KOMİSYON KONUŞMASI

MUSTAFA ALKAYIŞ (Adıyaman) - Evet, Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum, misafirlerimize de hoş geldiniz diyorum.

Şimdi, tabii, TRT var, TRT'yle ilgili Sayın Başkanım, tek sorum şu: Programın başında da şu dergiyi gösterdiniz ve bu derginin bize de ulaştırılacağını söylediniz. Bu olacak inşallah Başkanım. Bizim bir şey yapmamıza gerek var mı, bir girişimde bulunmamıza?

BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Siz kadınları güçlendirme vakıfları varsa oraya bağışta bulunursunuz ücretini.

MUSTAFA ALKAYIŞ (Adıyaman) - Eyvallah.

Asıl konu, aslında, herhâlde sektörün içerisinde olan özel kanallarımız çünkü onlar bir yandan bu yayın politikalarını yapacaklar, yaptıkları yayınları vatandaşlara benimsetecekler, aynı zamanda bunun maliyetini ortaya çıkaracaklar. Bu sektörün yürümesi gerekiyor. Bu noktada iki gündür medya temsilcilerini dinliyoruz yani anlamak açısından soruyorum. Murat Bey, siz de biraz sözcü gibi oldunuz, artık sorularımız size gelsin. Mesela, bu "rating" dediğimiz şey dün burada konu oldu, "Rating çok yüksek." deniyor ama "İlk 3'e düştüğünüz zaman da sizin programın kaldırılma gibi bir tehlikesi var." deniyor. Bir; bu "rating"ler düştüğü zaman reklamlar tamamen kesiliyor, para kazanmıyor muyuz, maliyeti mi çıkmıyor, yoksa sürümden de kazanabiliyor muyuz yani sürekli zirvede olmak gerekiyor mu, bu kadar acımasız mıdır?

İkincisi: İşte, tabii, şu an kadınlara her türlü şiddet konusunu konuştuğumuz için bunu söylüyorum ama şiddet içeren sahneler, yapımlar olduğu zaman bu daha çok izleniyor diye elimizde bir veri var mı? Ya da tam tersinden baktığınız zaman, toplumu rahatsız eden, hepimizin rahatsız olduğu sahneler olduğu zaman her kanalın, her programın samimi bir izleyici kitlesi var, hatta program başka bir kanala gittiği zaman izleyici de orayı olayı takip ediyor mu veyahut da bir cezalandırma oluyor mu, bununla ilgili bir verimiz var mı? "Ya, biz sizden bunu beklemiyorduk, bu şey oldu, o zaman ben artık burayı bırakıyorum." diye bir verimiz var mı? Bunu sormak istiyorum.

Son olarak da tabii, Murat Bey aslında şu anda yaşadığımız çağın en büyük çelişkisini söyledi yani biz de hukukçu olduğumuz için söz yarım kalmasın diye, yanlış anlaşılma olmasın diye, tam anlaşılsın diye soruyorum. Hukukta bir kural var, suimisal, misal değildir yani kötü örnek, örnek olamaz. "Sosyal medya bunları yapıyor, kimse bunlara bir şey demiyor ama biz yapınca mı..." herhâlde demiyorsunuz. Aslında şunu söylüyorsunuz, ben öyle anlıyorum: "Ya, biz aslında kurallara, kaidelere mümkün olduğu kadar RTÜK başta olmak üzere... Zaten kayıt altındayız ama burada kontrol edilemeyen ve hiçbir şekilde yanlış yaptığı zaman cezalandırılamayan, ne yapacağı asla öngörülemeyen bir mecra var, buna da yoğunlaşın." diyorsunuz herhâlde, ben öyle anlıyorum.

Teşekkür ediyorum.

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - Ben teşekkür ederim.

İsterseniz sondan başlayayım. Şimdi, benim dediğim tabii ki şu: Biz kurallara, kaidelere -işte, RTÜK zaten bunu denetliyor- bunlara uymaktan son derece memnunuz, orada herhangi bir sıkıntımız yok. Yani şöyle bir bakış açısıyla ben söylemedim onu: Ya, neden bize şey yapıyorsunuz? Bize de bir şey söylemeyin, orası da var. Yani kötü örnek, örnek değildir, ona da katılıyorum. Benim oradaki aslında kastım şuydu: Şimdi, aslında baktığımız zaman, gittiğimiz nokta şu: Hani "dijital faşizm" diyor Hulki Bey, aslında çok önemli bir noktaya temas ediyor. Avrupa ülkeleri de buna çok ciddi tepkiler vermeye başladı. Dünyada bu gidişle birkaç şirket tamamen haberin patronu olacak belli ülkelerdeki, onların istediği şey. Yani ulusal medyalar yok olma riskiyle karşı karşıya, Türkiye'de de benzer bir durum var. Ben bu noktada özellikle ulusal medya kanallarının, yerel medyanın hepsinin yok edilmek istendiğini aslında vurgulamaya çalışıyorum, Diyorum ki: Tabii ki bizim bir eksiğimiz varsa ki var, oluyor, yol kazaları oluyor yani "Hepimiz mükemmel yayıncılık yapıyoruz, ana akım medya, bize hiçbir şey denmesin, etmesin." öyle bir şeyimiz kesinlikle yok, tam tersine hatamız varsa zaten bedelini ödüyoruz, bu arada ödeyelim de orada hiçbir sıkıntı yok, öyle bir söylemim de yok kesinlikle. Diyorum ki: Sistematik bir şekilde ana akım medya yok edilmek isteniyor, devamlı bir itibar suikastı... Biraz önce sosyal medyayla ilgili bahsettik, sanki bu ana akım medyada devamlı bir problem oluyormuş gibi, insanları sürekli olarak buraya negatif şekilde yönlendirmek, burayı izlememeye teşvik etmek böyle bir durum söz konusu. Dolayısıyla da biz bunlarla uğraşırken öbür tarafta YouTube başta olmak üzere, meta, birçok dijital medya şirketi vesaire bunlar güçleniyor. Bakıyorsun, işin kötü tarafı, bu reklamları vesaireyi de özellikle oraya belli kesimler yönlendirmeye başladı. Şimdi, eğer geliri olmazsa hiçbir özel şirket ayakta kalamaz, bunu bir kere ortaya koyalım. Dolayısıyla da bu kanalların, bu televizyon kanallarının, ulusal medyanın ayakta kalması için gelir elde etmesi lazım ama her yerden ciddi bir -farkında mısınız bilmiyorum, özellikle son yıllarda devamlı- saldırı altında ulusal medya kuruluşları. Ben buna dikkat çekmek için söyledim. Yani şimdi, işin kötü tarafı, hepimiz de şeye geliyoruz, hani ben oyun da demek istemiyorum ama bir yerde de oyun yani devamlı ulusal medyayla uğraşıp öbür tarafı bu defa halının altına süpürüyor burayı hiç gündeme getirmiyoruz. X'te olan şeyler, işte söylüyorum, şu anda telefonunuzu açsanız, yazsanız, göreceksiniz. "İstanbul" kelimesini yazın bakalım ne çıkacak, "Bornova" yazın mesela, aratın. Yani rezalet şeyler var ve bütün herkesin elinde, maalesef herkesin elinde. Şimdi, bunlara çözüm aramak yerine, gidip falanca dizi, filanca program vesaire dediğimizde asıl sorunu görmezden gelmiş oluyoruz. Dediğim gibi, "Biz denetlenmeyelim, biz mükemmeliz." öyle bir şeyimiz yok, onun da tekrar altını çizmiş olayım.

Şimdi, ikinci soruya doğru döneyim, ikinci soruya gelirsek: Şimdi, "Bir dizide şiddet varsa bu dizi daha çok izleniyor." gibi algı, olay yok. Yani "Dizide şiddet var, çok reyting alıyor." öyle bir şey yok. Yani ulusal medya kuruluşları veya yapımcılar vesaire şöyle bir şeyle gitmiyorlar: "Ya, öyle bir dizi yapalım ki çok reyting alsın. Ne yapalım? Çok şiddet olsun." öyle bir şey yok. Aslında örnek gösterilecek dizimiz vardı "Üç Kız Kardeş" diye inanılmaz naif bir dizi, inanılmaz naif, herhangi bir şey, şiddet olayı yok, ondan sonra ne bileyim, negatif hiçbir duygu yok, bir ailenin hikâyesiydi, gerçekten de naif bir diziydi ve üç sene devam etti, çok da reyting aldı. Şimdi, sadece şöyle bir şey var: Dönemsel olarak mesela bir dönem, romantik komedilerin dönemiydi, özellikle yazları yapılıyor, belki biliyorsunuzdur, kanallarda çok yüksek reyting rakamlarına ulaşan romantik komedi dizileri oldu ama artık seyirci ondan bıktı, o tarzdan. Dolayısıyla, böyle bir dizi yaptığında geçen sene ve ondan önceki sene -gerçi geçen sene değil, geçen yaz kimse dizi yapmadı yazın, mali koşullar sebebiyle- bütün romantik komedi dizileri sıfır çekti resmen, reyting almadı çünkü seyirci artık onu izlemiyor, nasıl yaparsan yap. Şimdi, "zamanın ruhu" diye bir şey diyoruz ya, şimdi, zamanın ruhu var, mesela o dönem belli bir tarz dizi tutuyor, dolayısıyla kanallar diyorlar ki: "Bu tuttu." oraya yöneliyorlar yani birçok şeyde de böyle değil midir zaten, gazetede de böyledir, o haber çok okunuyorsa bunun üzerine gitmeye devam edersiniz. Şimdi, kanallar da sonuç olarak ticari bakıyor; evet, bu şeyi tutturuyor ve onu yapıyor. Şimdi, dolayısıyla da böyle bir şey var çünkü bunları tutturamadığınız zaman şu anda ben size şöyle bir şey söyleyeyim: Bir kanalın bir dizisi tutmadığı zaman 70-80 milyon lira zarar ediyor. Yani orada ne kadar büyük bir emek, büyük bir çaba, büyük bir maliyet, büyük bir risk olduğunun anlaşılması açısından söylüyorum.

Şimdi, bu kanallar, bu kadar böyle hepimiz, işte, bakın, binlerce kişiye ekmek veriyoruz, vergimizi ödüyoruz, istihdam sağlıyoruz; öbür adamın 1 temsilcisi var burada, hiçbir şeyi yok. Bunlar reklam pastasından pay alıyor, alıyor, vergi de ödemiyor. Para nereye gidiyor? Amerika'ya gidiyor. Senin içeriklerini de alıyor, parçalıyor, koyuyor sana da doğru dürüst bir şey ödemiyor. Mesela, Google'a işte, birçok ülkede dava açıldı. Google, bizim içeriklerimiz üzerinden para kazanıyor. Ne ödüyor? Hiçbir şey ödemiyor. Yani artık Türk medyası da bir yol ayrımına doğru hızla gidiyor. Ben aslında onu vurgulamaya çalıştım. Şimdi, dolayısıyla, biraz, hani insaf. Bu işlerde 4 tane dizinizin battığını düşünün, kim bunun altından kalkabilir? E, programlar gene aynı şekilde, inanılmaz; orada böyle, başka bir şeye dönüştü olay. Şimdi, bir de o kadar böyle büyük bir rekabet oluştu ki yabancı ülkelerde, Türk dizilerinin satılmaması için çok büyük efor sarf ediliyor şu anda çünkü sen dizileri sattığın zaman kültür de ihraç ediyorsun, dilini de ihraç ediyorsun, turist de çekiyorsun veya dizide kullanılan mobilyayı adam sipariş ediyor, kıyafeti, takıyı, şunu bunu. Sadece 1 milyar dolara yakın zaten dizi ihraç ediyoruz, bunun haricinde bir de bir sürü çarpanı var, bir sürü katma değeri var. Şimdi, dolayısıyla, mesela, bir sürü yabancı platform buraya geliyor. Niye geliyor? Burada çok büyük bir seyirci kitlesi olduğu için mi, çok büyük para kazanacağı için mi? Hayır. Burada tamamen şunu yapmaya çalışıyorlar: Dizi sektöründe özellikle, sinema, dizi sektöründe biz burada bir şeyi yakaladık yani nasıl diyeyim, birçok dünya ülkesinin imrendiği bir şey yakaladık, 2'nci ülkeyiz yani ihracatta dünyada 2'nci ülkeyiz. Şimdi, bu, azımsanacak bir şey değil.

BAŞKAN MUSTAFA HULKİ CEVİZOĞLU - Amerika mı 1'inci?

MUSTAFA ALKAYIŞ (Adıyaman) - 1'inci Amerika mı?

DEMİRÖREN MEDYA TV GRUP BAŞKANI MURAT YANCI - Amerika.

Şimdi, dolayısıyla bunu çökertmek için başka bir faaliyet yapılıyor. Şimdi, sosyal medyadan devamlı ana akım medyaya, dizlere saldırı, ondan sonra, işte, mesela, bizim bir dizimiz çıktı - ben hayret ettim- X siyasetçi çıkıyor -isim vermeyeyim- diyor ki: "Yok efendim, öyle değil de böyle..." Ya, tamam da şimdi, hani bakıyorum dizide de de bir şey yok gerçekten veya işte beş saniyelik bir şey oluyor, oradan başka bir hikâye yürüyor. Ya, gerçekten insaf! Yani biz kendimize zarar veriyoruz aslında, televizyon kanallarına değil. Yani, şimdi, bu televizyon kanalları, dediğim gibi, bu, Türkçe öğretimini vesaireyi de, kültür ihracını da göz önüne kattığımız zaman buradaki bütün yönetici arkadaşlarımız... Hatta ben şöyle bir şey söyleyeyim: Bana göre herkes kıymetli, bütün kanalların tamamı kıymetli; bu sektör de sadece birkaç kanal yöneticisinin, birkaç yapımcının, işte, birkaç oyuncunun inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli bir sektör. Yani ülkemiz için önemli bir sektör, bunun farkına varmamız lazım. Burada hangi destekleri, ne kadar... Şimdi, ben söylüyorum, İspanya da mesela, sadece bir şey çekiyor adam tamamının parasını ödüyor çünkü onlar da şey yok; İtalya'da mesela tamamen dizi sektörü çökmüş vaziyette, sadece ithal ediyor; şimdi, biz ihraç ediyoruz. Şimdi, Avrupa'da ciddi teşvikler var veya işte biraz önce Google'den bahsettim, X'ten bahsettim, bunlara yönelik işte, Elon Musk'a ciddi tepki var ama bizde hiçbir şey yok. Biz gidiyoruz, geliyoruz yine devamlı ana akım medyayla uğraşıyoruz. Ben şahsi olarak üzülüyorum, hani ne kadar bu mesleği yaparım, onu bilmiyorum ama ileride eğer çocuklarımıza sağlam bir Türkiye bırakacaksak... Benim söylediğim bir şey var, bunu sürekli söylüyorum: Batı, işgale her zaman iletişimden başlar. Şu anda Batı, bizim siber vatanımızı, ülkemizi iletişim alanında işgal etme çabası içinde, işgal etmeye çalışıyor. Şöyle bir şey söyleyeyim: "İletişim" dediğimiz şey kimi zaman bir S-400'den, kimi zaman bir F-35'ten çok daha kritik ve kıymetlidir. Elinde her türlü silah var ama iletişim, diyelim ki işte, Elon Musk'ın elinde, sana her türlü dezenformasyonu yapıp... Yani burada Yugoslavya'nın hikâyesini anlatırdım -nasıl parçalandığını- ama çok uzun bir hikâye. Bunları yaşamamak için ben de bir vatandaş olarak size teşekkür ederim, bunları anlatma fırsatı verdiniz.