KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, Komisyonun değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları ve sivil toplum örgütlerinin değerli temsilcileri; hepinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Öncelikli olarak Sayın Başkanımıza da alt komisyon kurulması noktasında göstermiş olduğu destekten dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Gerçekten alt komisyon kurulmasını ısrarla istemiştik, bunun da gerekçesi olarak, açık olarak -Avrupa Birliği direktifleri gereğince- sosyal tarafların bunu derinlemesine konuşup tartışması gerektiğini düşünmekteydik ve bu şekilde de son derece yararlı ve faydalı oldu diye düşünüyorum. Alt komisyonda birçok sendika temsilcisi, işveren temsilcisi ve konunun sosyal tarafları görüşlerini açıklıkla ifade ettiler ve bizim çekince koyduğumuz birçok konu tam, yeterli, istediğimiz gibi tartışılmasa bile büyük oranda tartışılmış oldu ve bundan dolayı tekrar teşekkürlerimi sunuyorum Sayın Başkanım.

Tabii, biz -az önce Yakup Başkanım da ifade etti, sayın vekilim de ifade etti- tasarının tamamına karşıyız çünkü bu tasarının sosyal taraflarla görüşülmesi esnasında da anladık ki toplumda bu yasanın çıkması konusunda bir mutabakat yok, taraflar bu konuda mutabakata varmamış durumda ve bu yasanın bu şekilde çıkmasıyla doğuracağı birçok olumsuz sonuç var. Bu olumsuz sonuçların giderilmesi noktasında elbette alt komisyon esnasında bazı ufak tefek önergelerle değişiklikler yapıldı ama bunların yeterli olmadığı çok açık ve net bir şekilde ortaya çıktı. Bu görüşlerimizi de biz muhalefet şerhimizde ifade ettik ama burada bazı konuları tekrar açıklama ve ifade etme gereği hissediyorum. Şimdi, bu konularla ilgili görüşlerimi kısaca size ifade edeceğim.

Şimdi, burada kanunun sınırlandırmaları var. İşte, nedir bu sınırlandırmalar? Birincisi: 10 kişiden daha az çalıştıran iş yerlerinin tamamını kapsıyor, 10 kişiden daha fazla çalıştıran yerlerin de yüzde 25'i idi ama önergeyle bu 5 ve altına düşürüldü. Bu olumlu bir gelişme.

Yine, ikinci sınırlandırma: Maden iş yerlerinde ve kamu iş yerlerinde bu kiralık işçiliğin yapılamayacağı yönünde bir sınırlandırma söz konusuydu. Bu alt komisyon görüşmeleri esnasında hem sivil toplum örgütlerinin hem de bizim ifade ettiğimiz bu konudaki bazı çekinceler vardı. Ben özellikle, burada tehlikeli ve çok tehlikeli iş yerleriyle ilgili çekinceleri ifade etmek istiyorum çünkü baktığımızda, bu tabii ki çok geniş kapsamlı bir yasa, ilk hâliyle yaklaşık 10 milyon gibi bir insanı, çalışanı ilgilendiren bir yasa, tabii, aileleriyle birlikte 30 milyon, 40 milyon gibi bir rakama tekabül ediyor, Türkiye toplumunun neredeyse yarısını etkileyebilecek bir yasa sonuçları itibarıyla.

Burada tabii, kayıt dışılığın kayıt içine alınmak istendiği ifade ediliyor. Yine, Komisyon görüşmeleri esnasında Bakan Yardımcımız da ifade etti, TÜİK verileri de bunu doğruluyor, Türkiye'deki kayıt dışı çalışan sayısı kayıt içi çalışan işçilerin yüzde 33'ü oranında. Yani 12 milyon 800 bin civarında kayıtlı işçi söz konusu, çalışan söz konusu; bunun da yüzde 33'ü yaklaşık 4 milyon 200 bin civarında çalışana tekabül ediyor, işçiye tekabül ediyor. Bu gerçekten çok yüksek bir oran ve 2016 Türkiyesi'ne yakışmayan bir oran. Dolayısıyla, elbette ki bu yasadaki amacın kayıt dışını kayıt içine almak olduğu ifade ediliyor. Tabii ki, bu kayıt dışını kayıt içine alma noktasında biz de gereken desteği vermeye hazırız ama bu yasanın bu hâliyle kayıt dışı nasıl kayıt içine alınacak bu pek anlaşılmış değil yani güzel sözlerle... Tamam, kayıt dışını kayıt içine alalım, 4 milyon 200 bin vatandaşımızı sosyal güvenlik şemsiyesi içine alalım, yine işverenimize vergi yükümlülüğü getirelim ve bu şekilde bu insanlarımızın bir güvencesi olsun, hani "güvenceli esneklik" diye ifade edilen çalışma biçimi olsun ama bu nasıl yapılacak? Bu nasıl yerine getirilecek? Alt komisyon çalışmalarında da ifade etmiştik, özellikle tarım iş yerlerinde çalışan çalışanlarımız için, işçilerimiz için bu nasıl yerine getirilecek? Evlerde çalışan kişiler için nasıl yerine getirilecek? Ya, bununla ilgili bir açıklama yok. Bu soru bizim hâlâ kafamızda büyük bir soru işareti olarak duruyor çünkü bu çalışan insanlara baktığımızda, vatandaşlarımıza baktığımızda, bu vatandaşlarımızın, özellikle tarımda çalışan bu vatandaşlarımızın gerçekten bir dayıbaşı sistemiyle çalıştıkları ortada ama bu "dayıbaşı" dediğimiz kişiler gerçekte de fiilen aslında "aile reisi" dediğimiz kişiler; eşini, çocuklarını, akrabalarını, dayı çocuğunu, hala çocuğunu, teyze çocuğunu 20 kişilik, 30 kişilik gruplar hâlinde özellikle Güneydoğu Bölgemizden başka alanlara, işte, Adana'ya, Çukurova'ya, Karadeniz'e veya Antalya'ya, değişik yerlere, işte, Ege'ye götüren insanlar. Yani bu insanlar nasıl kayıt içine çekilecek, bu insanlar nasıl özel istihdam bürolarına giderek buralarda kaydolacaklar? Bu, bu kanundan maalesef çok anlaşılmıyor. Yani bu insanları güvence altına alabilecek bir sistem bu kanunla bence ortaya konulmamış.

Şimdi, bakıyoruz Türkiye'deki iş yeri sayısına, 1 milyon 750 bin civarında kayıtlı iş yeri var. 1 milyon 750 bin civarında kayıtlı iş yerinde çalışan sayısı ise yaklaşık 12 milyon 800 bin gibi bir rakama tekabül ediyor. Şimdi, bu 12 milyon 800 bin çalışanı ve çalıştığı iş yeri olan 1 milyon 750 bin iş yerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişleri denetliyor ve bunların sayısı da baktığımızda yaklaşık 1.550. Şimdi, 1.550 müfettişin çalıştığı bir kurum olan Çalışma Bakanlığında bunların da bir kısmı iş yerlerini, özellikle altını çiziyorum, kayıtlı olan iş yerlerini, tehlikeli ve çok tehlikeli iş yerlerini sadece ve sadece yaklaşık 700-800 tane "teknik müfettiş" dediğimiz yani makine mühendisi, maden mühendisi, inşaat mühendisi gibi, konunun uzmanı olan, iş yerini iş güvenliği açısından denetleyen müfettişlerden oluşturuluyor. Diğer, geriye kalan "sosyal müfettiş" dediğimiz, iş yeri kayıtlı mı, değil mi veya iş yerinde çalışan işçiler SGK'ya bildiriliyor mu, bildirilmiyor mu, bu işçiler yıllık izin ücretlerini alıyorlar mı, almıyorlar mı, işte, hafta tatilleri kullandırılıyor mu, kullandırılmıyor mu gibi konuları inceleyen sosyal müfettişlerin sayısı da yaklaşık yine 700-800 civarında bir rakama tekabül ediyor. Şimdi, siz 700-800 sosyal müfettişle daha kayıt içi olan 1 milyon 750 bin iş yerini denetleyemezken... Çünkü bir hesaplama yapılmış, bir müfettişe bir iş yerini ikinci kez denetleyebilmesi için yedi yılda bir süre geliyor yani yedi yılda bir ancak bu iş yeri denetlenebiliyor, kayıtlı iş yeri denetlenebiliyor. Peki, siz 4 milyon 200 bin kayıt dışı çalışan işçinin olduğu iş yerini bu müfettiş kadrosuyla nasıl denetleyeceksiniz? Şimdi, denetimin olmadığı bir yerde işçileri bu şekilde kayıt içine almak mümkün olmaz çünkü denetim olacak, ceza mekanizması getireceksiniz, birtakım tedbirler alacaksınız ki kayıt dışındaki işveren korkacak, devletin gücünü hissedecek "Ben kayıt içine gireyim diyecek." Bakın tekstil iş yelerinde -Türkiye'nin sosyal bir yarası- başörtülü hanımlarımız merdiven altı dediğimiz iş yerlerinde çalıştırılıyor. Bakın bunlar çok önemli durumlar. Burada 4 milyon 200 bin çalışanı bu yasayla -altını çizerek ifade ediyorum- kayıt içine almanız mümkün değil. Bu insanları kayıt içine alma şansınız mevcut müfettiş yapısı ile, mevcut iş ve çalışma koşulları altında bana göre sıfır. Dolayısıyla, bu amacın bu yasayla gerçekleştirilemeyeceği çok açık ve net ortada.

Öte yandan, bu, sınırlandırma yaptığımız iş yerlerinin bir tanesi maden iş yerleri. Bu olumlu bir yaklaşım, buna saygı duyuyorum, gerçekten olumlu bir yaklaşım ancak maden iş yerleri çok tehlikeli iş yeri sınıfında. Bakın, maden kazalarındaki artış nedeniyle belki bu öngörülmüş ama maden iş yerlerinin dışında, inşaat iş yerleri, kimya ve işte buna benzer birçok tehlikeli, çok tehlikeli iş yerleri var. Buradaki iş kazalarına baktığımızda, bakın, 6331 sayılı Yasa getirildi, AK PARTİ, AKP iktidarı döneminde, gayet güzel bir düzenleme. 6331 sayılı Yasa ile iş sağlığı ve iş güvenliği ortak birimleri oluşturuldu, bütün iş yerlerine A sınıfı, B sınıfı, C sınıfı olmak üzere iş güvenliği uzmanları alma zorunluluğu getirildi, bunlar bu iş yerlerini denetliyorlar. Ama bakıyoruz 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası amacına ulaşmış mı Sayın Bakanım? Ben geçen de Çalışma Bakanlığının bütçesi görüşülürken de Plan ve Bütçe komisyonda benzer rakamları vermiştim. Şimdi, bakıyoruz, 6331 sayılı İş Sağlığı Ve İş Güvenliği Yasası'nın çıktığı yıl olan 2012 yılında iş kazalarında 878 işçi yaşamını yitirmiş. 2013 yılına geliyoruz, yani bu yasa çıkmış, tamam, altyapısı uygulanmaya başlanmış, birtakım iş güvenliği müfettişleri iş yerlerinde çalışmaya başlamışlar, bakıyoruz 2013 yılında iş kazaları artış göstermiş, 2013 yılında 1.235 işçi yaşamını yitirmiş. 2014 yılına geliyoruz, cumhuriyet tarihinin rekoru kırılmış, 2 rekor birden kırılmış, bir yılda ölen işçi sayısıyla ve iş kazasıyla birlikte bir iş kazasında en fazla ölen işçi sayısı 301 işçi, Soma'da 301 işçimiz yaşamını yitirmiş. Toplamda 2014 yılında, bizdeki verilere göre, 1.886 işçimiz yaşamını yitirmiş, iş cinayetine maruz kalmış. 2015 yılı verilerine bakıyoruz, yine 1.730 işçi yaşamını yitirmiş. Çalışma Bakanlığının verilerinde bir kısmı düşük gösteriliyor, bunun sebebi de şu: Tarım sektöründe çalışan, kamyon kasalarında, traktör römorklarında iş yerlerine giderlerken yaşamını yitiren işçiler bu verilere alınmıyor. Oysa bu da hem hukuki olarak hem kanuni olarak iş kazasıdır. Bu işçilerimiz de kamyon kasalarında, traktör kasalarında iş yerlerine giderken yaşamlarını yitirmeleri nedeniyle iş kazasına maruz kalmışlardır. Böyle bir rakam ortaya çıkıyor, yani on üç yıllık AKP iktidarınız döneminde 15 bin civarında işçimiz yaşamını yitirmiş. Avrupa'da 1'inci, dünyada 3'üncüyüz.

Bakın, Sayın Bakanım, bunun en büyük sebeplerinden birisi, yıllardır bu tür konuları inceleyen birisi olarak söylüyorum, Türkiye'de yaygınlaşan taşeron sistemidir. Yani işçilerin asıl işverenin işçisi değil de yasaya aykırı şekilde taşeron işçisi olarak çalıştırılmasıdır. Yani "yardımcı işler" dediğimiz, yemek, güvenlik, efendime söyleyeyim, yol gibi işlerde değil de asıl işte çalıştırılmalarından doğan iş kazaları ve denetimlerin de yetersiz olmasıdır. Şimdi, bu yasayla diyoruz ki: Geçici iş ilişkisi kuracağız ve işveren de özel istihdam bürosu olacak.

Geçen alt komisyon esnasında da sorduk hem bakan yardımcımız hem de müsteşarımız açıklıkla ifade ettiler, geçici iş ilişkisiyle özel istihdam bürolarının işçilere taşeronlara da kiraya verilebilecek, taşeron şirketlere de kiraya verilebilecek. Şimdi, bakın, asıl tehlikeli olan tehlikeli olan sonuç bu. Asıl işverenle işçi arasına normalde başka kimsenin girmemesi gerekir. Yani üretimi yapacak olan asıl işverenle üretime yardımcı olacak olan işçi arasına, emek arasına başka birisinin girmemesi gerekiyor. Ama burada işte "taşeron uygulaması" dediğimiz asıl işveren-alt işveren ilişkisinden doğan taşeron girdiğinde çıkan işçi cinayeti tablosu bu. Yani on üç yılda 15 bin işçimiz yaşamını yitirmiş, binlerce işçimiz sakat kalmış, meslek hastalığına maruz kalmış. Rakamları söylemek istemiyorum, her yıl yüz binlerce iş kazası oluyor, kolunu kaybeden, uzvunu kaybeden -yani sadece iş cinayeti olarak bakmayalım meseleye- sakat kalan, özürlü kalan birçok işçimiz oluyor.

Şimdi, biz taşeron uygulamasına karşı çıkarken taşeronun taşeronu olabilecek, geçici iş ilişkisiyle orada istihdam edilecek özel istihdam büroları ortaya çıkıyor. Yani işçi ile işveren arasına ikinci bir kişi daha konuluyor, özel bir tüzel kişi olabilecek olan özel istihdam bürosu konuluyor. Yani şu anda işçi ile işveren arasında taşeron varken işçi ile işverenin arasına taşeron ve özel istihdam bürosu, ikisi birlikte girecekler. Bu ne demektir? İşte, bu tam anlamıyla işçinin güvencesiz kalması demektir, iş cinayetlerine davetiye demektir.

O zaman da söylemiştim, belki biraz incitici oldu ama Sayın Bakanım, sizden önce bakanlarımız maden ocaklarında çok işçi cenazesi beklediler hem Çalışma Bakanımız hem Enerji Bakanımız. Bakın, bu yasayla daha çok işçi cenazesini hem sizler hem bizler maden ocaklarında ve ağır, tehlikeli ve çok tehlikeli iş yerlerinde beklemek zorunda kalırız, daha çok işçi ailesinin, eşinin feryatlarını dinlemek zorunda kalırız. Öncelikli olarak devletin temel görevlerinden birisi -Anayasa'da da açıklıkla ifade edilmiş- önce biz insanın yaşamını koruyacağız, insanın vücut bütünlüğünü koruyacağız. Şimdi, bu yasayla maalesef "Daha çok iş cinayetine davetiye çıkartılıyor." diye büyük bir endişemiz var.

Şimdi, tabii, burada baktığımız zaman bir geçici iş ilişkisinden bahsediliyor. Geçici iş ilişkisinin işvereni de özel istihdam bürosu ama zaten bu arızi durumlar ortaya çıktı. Yani bir işveren bir yerden sipariş aldığında, örnek veriyorum, işte bir fabrika, sanayi tesisi düşünelim, orada 1.500 işçi çalışıyor ama patron güzel pazarlama yapmış, Almanya'ya bir mal ihraç edecek ve dolayısıyla geçici bir dönem söz konusu. Burada, işte 300 ekstra işçiye ihtiyacı var. Şimdi, bu kanunla getirilmek istenen şeylerden birisi geçici iş ilişkisi kurularak özel istihdam bürosundan bu işçi temin edilecek ve o şekilde, o 300 işçiyle patron siparişini yetiştirecek ve bu şekilde ihracat artacak, istihdam artacak diyoruz.

Ama bakın, İş Kanunu'nun 11'inci maddesinde işverene böyle bir hak var zaten, belirli süreli iş yapma hakkı var. Bir ihale aldıysa ihaleyi götürebilecek belirli süreli iş sözleşmesi veya bir sipariş aldıysa siparişle sınırlı kalmak kaydıyla... Çünkü öngörülebilir, yani 300 işçi ekstradan alarak o işi ne kadar sürede yapabileceği belli. Onunla ilgili belirli süreli iş sözleşmesi yapabiliyor zaten, yani bunun için özel istihdam bürosundan bir işçi kiralamasına gerek yok. Belirli süreli iş sözleşmesiyle bunu yapabiliyor. Bakın ben maddeyi okuyayım size: "İş ilişkisinin bir süreye bağlı olarak yapılmadığı hâlde sözleşme belirsiz süreli sayılır." diyor 11'inci madde. "Belirli süreli işlerde veya belli bir işin tamamlanması veya belirli bir olgunun ortaya çıkması gibi objektif koşullara bağlı olarak işveren ile işçi arasında belirli süreli iş sözleşmesi yazılı olarak yapılabilir." diyor. Şimdi, böyle bir imkân varken bu yasayla bunu getirdik diyoruz. Bence iki hüküm birbiriyle çelişiyor. Yani buradan işverene, belirli süreyle iş sözleşmesi yapması gereken işverene bir fırsat sunuyoruz. Yani kötü niyetli olduğunu düşünürsek, ben olsam ne yaparım işveren olarak? Böyle bir işçiyi giderim kiralarım. Niye kendi bünyemde çalıştırayım ve sözleşme yapayım? Çünkü kendi bünyemde çalıştırırsam birtakım yasal yükümlülükler benim sırtımda kalıyor ama kiralık olarak çalıştırırsam yükümlülükler olduğu gibi özel istihdam bürosuna geçiyor. Dolayısıyla, iş üretiminden doğan kârı elde edecek olan işveren bu yükümlülüklerinden, 4857 sayılı Yasa'nın kendisine yüklemiş olduğu yükümlülüklerden kurtuluyor, bunu da önemli buluyoruz.

Yine, burada bir başka konu, iş yeri tanımında bir sorun var. Yani iş yeri tanımına baktığımız zaman "Üretimin yapıldığı yer iş yeri." deniliyor. Bakın, üretimin yapıldığı yer iş yeri "Mal üretiminin veya hizmet üretiminin yapıldığı yer iş yeridir." deniliyor ama özel istihdam bürosunun iş yeri, bürosunun olduğu yer, sandalye, masanın olduğu yer, üretimin yapıldığı yer değil. Dolayısıyla, bu, İş Kanunu'nun 2'nci maddesinde belirtilen hükümle de çelişiyor. Yani iş yeri kavramı bu yasayla değişmiş oluyor ve İş Kanunu'nun, 4857 sayılı Yasa'nın sistematiğini de temelinden sarsacak bir ifade bu. Bence burada iş yerini 4857 çok iyi tanımlamış, üretimin, mal üretiminin ve hizmet üretiminin yapıldığı yer olarak tanımlamış. Bu şekilde özel istihdam bürosu iş yeri değildir, sadece sandalye, masanın olduğu, işçi ile işveren arasında pazarlığın yapıldığı bir yer gibi aslında değerlendirmek gerekiyor.

Bu şekilde ben sözlerimi tamamlamak istiyorum. Tabii, özel olarak da yine maddelerde değerlendirmeler yapacağız. Bazı iyileştirmeler yapıldı, dediğim gibi, Sayın Başkanım ama bu konularda da bence boşluklar var, açıklar var. İşçiyi koruyucu düzenlemelerin...

Düzeltiyorum, bir şey daha aklıma geldi. İşçi ile özel istihdam bürosu arasında yapılacak olan sözleşmede hiçbir sınırlandırma yok. Alt komisyon görüşmeleri sırasında bunu öğrendik. Yani işçiyi güvence altına alacak, özel istihdam bürosuna karşı onu koruyacak ve iş ilişkisini düzenleyecek sözleşmenin içeriğiyle ilgili hiçbir madde yok. Yani bu sözleşme yazılı mı yapılacak, sözlü mü yapılacak? Bakın, "Belirli süreli iş sözleşmesi yazılı yapılır." diye açık bir hüküm var 11'inci maddede. Ama sizin getirdiğiniz tasarıda özel istihdam bürosuyla kiralanacak olan işçi arasında hiçbir sözleşmeye sınırlandırma konulmamış, sözleşmenin nasıl yapılacağı da belli değil. Yazılı mı yapılacak, sözlü mü yapılacak veyahut belli bir sınırlandırma konulacak mı? Yani özel istihdam bürosu bu kişiyle altı ay mı sözleşme yapabilecek, üç ay mı yapabilecek, bir yıl mı yapabilecek, hiçbir şey yok. Tamamen o, aç kalmış işçiyi, eşini ve çocuğunu geçindirmek zorunda kalan işçiyi özel istihdam bürosunun tekeline bırakabilecek olan bir boşluktur bu. Burada özel istihdam bürosunun tekeline bırakmayalım, insafına bırakmayalım. Bu sözleşme de gerekirse burada kanunun emredici hükümleriyle düzenlensin. Buna da bazı sınırlandırmalar getirilsin diyorum.

Saygılar sunuyorum Başkanım.