Komisyon Adı | : | (10/696, 1831, 1832, 1833, 1834, 1835) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu |
Konu | : | Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Kadının Statüsü Genel Müdürü Süreyya Erkan ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürü Özge Aydiş Toy tarafından yapılan sunumlara ilişkin görüşme |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 18 .12.2024 |
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, değerli bürokratlar ve Kıymetli Komisyon üyelerimiz; hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum.
Tabii, “bir avukat olarak” diye örnek gösterilince benim de konuşmamın süresi sınırlanmış oldu mu Sayın Başkanım? Beş dakikamı kullanabilir miyim?
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Yusuf Bey’den kalan süreyi size ekledik.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Şimdi, şiddet sorununun aslında sadece Türkiye’de olan bir sorun olmadığını -Sayın Bakanımızın sunumu gerçekten çok doyurucu bir sunumdu- kadına şiddet sorununu dünyadaki örnekleriyle de oranlarıyla da anlatmış oldu hatta Türkiye’nin dünyadaki oranların çok gerisinde yani iyi bir şey olduğunu. Yüzde 0,7-1,6’lardan bahsetti. “Gelişmiş, medeni ülkeler” dediğimiz, aslında birçok örnek olarak aldığımız ülkelerin kadına şiddette oranının çok daha yüksek olduğunu görüyoruz. Ancak öte yandan, burada konuşan değerli vekillerimizin bir kısmı sanki bu kadına şiddetin bizim inancımızdan kaynaklandığı, kültürümüzden kaynaklandığı ya da aile mefhumundan kaynaklandığı gibi o kurumlara yönelik birtakım isnatlarını görüyoruz. Eğer öyle bir şey olsaydı dünyada 1,6’lara varan orandaki şiddetin tamamının bizim inancımızdan, bizim aile yapımızdan hatta daha şeditine sahip olması gerekir ki öyle bir şey yok. Dolayısıyla hiçbir şekilde kadına şiddetin bizim kültürümüzle, inancımızla, aile yapımızla alakası olamaz. Şunu söyleyebiliriz: Bir inanç sisteminin içerisindeki birisi kadına şiddet uygulayabilir mi? Uygular ama o inancın öğretisi anlamına gelmez. Ya da bir ailenin içerisinde şiddet olabilir mi? Olabilir. O da yani bütün aile kurumunun yok edilmesi, şiddeti aile kurumunun ürettiği anlamına gelmez, o kişi şiddet uygulamıştır. Hukukta en temel bir şey vardır, suçta ve cezada şahsilik ilkesi vardır. Kim ne suç işlediyse odur. AK PARTİ’li birisi suç işlediyse bütün AK PARTİ’liler olmayacağı gibi, CHP’li birisi suç işlediyse bütün CHP’liler suçlu olmayacağı gibi suçta, cezada şahsilik vardır. Şimdi, ben kültürümüzün de böyle çok ötekileştirilmesini, aşağılanmasını, yok sayılmasını, sanki şiddetin kaynağı olarak gösterilmesini kabul etmiyorum.
Ben köyde büyüdüm. Benim büyüdüğüm köyde sülaleler kadınların adıyla anılıyordu, isimlerini de söyleyebilirim: Marziye’nin bilmem falan, Cemile’nin falan. Bütün sülalelerin adı kadınlarla anılıyordu. Merak ettim neden kadınlarla anılıyor diye. Ben Tokatlıyım, “Hey On Beşli” türküsünün yakıldığı bir yerden geliyorum. 15 yaşındaki erkekler askere gitmiş; evleri yönetecek, aileyi yönetecek, dışarıda çalışacak, tanımlayacak erkek kalmamış. Birisini tanımlarsanız, genel, ataerkil toplumuz ya, erkek üzerinden “falanın oğlu falan” deriz. Şimdi küçük çocuk üzerinden, 5 yaşındaki çocuk üzerinden tanımlamamışlar, hep kadının üzerinden tanımlamışlar “falanın oğlu, falanın oğlu” diye annenin ismini söylemişler. On beşliler de askere gidince “Hey On Beşli, On Beşli” türküsünün yakılmasıyla -“Kızların gözü yaşlı” diyor devamında- geride erkek kalmadığı için kadınlar…
SERAP YAZICI ÖZBUDUN (Antalya) - Aile reisi.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - …köyü yönetmiş, yaşatmış, yeni nesli ortaya koymuş, yetiştirmiş, yeni askerler yetiştirmiş. Dolayısıyla ben hiçbir şekilde kültürümüzün kadına şiddetin bir varlık sebebi olarak gösterilmesini kabul etmiyorum.
Öte yandan, bizim yine deyişlerimizde hele annelik, aile… Annelik kadına şiddetin bir temel ögesi olarak gösteriliyor. Yani çocuğu erkek doğuramaz, çocuğu kadın doğuracak, anne kadın olacak. “Ana başa taç imiş/Her derde ilaç imiş/Bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş” bizim deyişlerimizde. Ben bugün annemi arıyorum, annemin tavsiyelerini dinliyorum, bu yaşa geldim. Bu eziklik değil, kötü bir şey değil. Yine hepimizin sevdiği Neşet Ertaş’ın “İki büyük nimetim var/Biri anam, biri yârim/İkisine de hürmetim var/Biri anam, biri yârim/Ana deyip de geçilmez/O yar anadan seçilmez/İkisine de kıymet biçilmez/Biri anam biri yârim”
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - On dakika daha ekledik. (Gülüşmeler)
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Eğer devam ederseniz ama şiire, güzel.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Bu nedir, burada neyi anlatmaya çalışıyorum? Bizim türkülerimiz hürmet üzere, bizim türkülerimiz kıymet üzere, bizim geleneklerimiz baş tacı etmek üzere. Ama şunu birileri söyleyebilir: “Ya, bu kadar şey söylüyorsun da hiç mi şiddet yok?” Ben yok demiyorum, istatistikler “Var.” diyor. Bunları yok etmeyelim mi? Edelim. Ne kadar güzel kurumlar kurmuşlar. Ne kadar güzel takip merkezleri, mekanizmaları kurmuşlar. Sayın Bakanımız ne güzel anlattı, güzel güzel çalışmalar yapıyorlar. Sizler de takdir ettiniz, o noktada teşekkür de ediyorum ama buradaki asıl bizim kalelerimizi, ailemizi yok saymak, bu işin merkezi olarak görmek bizim ailelerimizi yok eder, çatırdatır. Dolayısıyla ailesiz bir toplumun şiddete daha meyilli olacağı yani asıl şiddetin o zaman artacağını düşünmek lazım. Bizim belki de en korumamız gereken, en değerli varlığımız ailemizdir. Bunu korumak üzere çok hassas bir şekilde titrememiz gerektiğini düşünüyorum. Onun için şiddetin kaynaklarını araştıralım. Ailenin şu şekilde işlemesinden kaynaklanan bir sorunu varsa aileyi o şekilde işletmeyelim, daha farklı yönlere yönlendirelim. Zira Bakanlığımızın adı “Aile Bakanlığı” Aileyi güçlendirecek, aileyi daha güzelleştirecek, sevgi iklimi olan ailenin sevgi iklimiyle devam etmesini sağlayacak, şiddetten uzak tutacak şeylerde Bakanlığımız zaten çalışıyor. Aileyi güçlendirmemiz lazım.
Öte yandan, Türkiye’deki insanların kahir ekseriyeti Müslüman. “Diyanet İşleri Başkanlığını bu işin dışında tutalım.” E, tutalım. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu işin içine girmek için can atmıyordur muhtemelen.
SİBEL SUİÇMEZ (Trabzon) - Atar, atar.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Atmıyor efendim, hiç atmaz. Sibel Hanım, atmaz yani hiç öyle bir derdi yok. Ama şunu söylüyorum, bakın: Bir yandan burada bir çelişki var, bir yandan dini şiddetin merkezi gibi görecekler bazıları, dinden kaynaklandığını söyleyecekler, dini dışarıda tutacaklar. “O zaman, biz oraya atış yapacağız, orayı yok edeceğiz, orayı kaldıracağız.” Böyle bir şey yok. Bu insanlar Müslüman’sa, bu insanların eğer oradan da kaynaklanan bir şeyi varsa beraber konuşacağız. Ya, bugün biraz önce söylediler. Katilin de dinlenilmesi gerektiğini söylediler. Katil kadar da mı kıymeti yok? Neden, nasıl dışarıda tutarız? Böyle bir şey düşünülemez. Elbette ki dinlenecek. Türkiye'nin bütün dinî anlamdaki, Atatürk tarafından kurulan şeyini düzenleyen bir anayasal kurumun bunun dışında tutulması düşünülemez. Öte yandan, bizim, buradaki verilerle ilgili -hani teknik konuşmak istemiyorum, birçok şeyi zaten gerçekten çok güzel açıkladı- belki başkaca şeyleri araştırmamız lazım. İşte, birtakım bağımlılıkların şiddete etkisi nedir? Alkol bağımlılığı, uyuşturucu bağımlığı, teknoloji bağımlılığı... Bunların verilerini ortaya çıkarmamız lazım. Yeni yeni bağımlılık türleri ortaya çıkıyor. Bunlar nelerdir? Bunları bulmamız lazım. Efendime söyleyeyim, bir yandan hani şiddetin önlenmesini savunurken öte yandan LGBT derneklerinin daha reşit olmamış çocuklara birtakım "Şöyle hakların var, böyle hakların var." şeklinde empoze etmeleri... Bunu da bir hak olarak kesinlikle görmek istemediğimizi, bunun bir hak olmadığını... Elbette hiç kimseye karşı şiddet niyetimizin de açık açık olmadığını... Allah, insanları bir erkek ve bir dişiden yaratmıştır; insan iki türdür, erkek ve dişidir; biz bunun dışındaki türleri bir tür olarak tanımıyoruz yani toplumsal cinsiyet eşitliği dediğimiz zaman bizim anladığımız kadın ve erkektir, onun ötesini biz anlamıyoruz.
SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Hayır, ben imam kızıyım da sizin söyledikleriniz gibi bir şey yok yani.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - O zaman şöyle bir benzerliğimiz var, ben de imam oğluyum.
SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Yo, ben gerçekten imam kızıyım.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Ben de gerçekten...
SABAHAT ERDOĞAN SARITAŞ (Siirt) - Sizin söylediğiniz gibi bir ayet yok.
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Karşılıklı konuşma şeklinde olmasın.
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Ya, arkadaşlar...
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Benim babam imam, rahmetli imamdı. "İmam oğlu" deyince Ekrem İmamoğlu’yla karıştırmayın.
RUKİYE TOY (Sivas) - Öyle bir ayet var.
(Gürültüler)
ASUMAN ERDOĞAN (Ankara) - Başkanım, karşılıklı...
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Arkadaşlar, değerli vekillerimiz, ben de bir şey söylemek zorundayım. Benim de dedem imamdı, haberiniz olsun.
Evet, tamamlayın Sayın Alan.
Buyurun.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Değerli Başkanım, şunu söyleyeceğim: Biraz önceki arkadaşlarımızın paylaşımlarında da belli konuşmaların gittiği yerde de bunu tespit etmemiz lazım; bu bizim hepimizin ortak değeri, hepimizin. Yani aileye kim karşı çıkabilir ya, nasıl karşı çıkabiliriz? Bizim korunaklı kalelerimiz. Anneden daha çok çocuğunu seven kim olabilir?
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum, sağ olun.
BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Çok teşekkür ediyoruz Sayın Alan.
Böyle şiirli konuşmalar hepimizi rahatlatıyor galiba. Şair ne demiş? “Herkesin bir hikâyesi vardır ama herkesin bir şiiri yoktur.” diyor. Sen şiirle söyledin.
NURETTİN ALAN (İstanbul) - Şiir bana ait değildi. Neşet Ertaş...