KOMİSYON KONUŞMASI

ÜNAL DEMİRTAŞ (Zonguldak) - Ben de bir iki nokta var, onlara temas etmek istiyorum Sayın Başkanım.

TİSK Genel Sekreterimiz Sayın Bülent Pirler'e teşekkür ediyorum çünkü işveren bakış açısını çok net bir şekilde ortaya koydu.

Burada temel amacınız, yasanın temel amaçlarından birisi olarak kayıt dışı çalışan işçilerin kayıt içine alınması olduğu ifade ediliyor ve bunlara da işte güvenceli esneklik sağlayarak o şekilde bir yöntemle istihdama kazandıralım deniliyor. Yani TÜİK verilerine göre 4 milyon 200 bin civarında kayıt dışı çalışan işçinin kayıt içine alınması ifade ediliyor. Ama, bakıyoruz, kayıt dışı çalışan hiçbir temsilci burada yok. Yok çünkü kayıt dışı. Şimdi, yasayı savunan TİSK'e bakıyoruz, ben eminim, tamamı kayıt içidir. Belki üyelerinden Sosyal Güvenlik Kurumu primini asgari ücretten gösterip üzerini elden ödeyen bir kısım vardır belki bir ihtimal ama baktığımızda, hepsi kayıt içi çalışan işçiler.

Yine, işçi tarafına bakıyoruz, yaklaşık 1 milyon 300 bin kayıt içi çalışan işçiyi temsil ediyor 3 konfederasyonun temsilcileri. Ama, yasanın amacı, kayıt dışını kayıt içine almak. Şimdi, Sayın Genel Sekreter Bülent Bey şunu ifade etti: "Biz iş hukukundan, 4857'nin içinde bulunan mekanizmalardan, hukuki araçlardan faydalanamıyoruz. Mesela, belirli iş sözleşmesiyle ilgili biz bir fayda elde edemiyoruz." dedi. Aslında hiçbir engel yok. Bakın, bir örnek vereyim: İhaleli işlerde -belirli sürelidir- ihaleye giren iş adamı, şirket, süresi belirli bir şekilde işi alır, bu isterse kara yoluyla ilgili olabilir, isterse inşaatla ilgili olabilir, isterse başka bir şeyle ilgili olabilir, hiç önemli değil, devletten ihaleyi alan bir şirket "Belirli sürede ben bu işi bitireceğim." diye ifade ettiği için belirli süreli işçi çalıştırma imkânına sahip. İnşaat işlerinde, köprü, yol gibi işlerde mümkün. Bunu ben uygulamada zaman zaman gördüm. Ancak, şöyle bir durum söz konusu: Yani belirli süreli iş sözleşmesiyle çalıştırsa bile bu tür işverenler 4857 sayılı Yasa'nın kendisine yüklemiş olduğu yükümlülüklerden kurtulamıyor. Burada sorun bu. Biz şunu ifade ediyoruz yani Bülent Bey de zaten bunu açıklıkla itiraf etti bana göre, "Biz taşeronlukla bunu aslında aşmaya çalıştık. Elimizde bir taşeronluk mekanizması vardı, işverenler bunu aşmaya çalıştı ama olmadı. Açık sadece taşeronlukta vardı, oraya yüklendik, bütün işverenler oraya yüklendik." dedi. Şimdi, ben işte konuşmaların başından beri -belki dördüncü, beşinci gün bugün- aynı şeyi ifade etmek istiyorum, işverenler bir açık arıyor. Aradıkları açık da 4857 sayılı Yasa'nın yükümlülüklerinden kurtulma açığı. Şimdi, buna karşı, eğer sosyal bir devletse Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasa'sında yazan sosyal bir devletse bu açık arayan işveren karşı bir mekanizma üretmelidir. İşte, bu yasayla, bu çıkacak olan yasayla, çıkması muhtemel yasayla işverenin eline bir açık kozu veriyoruz çünkü maddeler çok açık. İşçi tamamen özel istihdam bürosunun işçisi olacak, üretimi yapan, üretimden kâr elde eden işverenin işçisi olmayacak. Yani 4857 sayılı Yasa'nın asıl işverene yüklemiş olduğu yükümlülüklerden bu yolla kurtulacak işverenler. Yani nasıl işverenler? Açık arayan işverenler. Dürüst, namuslu, kayıt içi çalışan, işçinin hakkını veren, yasalara bağlı olan işverenlerin başımızın üzerinde yeri var, onlara destek verelim ama burada açık arayan bir işveren anlayışı var. Neden açık arıyor? 4857 sayılı Yasa'nın getirmiş olduğu yükümlülüklerden kurtulmak isteyen bir işveren anlayışı var. Onun için, neden güvenceli esneklik isteniyor? Yani işçi esneklik istemiyor, kısa süreli çalışmak istemiyor yani işveren neden bunu istiyor, işte bunu iyi bir sorgulamak lazım.

Peki, kayıt dışındaki işçileri kayıt içine nasıl alacağız? Bu soru havada kaldı, bu soru cevaplanmadı. Dolayısıyla, kayıt içindeki işçilerin özel istihdam bürolarında çalıştırılmasına yönelik... Yani şu anda mevcut 12 milyon 800 bin işçi var kayıt içinde çalışan. Yani özel istihdam bürolarına bunlar nasıl devredilecek? Bir şekilde işte bir formül bulunacak diye düşünüyorum. Bu bir açıktır, neticede 4857 sayılı Yasa'nın kapsamından kurtulmasına yönelik bir açıktır.

Yine baktığımız zaman, bu tabii, Avrupa Direktifi noktasında getirildi önümüze ama elimde bir şey var. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, Strasbourg, 3 Mayıs 1996 tarihinde imzalanmış, bizde de 9 Nisan 2007 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş. Şimdi, bakıyoruz, bu kanun tasarısı bu Avrupa Sosyal Şartı'ndaki hükümleri taşımıyor. Yani, şimdi, bu maddelere baktığımız zaman, burada tabii, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi gereğince bu artık iç hukukta yürürlükte, iç hukuk hükmü hâline gelmiş. İşte, birtakım maddeler var, bakın, adil çalışma koşulları hakkı. Şimdi, yazıyor, diyor ki: Haftalık çalışma süresinin aşamalı olarak azaltılmasını öngören makul günlük ve haftalık çalışma saatleri sağlamayı taahhüt etmişiz. Ücretli resmî tatil imkânı sağlamayı taahhüt etmişiz. En az dört haftalık ücretli yıllık izin sağlamayı taahhüt etmişiz. Burada birçok madde var. İş güvenliği, iş sağlığı ve çalışma ortamı hakkında maddeler kabul etmişiz. Denetim yoluyla bu yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayı kabul etmişiz. Yani böyle birçok madde var, çalışanların lehine yapılan düzenlemeler var ama baktığımızda, bu yasayla bu imzalamış olduğumuz Avrupa Sosyal Şartı'nın hedeflediği ve kabul ettiğimiz hükümleri yerine getirme şansımız yok. Dolayısıyla, birbiriyle çelişen hükümler var. Bunu özellikle ifade etmek istedim.

Teşekkür ederim.