KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ ALİ KESKİNKILIÇ (Karabük) - Sayın Başkanım, Türkiye Taşkömürü Kurumunun kıymetli yöneticileri; sizleri tekrar selamlıyorum.

Yine daha önce de ifade ettim ama tüm maden şehitlerimizi bir kere daha minnet ve şükranla yâd ediyorum.

Ben, kendi bölgemde olan bir kurum olduğu için burada bazı şeyleri kayıtlara girmesi açısından ifade etmek istiyorum: Bizim bölgemiz ülkemizin tek taş kömürü havzası olan Zonguldak bölgesinde; eski adıyla Havza-i Fahmiye'de yani bugün Zonguldak, Bartın ve Karabük Yenice'yi kapsayan bölgede çok çile çektik. Bu kaynağımızı ayakta tutmak adına Osmanlı İmparatorluğu döneminde birinci mükellefiyeti yaşadık, 1940 yılında Millî Korunma Kanunu'yla beraber ikinci mükellefiyeti yaşadık. Mükellefiyet nedir? Mükellefiyet, 18 yaşından itibaren hangi erkek varsa zorunlu çalışmaya tabi tutulmadır. 1940 ile 1947 arasında bizim işaretli köylerimizdeki, Havza-i Fahmiye'de bulunan köylerimizdeki her erkek zorunlu çalışmaya tabi oldu.

İnanılmaz acılar yaşadık, inanılmaz ıstıraplar yaşadık; insanlar köylerinden jandarmayla toplandı, kırk beş gün madenlerde zorunlu olarak çalıştırıldı ve mükellefiyetten kurtulmak için baltayla parmaklarını kestiler arkadaşlar. O zaman biz mükelleflere para da verilmezdi, mükellefin parası puldu; içi delikli bir pul verirlerdi üzerinde "EKİ" yazan, o pullarla da maaşınızı alamazdınız; "Ekonoma" derlerdi -dedelerimiz anlatır- o paraları orada harcamak zorundaydınız. Biz, bu acıyla bu ocağı ayakta tuttuk, bu sıkıntıları çektik bu bölgenin insanları olarak. Türküler çıktı "Mükellefin parası puldur, çoluk çocuğu yetimdir, eşi duldur." diye. O günün şartlarında kırk beş gün madenlere geliyordunuz ve barakalarda yatmak zorunda kalıyordunuz; bu acıların hepsini yaşadık. Zaman zaman filmlere de böyle kısaca konu oldu. "Germinal" diye bir kitap var, orada anlatılanlar bunun yanında hikâye kalır. Tabii, bu arada bununla ilgili birçok kitap da yazıldı.

Bu bölge, bu ülkenin en önemli kaynağını ayakta tutmak için büyük bir mücadele verdi, büyük bir azim ve kararlılık gösterdi. Osmanlı'da Kâbe'nin kandillerinde yanan gazı bile buradaki insanların emeğiyle ödedik. Yine, İkinci Dünya Savaşı'nın en karanlık günlerinde o zorunlu çalışmayla bu ocakları ayakta tuttuk ve bugün de tutmaya devam edeceğiz; Türkiye Taşkömürü Kurumu asla ve asla özelleştirilmeyecek. Bu bölgenin insanı yine aynı şekilde, aynı kararlılıkla, aynı feragatle çalışır ve bu ocakları çalıştırmaya devam eder.

Evet, dünyadaki kömür fiyatlarının dalgalanmalarından dolayı zaman zaman zararlarımız söz konusu olabilir; bunlar, bu stratejik kaynağı elimizden çıkarmamız için bir sebep değildir çünkü dünyadaki konjonktür devamlı değişiyor ve değişen bu konjonktür içinde bugün temin ettiğiniz kömürü yarın temin edemeyebilirsiniz. Hem demir çelik sektörünüzün hem de sanayi sektörümüzün temel girdisi taş kömürüdür; başka bir kömür kaynağınız yok, başka bir karbon kaynağınız yok.

O yüzden de ben kurumda yapılan çalışmaları biliyorum ve yakinen de takip ediyorum. Gerçekten o zor şartlar içinde birtakım iyileştirmelerin yapıldığını ve yapılmaya çalışıldığını, ne kadar özveriyle mücadele edildiğini biliyorum. İşçi güvenliği konusunda neler yaşadığımızı biliyoruz, o yerin altındaki çalışma şartlarını da biliyoruz; bunların gerçekten zor olduğunu da biliyoruz. Orada her kaybettiğimiz can bizim canımızdır, biz hâlâ maden şehitlerimizi anmaya devam ediyoruz.

O yüzden, ben burada Kurumumuzun çok örselenmemesi gerektiğine inanıyorum. Bu Kurumu korumamız gerektiğine inanıyorum, bu Kurumu ayakta tutmamız gerektiğine inanıyorum. Zarar da etsek bizim taş kömürümüz, bizim kömürümüz bu. Bizim kömürümüz Türkiye sanayisinin temel girdisidir, demir çeliğin temel girdisidir.

O yüzden, ben hepinize teşekkür ediyorum. Buradan bir kere daha bütün maden şehitlerimize ve bütün madencilerimize... Alınlarındaki kara, kömür karası; böyle kazanılır ekmek parası.

Teşekkür ediyorum.