KOMİSYON KONUŞMASI

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

HSK konusunda görüşlerimizi belirtmeden önce yapmamız gereken, Türkiye'deki yargının bağımsız ve tarafsızlığı ve yargının siyasallaşması konusundaki uygulama örnekleri ve bu konuda "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" denilen, 2017 referandumundan sonra 2018'de yürürlüğe giren bu sistem, Türkiye'deki yargıya güven ve kişilerin yargılanması açısından adalet, hak, hukukun gerçekleşip gerçekleşmediğini tartışmak, konuşmak. Tabii, bunu nerede yapacağız? Adalet Komisyonunda yapıyorduk, Karma Komisyonda da HSK'yle ilgili seçimlerden önce yapmak zorundayız.

Arkadaşlar, gerçekleri söylemek zorundayız. Yani burada, yargının siyasallaşmadığını, artık yürütmeye bağlı yasama ve yargının olmadığını söylemek, açıkça gerçeklere aykırı konuşmaktır. Açıkça bu sistemle beraber, yargı ve yasama yürütmeye ve sizin bu konudaki itirazlarınıza rağmen saraya bağlanmış durumda. Bakınız arkadaşlar, şu anda bakanlıkların bürokrasisi bile yerle bir edilmiş durumda. Adalet Bakanlığının bürokrasisinin ne iş yaptığı da belli değil, diğer bakanlıkların bürokrasisinin de ne iş yaptığı belli değil. Bakıyorum, 2018'de Beştepe'ye, saraya bağlı 10 tane siyaset kurulu varken, bu siyaset kurulunda 46 kişi çalışırken bunun içinde hukuk kurulu, sağlık kurulu, eğitim kurulu gibi bölümler varken şu anda kurulun üye sayısı 116'ya çıkarıldı, iki hafta önce. Bu kurullar ne iş yapar? Bu kurullar şu işi yapıyor: Anayasa’nın 78'inci maddesine göre, biz artık yasa yapma, yasa teklifi verme yetkisini milletvekillerine verdik diye yazıyorsunuz ama oradan Mehmet Uçum'dan tutun, hukuk kurulundan tutun ve birçok kurulda hazırlanan yasa teklifleri önümüze geliyor. Düşünebiliyor musunuz, Sayın Bakan çıkmış üç gün önce diyor ki: "Onuncu yargı paketi konusunda biz hazırlığımızı yaptık, Meclise göndereceğiz, AK PARTİ milletvekillerinin huzuruna sunacağız." Ya, böyle bir şey yok ki! Siz, kendi yaptığınız Anayasa'ya aykırı davranıyorsunuz. Yani bu yasa yapma tekniğini, açıkça Anayasa'yı ihlal ediyorsunuz. Buradan yola çıkıyoruz, yargının siyasallaşması, HSK yoluyla, HSK üzerinde kurulan baskı ve hâkimlerin ve savcıların teminatını ilgilendiren Anayasa ihlalleri.

Sekiz yıldır görev yaptığım Adalet Komisyonunda ve Mecliste açıkça şunu gördüm: AKP'nin artık yaptığı bir tek şey var, güvenlikçi yasaları getirmek çünkü ekonomi, eğitim, sağlıkta, dış politikada duvara vurulmuş. Bu güvenlikçi politikalarla beraber yargıyı açıkça aparat olarak kullanıp yargıyı belirli noktalarda sürdürmek.

Hiç unutmam, 2021 yılında getirilen bir yargı paketi içerisinde diyordu ki: 81 il cumhuriyet başsavcısını ben belirlerim, diğer savcıların verecekleri takipsizlik kararlarında, verecekleri düzenlemelerde o il savcısına bağlarım, 81 kişiyle yargıyı Türkiye'de ben idare ederim. Kim diyor? HSK'yi seçen, HSK'yi ağırlıklı seçen yürütme, saray diyor ve 1'inci parti diyor.

Değerli arkadaşlar, yani bu durumda AKP'nin bugüne kadar gelmiş olduğu ritüelinde şu var: Yirmi iki yıllık bir süreçten sonra Anayasa'ya aykırı düzenleme yapmak, Anayasa ihlallerine yol vermek ve Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlara uymamak AKP'nin artık ritüeli haline geldi.

Ya, 153'üncü maddeyi dışarıdan geçen bir öğrenciye okutsak ne olduğu açıkça anlaşılır. Yani, 153'üncü maddeyi, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı konusunda, yasama, yargı ve yürütme haricinde tüzel ve idareyi bağlayıcılığı konusunda net bir maddeyi dahi uygulamıyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz, burada kurulun amacı -resmî sitesine bakıyorum HSK'nin- adil yargıyı tesis etmek üzere, hâkimler ve savcılarla ilgili işlemleri, hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarına göre yerine getirmektir. Yani bu esaslara göre bu bağımsızlığı, tarafsızlığı, hukukun üstünlüğünü, adli yargıyı tesis etmek HSK'ye verilmiş bir görev. Ama bakıyoruz, yani hukukun üstünlüğünden, yargının bağımsızlığından, tarafsızlığından, hâkimlik ve savcılık teminatından bu uygulamada bahsetmek mümkün mü? Mümkün değil. Yargıya güvenden bahsediyorsunuz. Sayın Bakan çıkmış, Sayın Cumhurbaşkanımız çıkmış yargıya güvenden bahsediyor. OECD 2024 verilerine göre 38 tane OECD ülkesinde yargıya güvenin dibe çaktığı sondan 2'nci ülke olan 36'ncı ülke Türkiye arkadaşlar ya. Biraz önce Grup Başkan Vekilimiz Sayın Günaydın da söyledi, ya, bir daire başkanı oğlunun vefat ettiği bir olayda yargıya güvenemediğini söyleyebilecek kadar net tavır koyuyor. Bunu sormak istiyorum, ben bunu çoğu yerde sordum, hâkim arkadaşlara, savcı arkadaşlara sordum, siz Türkiye'deki bu mahkemelerde, şu mahkemelerde yargılanmayı ister misiniz diye sordum. Bu açık ve net çünkü Türkiye'de yargı sistemi kişiye odaklı, muhalifleri ezmeye odaklı ve ses çıkarmamaya odaklı bir şekilde işliyor.

Bakınız, örnekleri vereyim arkadaşlar size, siz HSK'yi yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığıyla idare ederken nasıl işlediğini birkaç örnekle anlatayım. Cumhurbaşkanı adayımız ve İBB Başkanımız Ekrem İmamoğlu'nun yargılandığı haksız hukuksuz ahmak davası. Ben bizzat o davanın bütün celselerini, duruşmalarını takip ettim. O davada Hâkim Hüseyin Zengin'in bir talebi olmadan Samsun'a sürülmesi konusunda "yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı" ve "hâkimlik teminatı" adı altında HSK'nin açıkça hukuku yere, dibe batırdığı bir yana, karar veren hâkimin duruşma kararından bir celse önce "Bu 'ahmak' sözcüğünün Süleyman Soylu'ya söylendiğini ben biliyorum." diye açıklamasını bir Adalet Komisyonu üyesi olarak ben duydum, duruşmada duydum. Bir hâkim mahkeme kararından önce "'Ahmak' sözü Süleyman Soylu'ya söylenmiştir." diye açıklamada bulunuyor, bir celse sonra da yüksek mahkeme hâkimlerine yönelik "ahmak" sözcüğünden dolayı, hakaretten dolayı ceza veriyor. Yargının geldiği noktayı görebiliyor musunuz? Bu hâkim hakkında işlem yapılmıyor, nasıl işlem yapılsın? Çünkü bu hâkimin bu tür işlem yapmasına yönelik siyasi baskıyı yapanlar, yukarıdan her türlü baskıyı yürütenler herkes tarafından biliniyor.

Bakınız, arkadaşlar; 19 Mart darbesi. 19 Mart darbesinden sonra tutuklama kararı vermeyen ve İBB'nin daire başkanları hakkında tutuklama dışında kararlar veren hâkim hakkında ne yapıldı? Gidildi, icra yetkisi verildi, icra yetkisi olarak icra mahkemesine gönderildi. Yani "Kardeşim, biz bir tane mühendislik yaptık. Bu mühendisliğe göre şu şöyle olacak, bu böyle olacak. Bunun dışında hareket eden hâkim, savcı varsa bu iş olmayacak." E, nerede kaldı bu Anayasa’nın 2'nci maddesi, 9'uncu maddesi, 138'inci maddesi; 37 ve 38 hâkimlik teminatıyla ilgili maddeler; 139, hâkimlik ve savcılık teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı maddesi? 140'ıncı madde, hâkimlik ve savcılık mesleğinin bağımsız olması nerede kaldı, nerede kaldı? Dibe vurdu.

Bakınız, devam ediyoruz. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüttüğü dönemde, Ocak 2017'den Kasım 2020'ye kadar suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan hakkındaki 8 soruşturmadan 7'sini takipsizlikle kapatan, delilleri sümen altı eden, bu suç örgütü lideri Kaplan'ın örgüt liderliği iddiasıyla yargılandığı davada örgüt liderinden hesabına paralar aldığı tespit edilen Yüksel Kocaman gelmiş, HSK üyesi olarak bize başvuruyor. Düşünebiliyor musunuz arkadaşlar ya, düşünebiliyor musunuz? Bu Yüksel Kocaman hakkında, hâlen Yargıtay üyesi olan bu Yüksel Kocaman hakkında HSK ne yaptı, bu kadar şey mahkeme zabıtlarına girmişken ne yaptı? Hiçbir şey yapmadı ama ne oldu? Barışçı toplantı ve gösteri yürüyüş hakkını kullanıp da Saraçhane'de, Kızılay'da, Konak'ta, Türkiye'nin her yerinde çıkıp da ifade özgürlüğünü kullanan gençlere yatarı olmadığı hâlde tutuklama kararı veren hâkimler hakkında bir şey yapmadı, bir şey yapmadı.

Daha devam edelim. Benim HSK'ye yapmış olduğum bir şikâyetim vardı, aynı zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına vermiş olduğum bir şikâyet dilekçem vardı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekiliyken olmayan MASAK raporuna binaen Sezgin Baran Korkmaz'ın üzerindeki yurt dışına çıkış yasağını kaldıran ve mallar üzerindeki tedbir yasağının kaldırılması talebinde bulunan o zamanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili olan Hasan Yılmaz önce Adalet Bakan Yardımcılığına, oradan da Yargıtay üyeliğine terfi ettirildi. Söz konusu kararı veren, benim de HSK'ye şikâyet ettiğim İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimi Yasin Karaca hakkında ve bunu talep eden Hasan Yılmaz hakkında HSK ne yaptı biliyor musunuz arkadaşlar? Tarafıma yazıyı gönderdi, itiraz ettim, gene reddetti, "Somut delil yok." diye karar verdi HSK, somut delil yokmuş. Bu konuda yaptığım suç duyurusuna ve HSK şikâyetine karşılık "Somut delil yok." diyerek HSK dosyayı kapattı. Yani olmayan MASAK raporuna ilişkin -MASAK açıkladığı hâlde- siz talepte bulunacaksınız savcı, başsavcı vekili olarak ve suç örgütü liderinin tedbirini hem mal varlığı üzerinde hem yurt dışına çıkış tedbirini hâkim kaldıracak, hem hâkim hakkında hem başsavcı vekili hakkında HSK işlem yapmayacak. Somut delil ne olur acaba, başka ne olabilir yani?

Başka, başka... Bu konuda hâkimin Can Atalay konusunda verdiği karar. Ya, arkadaşlar, "Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum." diyen Başsavcı, Çağlayan Adliyesinde ÇHD davasından Sözcü davasına, Sözcü davasından Demirtaş davasına, Demirtaş davasından Enis Berberoğlu davasına kadar gezici hâkim heyetinin başında bulunan, şu anda İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olan ve daha önce de Bakan Yardımcısı olan başsavcı, "Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımıyorum." diyen başsavcı ilk önce Bakan Yardımcısı yapıldı, şimdi, bazı görevlerini yerine getirmesi için şu anda götürüldü İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yapıldı. Yapılmadı mı? Yapıldı. Gerçekler bunlar. Bir de en önemlisi Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama, Gazi Meclis, evet, Gazi Meclis. Türkiye Büyük Millet Meclisine Can Atalay konusunda Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanının, Muhsin Şentürk'ün "Siz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gereğini yapacaksınız." diye Türkiye Büyük Millet Meclisini açıkça tehdit eden yazısına karşı ve Anayasa Mahkemesi üyelerine karşı suç duyurusu bulunduğu hâlde nereye gitti Muhsin Şentürk? Gitti, şu anda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. Bakınız, arkadaşlar, HSK bütün bunlara gözünü kapattı. Nerede yargı bağımsızlığı, nerede yargının tarafsızlığı?

Yahu, şu anda, milletvekilleri dâhil, başımıza bir iş gelebilecek kaygısı taşımayan muhalif milletvekili var mı? İktidar milletvekillerinden de "Acaba ters bir şey yaparsam Maliye mi gelecek basacak, iş yerime mi çökecekler yoksa dokunulmazlığımı kaldıracaklar?" diye kuşku duymayan, endişe duymayan iktidar milletvekili var mı? Yok arkadaş, yok. Memlekette gelinen nokta bu. Yirmi iki yıldan sonra getirdiğiniz noktada can güvenliği de yok, hukuk güvenliği de yok. "Bizden oldu." diyenleri alıyorsunuz, Yargıtay üyesi yapıyorsunuz ve suç işleyenleri getiriyorsunuz, HSK'den gidip de Anayasa Mahkemesi üyeliğine terfi ettiriyorsunuz. Nerede arkadaşlar? Buradan yola çıkalım; HSK bütün usulsüzlüklere gözünü kapattı, suspus oldu, yukarıdan gelen talimatları yerine getirdi, hâkimlerin ve yargıçların siyasi vesayete teslim olmasına neden oldu.

Şimdi "Vesayeti kaldırdık, vesayeti kaldırdık." "Askeri vesayeti kaldırdık." diyorsunuz, "Hukuki vesayeti kaldırdık, siyasi vesayeti kaldırdık." diyorsunuz. Neyi kaldırdınız arkadaşlar? HSK üzerinden siz hâkim ve savcılar üzerinde açıkça siyasi vesayet koymadınız mı? Bu tablo bize göstermektedir ki arkadaşlar, hâkim ve savcıların atama, terfi, görevde yükselme, yer değişikliği gibi tüm özlük işlerini yürüten ve hemen hemen tüm kararlarına karşı yargı yolu kapalı olan HSK ne yazık ki hâkim ve savcıların vicdanına göre değil, kişilere özgü, iktidarın gözüne bakarak karar vermesine yarayan bir yapı hâline geldi. İşte, bunu burada ne yapalım? Değiştirelim. Sayın İpek diyor ki: "12 Eylül 2010 referandumuyla 12 Eylül faşistlerine yargı yolunu açtık."

HALUK İPEK (Amasya) - Doğru.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Doğru söylüyor. Ama o neydi biliyor musunuz? Şekerdi o, şekerdi.

HALUK İPEK (Amasya) - Yok.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Siz 12 Eylül 2010 referandumunda o "FETÖ" denilen terör örgütüne yargıyı teslim ettiniz ya! Bunu tartışmıyorsunuz. Bir bunu tartışalım sizle beraber. Dokuz tane yargı paketi geldi bu memlekete. Dokuz tane gelen yargı paketinde memlekette adaleti, memlekette yargı bağımsızlığını, yargı tarafsızlığını koruyamadınız, ortaya koyamadınız da onuncu paketle mi halletmeye çalışacaksınız? Ona da yeni bir şey getiriyorsunuz "kamu düzenini bozma gerekçesiyle tutuklama" gerekçesini ekliyorsunuz. Bravo size, sessiz toplum, korku iklimi! Çıkacak -ifade özgürlüğü- vatandaş "Ben toplantı, gösteri, yürüyüş hakkını, kanunun 34'üncü maddesini kullanacağım." diyecek. "Hayır, sen kamu düzenini bozucu eylemde bulunuyorsun, tutuklayacağım seni." diyorsunuz. Yok böyle bir şey, yok böyle bir şey!

İşte, sizin için gelen bir şans bu; HSK seçimi. Biz 7 dedik, 7 kişi olması gerekir dedik, HSK'den gelen yazıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Karma Komisyonda yapılan oylamada 5 kişi kararı verildi; bu konuda itirazlarımız var. Bari bu 5 kişi için de Anayasa’nın 159'uncu maddesi gereği, biraz önce de arkadaşlarımızın anlattığı şekilde, her biri için ayrı ayrı oylama yaptırın, uzlaşma yapın, uzlaşma, uzlaşma!

Bakınız, Anayasa’nın 159'uncu maddesi ve HSK Kanunu açık ve net diyor: Anayasa’nın sözüne ve ruhuna uygun bir şekilde, sistematik ve amaçsal yöntemle, çoğulcu demokrasi ve hukuk devletini sağlamaya yönelik olarak Anayasa'ya uygun bir şekilde yorumlamamız gerekiyor; bu yorum açık ve net. Komisyonun göreviyle ilgili olarak, Komisyonla ilgili olarak Anayasa’nın 159'uncu maddesinde açık ve net yazılmamış ama Anayasa’nın 159'uncu maddesinin üçüncü fıkrasında ne diyor? "Her bir üyelik için üç adayı belirlemek, her bir üyelik için ayrı ayrı oylama yapmak." diyor. Bu ne demektir arkadaşlar? "Usulde paralellik" diye bir şey var. Bunu söylüyoruz ama nerelerde söylüyoruz? Aynı diploma olayında olduğu gibi "usulde paralellik" deriz ama siz işletme fakültesinin yönetim kurulu toplamazsınız, gidersiniz rektörden karar alırsınız. İşte, burada da usulde paralellik var. Anayasa Mahkemesinin, HSK'nin üyelerinin Genel Kurulda seçiminde "her bir üye için ayrı ayrı oylama" diyorsa, siz "Komisyonda demiyor." diye usulde paralellik ilkesini kaldıramazsınız; yok böyle bir şey ya, yok böyle bir şey! Hukuku, Anayasa'yı bu kadar da ihlal edecek duruma getirmemeniz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, sonuç olarak şunu söylemek istiyorum: Buradaki seçimler bizim için bir şans. Anayasa açıkça üçte 2 ve beşte 3'lük nisaplarla bir uzlaşma, bir mutabakat öneriyor. Bunun dışında en fazla oy alan 2 üyenin seçiminde ise yine bir mutabakat öneriyor. Yoksa sizlerin vereceği 30'a 24 oylarla "Ya, bizim adayları seçin." demiyor. Getirdiği nisaplar böyle, buradaki seçimler açık ve net tekil yapılmalı, her aday için ayrı ayrı oylama yapılmalı, herkes her oylamada sadece bir oy kullanmalı; sonuçta toplamda 15 ayrı oylama yapılması gerektiği Anayasa'da açık ve net. Azami mutabakat ve nitelikli çoğunluk böyle sağlanabilir açıkça. Oylamanın her bir aday için, toplamda 15 kişi için ayrı ayrı yapılması Anayasa 159/3'ün gereğidir. Anayasa’nın lafzına ve gayesine uygun bir seçim yöntemiyle bu şekilde belirlenen bu konuyu tartışmak bile Türkiye Büyük Millet Meclisinde 159'uncu maddenin üçüncü fıkrasındaki uzlaşma ve nisaba, mutabakat amacına aykırı davranmaktır diyorum.

Hepinize çok teşekkür ediyorum, sağ olun.