| Komisyon Adı | : | DIŞİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun, Türkiye'nin dış politikasında son dönemdeki gelişmeler hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 25 .02.2016 |
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanımızın sözlerinde hiçbir çelişki yoktur. Yani, sözünün bir kısmını alıp da "Abdestsiz namaz kılma."dan "Namaz kılma." kısmını alırsan başka şey çıkar, "Abdestsiz namaz kılma." dersem başka bir şey çıkar. Sayın Cumhurbaşkanımız, esas, biraz önce söylemeye çalıştığım çelişkiye vurgu yapıyor. Yani "Terör örgütlerine bakarken bir terör örgütüyle mücadele ediyor diye diğerini iyi göstermeyin." diyor. El Nusra da bir terör örgütüdür. Orada sıralıyor. "DAEŞ, El Nusra, YPG -'YPG' diyor, o kısmı İngilizce söylüyor Cumhurbaşkanımız, dikkat çeksin diye- bunların hepsi terör örgütü." diyor. Ondan sonra "Bir terör örgütü diğeriyle mücadele ediyor diye onu meşru göremezsiniz." diyor. O zaman bu tez doğruysa "El Nusra da terör örgütü, DAEŞ'le mücadele ediyor yer yer. O zaman onu niye eleştiriyorsunuz?" diyor. Cumhurbaşkanımız bir çelişkiye vurgu yapıyor. "O da terör örgütü, o da terör örgütü. Niye ayrım yapıyorsunuz?" diyor. "İdeolojiye göre veya kullanabildiğiniz yani kullanıp kullanmadığınıza göre böyle kriter belirleyerek ayrım yapmayın." diyor. Yoksa El Nusra'yı savunmuyor Cumhurbaşkanımız.
Şimdi, bazıları diyor ki: "PYD de yüzde 17'sini işgal ediyor Suriye'nin. Ondan sonra, o yüzden müzakere masasında olmalıdır." Biz de diyoruz ki: O tez doğru olsa yüzde 45'ini işgal eden DAEŞ'i de çağırmanız lazım yani böyle şey mi olur? Terör örgütlerini işgal ettiği toprak oranında müzakereye çağırmak, böyle olur mu diyoruz. Ha, rejimin içinde olsun diyoruz yani olursa, onda bir şey yok.
Yani, Cumhurbaşkanımızın söylediğinde bir çelişki yok. Lütfen, başka yerlere çekmeyelim, gerçekleri konuşalım. Gene Cumhurbaşkanımızın sözlerini eleştirebilirsiniz ama görüşlerini doğru zeminde eleştirelim. Cumhurbaşkanımızın da, Başbakanımızın da, biraz önce söylediğim, işte, "Bizi bağlamaz." kısmı, ne demek istediği son derece nettir. Ama "Oradan gelecek terör saldırılarına karşı da bir müdahale etmeyelim." derseniz o sizin görüşünüzdür, ayrı ama bizim tutumumuz o konuda son derece nettir.
Şimdi, suçluların iadesi, otomatik bir karar değildir anlaşma olduğu zaman. Bir: Mahkeme kararları önemli.
İkincisi: Her ülke bir suçluyu iade ederken o ülkedeki siyasi duruma da bakar, insan hakları durumuna da bakar. Ha, bunu suistimal edip de çok keyfî davranan ülke yok mu? Çok var. Çifte standart içinde olan ülke var mı? Çok var. Biz de bizde olan bir vatandaşı iade ederken buna bakıyoruz.
Mesela, Özbekistan'la ilişkilerimiz niye yıllardır iyi değil? Ta biz iktidara gelmeden önce, yıllar önce bir muhalif, burada, gelmiş, iadesini istemiş Özbek rejimi. O kişinin avukatları da İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş. İnsan Hakları Mahkemesi de hemen geçici bir karar almış "İade etmeyin." diye. Türkiye, tabii, İnsan Hakları Mahkemesinin kararına sevse de, sevmese de uymak durumunda. İade etmediği için o zamanki yönetim, ilişkiler kopmuş. Hâlen bu şey düzelmedi, gitti. Yani, şimdi biraz inişler çıkışlar oluyor, biraz daha iyi, bazı temaslarımız da oluyor. En son, Türkmenistan'da Sayın Cumhurbaşkanımız İslam Kerimov'la görüştü.
NATO'yla ilişkiler çok önemli. NATO'yla bir sıkıntımız yok. NATO'nun bu süreçte Türkiye'ye verdiği destek, aldığı kararlar çok nettir. Bugüne kadar sınır güvenliğimizle ilgili verdiği destekler önemli. Şimdi de göçmen kaçakçılığıyla ilgili iş birliğimiz konusunda düşüncelerimizi, attığımız adımları zaten biraz önce paylaştık ama Parlamenter Asamblesindeki temaslar da önemli. Yani, her kurumun, parlamenter asamblesi olan kurumlarda bizim parlamenterlerimizin oraya gidip oralarda temasta bulunması, ondan sonra, komisyonlarda, siyasi gruplar varsa oralarda, genel kurullarda aktif olması çok önemli. Ben geçen de Strazburg'da da söyledim, tabii ki iktidar-muhalefet, farklı partiler vardı. Orada her konuda yüzde 100 uyum içinde olmamız şart değil. Her parti kendi bakış açısına göre tutumunu şey yapar. Ama Türkiye'nin imajını bozacak şeylerden de kaçınmak lazım. Ülkenin ve milletin imajı bir kere bozulduğu zaman kolay kolay şey olmaz. Yani, doğruları söylememek anlamında değil ama özellikle imaj bozucu amaç ve gayretleri de görünce biz doğrusu üzülüyoruz Dışişleri Bakanlığı olarak, bu ülkeyi seven insanlar olarak ama demokrasi içinde herkes görüşlerini söyler.
Şimdi, adaşım Mevlüt Bey, bizim başından beri Suriye'deki tutumumuza gelince. Bu olay, Arap Baharı başladı buraya sıçradı. Gerçekten, bu noktalara gelmesini biz hiçbir zaman arzu etmezdik. Gerçekten, Esad rejimine de çok samimi tavsiyelerde bulunduk. Belki o adımları atsaydı... Tunus örneğini de verdik, Fas örneğini verdik, Fas'ta mesela önemli adımlar attılar, başka ülkelerde de bazı tedbirler aldılar, bastırdılar kısa süre içinde. İlk başlayan Tunus, bakın şu an bu süreçten en az hasarla çıkan ülke. Bizim için fark etmez, İhvan seçildi onunla da. Şimdi, şu andaki hükûmetle çok yakın iş birliği içindeyiz. Dışişleri Bakanını mesela Büyükelçiler Konferansına çağırmıştım değişti, tam bir gün önce değişti, yeni bakan atandı. Yani kardeşlik ilişkileri içindeyiz gerçekten, onlar da bizi çok seviyor. Bizim için fark etmez, halk kimi tercih ettiyse onunla çalışmak durumundayız. Öyle duygusallık yoktur dış politikada, doğru, katılıyorum. Ama şimdi, bugünkü tabloda yani biz diyelim ki Esad'a hiç sesimizi çıkartmasaydık veya hiç duruş sergilemeseydik Esad durur muydu veya çatışmalar durur muydu? Türkiye hangi rolle çatışmaları durdurabilirdi? İnanın, bugün Suriye'de Türkmen diye hiçbir şey kalmazdı, hiçbir muhalefet kalmazdı, 500 bin değil ölü 1,5 milyon olurdu. Yani Esad tamamen, uluslararası camia... Yani tam anlamıyla uluslararası camianın duruşunda eksiklikler var. Özellikle, kimyasal silah kullandıktan sonra, kırmızı çizgi aşıldıktan sonra Rusya'nın oyunuyla, manevralarıyla bu iş örtbas edildi, bilmem ne falan. Uluslararası camia daha güçlü dursaydı bugün 400 bin insan ölmezdi. Bunları biz mi öldürdük? Bir rejim öldürüyor insanları.
Şimdi, biz ılımlı muhalefete destek veriyoruz, ılımlı muhalefete, dikkat edin. Ama bizim eğit-donatı kime yapıyoruz? Ilımlı muhalefete. Niçin yapıyoruz? DAEŞ'la mücadele diye. Amerika'yla birlikte yapıyoruz. Adam bulmakta, doğru, zorlanıyoruz yani öyle arazide adam bulmak o yeteneklere sahip... Yani eğit-donat programının da DAEŞ'le mücadelede yetersiz olacağını bile bile biz bu işe girdik, bir iş birliği. DEAŞ'a karşı bir iş birliğimizin bir göstergesidir. Ama eğitip donattığınız 60-70 kişi ne kadar mücadele edecek DAEŞ'e karşı? Zaten ona da oradan YPG saldırıyor. Ne olacak bu işin sonu? Yani eğit-donat yapıyoruz da DAEŞ'e karşı mücadelede eğit-donat yapıyoruz.
Şimdi, oradaki Türkmen kardeşlerimizin, oradaki kardeşlerimizin haklarına Türkiye sessiz kalsın... Bu da bizden beklenemez, bir. İkincisi, Türkiye tek başına ılımlı muhalefete destek vermiyor ki. Esad rejiminin meşruiyetini yitirdiğini söyleyen biz değiliz. İslam İşbirliği Teşkilatı, üyeliğini askıya aldı. Niye? Meşruiyetini yitirdi. Ilımlı muhalefete destek veren ve meşru bir muhalefet olarak gören ülke sayısı 120 civarında. Sadece Türkiye değil, bu sadece Türkiye'nin meselesi değil. Biz tabii, Türkiye olarak ve parlamenterler olarak ülkemizin yani her türlü politik açıyla ilgilenen insanlar olarak biz kendi açımızdan değerlendiriyoruz olayı. Ama bu iş, Suriye-Türkiye arasında bir mesele değil. O yüzden, "Türkiye böyle yapsaydı, böyle olurdu, Türkiye şu adımı atsaydı bu olurdu, Türkiye sessiz kalsaydı bunlar olurdu." varsayımında bulunmak son derece yanıltıcı olurdu. Yani bu işin sorumlusu biz değiliz. Ama biz başından beri tutumumuzda, eksik olur, yanlış olur ama ilkesel bir tutum sergiledik. Bu konuda da Suriye'ye veya Suriye halkına bir karşıtlığımızdan değil... Kaldı ki bizim yanı başımızdaki bir yangına duyarsız kalmamız mümkün mü ya? Her şeyden önce kendi güvenliğimiz için bunlar çok önemli.
Şimdi, biz muhalefete burada, silah bırakma derken... Şu anda çatışmaların durdurulması herkesi kapsıyor. Rejimi de, rejime destek veren güçleri de, havadan bomba yağdıran Rusya'yı da kapsıyor, muhalefeti de kapsıyor. Bir taraf muaf değil ki bundan. Öbür türlü zaten ateşkes de olmaz, çatışmalar da durmaz, devam eder. O yüzden biz bu süreci destekliyoruz yani o yüzden, çelişki falan... Yani burada bir çelişki yok, çelişki yok burada.
Eğit-donat programını kime verdiniz... Şimdi, yani biz sessiz kalsaydık da rejim bir taraftan bu zafiyete düştükten sonra bu sınırlarını DAEŞ'e ya da başka bir terör örgütüne ya da başka gruplara kaptırmazdı diye bir tezde bulunursanız bunu da gerçekçi bulmam. O zaman, tamamen tüm muhalefeti ya yok edecekti baştan sona, ortaya çıkan DAEŞ canavarıyla da mücadele edecekti, Kürtleri de yok edecekti zamanında yaptığı gibi. Şimdi, oradaki Kürt kardeşlerimizin haklarını -Esad'la ilişkilerimizi düzelttikten sonra- savunan biziz. Hişyar Bey, bizim oradaki Kürt kardeşlerimizle bir problemimiz yok. Yalnız, şunu çok iyi anlamanız lazım: Bizim, Kürtleri başka bir yere itme gibi şeyimiz de yok. Sadece, nasıl PKK şimdi güneydoğuda baskıcı politikalarıyla, terör faaliyetleriyle oradaki Kürt kardeşlerimizi göçe zorluyor, hele hele kendisi gibi düşünmeyen inançlı Kürtleri göçe zorluyor. Nasıl biraz önce söylediğim gibi YPG, Kürtleri orada, Suriye'de göçe zorluyor, başka ülkelerde yaşamaya mahkûm ediyor. Bunu niye söylemiyorsunuz o örgütlere? "Niye Kürtleri başkalarının yanına itmek zorunda kalıyorsunuz?" demiyorsunuz, onu demek lazım esas itibarıyla. Biz niye itelim Kürt kardeşlerimizi başkalarının yanına?
Dolayısıyla, esas burada yanlışı yapan, terör örgütleriyle ayrımı yapmadığınız zaman birbirine karışıyor. Bence bunun ayrımını çok iyi yapmanız lazım.
Burada rejim ve düzeltmeyle ilgili Oğuz Kaan Bey bir şey söylemişti ama... PYD-PKK ilişkisi başından beri var ama biz uyarılarımızı yaptık. Yani Salih Müslim'e de bu konuda, ilgili kurumlarımız uyarı yaptı. Biz PKK'yla da, terör örgütü, terör bitsin diye, ondan sonra Öcalan'la da ilgili kurumlarımız görüştü. Bu yöntemlerin hepsi denendi. Hiç kimse şu yöntem, bu yöntem denedi diyemez Türkiye'de. Samimi bir şekilde biz bu yöntemleri, siyasi risklerini alarak yaptık. Yani Salih Müslim'e ve ondan sonra PYD'lilere zamanında bu uyarıyı yapmamız normal bir şey, sağlıklı bir şey. Ha, uydu, uymadı, gördük tabloyu. Kendi tercih etti, kendi yolunu kendi çiziyor, terörü tercih ediyor. O zaman da bizim tavrımız farklı olur. Terör yerine bizim tavsiye ettiğimiz yöntemleri seçseydi bugünkü tablo çok farklı olurdu. Şimdi, bizim, 200 bin Kürt vatandaşımızı Kobani'den alırken, şu anda geride bıraktığı hayvanların yemini bile biz her gün günlük gönderiyoruz. Bunu başa kakmak için söylemiyorum, insani görevimiz bizim bu. Nasıl Irak'taki 3 tane kamptakilerin hepsine insani yardımlarımızı her gün gönderiyorsak bunlara da her gün yardım ediyoruz. Oradaki 200 bin vatandaşımızı alırken "Bunlar Kürt, bunlar PYD'yle beraber yaşıyorlar." demedik. Kürt vatandaşlarımız, kardeşlerimiz olarak gördük yani Suriye vatandaşlarını bizim de kardeşimiz olarak gördük.
Şimdi, bizim dış politikamızda, her ülkenin dış politikasının oluşumunda tabii ki baskı olur. Şöyle baskı olur: Kamuoyu baskısı olur. Yani, bu da sizin aslında yanlış yapmanızın önüne geçer. Elbette siyasi dengeler olur, elbette şey olur ama sizin söylediğiniz anlamda bizim dış politikamıza olumsuz bir şey yok. Biz inandığımız şeyde halkımızı ikna etmek için tam tersi çaba sarf ediyoruz, riskler alıyoruz yani olumlu anlamda riskler, Kıbrıs'ta olduğu gibi. Mesela, 2004'teki Kıbrıs'la ilgili Türkiye'deki hava ile şu andaki hava bir değil. Ben o zamanlarda Dış İlişkiler Başkanlığında Başkan Yardımcısıydım ve tüm Türkiye'yi dolaşıp dış politikamızı anlatırdık. Benim görevim iki şeyi anlatmaktı esas itibarıyla: Bir, bu yabancıların mülk alımıyla ilgili kanunla ülke topraklarını satmıyoruz. İşte, bir sürü şehir efsanesi vardı, İsrailliler geliyor, burada doğum yaptırıyor, çocuk vatandaşlık elde ediyor. Bizim kanunlarımız Türkiye'de doğum esaslı vatandaşlık vermiyor, böyle bir şey yok ama şehir efsanesi gibi. İki, Kıbrıs'ı satmadık. Tam tersi, Kıbrıs'ta ekonomiyi ne kadar yaptık, doğrudan yardımlar, otel, yatak sayısı, öğrenci sayısı, yurt sayısı vesaire vesaire. O zaman seçim öncesi bunlar tartışılırdı ama bugün bunlar hiç tartışılmıyor şu anda. Neden? Kamuoyuna siz doğru bilgiler anlatmaya başladığınız zaman kamuoyu o zaman sizin istediğiniz noktaya gelir, yaptığınız işin de doğru olduğuna inanırsanız.
Olumsuz anlamda bir baskı yok ama her iktidara, her ülkeye, her zaman halkın düşünceleri olumlu anlamda bir baskıdır. Biz de halkın düşüncelerini zaten anketlerle soruyoruz ta partiyi kurduğumuz günden bu yana, bundan da çok faydalanıyoruz işin doğrusu.
Yani, burada biraz önce söyledim, Cumhurbaşkanlığı ile Dışişleri arasında bir çelişki yok. O yanlış bir yönlendirme olmuş, siz oradan onu almışsınız. Cumhurbaşkanımızın Nusra'yla ilgili yaklaşımı ile bizim yaklaşımımız arasında hiçbir fark yok.
Şimdi, biz olumlu tavır sergiliyoruz yani bunu fark ettiğiniz için de teşekkür ediyoruz. Ama Rusya'da mesele Putin'in ne düşündüğü. Putin çok duygusal tepki veriyor. Putin'in psikolojisini de anlamaya çalışıyoruz. Bugüne kadar dokunulmaz bir süper güçtü, birden uçağı düşürüldü, bu imajı sarsıldı ve çok kişiselleştirdi Putin bunu. Yani diğer Rus yetkililerin -Lavrov dâhil- ilişkilerimizi düzeltme konusunda düşüncelerini biliyorum, detaylara girmeye gerek yok ama burada mesele, tek kişi var, tek kişinin vereceği karara bağlı. Putin'in bu konuda tutumu değişmediği sürece de diğerlerinin de tutumunda bir değişiklik olmaz ama biz sabırla Putin'in de bu duygusallıktan uzaklaşacağını düşünüyoruz. Bir sürü açıklamaları oldu, bir sürü gereksiz şeyler oldu ama bazı arada gidip gelen üçüncü ülkelerin liderleri oluyor, telefonla görüşenler oluyor. Öyle görünüyor ki henüz Putin'in tutumunda köklü bir değişiklik yok. Tamamen tüm çabalarımızın da samimi gayretlerimizin de sonuçsuz kalmasının tek sebebi Putin'dir.
10 milyar doları insani konulara harcadık. Kamplar kuruyoruz. Her gün onların yiyecekleri, içecekleri, okul masrafları, eğitim, kadınlara yönelik yine böyle teknik kurslar, vesaire, sağlık hizmetleri var dışarıda ama genellikle sağlık hizmetlerine ücretsiz yaklaştıkları için onun değeri ölçülemiyor ama tamamen Türkiye'de yaşayan Suriyelilerin barınma, yeme, içme, ondan sonra eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik masraflarımız oldu.
Eğit-donat konusundaki sorunuza cevap verdik.
Rusya konusunda Mustafa Bey'in sorusuna da bu şekilde cevap verdik.
Şimdi, ABD'nin ve bazı ülkelerin, başlangıçta bazı Avrupa ülkelerinin de sorunu buydu. "Tamam, DAEŞ'la mücadele edelim, tamam, doğru, kara operasyonu da lazım ama ben asker göndermem, ben askerimi riske atmam, siz yapın." Biz de diyoruz ki: Senin kamuoyun varsa bizim de var. ben niye askerimi riske atayım yani? Tamam, kara operasyonu olmalı, şarttır ama yapacaksak da DAEŞ'a karşı 65 ülkeyiz, en azından bir 20 ülkenin ortaya çıkması lazım, bir iş birliği içinde olması lazım. Aksi takdirde Türkiye niye girsin Suriye'nin içine? Niye ondan sonra Türkiye Suriye'yi işgal eder pozisyona düşsün? Niye biz kendimizi bu ateş çemberinin içine tek başımıza atalım? DAEŞ bizim sorunumuz değil ki. Doğru, ilk etapta herkesten fazla bize tehdit oluşturuyor, bunu da görüyoruz. Gerek yabancı terörist savaşçılar gerek diğer boyutları gerek doğrudan saldırılar... O zaman ne yapıyor şimdi? Amerika "Ben göndermem. Kara operasyonu da lazım. O zaman arazide bazı unsurlar belirleyelim. İşte, YPG gibi diğer güçler radikal de değil, onlarla iş birliğine girelim." diyor. Böyle bir girdaba... Yani uyuşturucu kaçakçılığının içine bir girersin bir daha çıkamazsın ya, bir girdiğin zaman buradan çıkmak kolay olmuyor. Çünkü onlara bazı destekler veriyorsun, işte, silah verdi, yarısı DAEŞ'a gitti, vesaire. Bazı buna benzer angajmanlar oluyor. Şimdi, güvenilir olmadığını görmeye başladı, Kerry durup dururken bunu söylemez, beni memnun etmek için de söylemez ama ne yapacağını da bilmediği için çelişkiler var, bir. İkincisi, Amerika'da Dışişleriyle Beyaz Saray, Pentagon arasında çok ciddi görüş farklılıkları da var, ne yaptıkları konusunda tam kararlılık yok. Geçen gün Fransa Dışişleri Bakanı -ki Fransa arazideki gerçekleri tüm Batı ülkelerinin içinde en iyi bilen, kara operasyonunun da başından beri olması gerektiğini söyleyen ülkelerden bir tanesi- Fabius ayrıldı ve yüksek mahkeme başkanı oldu. Ayrılırken Amerika'yı epeyce bir eleştirdi, Obama'yı da, dedi ki: "Kerry'nin söylediklerinin yüzde 10'u gerçekleşseydi bugün Suriye'de bu tablo olmazdı." Çok doğru söylüyor, çok doğru bir tespit. Yani sorun bu, çok karar alıyor, çok konuşuyoruz ama maalesef böyle bir çelişkili durum var. Ama gerçekleri görmeye başlamaları da en azından önemlidir.
Değerli Başkanım, elimizden geldiği kadar tüm arkadaşlarımızın sorusuna...
MEVLÜT DUDU (Hatay) - Hatay meselesi...
BAŞKAN - Onu alt komisyona havale ettik.
DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya) - Yaşar Bey ile ben, ilk, partiyi kurduğumuzda beraber çalıştık. O genel başkan yardımcısıydı, ben de onun yardımcısıydım ve kendisinden de çok şey öğrendim, engin bir bilgi birikimi vardır. O yüzden Yaşar Bey'in şahsıyla ilgili hiçbir yorum yapmam ama Yaşar Bey tabii çok uluslararası toplantılara katılıyor, "think tank"lara katılıyor, "think tank"larda da biliyorsunuz çok senaryolar ortaya çıkar, bazı senaryolar da uygulanır ama Hatay'la ilgili ortaya çıkan böyle senaryolar varsa biz bunu uygulatmayız, hiç öyle bir endişeniz olmasın, Hatay'ı bizden kimse alamaz, halkın iradesiyle aldık, kimseye de vermeyiz.