KOMİSYON KONUŞMASI

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, saygıdeğer kamu görevlileri, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyor, hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Yine talihsiz bir olay: Bu akşam Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde kömür ocağında grizu patlaması sonucu 3 işçi yaralandı, ambulanslarla Uzunköprü Devlet Hastanesine kaldırılan yaralılardan yüzünde ve kollarında üçüncü derece yanık oluşan 2 işçi İstanbul'a, diğer işçi ise Tekirdağ'ın Çorlu ilçesine sevk edildi arkadaşlar.

Görüyorsunuz, her saat bir iş cinayeti, iş kazasıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bugün burada Enerji Bakanlığı bütçesi görüşmesinde bizler ne yazık ki ağırlıklı olarak çalışma yaşamına dair sözler söylemek mecburiyetinde kaldık ve kalıyoruz. Bunun sebebi, enerji alanındaki projelerinizi ve uygulamalarınızı çok beğenmememiz değil ya da bu alanda harika işler çıkarıyor olmanızdan da kaynaklanmıyor. Sebebi, tüm ülke kamuoyunda artık algı yönetimleriyle, yayın yasaklarıyla üstünü örtemeyeceğiniz emekçi katliamına girişmiş olmanız ve ülkeden yükselen feryada kayıtsızlığınız ve ilgisizliğinizdir.

Çalışma yaşamı, muhafazakâr sosa bulanmış vahşi kapitalizm, durdurulamaz bir canavara dönüşmüş olan kâr hırsının, emek sömürüsünün merkezinde olduğu bir tablo. Bu tablonun her bir yerinden emekçilerin kanı damlıyor. Kâh yandaşlara verdiğiniz redevans ihaleleriyle dayıbaşı zulmünde karanlıkta kaybolan, kâh dikilen kulelerde yalnızca emekçilerin kullandığı asansörden düşüp ölen işçilerin babalarının feryatlarıyla inleyen bir ülke tablosunu önümüze koydunuz. Bu kadar yakıcı bir gerçekle karşı karşıya olan bizler ise sesimizi kamuoyuna duyurmak için çaba sarf ediyoruz. Sizden bir umudumuz yok. Dün Başbakan Davutoğlu'yla yaptığınız basın toplantısında fare doğuran dağı biz zaten çok iyi biliyoruz ve yakından tanıyoruz. Söz konusu olan, çalışma yaşamında işveren lehine düzenleme getirmek olunca hızınıza yetişilemiyor ama emekçiler olduğunda bu kez kamuoyu baskısıyla kabul etmek durumunda kaldıklarınızı dahi tırpanlamak için fırsat kollayan bir anlayışla karşı karşıya olduğunuzu çok iyi öğrendik. Çare belliyken, uluslararası alanda bu açıdan sorunlara dair geniş kabul görmüş çözüm önerileri ortadayken siz işçisini öldürmeyen işvereni nasıl teşvik ederim derdindesiniz.

Değerli milletvekilleri, Uluslararası Sosyal Güvenlik Birliği, işçi sağlığı ve güvenliğinin sosyal güvenin tam da kalbinde yattığını belirtiyor. Biz de defalarca dile getirdik. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemlerine yatırım yapmak iş kazası ve meslek hastalıklarının azalmasına, yaşamın, bireylerin ve ailelerinin refahlarının korunmasına yardımcı olmaktadır. İşçi sağlığı ve güvenliği hakkının gerçekleştirilmesi, sosyal güvenlik hakkı içinde devlete verilmiş bir sorumluluktur; bundan asla kaçamazsınız ve kaçılamaz. Ne yaparsanız yapın bizler bunu getireceğiz. Evine ekmek götürmek isteyen kadınlar kamyon kasalarında, merdivenaltı tesislerde sizlerin desteğiyle kanları pahasına çalışmaya daha fazla devam edemezler, etmemeliler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çalışma Örgütünün -ILO'nun- istatistiklerine göre son on yılda tüm ülkelerde iş kazalarında, maden ve taş ocaklarında meydana gelen kaza olayları ile ölüm rakamları aşağı inerken Türkiye'de kaza ve ölüm olayları son yıllarda tam aksi yönde ve inanılmaz bir hızla artarak yükselmeye devam etmektedir. 1983-2013 yılları arasında yani son otuz yılda Türkiye'de ölümlü maden ocağı kazalarında yaklaşık 1.600 işçi öldü. Bu ölümlerin büyük bölümünün de 2004 sonrası özelleştirme ve taşeronlaştırma sonrasında olduğunu da asla unutmayalım. Demek ki özelleştirme, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma ve denetimsizlik ile işçi ölümleri arasında direkt bir bağ var. Kimse bunun aksini iddia edemez.

Konuya dair size birkaç rakam daha vermek isterim gerçek bir karşılaştırma yapabilmeniz için. Bakın, dünyada 1375 yılından bu yana iş kazalarının kaydı tutulur ve Soma altı yüz elli yıldan beri dünyada yaşanmış en büyük 24'üncü maden faciası olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle de, bu başarılara imza attığınız için de sizleri tebrik ediyoruz, tarih sayfalarında yerinizi aldınız. Katledilen emekçilerin kanı sizinle beraber. Uluslararası Çalışma Örgütünün en son 2012 verilerine göre, madencilikte önde gelen ülkeler arasında çalışan işçi başına en yüksek ölüm oranı Türkiye'de. İşte burada, yukarıdaki tablolardan ülkeleri ve Türkiye'nin içerisinde bulunduğu rakamları görme şansınız var. 2003-2012 döneminde Türkiye'de 100 bin maden işçisi başına ölüm sayısı 677 kişi. Bu, İngiltere ve Norveç'in 11 katı, Almanya ve Avustralya'nın yaklaşık 6 katı, Polonya ve İtalya'nın yaklaşık 4 katı, Amerika Birleşik Devletleri'nin 2,5 katı düzeyinde. Yani, üretilen kömür miktarına göre, 1 ton kömür üretim başına düşen ölüm oranı Amerika Birleşik Devletleri'nde 0,2 iken Türkiye'de 7,22'dir yani 36 kat daha büyüktür. Kömür için kurbanlar veren bir ülkede yaşıyoruz ve sizler de bu tablonun asli sorumlususunuz.

Üstelik Türkiye'de madende ve diğer sektörlerde işe bağlı nedenle ölümlerin sayısı bahsi açıldığında her sözün başına "en az" ibaresini ilave etmek gerekli çünkü bunlar sadece kayıtlara geçenler; kayıt dışılığı teşvik etmenizin ve böylelikle rakamları manipüle etmenizin faydaları diye düşünebilirsiniz. Ayrıca hukuk alanında atmadığınız adımlarla "kan parası" adıyla bir de bir şekilde üstü örtülen, kaçak işletmelerde kayıt dışı çalışan işçi ölümleri var ve onları ne aileleri ne çocukları ne akrabaları ne dostları ne de bizler unutmuyoruz, kimse de unutmamalıdır.

Gelelim bu işlerin başındaki kişi olarak size Sayın Bakan. Öncelikle belirtmeliyim ki, Sayın Bakan, hâlâ nasıl görevinize devam edebilmektesiniz ve hiçbir şey olmamış gibi bugün Komisyon sıralarında bütçe sunuşu yapabilmektesiniz, bunu hayretler içerisinde görüyoruz ve hayretle bakıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik Soma'da 301 işçinin öldüğü facia hakkında "Kimin ne kadar sorumlu olduğu konuşulabilir. Maden ocakları benimle ilgili değil. Maden konusunda bizim Bakanlığımızın görevi teftiş ile sınırlı. Ocaklar, ruhsatlar ve işleyiş ise tamamen Enerji Bakanlığına bağlı." diyor ve arkasından ekliyor, "Denetimde sorun varsa istifa ederim." diyor Çalışma Bakanı ve sizden de böyle bir tavrı bekliyoruz.

Ama siz AKP hükûmetlerine çok lazımsınız Sayın Bakan. Çok önemli bir boşluğu dolduruyorsunuz. Bugün artık Sayın Bakanın tüm sözlerinde, eylemlerinde ölen emekçilerin sesi yankılanıyor. Onlar bize soruyorlar "Ben boşuna mı öldüm?" diye. Sayın Bakan, siz Türkiye'ye ölümü hatırlatıyorsunuz ve artık ne zaman sizi ve yanınızda dizilmiş bakan arkadaşlarınızı ve etrafınızdaki arkadaşlarınızı görsek bize ölümler hatırlatıyorsunuz, acıları ve kederleri, annesiz babasız kalmış çocukları ve onların evlatlarını hatırlatıyorsunuz.

Bu aşamada Sayın Bakanı ve hâlâ burada oturabilmesini sağlayan düşünce yapısını anlamak için 2010 yılında söylediği bir sözü sizlere hatırlatmak isterim. Sayın Bakan 2010 yılında şunu söylüyor: "Bizler, gelişmekte olan Türkiye olarak, yeri gelecek, on altı, on sekiz saat çalışabileceğiz." demişti. "Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmeden çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu sekiz saatte çözerse sekiz saat, on sekiz saatte çözerse on sekiz saat çalışır." cümlesini kullanmıştır, kullanabilmiştir. İşte böyle bir sömürü düzeni yaratma peşinde olan ve işverenlere de örnek olan Bakanlık ve Hükûmet nihayetinde işçilerimizin canını kaybetmesine yol açmıştır. İş sendikaya, denetime, iş güvencesine gelince Sayın Bakan ortada yok, söz konusu olan işçinin alın teri, emekçinin kanı olunca da en ön sırada. Zaten kâr ettiren sekiz saat yetmiyor, on sekiz saat istiyor, işçinin her şeyine, kendisi ve ailesi için ayıracağı zamana da Sayın Bakan talip, hatta canına talip. Çünkü on sekiz saat çalışan birinin, eğer riskli bir iş kolundaysa, hayatını kaybetmemesi mucize olur. Ama olmuyor, mucizeler gerçekleşmiyor. İşçiler, emekçiler yok pahasına hayatlarını kaybediyor, böyle bir sömürü düzeni peşinde olan ve bu hâliyle işverenlere de örnek olan Bakanlık ve Hükûmet nihayetinde, yetmiyor, ölen işçilerin yakınlarını gazlıyor, copluyor. Karşımızdaki anlayış bu.

Sayın Bakanın kimi örnek aldığıysa açık. Başbakan olduğu dönemde Sayın Erdoğan Soma'da yaşanan facianın ardından yaptığı basın toplantısında "Arkadaşlar, bu ocaklarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde 'iş kazası' denilen bir olay vardır, bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Tabii, işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır." cümlelerini sarf etmiştir. 2010 yılında Zonguldak Karadon'daki grizu patlamasının ardından da "Bu mesleğin kaderinde maalesef bu var. Bu mesleğe giren kardeşlerim buna bunu bilerek giriyorlar." demişti. Mısır'da meydana gelen olaylarda ölenler için gözyaşı döken, ortalığı ayağa kaldıran Erdoğan, Soma'da ölenler için iki damla gözyaşını esirgemiş, büyük acılar içerisinde kıvranan insanlara yumruk atmış, danışmanı ise tekme atmıştır. Zannediyorsunuz ki kamuoyunu suni gündemlerle oyalayınca, algı yönetimiyle, her bir sempati cümlesiyle, teskin edici bir iki sözle sorunların üstesinden gelinir ama gelinmiyor ve aileler Ermenek'te, unutturduğunuz Afşin Çöllolar'da, yerin altında madencilerimiz bekliyor.

Değerli milletvekilleri, elbette Bakanı görünce madenlerden ve AKP Hükûmetinin yarattığı facialarda ölen emekçilerden başka bir konudan söz etmek gelmiyor insanın içinden ama ne yazık ki Hükûmetinizin başka mağdurları da var.

Ülke topraklarını birlikte yağmaladığınız Kolin adlı şirket, Soma'nın Yırcalı köyünde termik santral kurmak üzere acele kamulaştırmayla üzerinden aldığı arazideki 6 bin zeytin ağacını bir gecede imha etti ve çevre adına oluşturduğu zarar bir yana tüm o köylüleri de mağdur etti.

Bu acele kamulaştırma konusu da oldukça önemlidir. Nedendir bilmiyorum, herhâlde iktidarınızın sonu geldiği için olsa gerek işi hızlandırdınız. Torba yasalardan sonra torba acele kamulaştırma işlerine başladınız. Kamuoyuna yansıyan bilgilerden anlıyoruz ki hazirandan bu yana yeni kurulacak HES, RES ve diğer santraller için alınan acele kamulaştırma kararı sayısı 70'e ulaşmıştır. Cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı tarihte dahi Resmî Gazete'de acele kamulaştırma kararları yer almıştır. Bu durumda bir de villalar, kaçak saraylar ve de Bilal oğlan için kıyılan alanlar eklenince artık, Orman Bakanlığına ihtiyaç duyulmayacak hâle geleceğiz.

Tabii bir de tüm bu sürecin finansmanı meselesi var. Ne yapılacak; elbette ki zam, zam, zam.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çam, uzatıyorum ama hakaretvari konuşmaları düzeltin.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Var mı öyle bir şey?

BAŞKAN - "Bilal oğlan" diyor...

MUSA ÇAM (İzmir) - Bilindiği üzere Hükûmet,1 Ekim 2014 tarihinden başlayarak üç aylık süreyle elektriğe ve doğal gaza yüzde 9 oranında zam yapmıştır. Buradaki üç ayı önemsiyoruz çünkü bunun anlamı, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren yeni zamların da geleceğinin şimdiden habercisi niteliğindedir. Gerçi iktidar sözcülerine bakılırsa bu zamları yapan AKP değildir, bu zamları yapan EPDK, BOTAŞ'tır. Yine onlar yirmi dört aydır zam yapmadıklarını söylüyorlar. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde doğal gazı en ucuz, elektriği 4'üncü en ucuz veren ülkenin Türkiye olduğunu iddia ediyorlar ve hatta asgari ücrette doğal gaz ve elektriğe yönelik satın alma gücünün dönemlerinde arttığını da söylüyorlar.

2011'in Eylülünden bu yana doğal gaza yapılan toplu zam da yüzde 67 ve AKP döneminde doğal gaza yapılan toplam zam oranı yüzde ise 357'dir. Aynı durumu elektrik açısından değerlendirdiğimizde, yalnızca 2008'den bu yana elektriğe yapılan zammın toplam oranı yüzde 109'u bulmuştur.

Bu durumu değerlendirmek üzere kaba bir hesap yapmak gerekirse, ortalama 4 kişilik bir aile ısınabilmek için ayda 125 metreküp doğal gaz kullanır. Bu, yılda 1.500 metreküp doğal gaz anlamına gelir. Ankara ve İstanbul'da doğal gazın metreküpü 1,2 lirayı bulmuş. Bu şu anlama geliyor: Bir aile ayda 150, yılda 1.800 lirayı yalnızca doğal gaz faturası için ödemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son kez bir dakika uzatıyorum; toparlayın.

MUSA ÇAM (İzmir) - İki paragrafım kaldı Sayın Başkan, bitiyor.

Benzer bir örneklemeyi elektrik için yaparsak, ortalama bir aile ayda 250 kilovat, yılda 3 bin kilovat elektrik kullanıyor. Aylık faturası 100 lira, yıllık faturası ise 1.200 lirayı bulmaktadır. Bu durumu asgari ücretli bir aile için hesaplarsak karşımıza çıkan tablo çok kaygı vericidir. Ayda 891 lira net asgari ücret alan bir yurttaşımız doğal gaza ve elektriğe ayda 250 lira para ödüyor ve bu, toplam gelirinin yüzde 28'i anlamına geliyor. İşte bu, sizin yarattığınız tablo.

Son sözüm; bu maliyet tablosuna bir de kaçak saray'ın aylık 700 bin lirayı bulan elektrik giderini de eklediğimizde, işte size gerçek bir AKP sömürüsü hikâyesi ortaya çıkıyor. Kupon arazilere, ormanlık alanlara, zeytinliklere bir de enerji kaynaklarımızı ekleyin. Eh ne diyelim, padişahım çok yaşa!

Son sözüm bir Kızıldereli atasözü arkadaşlar: "Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacaktır." diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.