| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Millî Savunma Bakanlığı ile Savunma Sanayii Müsteşarlığı bütçe kesin hesap ve Sayıştay raporları münasebetiyle |
| Dönemi | : | 24 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 13 .11.2014 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Plan ve Bütçe Komisyonunun saygıdeğer üyeleri, Millî Savunma Bakanlığımızın çok değerli Bakanı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok değerli temsilcileri, yöneticileri, görevlileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Millî Savunma Bakanlığımızın bütçesinin Bakanlığımıza ve ilgili kurum ve kuruluşlara hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Sayın Bakanı burada gördük. Sayın Bakanımız tutum ve davranışlarıyla oldukça naif bir bakan, çok sesi çıkmıyor, gelişigüzel de konuşmuyor ama hazır Bakanı yakalamışken Sayın Bakandan özellikle bu 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonuna dair düşüncelerini de burada, bu Komisyonda duymak isterim. Zira bu iddialar ülkenin güvenliğini de tehlikeye atıyor bana göre çünkü sıradan bir yolsuzluk olarak geçemez, ülkemizin millî güvenliğini de ilgilendiren bir konu olarak karşımızda duruyor.
Bu, sadece birazdan bahsedeceğim ulusal ve uluslararası gelişmelerin yakın ve somut sonucu değildir, aynı zamanda Sayın Bakanım, ülkenin olma saygınlığı, inandırıcılığı ve taahhüt ettiklerini yerine getirebilir niteliğini de yitiriyor, zafiyetler meydana geliyor. Bu duruma yol açan bir dizi olay içinde uluslararası alanda ülke saygınlığına ve Silahlı Kuvvetlerin itibarına büyük zarar vermiş olanlara öncelikle değinmek isterim.
Şimdiki Başbakanımız, dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu'nun çökmüş Suriye politikası ülke sınırlarımızı tartışmalı hâle getirecek ağır sonuçlar doğurmasının yanında, savaş uçağımızın da kendi sınırlarımız içinde düşürülmesi de dahil büyük bir acziyete neden olmuştur. Fakat rüşvet ve yolsuzlukla anılan Bakanlar Kurulunun yol açtığı dertler keşke bu kadarla sınırlı olsaydı. Adana'da MİT'e ait TIR'ların durdurulması olayı, tüm çıplaklığıyla, iç savaşın hüküm sürdüğü bir komşu ülkenin çatışan tarafları arasında yer alan gruplara askerî mühimmat gönderen bir hükûmetin üyesi olduğunuzu da ortaya koymuştur. Bu, uluslararası hukuka göre savaş sebebidir ve nitekim Suriye yöneticileri de Türkiye'yle savaşta olduklarını ifade etmişlerdir. Hâlbuki, sizler konuyu ülke gündeminden kaçırmak için yayın yasağı gibi yollara gidiyorsunuz ve bunlara başvuruyorsunuz. Sizin karanlık operasyonlarınızın ve emirlerinizin gereğini yapan, buna karşılık savcılık talimatını yerine getiren yani hukukun gereğini yapan askerlere ilişkin "Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla açıklamakla" suçlayan talimatlı davalar açtırma yoluna giden bir kabinede görev yapıyorsunuz.
Sayın Bakan, uluslararası basında çarşaf çarşaf yazı, değerlendirme ve makalelerde Türkiye'nin cihatçılara verdiği askerî, lojistik destekten söz eden metinler kaleme alınıyor. Öyleyse, ya Sayın Bakan ülke savunmasından ve güvenliğinden sorumlu bir kişi olarak olayların dışında bırakılmakta ya da kamuoyunu yanıltma amaçlı bir psikolojik operasyon yürütülmektedir. Sanırım ki ilk ihtimal daha güçlü çünkü operasyon yürütme işlerini AKP kabinelerinde yürüten isimlerin kimler olduğu dinleme "tape"lerinde ortaya çıkmıştır.
Irak ve Suriye'de süren iç savaşlara dair AKP hükûmetleri bölge siyasetinde öyle büyük hatalar yaptı ki, sorunlar Türkiye açısından gittikçe daha da karmaşık bir hâle geldi, çok boyutlu ve içinden çıkılmaz bir hâl aldı. Türkiye'nin bölgede Irak ve Suriye meselesi dışında bir dış politika gündemi kalmadı ne yazık ki.
Tunus, Türkiye'nin yerine Müslüman dünyaya örnek gösterilir hâl aldı. Bavullarla para gönderdiğiniz Libya üçe bölünmek üzere ama zaten oralar artık uzakta, bizim sınırlarımızda daha yakıcı sorunlarımız var. Takdir etmek gerek ki AKP hükûmetleri "Suriye bizim iç meselemiz." diye diye en sonunda Suriye ve Irak'taki krizi 6-7 Ekimin gösterdiği gibi, tüm Türkiye'yi saran bir çatışma hâline sokmayı da başardı. Nitekim, Kobani meselesi artık iç politikanın en hassas konularından birisi hâline geldi. Bölge halkının büyük ölçüde boşalttığı Kobani'ye önce karışmaktan yana değildiniz çünkü aksi hâlde savaşa açıkça taraf olma ihtimali belirecek, başka bir ülke toprağında askerî operasyon yürütür hâle gelecektiniz. Ayrıca, savaşan taraflardan birini kendi dünya görüşünüzün karşıtı diğerini ise oldukça yakınında olarak değerlendiriyordunuz fakat talimat büyük yerden geldi, ABD'den talimatı aldınız ve son dakika kararıyla Barzani'ye bağlı güçlerin ülke içinden geçişine onay vermek durumunda kaldınız.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, peşmerge güçlerinin Kobani'ye geçişini Türkiye'den kendilerinin talep ettiğini tüm dünyaya ilan etmiş ve bu da yetmezmiş gibi, Kerry Endonezya'da yaptığı açıklamada "Türkiye'nin politikasındaki değişim Washington'un talebinin bir sonucudur." demişti. Bu olay gösterdi ki sadece tarihte eşine az rastlanır bir "U" dönüşünü hayata geçiren bir kadro değil bu kabine, aynı zamanda uluslararası sorunlarda sözüne güvenilmeyecek, inandırıcılığı olmayan bir yönetim anlayışını da ortaya koymakla hem dostlarımız hem de rakiplerimiz nezdinde ülkeyi büyük bir zafiyet içine itebilen bir kadroyla karşı karşıyayız. Bırakın kendi coğrafyasında söz sahibi olan bir ülke olmayı, kendi dış politikasına kendisi yön veremeyen acz içerisinde bir ülke imajını pekiştirdiniz. Geride kalansa ABD baskısına boyun eğerken kurumsal aklını yitirmiş bir Türkiye imajı ortaya çıkmıştır.
Sayın Başkan, 2 Ekim 2014'te kabul edilen ve aynı gün yayınlanarak yürürlüğe giren tezkereyle ilgili de birkaç şey söylemek isterim.
Burada, "yabancı silahlı kuvvetlerin" Türkiye topraklarını kullanmasının önü açılmıştı. Tezkerede, yabancı silahlı kuvvetlerin Türk topraklarını kullanmasına izin "yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması" cümlesiyle veriliyordu. Ancak, tezkeredeki cümlede yabancı kuvvetlerden bahsederken "devlet" veya "ülke" tanımının kullanılmaması, sadece "yabancı silahlı kuvvetler" ifadesinin yer alması özellikle dikkat çekiyor. Bu ifadeyle, sadece Türkiye'nin resmen tanıdığı ülkelerin değil, yabancı uyruklu diğer silahlı grupların da Türkiye topraklarını kullanmasının önünün açıldığı iddiaları ortaya atılmıştır. Peşmergenin Türkiye toprakları üzerinden Kobani'ye geçmesine izin verilmesi de bu bağlamda gerçekleşmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu topraklarda yabancı asker postalı istemiyoruz. Biz, örtük, açık, hiçbir şekilde savaşa taraf olmak istemiyoruz, bizim askerimiz ölmesin istiyoruz. Başkalarının uzaktan kumandalı savaşlarının piyonu olmanın bu ülkeye bir faydası yoktur, asla da olmamıştır ve olmayacaktır. Hâlbuki, AKP tezkeresinin temelinde yatan, komşu ülkelerin yönetimlerine müdahale etme, onları devirme çabası olarak karşımıza çıkmıştır. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başbakan sıfatıyla yaptığı konuşmada kullanmış olduğu bir cümle açık bir şekilde ortaya koymuştur. Sayın Erdoğan diyor ki: "Şam yönetiminin derhâl uzaklaştırılması önceliğimiz olmaya devam edecektir." Açık, net söylüyor, bir ülkenin iç işlerine karışıyor. Fakat bu nasıl olacak? Kendi dinamikleriyle gerçekleşmediğinde ne yapılacak? Bu iş nasıl kotarılacak? Cihatçılarla mı olacak, kiminle olacak? Bu işler de, görüldüğü gibi, açık ve net bir şekilde gizlenerek yapılıyor.
Size bir başka örnek vermek isterim: Malatya Kürecik'te konuşlanmış olan radarla ilgili. Radar üssünden sağlanan bilgilerin İsrail'le paylaşıldığı bilgisini yalanlamış ve "Sistemin NATO üyesi olmayan hiç bir ülkeye koruma sağlaması mümkün değildir. İsrail de NATO üyesi değildir." denmiştir. Oysa biliyoruz ki ABD yapımı AN/TPY-2 radarının İran'dan İsrail'e atılması muhtemel füzelerin erkenden tespit edilmesinde kullanıldığı, Katar ve İsrail'de yer alan aynı tip diğer 2 radarla beraber tamamlayıcı görevde olduğu yabancı basın organlarınca yazılmış sıradan bir bilgidir. İran'dan atılması muhtemel füzeleri İsrail'de kurulu radar tek başına tespit edemiyor. İran'dan atılması muhtemel Şahab-3 tipi balistik füzenin menzili 1.300 kilometre. AN/TPY-2 radarının füze tespit menzili ise 1.000 kilometre civarında. İsrail'de kurulu olan radar, İran'dan atılan bir füzeyi ancak 300 kilometre uçtuktan sonra tespit edebiliyor. Bu nedenle, İran'dan İsrail'e atılabilecek bir füzenin anında tespiti için Malatya'daki radarın sağlayacağı uyarı bilgisi gereklidir ve ihtiyaçtır ve biz de bu konuda taşeronuz. Bu radarın asli olmasa bile görevleri arasında İsrail'i korumak vardır. Tabii ki biz İsrail'e bir saldırıya da karşıyız ama zaten AKP Hükûmeti iddialarının aksine Kürecik radarı NATO'nun sistemine entegre edilene kadar Türkiye'nin değil ABD'nin kontrolünde faaliyet göstererek bütün ABD radar sistemleriyle entegre bir şekilde çalışmakta ve bu kapsamda İsrail'e de bilgi sağlamaktadır.
Son olarak, başka bir ifadeyle, Kürecik radarı İsrail hava savunma sisteminin bir unsuru ve ana öğesi olmuştur. Kürecik radarı, ABD'nin Eylül 2009 tarihinde aldığı karar uyarınca, kendisini, müttefiklerini ve bölgedeki ortaklarını balistik füze tehdidinden korumak üzere geliştirdiği ve NATO şemsiyesi altına soktuğu Avrupa Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşımlı Başlıklı Füze Savunma Programı'nın bir parçası olarak karşımızda duruyor. Ama ne yazık ki Türkiye Büyük Millet Meclisinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri Kürecik'e gidip de Kürecik radarına girmek istediklerinde hem Dışişleri Bakanlığının yetkilileri hem de oradaki görevliler Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin oraya girmesini engellemişlerdir.
Sayın Bakan, sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum: Geçtiğimiz günlerde, Bakanlar Kurulunda, millî güvenlik gerekçesiyle cam iş kolunda, kristal iş kolunda Kristal-İş Sendikamızın toplu iş sözleşmesi grev noktasına kadar gelmiş ama grev Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmiştir. Şimdi sizden -merak ediyorum- soruyorum: Bir iş yerinde grevin ertelenmesi, cam, kristal iş kolunda bir iş yerinde grevin ertelenmesinin millî güvenlikle ne gerekçesi olabilir veyahut da Kocaeli'de bulunan lastik fabrikalarındaki bir grevin millî güvenlik gerekçesiyle neden ertelenebilir? Bunların nedenlerini sizlerden duymak ve öğrenmek istiyorum.
Benden önceki arkadaşlarımız konuştular, evet, Türk Silahlı Kuvvetlerinde sivil arkadaşlarımızın sendikalı olmasıyla ilgili, Anayasa Mahkemesinden döndü. Bırakın sivil personelin, İskandinav ülkelerinde, Avrupa'da birçok ülkede subayların sendikası var. Yani, bu tip yasakların ve engellerin kalkması gerekir.
Önemli bir konu da -benden önce yine arkadaşlarım söylediler- 20 yaşına gelen her gencimiz aileleri tarafından, yakınları tarafından bulundukları illerde ve ilçelerde görkemli bir törenle askere uğurlanıyorlar vatani görevlerini yapmaları için ama bir süre sonra askerî kışlada yaşadıkları çeşitli zorluk ve güçlüklerle intihar etmek zorunda kalan bu kardeşlerimizin törenlerle, davul zurnayla, halaylarla, zeybeklerle, zılgıtlarla oraya gönderilen bu kardeşlerimizin cenazelerinin ailelerine gelmesi hepimizi derinden üzmektedir. Bunun mutlaka bir yolu bulunmalı, intiharlar mutlaka sonlandırılmalı ve ailelere bunların bütün detayları, gerekçeleri mutlaka açıklanmalıdır. Çünkü ailelere verilen bilgiler yeteri kadar onları tatmin eden, onları inandıran bir noktada değil. İster istemez insanlarımızın Türk Silahlı Kuvvetlerine yüzde yüz olan güvenleri ve saygınlığı her geçen gün azalmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, toparlayabilir misiniz.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bunun önemli nedeni de, daha şeffaf ve açık olması gerekir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinden burada bulunan görevli arkadaşlarımız da, her komutasında bulunan arkadaşlarımız da bizim kardeşlerimiz, bizim evlatlarımız, bizim yakınlarımız; onlar bizim göz bebeğimiz, göz nurumuz. Ama onlara emanet edilen çocuklarımızın da yine kendileri gibi korunması, kollanması, yine davul, zurnayla, halaylarla gönderilen o çocukların aynı şekilde ailelerine emanet edilmesi bizim asli görevlerimizden biridir diyorum ve 2015 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
Saygılar sunuyorum.