocuk ve biz özellikle depremde kaybolan çocukları çok sorduk size yani bir türlü orada uzlaşamıyoruz. Şimdi, aileler diyorlar ki: "Benim çocuğum kayıp." İşte, Türkiye'nin farklı yerlerinde, deprem sonrası hastanelerde, orada burada görüntülenen çocuklar var bu kayıp olduğu söylenen çocuklar arasında ama siz diyorsunuz ki... Yani nerede o zaman bu çocuklar, bilmek istiyoruz? Yani aileleri kayıp diyorsa ve hâlâ ulaşılamadıysa ya ölüsü yok dirisi; bunlarla ilgili net bilgi beklemek hakları, bizim de hakkımız.

Çocuklara yönelik şiddete maruz kalma riskini artıran en önemli faktörün yetersiz eğitim olduğunu siz de söylüyorsunuz ama yani bu hangi kaynak ve zihniyetle iş birliği yapılarak sağlanacak? Mesela "Harika Çocuklar Yasası"nı biz çok önemli görüyoruz, çok faydalı görüyoruz ama bunu bile engelleyen bir Millî Eğitim Bakanlığı vakası var karşımızda. Çocuk Hakları Sözleşmesi de dâhil, bu konuda çerçeve oluşturacak sayısız sözleşmeye tarafız; bu sözleşmeler uyarınca tavır aldığınızda suç oranlarının düştüğünü gösteren veriler de var ama ne yapıyoruz? Az önce de söyledim, işte, bu sözleşmeleri feshediyoruz. Anayasa 41 "Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır." diyor ama biz Anayasa'yı çok kolay delinebilen bir kâğıt parçasına dönüştürüyoruz yani aslında kendi ihmallerimizle istismarın temelini atıyoruz.

Çocuk doğduğu anda nerede doğduğuna bakılıp, doğduğu ortamın ihmal ve istismara maruz kalmadan büyümeye elverişli olup olmadığına bakılıp müdahalenin anında daha doğum anında yapılmasını istiyoruz biz. Gerçekten, doğum öncesinden başlayarak ebeveynlik programı başlatılmasını, özellikle denetimsiz göçün, sığınmacı istilasının dejenarasyondaki payının da araştırılmasını bekliyoruz.

Bakanlığın dar bütçesinin en geniş kalemi yoksullukla mücadele ve sosyal yardımlar üzerine. Neden? Çünkü maalesef yoksulların ve yoksulluğun üzerinde yükselen bir iktidar var. Sosyal devlet olmanın gereği olarak değil bir seçim kazanma stratejisi olarak görülmeye başlandı bu iş ve yayılıyor yani sadece üzülerek söylüyorum, kötü örnek oldu, iktidarla da sınırlı kalmamaya başladı. Sosyal yardım lütuf değil sosyal devlet olmanın gereği, bunu sürekli tekrarlıyoruz, vatandaş açısından da hak ama biz -şunu yapamayız- "Bakın, işte, şu kadar çok vatandaşımızı sosyal yardımdan faydalandırıyoruz." diye bununla gururlanamayız, övünemeyiz. Gerçekten, buradaki tablo -sürem azalıyor, söylemeyeceğim, rakamlar herkeste var- felaket; bu, bizde bir yardım bağımlılığı oluştuğunu gösteriyor. Sosyal yardım yararlanıcılarından çalışmasına engel olmayanların mesleki eğitimlere katılması zorunlu hâle getirilebilir mi mesela? Bu insanları üretime katmadan, hiçbir katma değer üretmeden tüketmeye alıştırmanın da toplumsal trajik sonuçları var çünkü.

Konuşmanızda yine toplumsal şiddete değindiniz ama -az önce dijital bağımlılıkta söylediğimi madde bağımlılığıyla ilgili de tekrar edeceğim- biz bunları konuşmanızda duysak da program bazında maalesef, göremedik bütçe dağılımında. Özellikle akran zorbalığı, suç ve şiddet davranışının görüldüğü ve riskin yüksek olduğu ailelerin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Taşcı, iki dakika ekliyorum.

Buyurun lütfen.

SELCAN TAŞCI (Tekirdağ) - Suçu ve şiddeti teşvik eden gettolaşma üzerinde hiç çalışılmıyor mesela. Gettolaşma ve çeteleşmeye karşı bir çalışmanız var mı? Yine, dün Komisyonda da konuştuk, feodalite üzerinde Türkiye'de hiç çalışılmıyor çünkü siyasetin her alanı ondan biraz kendi açısından besleniyor. Buna dönük bir çalışmanız var mı? Ve bağımlılıkla mücadelede Ulusal Bağımlılıkla Mücadele Eylem Planı kapsamında bağımlılık davranışlarının önlenmesinden ve bağımlıların aileleri ve sosyal çevreleri için sosyal uyumlarının desteklenmesinden sorumlu Bakanlığınızdan daha somut projeler bekliyoruz çünkü dediğim gibi, program bazlı bir şey göremedik bütçe dağılımında.

Kadrolarını en titizlikle seçmesi gereken bakanlıklardan bir tanesi, 10 kişinin yapması gereken işi 1 kişinin yaptığına şahit oluyoruz biz. Dolayısıyla burada kadro istihdamının biraz daha yani kadroların biraz daha genişletilmesi, niteliğin genişletilmesi ve özellikle yıpranma... Yani sağlık sektörü kadar zor, yıpratıcı olan bir Bakanlıkta personelin yıpranma hakkından faydalandırılmasını ve 4/A statüsüne geçirilmesini de elzem görüyoruz; bu da hizmet kalitesini artıracaktır.

Veriler ortada, yaşlanıyoruz, hem huzurevleriyle ilgili hem engelli bakım merkezleriyle ilgili hastanelerdeki gibi özelleşmenin teşvik edildiğini -yani verileri söyleyecek vaktim kalmadı- görüyoruz ve bunu çok mahzurlu buluyoruz. Şimdi, özellikle engellilerde şöyle bir durum var: Engelli maaşı alanlar düşmüş, engelli bakım aylığı alanlar düşmüş, kamuya ait engelli bakım merkezlerinin sayısı düşmüş, bu merkezde bakılanlarının sayısı düşmüş, umutevlerinin sayısı düşmüş, bu evlerde kalanların sayısı düşmüş yani -bunları sizin rakamlarınızdan aldık- sadece özel sektörün teşviki dışında, özel sektör dışında artan hiçbir şey yok.

Ve bütçedeki en düşük payın şehit aileleri ve gazilerimize düşmesi... Yani ben gerçekten, kendi adıma utandım; 125 milyon 303 bin lira. Özellikle gazilerimizin mesela...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)